|
Konuyu genel olarak değerlendirirsek yetkisiz temsil diyebiliriz.
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:2004/6138
K:2004/8980
T:28.09.2004
Taraflar arasında görülen davada İzmir Asliye 3.Ticaret Mahkemesi'nce verilen 2.3.2004 tarih ve 2002/571-2004/77 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş olmakla, duruşma için belirlenen 28.9.2004 günde davalı avukatı Seçil B ile davacılar Ö Dış Tic.ve Nevzat Ö avukatı Filiz Ol ve H.İsmet K gelip, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi Ahmet susoy tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacılar vekili, müvekkilinin davalı bankanın Oto Tamircileri 2. Sanayi Sitesi Şubesi'nde uzun zamandan beri çeşitli mevduat hesapları bulunduğunu, davalı bankanın müvekkili şirkete aynı gruba dahil dava dışı Ö Dağıtım Pazarlama A.Ş. nin çalışanlarından olan Cafer G isimli şahsın yazılı ve sözlü talimatlarını uygulayarak muhtelif tarihlerde müvekkiline ait hesaplardaki paraları hesaben ödeme, nakit çekme, havale yapma hesaplar arası virman, EFT gibi işlemlerle doğrudan veya dolaylı yollarla zimmetine geçirdiğini, bu kişinin müvekkillerini temsil ve ilzama yetkili olmadığını, müvekkilinin zarara uğramasında davalı bankanın kusuru bulunduğunu ileri sürerek, ana para ve faiz olmak üzere toplam 1.534.310.698.924-liranın 15.12.1998'den itibaren işleyecek %118 akti faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, dava dışı Cafer G'in davacı şirketin temsilcisi olduğunu, öteden beri bu kişinin yazılı ve sözlü talimatları ile para çekildiğini, alışılmış uygulamaya dayanarak işlemler yapıldığını, Cafer G'in yetkisiz temsil hükümlerine göre davrandığını, işlemlerde bir usulsüzlük bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davacılara ait paranın yetkisiz kişice çekilmesinde davalı bankanın tamamen kusurlu olduğu ve bu kusurlu davranışından dolayı davacıların uğradığı zarardan sorumlu bulunduğu, davacı şirketin alacağını temlik etmesi nedeniyle davasının aktif husumet nedeniyle reddine, diğer davacılar yönünden toplam 694.831.165.700-lira asıl ve 748.133.070.600-lira faiz alacağının davalıdan tahsiline, asıl alacağa dava tarihinden itibaren reeskont oranında faiz yürütülmesine dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine karar dairemizin 2002/2524 Esas, 3586 Karar sayılı ilamıyla, ilamda yazılı gerekçelerle bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, davacıların Cafer G in davacı şirket ve davacılar adına yapmış olduğu işlemlerde davacılar tarafından verilmiş bir talimat olmadığı gibi, yapılan işlemlere icazetlerinin bulunduğundan da söz edilemeyeceği, yapılan işlemler dikkate alındığında taraflar arasında bu yönde oluşmuş bir teamülünde bulunmadığı gerekçeleriyle, bozma öncesi hüküm fıkrası tekrar edilmiştir.
Karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Mahkemece, Dairemizin 16.04.2002 tarih ve 2002/2524 Esas, 3586 Karar sayılı bozma ilamına uyularak, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda verilen rapora istinaden, dava dışı Cafer G'in davacı şirket ve davacılar adına yaptığı işlemlerde davacıların talimatlarının bulunmadığı, yapılan işlemlere verilmiş icazet olmadığı, yapılan işlemler dikkate alındığında taraflar arasında bu yönde oluşmuş bir teamülün de varlığından söz edilemeyeceği gerekçeleriyle bozma öncesi hüküm fıkrası tekrar edilmiş ise de, hükme dayanak alınan bilirkişi raporunun varılan sonuçla örtüştüğünden, başka bir anlatımla dairemiz bozma ilamında belirtilen bozma gerekçelerinin anılan raporla karşılandığından söz edilemez. Şöyle ki, dairemiz bozma ilamında, davaya konu paralara ait işlemlerden önce Ö Şirketler Grubunda muhasebe ve mali işlerden sorumlu müdür sıfatıyla çalışan Cafer Ö'in davacıları temsilen işlemler yapıp yapmadığı, davacılar ile banka arasında bu yönde bir teamülün oluşup, oluşmadığı, adı geçenin davacılar adına yaptığı işlemlere icazet edip etmediklerinin belirlenmesi ve bundan sonra oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerektiği vurgulanmış olmasına karşın, hükme dayanak alınan bilirkişi raporunu tanzim eden bilirkişilerce tersten hareketle davacılar tarafından verilen talimatlara istinaden davacılar adına yapılan işlemler incelemeye tabi tutulmuş, ancak Cafer G'in davacılar adına yapmış olduğu işlemler irdelenmeksizin sonuca ulaşılmıştır, davalı Bankanın savunması, davacıların kendi adlarına bizzat verdikleri talimatlarla hareket etmedikleri değil ve fakat Cafer G tarafından verilen talimatlarla yapılan işlemlere de onay verdikleri üzerine kuruludur, kaldı ki, bilirkişi raporunda, Cafer G grup firmaların ticari ödemeleri için vermiş olduğu talimatların tartışma konusu olmadığından bahisle inceleme dışı bırakıldığı anlaşılmaktadır, oysa, en azından Davacı Şirket-Cafer G ile Banka arasındaki ilişkinin ortaya konulabilmesi açısından bu talimatların dahi incelenmesi zorunludur. O halde mahkemece, yukarıda açıklanmaya çalışıldığı üzere, yeni bir bilirkişi heyeti marifetiyle davacılar adına Cafer G isimli şahıs tarafından yapılan tüm işlemler incelenerek, davacılarla davalı banka arasında oluşmuş bir teamülün bulunup, bulunmadığının, davacıların dava dışı Cafer'in yapmış olduğu işlemlere icazet verip, vermediklerinin belirlenmesi gerekirken, noksan incelemeye dayalı ve dairemiz bozma ilamı gereğini yerine getirmekten uzak bilirkişi raporuna istinaden yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuş ve kararın açıklanan nedenlerle davalı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davalı yararına BOZULMASINA, takdir edilen 375.000.000 lira duruşma vekillik ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, 28.9.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
(Kaynak: Yıl:0 Ay:0 Sayfa:0)
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2003/14-402
K:2003/435
T:02.07.2003
Taraflar arasındaki "ipoteğin fekki" davasından dolayı yapılan yargılana ronunda; Konya Asliye
1.Ticaret Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 12.09.2001 gun ve 2000/450 E- 2001/647 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üZerine, Yargıtay 14.Hukuk
Dairesi'nin 29.11.2002 gün ve 2002/8543-8121 sayılı ilamıyla; (...Davacı, 848 parsel sayılı taşınmazdaki adına kayıtlı 5 numaralı bağımsız bölüm üzerine, vekaletten azlettiği İ.G. tarafından davalı banka yararına ipotek konulduğunu ileri sürerek, vekalet görevi sona eren kişinin usulsüz koydurduğu ipoteğin fekkini istemiştir. Davalı, ipoteğin davacı tarafından alınan kredinin teminatı olarak konulduğunu savunmuştur. Mahkemece, ipoteğin, davacı tarafından alınan kredinin teminatı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının temyizi üzerine yerel mahkeme karan onanmış, bu kez davacı tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur. Dava, ipoteğin fekki isteğine ilişkindir. Taşınmaz üzerine konulan ipotekler kanuni ipotek haklan dışında tescil ile hüküm doğurur. Tescili talep etmeye taşınmaz maliki yetkilidir. Bu bir tasarruf işlemi olduğu için, malikin tasarruf yetkisinin bulunması gerekir. Malik bu hakkı kendisi kullanabileceği gibi, yetkili temsilcisi aracılığı ile de kullanabilir. Terkin hakkı ise rehin hakkı sahibine aittir. Ancak, taşınmaz maliki, ipoteğin, irade sakatlığı, usulünce tescil edilmediği gerekçeleriyle dava yoluyla ipoteğin terkinini isteyebilir.
Somut olayda, 16.4.1997 tarihinde davalı bankadan aldığı kredi nedeniyle kredi sözleşmesi düzenlemiştir. Bu sözleşmenin 20. maddesinde de ipoteğe ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Aynı gün, sözleşmeyi kefil olarak imzalayan İ.G., Banka vekili ile tapuya giderek davacı adına
3.1.1997 tarihli vekaletnameye dayanarak düzenlediği resmi senet ile davacı adına kayıtlı taşınmaz üzerine ipotek koydurmuştur. Ancak, davacı, 3.1.1997 tarihli ve 219 yevmiye numaralı vekaletten vekili 25.2.1997 tarihinde azletmiş ve bunu da resmi yolla 28.2.1997 tarihinde tapu sicil müdürlüğüne bildirmiştir
Yukarıda da açıklandığı gibi ipotek, kredi sözleşmesinin düzenlenmesi ve bu sözleşmede ipoteğe ilişkin hükümlerin kabul edilmesi ile değil, tapu sicil müdürlüğünde, taşınmaz malikinin tescile muvafakat beyanını açıklaması ile tapu kaydına konulmuş olur. Davacı tapuda işlem yapmamış, onun adına hareket eden İ.G. vekaletten azledildiği ve bu azilde tapu sicil müdürlüğüne bildirildiği halde, dava konusu taşınmaz üzerine ipotek konulması için muvafakat beyanında bulunmuştur. Bu nedenle, mahkemece, tapu maliki adına hareket etme yetkisi olmayan kişinin tesis ettiği ipoteğin fekkine karar vermek gere-Ikir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir.
Davacı vekaletname verdiği kayınbiraderi olan İsmail'i 25.02.1997 tarihinde vekillikten azlettiğini, azilnameyi tapuya 28.02.1997 tarihinde tebliğ ettirdiğini ve buna rağmen bu kişinin 16.04.1997 tarihinde bir kredi sözleşmesi imzaladığını, sonrada tapuya gidip kendisi üzerinde kayıtlı taşınmazın üzerine ipotek koydurduğunu, ipotekli taşınmazın 02.06.2000 tarihinde satış ilamının yapıldığını belirterek, satışın durdurulmasını ve ipoteğin fekkine
(kaldırılmasına) karar verilmesini istemiştir.
Davalı 16.04.1997 tarihinde düzenlenen kredi sözleşmesini davacının da vekili yanında bizzat imzaladığını, bu nedenle vekilini daha önceden azletmiş olsa dahi, yapılan kredi ve bunun sonucu olan ipotek işlemine muvafakat etmiş sayılacağını, davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğunu savunarak 'davanın reddini istemiştir. Mahkemenin davacının daha önceden azlettiği vekili ile birlikte bizzat kredi sözleşmesini imzalaması nedeniyle, bunun sonucu olarak yapılan ipotek tesisinin geçerli biçim ve öz koşullarını taşıdığını, davanın kanıtlanamadığını belirleyerek, davanın reddine ilişkin olarak kurduğu hüküm, Özel Dairece, temyiz aşamasında önce onanmış, karar düzeltme aşamasında ise, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Uyuşmazlık vekillikten azledildiğini bilmeyen vekil ve üçüncü şahsın tapuda yaptığı işlemin müvekkili bağlayıp bağlamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Borçlar Yasası'nın 396. maddesi vekaletin sona erme sebeplerini düzenlerken, vekaletten azil ve istifanın her zaman mümkün olduğunu açıklamıştır. Görülüyor ki, burada iş akdi veya istisna akdi gibi diğer sözleşmelerin aksine olarak, vekalet akdinin feshinde önemli sebeplere dayanmak ve feshi ihbar sürelerine uymak gibi bir yasal zorunluluk getirilmemiştir (Prof. Dr. Haluk
Tandoğan Özel Borç ilişkileri C II, Ankara 1987 s.618).
Azil ve istifa beyanı yenilik doğuran tek yanlı bir işlemdir ve irade beyanının karşı tarafa ulaşması ile vekalet ilişkisini "tasfiye edilmesi gerekli" bir ilişki durumuna sokar
(Hatemi/Serozan/Arpacı Borçlar Hukuku Özel Bölüm. İstanbul 1992 s.43 5).
Azil ve istifa beyanı herhangi bir şekle tabi değildir. Bu husus üstü kapalı olarak da yapılabilir. Verilmiş olan vekaletle bağdaşmayacak hukuki eylemler aracılığıyla da, azil ve istifa mümkündür. Örneğin müvekkil işi kendisi görürse yada vekil tarafından kiraya verilmesi gereken evi dükkanı satarsa yada vekalete bağlı olan temsil yetkisini geri alırsa yahut verilen vekaletle bağdaşması olanaksız koşullar koyarsa, durum böyledir. Bununla birlikte, Borçlar Yasası'nın 396. maddesinin 2. fıkrasında uygun olmayan zamanda vekaletten azil veya ondan istifa eden kimsenin, diğer tarafın zararını tazminle yükümlü olduğu açıklanmıştır. Yine; Borçlar Yasasının 398. maddesi; vekilin vekaletinin son bulduğunu öğrendiği andan önce yaptığı işlerden, müvekkilinin veya mirasçılarının, vekalet mevcut imiş gibi sorumlu olacaklarını hükme bağlamıştır. Borçlar Yasasının 37. maddesi ise, hem temsilcinin hem de onunla işlem yapan üçüncü kişinin "temsil yetkisinin son bulduğunu bilmeleri halinde" işlemi geçerli ve temsil olunanı da bununla bağlı saymaktadır. Bu madde ilk planda üçüncü kişiyi değil, doğrudan doğruya temsilciyi korumak amacıyla yasaya konmuştur. Bununla beraber hükmün temsilci yanında iyi niyetli üçüncü kişiyi de koruduğu açıktır.
Borçlar Yasasının 37. maddesi bakımından temsil yetkisi ister Borçlar Yasasının 34. maddesi gereğince, ister 35 .maddede sayılan sebeplerle son bulması arasında herhangi bir ayrım öngörülmemiştir. Gerçekten 37. maddenin iyi niyetli temsilciyi korumaya yönelik amacı, geri alma beyanı kendi iktidar alanına ulaştığı halde, herhangi bir sebeple bunu önermemiş olan temsilcinin de bu maddenin öngördüğü korumadan yararlanması gerekir. Ne var ki, "varmanın" ispatı ilke olarak "öğrenmenin" de ispat edildiği anlamını taşıyacak olup ve varmaya rağmen geri almayı öğrenmediği konusunda ispat yükü temsilciye ait bulunmaktadır. Borçlar Yasası'nın 37. maddesinin uygulanabilmesi için hem temsilcinin, hem de onunla işlem yapan üçüncü şahısların temsil yetkisinin son bulduğunu bilmediklerini veya Medeni Yasa'nın 3. maddesi gereğince beklenen özeni göstermiş olmalarına rağmen öğrenemediklerini ispat etmeleri gerekir.
Temsil yetkisinin geri alınması halinde Borçlar Yasası'nın 36/2 ile 33/2, 34/3 ve 37. maddelerinin karşılıklı uygulama alanlarını şöyle özetleyebiliriz.
1-Hem temsilci hem de üçüncü kişi iyi niyetli ise, uygulanacak hüküm BK. m. 37'dir.
2-Üçüncü kişi iyi niyetli temsilci kötü niyetli ise,
a) Yetki belgesinin temsilci tarafından temsil belgesi geri alınmadan önce üçüncü kişiye ibraz edilmesi ve temsil olunanın geri almadan, üçüncü kişiyi haoerdar etmemesi durumunda
Yargıtay Hukuk Genel Kurul ve Daire Kararları aa) Temsil olunanca bilinen veya bilinmesi gereken üçüncü kişilere karşı uygulanacak hüküm BK
m.34/3'dür. bb) Temsil olunanca bilinmeyen ve bilinmesi de gerekmeyen üçüncü kişilere karşı uygulanacak hüküm BK.m.36/2'dir.
b) Yetki belgesinin, temsilci tarafından temsil yetkisi geri alındıktan sonra üçüncü kişiye ibraz edilmesi ve temsil olunanın geri almadan üçüncü kişiyi haberdar etmemesi durumunda, aa) Temsil olunanca bilinen veya bilinmesi gereken üçüncü kişilere karşı uygulanacak hüküm
BK.m.33/2'dir. bb) Temsil olunanca bilinmeyen ve bilinmesi de gerekmeyen üçüncü kişilere karşı uygulanacak hüküm BK.m.36/2'dir. (Turgut Uygur Borçlar Kanunu -Sorumluluk ve Tazminat Hukuku Ankara 2003
Cilt: l sayfa: 1226 v.d.).
Borçlar Yasası'nın 398. maddesine göre vekilin, vekilliğinin (BK.m.396 ve 397 uyarınca) sona erdiğini öğrenmeden önce yaptığı işlemler, vekillik vereni ya da mirasçılarını bağlayacağı yukarıda açıklanmıştır. Belirtelim ki yasa hükmü, vekile vekillik veren arasındaki iş ilişkiyi düzenlemiştir. Dış ilişkiler, yani vekilin üçüncü kişilerle yapmış olduğu işlemler yönünden özellikle BK. m. 37'deki hüküm uygulanacaktır. Gerçekten vekillik, vekil ile vekillik veren
(müvekkil) arasında bir iş ilişkiden ibarettir. Öyle ki, böylece aralarında bir borç ilişkisi meydana gelir. Hak ve borçlar bu ikisini ilgilendirir. Vekillik sözleşmesine dayanan temsil ise, etkisini dış ilişkide gösterir. Örneğin temsil edilenle üçüncü bir kişi arasında bir hukuksal ilişki kurulmasını sağlar. (Prof. Dr. Selahattin Sulhi Tekinay, Borçlar Hukuku 1979 s: 160, Prof. Dr. Kenan Tunçomağ, Borçlar Hukuku 1976 c: l s.409). Burada önemle belirtilmelidir ki, yukarıda da değinildiği gibi "vekaletten azli" ve böylece de temsil yetkisinin kalkmış bulunduğunu öğrenen vekilin, bu durumu bilmeyen üçüncü kişilerle vekillik veren adına yaptığı hukuksal işlemler vekillik vereni ya da mirasçılarını bağlamaz. Eş değişle "azli" bilen vekilin vekaletnameye dayanarak yaptığı işlem vekillik vereni iyi niyetli üçüncü kişilere karşı borç altına sokmaz. (Turgut Uygur Borçlar Kanunu Ankara 2003 c. l .1228 vd. Y.13.HD. 11.03.1982 gün ve 1982/1370-1643 sy. ilamı). Buna benzer biçimde Borçlar Yasasının 37. maddesi de konuyu düzenlemiş olup, bu maddenin 2.fıkrasında; üçüncü şahısların yetkinin son bulduğunu öğrendikleri durumların, bu durumun istisnası olduğu açıklanmıştır. Öyle ise, yasa koyucu tarafından gerek temsilcinin, gerekse onunla işlem yapan karşı tarafın yetkinin sona erdiğini bilmeden yaptıkları hukuki işlemlerin temsil olunan bakımından, sanki temsil yetkisi devam ediyormuş gibi sonuç doğuracağı hükme bağlanmıştır. Gerek temsilci, gerekse karşı taraf bu yetkinin son bulduğunu biliyorlarsa bu madde uygulanmayacaktır. Diğer bir söyleyişle vekaletten azledilen ve temsil yetkisinin kalkmış olduğunu öğrenen vekilin, bu durumu bilmeyen iyi niyetli üçüncü kişilerle kendisini vekil tayin eden kişiler adına yaptığı hukuki işlemler, vekil tayin eden ve mirasçıları için bağlayıcı olmaz (Y.13.H.D. 11.03.1982 gün. 1982/1370-1643 sy. ilamı).
Bu durumda Borçlar Yasası'nın 37 ve 396. maddelerinde açıkça vurgulandığı üzere temsil yetkisinin son bulması, vekilin yetkisiz temsilci haline gelmesi ve yaptığı işlemlerin bu nedenle geçersiz sayılması için, azil keyfiyetinin temsilciye ulaştırılması gerekir. Buradan gidilerek temsilciye yada üçüncü kişilere temsil yetkisinin geri alındığı, yöntemine uygun biçimde ulaştırılma-dıkça bu yetkinin devam ettiği kabul edilir. Somut olayda, davacı asil 03.01.1997 tarihinde İsmail'e vekalet vermiş ve sonra onu 25.02.1997 tarihinde azletmiş, azil keyfiyetini tapuya 28.02.1997 tarihinde tebliğ ettirmiştir. Bununla birlikte dosya kapsamından azil ihtarnamesinin vekile çıkartılmadığı, vekilin 2 sene 4 ay sonra 18.06.1999 tarihinde bizzat notere gidip azil ihtarnamesini tebellüğ ettiği anlaşılmaktadır. Davaya konu sözleşme ise, azilden ve azil keyfiyetinin ilgili Tapu Sicil Müdürlüğüne bildirilmesinden sonra, dosya kapsamına göre vekilin ve üçüncü şahıs konumundaki Akbank'ın bu azli öğrenmesinden önce yapılmıştır. Hatta 16.04.1997 tarihinde vekilin davalı banka ile akdettiği kredi sözleşmesine bizzat davacıda katılmış ve kredi sözleşmesinin iki yerine bizzat imza atmıştır. Her ne kadar, davacı bu sözleşmeye katılmadığını ve sözleşmedeki imzaların kendisine ait olmadığını iddia etmişse de; aksi yöndeki Adli Tıp İhtisas Dairesi Raporu gözönüne alındığında, bu iddiasının bir geçerliliğinin olmadığı saptanmıştır. Bu durumda, teminat olarak ipotek karşılığı düzenlenen kredi işlemine davacının bizzat katılması nedeniyle azlettiği vekilinin yaptığı bu işlemde olurunun mevcut olduğu yadsınamaz. Kaldırılması istenen ipotek ise, bu kredi işleminin doğal sonucu olarak, teminat amacıyla kredi sözleşmesi ile aynı gün, vekil İsmail'in beyanı ve davalı bankanın katılımıyla tapuda gerçekleştirilmiştir. Burada yeri gelmişken tapu kayıtlarının aleniliği ilkesinden de bahsetmekte yarar vardır. 743 sayılı Türk Kanunu
Medenisinin 928. maddesi ve 4721 sayılı Yeni Türk Medeni Yasası'nın 1020.maddesi; tapu kayıtlarının aleni olduğunu, ilgisi olduğunu kanıtlayan herkesin kendisince önemli olan kayıtlan inceleyebileceğini açıklamıştır. Tapu Sicili çeşitli defter ve vesikalardan
(belgelerden) oluşur. Bunlardan bazıları tapu sicilinin asli unsurları, bazıları ise feri (yan) unsurlarıdır. Türk Kanunu Medenisi'nin 910. maddesinin 2. fıkrası bunların tayinini, Tapu Sicil
Nizamnamesi'ne bırakmıştır. Tapu Sicil Nizamnamesi'nin 2. maddesine göre tapu sicili tapu kütüğü ile mütemmim vesikalardan (varlığı halinde plan, dayanak kayıt) ve yevmiye defterinden oluşur. Bunlar asli unsurlardır. Bunun yanında feri (yan) unsur olarak tapu dairelerinde, mal sahipleri sicili, alacaklılar sicili, hacizler sicili, tashihler sicili, muhaberat sicili tutulmaktadır. Daha sonra bunlara kat mülkiyeti kütüğü de eklenmiştir. Bunlardan başka Kanunda ve Nizamnamede öngörülmüş olmamakla birlikte Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün tedbir niteliğinde kabul ettiği bir "vekaletten azil defteri" de tutulmaktadır. (Prof. Dr. M. Kemal
Oğuzman, Prof. Dr. Özer Seliç: Eşya Hukuku İstanbul 1988 s. 129 vd.) İlgili her kişi tapu sicilini inceleme hakkına sahip olduğundan bir kişinin tapu sicilindeki herhangi bir kaydı bilmediği yönündeki iddiası dinlenmez. Buna aleniyet ilkesi denilir.
Tapu kayıtlarının aleniyet, tapu kütüğü ile sınırlıdır. Tapuda işlem yapacak kişinin tapu kütüğünün tüm dayanaklarına bakması beklenemez. Buna karşılık tapuda bir işlem yapılması durumunda ilgili tüm asli ve yan unsurları inceleyip, herhangi bir engel durumun mevcut olup olmadığını araştırmak tapu sicil memurunun görevidir. Bu görevini gereği gibi yerine getirmemesi onun sorumluluğunu doğurur. Hal böyle olunca davacının azil keyfiyetini tapu sicil müdürlüğüne bildirmesine rağmen, bu husus araştırmadan vekil aracılığıyla gerçekleştirilen ipotek işleminden dolayı, bu husus kendilerine bu işlemden önce usulünce bildi-rilmediğinden azil keyfiyetini bilmeyen ve bilmesi de gerekmeyen vekil ile üçüncü kişinin gerçekleştirdiği ipotek işleminin yukarıda yapılan açıklama karşısında geçerli olacağı kabul edilmelidir. O halde, usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkemenin kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 25.06.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
(Kaynak: Yıl:0 Ay:0 Sayfa:0)
Ancak Borçlar Kanununun 40.maddesi "III - Mahfuz hükümler
Madde 40 – Şirket mümessil ve memurlarının ve tüccar vekillerinin salahiyetleri hakkında hükümler mahfuzdur." diyerek Ticaret Kanununa yönelmemi zorunlu kıldı.
Ticaret Kanununda ise Lİmited şirketlerde temsil ile ilgili madde:
II- Temsil salahiyeti:
1. Şümulü:
Madde 542 – Müdürlerin haiz oldukları temsil salahiyetinin şümul ve tahdidi hakkında, anonim şirketin idare meclisine dair olan 321 inci madde hükmü tatbik olunur.
Vazifelerini ifa dolayısiyle müdürlerin işlemiş oldukları haksız fiillerden şirket mesul olur.
II - Temsil salahiyeti:
1. Vüsat ve şümulü:
Madde 321 – Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler.
Temsil salahiyetinin tahdidi, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez. Ancak temsil salahiyetinin sadece merkezin veya bir şubenin işlerine hasrolunduğuna veya müştereken kullanılmasına dair tescil ve ilan edilen tahditler muteberdir.
Limited şirketlere ilişkin hükümlerle devam ediyorum.
2. Kaldırılması:
Madde 543 – Ortaklara ait idare ve temsil salahiyetlerinin kaldırılması hakkında, kollektif şirkete dair 161 ve 162 nci maddeleri hükümleri tatbik olunur.
Ortak olmıyan müdür umumi heyet karariyle her zaman azlolunabilir. Azlolunan müdürün mukaveleden doğan hakları mahfuzdur.
2. Azil:
a) Mukavele ile tayin halinde:
Madde 161 – İdare işleri mukavele ile bir ortağa verilmiş ise, onun idare, hak ve vazifesi diğer ortaklar tarafından tahdit olunamıyacağı gibi kendisi azil dahi olunamaz. Ancak, muhik sebepler mevcutsa, ortaklardan birinin talebi üzerine mahkeme kararı ile idare hak ve vazifesi tahdit veya nez'olunabilir. Vazifenin yerine getirilmesinde basiretsizlik, ağır ihmal veya idarede iktidarsızlık gibi haller, muhik sebep sayılır.
b) Ortaklar kararı ile tayin halinde:
Madde 162 – İdare işleri, şirket mukavelesi yapıldıktan sonra ittihaz edilen bir kararla bir ortağa verilmişse o ortak, ortakların ekseriyeti ile azledilebilir. Ekseriyet hasıl olmadığı takdirde, idare işlerine bakan ortağın şirket mukavelesi hükümlerini ihlal ettiği iddiasıyla her bir ortak azil için mahkemeye müracaat edebilir.
Araştırmalarım sonucu bende oluşan kanaat; her halükarda ister Anasözleşme ile, ister sonradan atanan müdürün iyiniyetli üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerin geçerli olduğu yolunda.
Hukuk bir derya...Bu deryada bulabildiğim birkaç damlacık bu kadar... Yeterli gelmezse bildiriniz.
Saygılar.
|