Mesajı Okuyun
Old 03-06-2007, 16:31   #1
üye15755

 
Varsayılan tiyatro yazıyorum.

Muhterem meslekteşlarım;

Ben, nacizane, lise yıllarından beri, edebiyatın ve san'atın mühim kısımlarından olan şiir ve tiyatroya meraklıyım. O yıllarda dahi tiyatro yazdım ve sınıf arkadaşlarımla bu oyunu okul konferans salonunda sergiledik.

Bu defa ise, mesleğe yeni atılmış bir avukat olarak, avukatın saygınlığı noktasında yaşadığım inkisar-ı hayalleri konu edinen bir tiyatro yazmaya başladım.
Tiyatro özet olarak, Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş, İstanbul'un varoş kesiminde hayatını idame ettiren bir ailenin hukuk fakültesinden yeni mezun olan oğlunun, daha staja başlar başlamaz mesleğin saygınlığı ile ilgili yaşadığı inkisar-ı hayali konu edinmektedir.
Ailesinin ve çevresinin okumuş koskoca bir hukukçu olarak çok şey bekledikleri yeni avukat adayı, icra müdür ve memurlarının, hakimlerin ve adliye memurlarının aşağılayıcı muamelelerine maruz kalan bizim Maşuk'tur aslında...
İşin içine ahlak, rüşvet, duygusal münasebetler v.s. de girince, hukuk hiç de daha fakülte yılarında, Maşuk'un kafasında idealize ettiği bir şey olmadığı ortaya çıkmaktadır. Biraz da bizim bugün adliyelerde dönen "dümenler"i de yansıtmaktadır bu tiyatro.

Sevgili meslektaşlarım;

Mesleğin saygınlığı noktasındaki bugünkü, halihazır durumun oluşmasında yüzde doksan kusur sahibi olan kendi meslektaşlarımızın da konu edinildiği bu tiyatro, henüz yazım aşamındadır; hala bitiremedim.
Ama kafamda şekillendirdiğim bu tiyatroyu, bir an önce bitirip, ya adli yıl açılışında, ya da avukatlar gününde sahnelemeyi düşünmekteyim.
bunun için de geniş katılımlı bir mesleki destek bekliyorum: Adalet Bakanlığı'ndan, T.B.B'den, İstanbul Barosu'ndan ve münferiden de siz meslektaşlarımdan... Yardım etmek isteyen ve san'atla alakadar olan, meleki saygınlığı dert edinen arkadaşlarımın bana ulaşmalarını istirham ediyorum.

Elektronik posta adresim: hakancirak12d@yahoo.com

yazdığım tiyatrodan bir kesit:

anne yatak odasına yönelerek:
- gız rukiyye… nerde galdi ağabeyiin elbiseleri, bitiremedin mi hala ütüsünü
diyerek odaya, kız kardeşin yanına kadar varır.
Kız kardeş Rukiye:
- bitirmişem aney bitirmişem, vallah jilet gibi olmuiş ha… gömlege bak üç sefer geçtim üzerinden ütüyü…

anne eline gömleği alıp iki eliyle gererek:
- hah gız aferin sağa. Tam civanıma yakışır bi ütü yapmışsen maşallah
der.
Maşuk da sofradan kalkıp odaya gelir ve:
- hani ne yaptınız, bitiremediniz mi hala, der.
Anne:
- bitti civanım bitti, al gey üstüğe,

der ve gömleği Maşuk’a uzatır. Maşuk da aynen annesi gibi eline alıp gerer gömleği; hem iç yüzüne hem de dış yüzüne bir göz gezdirir:
- iyi iyi tamam, güzel olmuş işte, belki Savcının sekreteri evlidir, bu kadar süslü olmaya gerek yok,
diyerek, gülümser. Böylece ilk staj yerinin savcılık yanı olduğunu da ima eder ve bu esprisiyle gerilimli ve heyecanlı havayı yumuşatmaya çalışır.

Anne :

- Olur benim aslanım… savcı da olur, hakim de… onun önü daha açık… cumhurbaşkanlığına kadar yolu var…
Dedikten sonra tükürerek :
- tüh tüh tüh maşallah,
diyerek bitirir cümlesini. Annesinin bu cümlesi birden dondurmuştu Maşuk’un hareketlerini. Giyinme ve hazırlanma telaşesine bir ara verir. Donuk, yarı hiddetli ve açıklamak zorunda hisseden bakışlarla annesine:
- Bak anne, avukatlık başka, hakimlik başka, savcılık başka… Ama hepsi hukukçu… hepsi yargı mensubu… hepsi hukukçu ama, kim hangi mesleği yapmak isterse onu icra eder. Hele cumhurbaşkanlığı bambaşka bir şey. Hem niye cumhurbaşkanlığı gibi bir iş yapayım ki. Allah bana avukatlık gibi bir zenaat nasip etmiş. İşte hepsi farklı. Hakim savcıdan, avukat hakimden… işte neyse hiç biri birbirinden üstün filan değil. Yani bir hiyerarşi yok, amir memur gibi… avukatlığı bırakıp cumhurbaşkanı olursam deveden inip ata binmiş gibi olurum. Ne gerek var…
Maşuk bu cümleleri sarf ederken annesi, sanki yabancı dil konuşan oğlunu anlamaya çalışan biri gibidir adeta… Öyle yaa, ne demekti hiyerarşi, yargı, mensup v.s. şaşkın bakışları bir yana bırakıp yine kendi bildiği efkardan ve lisandan dem vurur annesi:

- Olur mu oğlum, heç reis-i cumhurunan hakim, avgat bir olur muymuş. O gos goca reis-i cumhur… istese adamı ipe verir, istese ipten alır… bak duymuyon mu televizyonlarda… terörisleri hep hapisten çıkarıyomuş… yaaa.. hangi hakim… savcı çıkarabilir terörisi hapisten… yok oğul sen oku da daha böyük adam ol… hakim ol… reis-i cumhur ol..

Maşuk oflayıp puflayan ve sorgulayan bir ifadeyle:
- tamam da anne, ne demeye hakimi daha büyük adam olarak görüyon, hadi reis-i cumhur anarşistleri çıkarıyor hapisten de… o kadar kudretli de… hakim ne demeye üstünmüş…

Annesi :

- Sen daha doğmadıydın o zaman. Bi Dahir ağa vardı… vardı yaa.. Allah da verdi belasını gurban olduğum… baban ondan borç aldıydı… senedinen… babanan tersleşince bizi icraya verdiydi… emme daha gonuştuğumuz günü gelmediydi paranın…

Maşuk araya girerek:
- nasıl yani babam senedin vade tarihini yazmamış mı yoksa…

Anne :
- Ne yazması oğul, ağa yazuyu mazuyu gendi doldururdu senede… köylü sade imzalardı… vade made bilmeyiz biz…
Maşuk hayretli bir yüz ifadesiyle:
-Allah’ım bu ne cehalet, hiç mi okumuş adam yoktu içinizde az çok. Senedin sepetin ne anlama geldiğini bilen… muhtar anlamıyor mu, koskoca muhtar? Boşuna seçmiyordunuz herhalde adamı?

Anne:
- ne seçmesi oğul… ben gendümü bildim bileli ağa da muhtar da aynı adamlardı. Al birini vur ötekine. Gerçi muhtar da ses çıkaramıyordu ağaya. Neyse baban muhtardan icra kahadını alınca doğru getti dahir ağanın yanına… adam ağa ya… heç dinlemedi bile babanı… bir gaç gün sonra bi kahat daha geldi. O da ceza kahadıymış.

Maşuk :
- ne cezası?

Anne :

Bu ceza kahadı da mallarımızı icra müdürüne söylemedik diye dava açmışlar babağa, onu söylüyor…

Maşuk :
- ha anladım: mal beyanında bulunmama davası açılmış.

Anne :
-Hah işte öyle bir şey. Baban kahadı alınca goştu getti gasabaya… o zaman bizim gasabada avugat yoktu… emme olayların garışık olduğu zamanlar… bizim gasabada genç çoktu… okuyan gençler… Angara’da okuyodular… olaylardan dolayı o zaman memleketteydiler… bu bizim Niyazi emmin var gasbada…

Maşuk:
- Hangi Niyazi?

Anne:
- Hani yem dükkanları var yaa çarşının köşede…

Maşuk:
- Hah tamam bizim Cavit’in babası Niyazi amca…

Anne:
- He işte onun güççük oğlu da okuyodu böyle. (sesini kısarak) Şimdi sürünüyo emme.. işte garışmasaydı olaylara o da avgat çıkacaktı senin gibi. Neyse baban onu buldu. Oğa bi danıştı mevzuyu… o çocuk da sağolsun babağa akıl vermiş demiş ki: merak etme emmi kimse borcundan dolayı hapse atılmıyor artık… kanun böyle… o eskidenmiş, eski çağlarda galmış.. o eski kölelik düzeni filan demiş. Sırf bunu dese neyse. Daha bir çok şey: Yok bu düzen yıkılacak, kimsenin evine polis jandarma icra girmeyecekmiş. Bu kölelik düzeniymiş… zincirler, emek, orak, tarla, saban… girmiş çıkmış… ( gülerek) babaan da aklı bi garışmış bi garışmış… sorduğuna soracaana bin pişman olmuş. Baa da anladınca ben de gülmeye başladım. Neymiş dünyada devletler ayru ayru olmıyacaamış, sınırlar galkacaamış, bütün insanlar aynıymış. Tööbe tööbeee… heç gavurunan Müslüman bir olur muymuş (bu defa daha hafif sola dönüp, utanarak elini ağzına kapatıp daha abartılı gülme). He işte, Niyazi amcaan oğlu babağa bi şey olmaz, kimse seni hapse atamaz dediği için, baban da eve geldiydi geri… 15-20 gün sonra da cendermeler geldi… aldılar götürdüler babağı, zorunan hakim garşusuna dikmişler babağı…
Hakim sormuş ki “efendi mallarığı beyan ettin mi icraya” deyi… baban da demiş “beyim benim ne malım olacak, bir sütlü ineeeminen danası, üç tene de tavuk… tavuk emme biri daha ferik. Bir de bizim garı var evde demiş.
Emme babağa da bir fırça atmış hakim, beni mal yerine goydu deyi… Bir de ceza vermiş: bir ay felan bi hapislik yatıp da çıktıydı. Yani diyeceem: bak Niyazi amcaan oğlu, borcundan dolayı kimse hapse atılmaz dediydi; emme hakim ne gadar böyük adam ki, kanun kitap dinlemeden hapse attıydı babağı o senet borcundan …. Yaaa…