Mesajı Okuyun
Old 28-04-2003, 09:58   #8
Refya

 
Varsayılan

ORMANIN GİZLİ SESLERİ

Uzun yıllar önce, bilge bir kral, tahtının varisine, ülkenin prensine büyük bir yönetici olmanın sırrını öğretmeye karar verir. Oğlundan ormana gidip bir yıl boyunca orada yalnız başına yaşamasını, bir yılın sonunda geri gelip kendisine ormanın seslerini anlatmasını ister. Babasını dinleyen oğul ondan istenenleri yapar. Ormana gider ve duyabildiği bütün sesleri dinler. Bir yıl sonra geri döner. Mutlu bir şekilde babasına rüzgarda uçan, yere düşen yaprakların sesini, kuşların şarkı söylemesini, arıların vızıldamasını, böceklerin uçuşlarını, büyük ve küçük hayvanların geliş gidişlerini, suyun kayalardan akışını duyduğunu anlatır. Fakat, kral memnun olmaz. Oğluna ormana geri dönmesini ve ormanın gerçek seslerini duyuncaya kadar geri dönmemesini söyler. Prens ormana geri döner. Büyük ağaçların altında oturur, ormanın çaylarına uzanır ve babasını memnun edememesinin nedenlerini düşünür. Pek çok gün ve gece geçtikten sonra, prens farklı bir duyguya kapılır. Artık babasının yanına dönebileceğini anlamıştır.
Genç çocuk yeni öğrendiklerinin heyecanıyla evine döner. Babasının yanına koşar ve günün doğuşunu, ağaç yapraklarının uyanışını, çiçeklerin açılış ve kapanışını, öğle güneşinin sıcak ışınlarının doğaya can verişini, binlerce kuş ve hayvanın kalp artışlarını duyduğunu anlatır. Kral yüzünde mutlu bir gülümsemeyle der ki: "Oğlum, büyük bir lider olmanın en önemli sırrı duyulmayanı duymaktır. En iyi yöneticiler söylenmemiş şakaları, insanların acılarını duyabilenlerdir. Herkesin duyabildiğini duymak kolaydır, fakat büyük krallıklar sadece etrafındaki gizli sesleri duyanlar tarafından kurulur. Krallığımı sana gönül rahatlığı ile bırakabilirim. Çünkü sen ormanın gizini ve hayat boyu yerine getirmen gereken görevini öğrendin."

VİETNAM'DAN EVİNE DÖNEN GAZİ

"San Fransısco'dan ailesini aradı. “Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum."
"Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz," diye cevapladılar. "Oğulları, "Bilmeniz gereken bir şey var" diye devam etti. "Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum."
"Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz." "Hayır. Anne, baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum." "Oğlum," dedi babası, "bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu
arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır."
Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir sure haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ya uçtular ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler: Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.
Bu hikayedeki aile de bir çoğumuz gibi. Güzel olan yada birlikte olmaktan zevk aldığımız insanları sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsızlık veren yada yanlarında kendimizi rahatsız hissettiğimiz insanları sevmiyoruz.
Bizim kadar sağlıklı, güzel ya da akıllı olmayan insanların yanından uzak durmayı tercih ediyoruz. Neyse ki, bize bu şekilde davranmayan biri var. Biz ne kadar bozulmuş olursak olalım, bizi sonsuz ailesinin yanına çağıran, şartsız sevgiyle seven biri.
Bu gece, uyumadan önce, insanları olduğu gibi kabul edebilmemiz ve bizden farklı olanlara karşı daha anlayışlı olabilmemiz için gereken gücü vermesi için Allah'a kısa bir dua edelim.
* * * * * * * * * * * * * *
Kalbimizde ARKADAŞLIK adında bir mucize var. Nasıl olduğunu veya nasıl başladığını anlamazsınız. Ama bu özel armağanı bilirsiniz ve Arkadaşlığın Allah’ın en büyük armağanı olduğunu anlarsınız.
Gerçekten de arkadaşlar çok nadide mücevherlerdir. Sizi gülümsetip başarmanız için cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini size açmak isterler.
Bugün arkadaşlarınıza onlarla ne kadar ilgilendiğinizi gösterin.

SEVGİNİN GÜCÜ

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine; "Sevginin sadece sözünü
edenlerle, onu yasayanlar arasında ne fark vardır?"
"Bakın göstereyim" demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir
sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde
sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre
boyunda kaşıklar.
Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart
koymuş.
"Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar
uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En
sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine "simdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri
çağıralım yemeğe."
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıltılı insanlar gelmiş
oturmuş sofraya bu defa.
"Buyurun" deyince her biri uzun boylu kaşıklarını çorbaya daldırıp, sonra
karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri
diğerlerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
"İste" demiş ermiş. "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve
doymamış düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa
o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz bunu da unutmayın.
Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır her zaman..."

HAYALLERİNİZİN PEŞİNE TAKILIN

Bu öykü ,çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır.
Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta 2’deyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,tam kalbinin sesiydi.
İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir ‘0’ ve ‘dersten sonra beni gör’ uyarısı vardı.
‘Neden ‘0’ aldım?’diye merakla sordu hocasına, çocuk.
‘Bu senin yaşlarında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal’ dedi hocası. ‘Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun,kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para ister. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız’ ve ekledi:
‘Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan,o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.’
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü .Babasına danıştı.
‘Oğlum ‘ dedi babası ‘Bu konuda kararını kendin vermelisin .
Bu senin için oldukça önemli bir seçim!
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik
yapmadan geri götürdü hocasına.
‘Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin’ dedi. ‘Bende hayallerimi...’
Orta 2 öğrencisi bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı.
Öykünün en can alıcı yanı şu:
Aynı öğretmen geçen yaz, 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine ‘bak’ dedi ‘Sana şimdi söyleyebilirim.
Ben senin öğretmeninken hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım. Allah’tan ki sen hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın.
Tavuk Suyuna Çorba’ dan aldığım bu öykü şu altı çizilecek,belki de çerçeveletilip şömine üzerine asılacak şu sözlerle bitiyor:
‘Kimsenin hayallerinizi çalmasına izin vermeyin. Ne durumda olursanız olun, kalbinizin sesini dinleyin!..

ALTIN KUTU

Adam 3 yaşındaki kızını, gayet pahalı bir hediyelik kaplama kağıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kağıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı...
Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına... Bir gece evvel yaptığından utandı... Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu.
Kızına gene bağırdı:
"Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?..."
Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı... "O kutu boş değil ki baba" dedi... "İçini öpücüklerimle doldurmuştum!..."
Adam öyle fena oldu ki... Koştu... Kızına sarıldı... Beraberce ağladılar. Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının baş ucunda sakladı.
Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerden birini çıkarırdı.
Aslında bütün anne ve babalara böyle bir altın kutuyu çocukları hiçbir karşılık beklemeden, sevgi ve öpücüklerle doldurup vermişlerdir. Hiç kimsenin hayatında bundan daha değerli bir armağana sahip olması mümkün değildir.

KAMBUR

Ünlü Alman bestecinin büyükbabası Moses Mendelsshon hiç yakışıklı bir adam değilmiş. Aşırı derece kısa boylu olmasının yanı sıra çok garip de bir kamburu varmış.
Günün birinde Hamburg'da yaşayan bir tüccarı ziyarete gitmiş. Tüccarın Frumptje adında çok güzel bir kızı varmış. Moses umutsuz bir aşkla tutulmuş bu güzel kıza tutulmuş. Fakat güzel kız onun çirkin görüntüsünden ürkmüş.
Ayrılma vakti geldiğinde, Moses, güzel kızın üst kattaki odasına çıkıp, onunla son kez konuşma cesaretinde bulunmuş. Kızın güzelliği o kadar farklı imiş ki, onun cennetten geldiğini düşünmüş bir an, ama kızın yüzüne bakmayı reddetmesi çok üzmüş Moses'i. Moses konuşma sırasında utanarak şu soruyu sormuş kıza: "Evliliklerin cennete ait bir şey olduğuna inanır mısın ?"
"Evet" demiş güzel kız, "Peki ya sen inanır mısın?" Bunu söylerken gözlerini kaldırıp bakamıyormuş Moses'in yüzüne.
"Evet inanırım" demiş Moses. "Biliyor musun? Her erkek çocuğu doğduğunda Tanrı onun evleneceği kızı belirlermiş. Ben doğduğum zaman da benim evleneceğim kızı belirlemiş ama bana 'Senin karın kambur olacak' demiş." "O zaman ben 'Lütfen onun kamburunu bana ver ve onu güzel bir kadın yap' demişim."
O zaman Frumtje gözlerini yerden kaldırıp onun gözlerinin içine bakmış ve elini uzatıp Mandelsshon'un elini tutmuş, sonra da onun sevgili eşi olmuş.

"Aşktaki ikilem, iki bedenin birleşip tek bir bedene dönüşmesine karşın, ortada yine de iki ayrı beden olmasıdır" Erich Fromm.

KAŞIKTAKİ YAĞ

Günlerden bir gün adamlardan bir adam hayatının amacının mutlu olmak olduğuna karar vermiş ve mutluluğu aramaya koyulmuş. Ne ettiyse onu bir türlü bulamamış. Sonunda bir zengin bilgenin adını duymuş ki bu bilge hem aklı, hem bilgisi, hem de malı ile tam anlamıyla zengin birisiymiş. Zengin olduğu kadar yardımsevermiş de kapısına kim gelse sorusunu cevaplamadan derdine derman bulmadan geri göndermezmiş.
Sonunda bizimki de bu bilgeyi görmeye karar vermiş. Onu görmek için tam iki deniz aşmış. Sonunda onu bulmuş, ancak kapısında çoook uzun bir kuyruk varmış. Bizimki adamın gerçekten de büyük birisi olduğuna ve derdine kesinlikle deva bulacağına kanaat etmiş.
Neyse bekleye bekleye sıra ona da gelmiş ve bilgeye mutluluğun nerede olduğunu sormuş. Bilge biraz düşünmüş bu soruyu cevaplamaya kalkarsa sıradaki diğer insanların beklemekten öleceğini düşünmüş, sonra adamlarından bir kaşık istemiş ve içine iki damla yağ damlatmış sonra bizimkine vermiş ve al bunu ağzında taşı ama sakın yağ dökülmesin, sarayımın her yerini gez ve sonra tekrar gel demiş. Bizimki biraz şaşkın kabul etmiş, başka naapsın...
Neyse bizim ki gelmiş bilge bakmış yağ hala kaşıkta. Aferin yağı dökmemişsin, peki anlat bakalım sarayımda neler gördün. Bizimki hık demiş gık demiş başka birşey diyememiş. Sonra bilge olmadı demiş. Al bu kaşığı sarayımdaki güzellikleri iyice görüp dolaş sonra gene gel demiş. Bizimki biçare kabul etmiş. Her yeri gezmiş ve güzelliklerden gözleri kamaşmış. Sonra ağzında gene bilgenin yanına gelmiş. Bilge sormuş "Güzellikleri gördün mü?" Bizimki bu sefer bir bir anlatmaya başlamış. Ama bilge onun sözünü kesmiş ve "Peki yağ nerede?" demiş. Adam bir de bakmış ki yağı tamamen unutmuş, biraz utanmış ama ne desin? "Şey... döküldü." demiş. Bilge bizimkine anlamlı bir bakış atmış ve "Mutluluk hayatın bütün güzelliklerini bütün detaylarıyla görmek, tadını çıkarmak ve kaşıktaki yağa sahip çıkıp onu dökmemektir." demiş. Bizimki cevap bu kadar basit olduğu halde nasıl olup da bu kadar zamandır uğraştırıp durduğuna şaşkın, ama cevabı bulduğuna mutlu olarak, teşekkür etmiş ve bilgenin huzurundan ayrılmış.

BÜYÜK TAŞLAR

Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine:
- "Hadi, küçük bir sınav yapalım" demiş.
Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş. Kavanozda taş parçaları için yer kalmayınca sormuş:
- "Kavanoz doldu mu?"
Sınıftaki herkes,
- "Evet, doldu" yanıtını vermiş.
- "Demek doldu ha" demiş hoca.
Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş, kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler...
Yeniden sormuş öğrencilerine:
- "Kavanoz doldu mu?"
İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler,
- "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.
- "Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş. Ve sormuş yeniden:
- "Kavanoz doldu mu?"
- "Hayır dolmadı!" diye bağırmış öğrenciler. Yine
- "Aferin" demiş hoca.
Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış.
Sormuş:
- "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkarttınız?"
Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış:
- "Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz."
- "Hayır" demiş öğretmen. "Çıkartılması gereken asıl ders şu; Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız."
Ve tabii, herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş:
- "Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri? Onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?"
Ya siz?

DENİZ YILDIZI

Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla birşeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş deniz yıldızlarını denize attığını farkeder ve “Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsunuz?” diye sorar. Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi, “Yaşamaları için” yanıtını verince, adama şaşkınlıkla “İyi ama burada binlerce deniz yıldızı var. Hepsini atmanıza imkan yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki?” der. Yerden bir deniz yıldızı daha alıp denize atan kişi, “Bak onun için çok şey değişti,” karşılığını verir.

GÜZEL BİR SÖZ SÖYLE

GÜZEL BİR SÖZ SÖYLE
VEYA HİÇBİR ŞEY SÖYLEME

Geçenlerde ziyaret ettiğim bir fırça fabrikasının genel müdürünün masasında, ziyaretçi koltuğuna dönük olarak şu özdeyiş güzelce çerçevelenmiş halde duruyordu:
“Bana güzel bir söz söyle veya hiçbir şey söyleme”. Böyle bir deyişin insanları iyimser olmaya cesaretlendirmede zekice bir yol olduğunu düşünerek onu tasdik ettim. Gülümsedi ve şöyle dedi: “Etkili bir uyarıcı değil mi? Ama benim oturduğum yerden bakınca bu daha da önemli.” Çerçeveyi kendisine çevirdi ve böylece çerçevenin arkasında yazan ve onun oturduğu yerden görünen yazıyı gördüm: “Onlara güzel bir söz söyle veya hiçbir şey söyleme.”
İyi şeyler söylemek sizi canlandırır, kendinizi daha iyi hissetmenize neden olur. İyi şeyler söylemek diğer insanlarında kendilerini daha iyi söylemelerine neden olur.
Dr.D.J.Schwartz