Mesajı Okuyun
Old 09-01-2020, 10:47   #3
Av. Musa TAÇYILDIZ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan avfatih
Merhabalar..

Bir alacak davasında davacı ve davalı iddialarını ispat için aşamalarda x tarihli ek sözleşmenin fotokopisini dava dosyasına sunmuşlardır. Ancak sözleşme aslı dosyaya girmemiştir. Her iki tarafında aynı fotokopiyi sunması sözleşmenin delil olabilmesi yönünden yeterli midir? Yoksa mutlaka belge aslı ya da tasdikli sureti mi ibraz edilmelidir. Teşekkürler.

Sözleşme içeriğine itiraz var mı?

İmzaya itiraz var ise; imzaya itiraz halinde fotokopi üzerinden inceleme yapılamaz.


T.C.

YARGITAY

1. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2012/10020

KARAR NO : 2012/14307

Kanuni temsilci atanması sebebiyle yargılamanın ertelenmesi( HMK'.56/1)

Fiil Ehliyetinin Tespiti( MK/9,10,13)

ÖZET: Davacı , babasının yaşlı, saf ve kandırılabilir bir insan olmasından yararlanılarak maliki olduğu taşınmazların satış suretiyle devrinin sağlandığını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Ehliyetsizlik kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle öncelikle inceleneceği, hukuki işlem yapma ehliyetinin olmadığı tespit edilen kişi tarafından açılan davanın görülebilirliği ve yürütülebilirliğinin, davacıya 1086 sayılı HUMK'nun 42 ve 6100 sayılı HMK'nun 56/1 maddesi gereğince vasi atanmak suretiyle sağlanması gerekmektedir.

Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil, alacak davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar taraflarca yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi ve gereği görüşülüp düşünüldü.

Davacı, babası olan diğer davacı S…’ye verdiği geniş yetkili vekaletname kullanılarak, vekilin yaşlı, saf ve kandırılabilir bir insan olmasından yararlanılarak maliki olduğu 2633 ve 2632 parsel sayılı taşınmazların satış suretiyle davalı F…'ye, ondan da davalı S…’a devrinin sağlandığını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuş, diğer davacı S…’de 100.000,00.-TL para ve 500 gr. altının durumundan yararlanan Fevziye ve eşi Mahmut tarafından alınması nedeniyle fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak iade ve alacak isteminde bulunmuştur.

Mahkemece, davacı S…'nin işlem tarihi itibariyle fiili ehliyetine sahip olup olmadığının rapor ile tespit edilemediği, bunun tespiti için Adli Tıp Kurumu Başkanlığına şevkinden davacılar vekilinin talebi üzerine vazgeçildiği, dinlenen davacı tanıklarının da davacı S…'nin yaşlılığı, saflığı ve dalgınlığından bahsetmedikleri, bu halinden bahsetseler bile bu beyanların davanın kabulü İçin yeterli olmadığı, bu konuda yazılı belge de olması gerektiği ve açılan davanın ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Oysa, yargılama sırasında temin edilen 13.01.2009 tarihli raporda davacı S…'nin hukuki işlem yapma ehliyetinin olmadığı belirtilmiştir. Bu durumda, öncelikle S… tarafından açılan davanın görülebilir ve yürütülebilir olması için davacıya 1086 sayılı HUMK'nun 42 ve 6100 sayılı HMK'nun 56/1 maddesi gereğince vasi atanmak suretiyle sağlanması gerekmektedir.

Hal böyle olunca, davacı S… yönünden HMK' nun 56/1 . maddesi uyarınca vasi atanmak üzere sulh hukuk mahkemesine ihbarda bulunulması ve sonucunun beklenerek vasi atanması halinde onun huzuru ile davanın görülmesi gerekirken, bu husus gözardı edilerek hüküm tesis edilmiş olması doğru değildir.

Ayrıca; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun

“fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altma girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmü getirilmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Ote yandan; Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddiaedilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafîlerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur, Bunun yanında, her ne kadar HUMK’nun 286. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mütaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında Özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, Özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Ayrıca; 2659 sayılı Yasanın 7 ve 16. maddeleri hükmü uyarınca bir kişinin ehliyetsizliğinin Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesinden alınacak raporla saptanması gerekeceği ve ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle öncelikle inceleneceği açıktır. Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünden hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığının söylenebilme imkanı yoktur.

O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek ve önemine binaen her iki dava bakımından da öncelikle hukuki ehliyetsizliğin incelenmesi, davacı Suphi'nin Adli Tıp 4. ihtisas Kuruluna şevki ile gerek vekaletnamenin düzenlendiği, gerekse temliklerin yapıldığı gün ve yine paranın bankadan çekildiği tarih İtibariyle hukuksal ehliyete sahip olup olmadığının tespiti, şevkinin mümkün ( naması halinde ise tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin varsa sağlık raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler vs. istenmesi ve dosyanın tümüyle Adli Tıp Kurumu’na gönderilerek yukarıdaki ilkeler doğrultusunda paranın bankadan çekildiği, vekaletnamenin düzenlendiği ve satış işleminin yapıldığı tarihlerde hukuki ehliyet durumunun belirlenmesi ve ondan sonra işin esasının incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek hüküm kurulması doğru değildir.

Sonuçavacıların temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KARAR NO: 2

T.C.

YARGITA Y

2.Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2012/6297

KARAR NO : 2012/30712

İspat Konusu (HMK.md. 187/1 )

Tanık gösterme şekli (HMK. md. 240/2),

Tanıkların bir kısmının dinlenilmesi ile yetinilmesi (HMK.md.241)

ÖZET: Delil, çekişmeli vakıalar ve bu vakıaların ispatı için gösterilir. Çekişmeli vakıanın ispatı için tanık bildiren tarafın tanık sayısı sınırlanamaz ve hakin tanık sayısını belirleyemez. Ancak hakim hangi tanığın hangi vakıanın ispatı için dinletilmek istendiğini ilgili taraftan sorarak, vakıa dinlenen bir kısım tanıklar anlatımı ile ispatlanmışsa, geri kalan tanıkların dinlenilmemesine karar verebilir. Mahkeme ara kararı ile dinlenmesinden vazgeçtiği tanıkların hangi vakıanın ispatı için dinletilmek istendiği davalı taraftan sorularak tespit etmelidir.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davalı 26.09.2011 tarihli delil listesinde tanık deliline de dayanmış dört tanık ismi bildirmiştir. Mahkemece davalı tanıklarından E… ve A… dinlenmesi için Düziçi Asliye Hukuk Mahkemesine talimat yazılmış, talimat cevabı beklenmeden 19.11.2011 tarihli celsede tanıklardan bir kısmının tanıklığı ile yeter derecede bilgi edinildiği gerekçesiyle diğer tanıkların dinlenmesinden vazgeçilmesine karar verilmiştir.

Delil; çekişmeli vakıalar ve bu vakıaların ispatı için gösterilir (HMK.md. 187/1, HUMK.md.238/1). Çekişmeli vakıanın ispatı için tanık bildiren tarafın tanık sayısı sınırlanamaz ve hakin tanık sayısını belirleyemez. Aksi tutum adil yargılanma ve savunma hakkının kısıtlanmasına yol açar. Ancak hakim hangi tanığın hangi vakıanın ispatı için dinletilmek istendiğini ilgili taraftan sorarak (HMK. md. 240/2, HUMK. md. 258/1); vakıa dinlenen bir kısım tanıklar anlatımı ile ispatlanmışsa, geri kalan tanıkların dinlenilmemesine karar verebilir (HMK.md.241) taraflarca fazla sayıda tanık bildirildiği takdirde; usulün bir kısmı zorlayıcı, bir kısmı da kolaylaştırıcı olan ve yukarıda belirtilen hükümlerinden yararlanarak; fazla sayıdaki tanığın dinlenmesinin, yargılamayı geciktirmesinin önüne geçilebilir.

Davalı diğer tanıklarının dinlenilmesinden açıkça vazgeçmediği gibi, mahkemenin ara kararı ile dinlenmesinden vazgeçtiği tanıkların hangi vakıanın ispatı için dinletilmek istendiği davalı taraftan sorularak tespit edilmemiştir. Mahkemenin bu yöne ilişkin kararı doğru olmamıştır. Bu nedenle, mahkemenin dinlemekten vazgeçtiği davalının gösterdiği tanıkların; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 240-265. maddelerinde gösterilen usül çerçevesinde dinlenilmesi, sosyal inceleme raporu alınması ve tüm delillerin birlikte; değerlendirilerek; gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya: aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi