|
Meslektaşım merhabalar;
1- Anlatımınıza göre taşınmazı sonradan satın alan kişiler iyiniyetli olduğundan; Ehliyetsizlik nedeniyle tazminat davası açacaksınız. Bu davayı belirsiz alacak davası olarak açabilirsiniz. Öğrenme tarihi, ferağdan men ümidine bakın, zamanaşımı olmadığı kanaatindeyim. Davayı hem vekile hem de babasına yöneltebilirsiniz. Buna ilişkin aşağıya birkaç karar ekliyorum.
Bu davalarda özellikle Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu tarafından verilmiş olan 11.06.1941 tarihli ve 1941/4-21 sayılı içtihadı birleştirme kararında yer alan tespitler dikkate alınmaktadır:
"...Mümeyyiz olmayan bir kimse ile hukuki muamelede bulunan diğer akidin bunu bilmeyerek hüsnüniyetle hareket etmiş olması zikri geçen 15. maddenin mutlak ve kat’i sarahati karşısında öyle bir kimsenin tasarrufu üzerine hukuki hükmün terettüp etmesi için kafi değildir. Kanun o gibi temyiz kudretinden mahrum kimselerin esasen hüküm ifade etmeyen tasarrufları hususunda o tasarruftan dolayı hak iddia edenlerin hüsnüniyetlerini himaye etmemektedir."
1. HUKUK DAİRESİ
Esas : 2022/5799
Karar : 2023/2234
Karar Tarihi :12.04.2023
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın tereke temsilcisi tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından duruşma istekli temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, duruşma isteği değerden reddedilerek, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vasisi, kısıtlı ...’ın ehliyetsiz olduğunu, dava dışı oğlu vekil ...’ın bu durumu bildiği halde kısıtlı ...’den aldığı vekaletnameyi kullanarak kısıtlının maliki olduğu 195 ada 4 parsel sayılı taşınmazı dava dışı ...’a satış suretiyle devrettiğini, ...’in de taşınmazı muvazaalı olarak davalı ...’e temlik ettiğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile davacı ... adına tesciline karar verilmesini istemiş; yargılama sırasında ...’ın ölümü üzerine terekesine ... temsilci olarak atanmıştır.
II. CEVAP
Davalı, taşınmazı ...’dan bedeli karşılığı satın aldığını, iyi niyetli olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
... 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.12.2021 tarihli ve 2016/853 Esas, 2021/454 Karar sayılı kararı ile vekaletname ve satış tarihinde davacının fiil ehliyetini haiz olmadığının Adli Tıp Kurumu raporu ile saptandığı, bu nedenle ilk kayıt maliki ... adına oluşan tescilin yolsuz olduğu, ancak taşınmazı ...’dan satın alan son kayıt maliki davalı ...’ün iyi niyetli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde tereke temsilcisi istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Tereke temsilcisi istinaf dilekçesinde özetle; kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, alıcının sosyo - ekonomik durumunun bu işlemler için yeterli olmadığını, rayiç bedel ile satış bedeli arasında uygunluk bulunmadığını, ... ile ... arasında satış nedeniyle herhangi bir para transferinin mevcut olmadığını, banka hesap hareketlerinin celp edilerek incelenmesi talebinin ise mahkeme tarafından değerlendirilmediğini, davalının ... ile ilkokul arkadaşı olduğunu, ayrıca daha önceleri ...'a ait taşınmazları kiralamak suretiyle çiftçilik faaliyeti yürüttüğünü, bu nedenle de hem aileyi yakından tanıdığını, hem de taşınmazların durumunu gayet iyi bilmekte olduğunu, ... gibi küçük bir ilçede bu değerleri haiz taşınmazların bu kadar sık el değiştirmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, davalı ...’ün müteveffa ...'ın tarlalarının ekilmesi, ilaçlanması, bakımı işleri ile iştigal ettiğini, dolayısı ile satın aldığı taşınmazın malikinin müteveffa ... olduğunu bilecek durumda olduğunu, dava konusu taşınmazı satan ... ise vekalet ile satışını yapan ...'ın işyeri arkadaşı olduğunu, eksik araştırma ile hüküm kurulduğunu, ... usulsüz vekaletname ile 07.06.2016 tarihinde dava konusu taşınmaz dışında iki adet taşınmazı daha aynı senetle ...'a sattığını, ...'un da 01.08.2016 tarihinde bu üç adet taşınmazdan iki tanesini yine aynı senetle ...'e ve dava dışı üçüncü kişiye sattığını, ...'ün dava konusu taşınmazı satın alırken müteveffa ...'ın başka bir taşınmazın başka bir kişiye de aynı gün aynı senetle satıldığını bilmekte olduğunu, davalının iyi niyetli sayılamayacağını belirterek kararın kaldırılmasını istemiştir.
C. Gerekçe ve Sonuç
... Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 03.06.2022 tarihli ve 2022/516 E., 2022/838 K. sayılı kararıyla; Adli Tıp Kurumu raporuyla davacı ...'ın vekaletnamenin düzenlendiği tarihte ve satış (akit) tarihinde fiil ehliyetinin bulunmadığı (ehliyetli olmadığı) saptandığından, dava konusu taşınmazı ilk el olarak devralan dava dışı ...'a yapılan satış işleminin geçersiz olduğunda kuşku bulunmadığı, ancak, ikinci el olan davalının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 1023. maddesi kapsamında ediniminde iyiniyetli olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği, gerek davacı tanık beyanları, gerekse bir kısım davalı tanık anlatımları dikkate alındığında davalının muris ...'ı tanıdığı, ...'ın sağlık durumunu bilebilecek durumda olduğu, taşınmazın resmi satış senedinde gösterilen değeri ile gerçek satış bedelinin arasındaki fark ve devirler arasındaki süre (kısa süreli devirler) gibi olgular birlikte değerlendirildiğinde, davalının iyi niyetli olmadığı, TMK'nın 1023. maddesinden yararlanamayacağı, İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olmasının hatalı olduğu gerekçesiyle tereke temsilcisinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmünün ortadan kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; davalının taşınmazı ...’dan değil, ... isimli kişiden satın aldığını, ...’un çiftçi olmadığını, ...’dan alacağı karşılığında dava konusu taşınmazı satın aldığını, taşınmazı satın aldıktan sonra da kahvehanelerde taşınmazı satmak istediğini söylediğini, ...’un taşınmazı satılığa çıkardığında ilçe halkından Yusuf Yücel, ... ve ...adlı kişilerle pazarlığa oturduğunu, ancak her üçü ile de anlaşamadığını, davalıya teklif götürdüğünü, diğer alıcıların daha düşük bedel verdiğini, davalının ise dönümüne 3.000,00 TL fiyat verdiğini, bu bedel üzerinden de anlaşma sağlandığını, Bölge Adliye Mahkemesince davalının iyi niyeti yönünden araştırma ve inceleme yapılmadığını, tanık beyanları gereğince de davalının iyi niyetli olduğunun açık olduğunu, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek, kararın bozulmasını istemiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1. Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim TMK'nın “Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi, şahsın hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış. 10. maddesi de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlem ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı Yasa'nın 13. maddesinde “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, TMK'nın 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.06.1941 tarihli, 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Dairesinden rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK'nın 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
2. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanunu'nun 390.) aynen; \"Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği ... ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda ... ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.\" hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir (TBK'nın 504/1. maddesi). Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda ... ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi TMK'nın 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
3. TMK’nın 1023. maddesinde; “Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.” ve 1024. maddesinde; “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. Bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur. Böyle bir tescil yüzünden ayni hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
3. Değerlendirme
1. Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup davalılar vekili tarafından temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeple;
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun'un 370. maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,
Aşağıda yazılı 6.639,14 TL bakiye onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
12.04.2023 tarihinde kesin olmak üzere oy birliğiyle karar verildi.
1. HUKUK DAİRESİ
Esas : 2014/14164
Karar : 2016/2135
Karar Tarihi :24.02.2016
Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vasisi, davacının maliki olduğu 23,554,555,556,565 ve 566 parsel sayılı taşınmazların aracılar kullanılarak davalılara satış suretiyle temlik edildiğini, işlem tarihinde davacının fiil ehliyetinin bulunmadığını ve vekilinde davacının ehliyetsiz olmasından yararlanarak işlem yaptığın ileri sürerek tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davacının akit tarihinde ehliyetsiz olduğu ancak davalıların TMK'nın 1023 maddesi uyarınca iyiniyetli üçüncü kişiler oldukları gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 28.2.2008 tarihli resmi akit ile davacının vekili...'ın 23 parsel sayılı taşınmazdaki davacının 1/6 payını ...'a, satış suretiyle temlik ettiği, ondan da 26.3.2009 tarihli akit ile davalı ...'a devredildiği, 15.3.2007 tarihli resmi akit ile davacının bizzat çekişme konusu 554,556 ve 566 parselleri dava dışı ...'a, 555 ve 565 parselleri dava dışı ...'a satış suretiyle aktardığı, 11.4.2007 tarihli farklı akitler ile ... ve ...'ın aldığı parselleri dava dışı ...'a temlik ettikleri,...'in de 26.3.2009 tarihinde aldığı parselleri davalı ...'e aktardığı, davacının yargılama sırasında ölümü üzerine vasinin terekeye temsilci olarak atandığı anlaşılmaktadır.
İddianın ileri sürülüş biçiminden ve dava dilekçesinin içeriğinden, davada ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayanıldığı anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 gün ve 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
Diğer taraftan, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek, önemine binaen öncelikle incelenmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, TMK'nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle ... Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK'nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Somut olaya gelince; mahkemece,... Devlet Hastanesinden alınan 14.3.2007 tarihli sağlık kurulu raporuna göre davacının ehliyetsiz olduğu benimsenerek sonuca gidilmiştir.
Hâl böyle olunca; önemine binaen öncelikle hukuki ehliyetsizlik yönünden tarafların bildirecekleri tüm delillerin toplanması, davacıya ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler vs.istenmesi, tüm dosyanın ... Kurumuna gönderilmesi, vekaletname ve resim akit tarihlerinde davacının ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde çekişme konusu 23 parsel sayılı taşınmaz bakımından vekalet görevinin kötüye kullanıldığına yönelik iddialarının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir
Tereke temsilcisi vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
|