Mesajı Okuyun
Old 24-10-2019, 11:13   #4
Av. Musa TAÇYILDIZ

 
Varsayılan Faydası olacağını düşündüğüm birkaç karar

T.C YARGITAY
1.Hukuk Dairesi
Esas: 2018/ 4409
Karar: 2018 / 14490
Karar Tarihi: 14.11.2018

TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI - TAŞINMAZIN DEVRİ NETİCESİNDE DAVACIYA ÖDENEN MİKTARIN SAPTANMASI - KARŞI EDİMİN İFASINI İSTEYEMEYECEĞİ GÖZETİLEREK KALAN KISMIN ÖDENMESİNE İLİŞKİN DAVACIYA ÖNEL VERİLMESİ - HÜKMÜN BOZULMASI
Kelime Ara

Ara

Temizle
Kopyala

Kaydet/Yazdır

Sık Kullanılanlar

Geri
ÖZET: Taşınmazın devri neticesinde davacıya ödenen miktarın saptanması, yine davacı tarafından ödendiği anlaşılan banka dekontlarının ilgili bankadan celp edilerek bedelin ödenip ödenmediğinin tespiti, tamamının ödenmemiş olması halinde Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi (6098 Türk Borçlar Kanunu 97. maddesi) hükmü uyarınca, kendi edimini yerine getirmeyenin, karşı edimin ifasını isteyemeyeceği gözetilerek kalan kısmın ödenmesine ilişkin davacıya önel verilerek bedelin mahkeme veznesine depo ettirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.

(6098 S. K. m. 19, 97, 509) (6100 S. K. m. 202) (818 S. K. m. 81) (YİBK. 05.02.1947 T. 1945/20 E. 1947/6 K.)



Dava: Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ...'nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;



KARAR



Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil talebine ilişkindir.



Davacı, maliki olduğu 1397 parsel sayılı taşınmazda bulunan 4 nolu bağımsız bölümün nakit sıkıntılarını gidermek için davalı tarafından kredi çekilmesini sağlamak amacıyla davalıya devrettiğini, çekilen krediden ihtiyacı olan 9.000,00TL üzerindeki miktarı masrafları düşerek davalıya verdiğini, davalının kredileri ödemediğini ve taşınmazı devretmediğini ileri sürerek davalı adına olan kaydın iptali ile adına tescile karar verilmesini istemiştir.



Davalı, yazılı delille ispatın gerektiğini, temliğin gerçek satış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.



Mahkemece, taraflar arasında inançlı temlik yapıldığı, ancak davalının taşınmazı iade etmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.



Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının kayden maliki olduğu 1397 parsel sayılı taşınmazda bulunun 4 nolu bağımsız bölümü 19.01.2006 tarihli satış akdi ile davalıya devrettiği, taşınmazda davalı aleyhine İş Bankası lehine 30.000TL bedelli 19.01.2006 tarihli ipotek olduğu anlaşılmaktadır.



Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.



Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.



Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.



Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.



Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.



Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.



Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.



Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK'nin 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK'nin 19.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.



İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirile gelmektedir.



Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.



İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.



Somut olaya; davacılar tarafından ileri sürülen iddiaların 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge düzenlenmediği görülmekte ise de, davalı ...’nın 03.02.2006 tarihinde İş Bankasından 15.000TL kredi kullandığı, aynı gün davalının davacıya “konut bedeli” açıklaması ile 13.500TL havale ettiği, davacının ise yine aynı gün davalıya açıklama bulunmaksızın 8.500TL gönderdiği, bilahare dava dilekçesine ekli makbuzlardan davacının davalı hesabına belirli aralıklarla “kredi taksidi ödemesi” belirtmesi ile 247-250TL gönderdiği, kredi ödemelerinin ise 03.03.2006 tarihinden itibaren 247,10TL taksitler halinde bir kısmının davalı ... hesabından bir kısmının ise ..., ... ve ... şubelerinden kasadan kimin tarafından ödendiği bilinmediği, taraflar arasında çeşitli iş ilişkileri münasebeti ile para alışverişlerinin olduğu dosya kapsamı ile sabittir.



Gerçekten de, taraflar arasındaki ilişki ve çekişmenin çözüme kavuşturulması bakımından yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile ispatı gerekmekte ve fakat böylesine bir belgenin bulunmadığı anlaşılmakta ise de; davalının bankadaki hesabına yatırılan paralara ilişkin dekontların bu ilişki ile bağlantılı olduğunun saptanması halinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 202. maddesi gereğince delil başlangıcı teşkil edeceği ve çekişmenin giderilmesinde gözardı edilemeyeceği, dinlenen tanık beyanlarından taşınmazın teminat amacıyla davalıya devredildiği tartışmasızdır.



Hâl böyle olunca; taşınmazın devri neticesinde davacıya ödenen miktarın saptanması, yine davacı tarafından ödendiği anlaşılan banka dekontlarının ilgili bankadan celp edilerek bedelin ödenip ödenmediğinin tespiti, tamamının ödenmemiş olması halinde Borçlar Kanunu'nun 81. maddesi (6098 Türk Borçlar Kanunu 97. maddesi) hükmü uyarınca, kendi edimini yerine getirmeyenin, karşı edimin ifasını isteyemeyeceği gözetilerek kalan kısmın ödenmesine ilişkin davacıya önel verilerek bedelin mahkeme veznesine depo ettirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.



Davalı vekilinin temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.11.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)














T.C YARGITAY
8.Hukuk Dairesi
Esas: 2016/ 13307
Karar: 2018 / 1697
Karar Tarihi: 06.02.2018

TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI - İNANÇ SÖZLEŞMESİ - MURİSİN DAVA KONUSU DAİRELERİ YAPTIRMAK İÇİN BANKALARDAN PARA ÇEKİP ÇEKMEDİĞİ - DOSYAYA SUNULAN SÖZLEŞME VE BELGELERİN DEĞERLENDİRİLEREK OLUŞACAK SONUCA GÖRE BİR KARAR VERİLMESİ GEREĞİ
Kelime Ara

Ara

Temizle
Kopyala

Kaydet/Yazdır

Sık Kullanılanlar

Geri
ÖZET: 1999 yılı ile murisin ölüm tarihi olan 11/01/2002 tarihleri arasındaki ... ilindeki tüm banka hesap hareketlerinin getirtilmesi, bu şekilde dosyanın kül halinde bankacı bilirkişiye gönderilerek denetime elverişli rapor aldırılması, muris ...'in dava konusu daireleri yaptırmak için bankalardan para çekip-çekmediği ve çekmiş ise çektiği tarihlerde çekilen para ile inşaatın yapım tarihinin gözetilmesi, davacının yurtdışından gönderdiği ve murisin çektiği paralar var ise, para miktarının ailenin geçimi için gönderilen miktar olup-olmadığı ya da ailenin geçimini aşan miktarda olup-olmadığının değerlendirilmesi, muris baba Kamil ile yüklenici arasında yapılan 21/08/2000 tarihli adi nitelikteki sözleşmeler, para gönderme ve ödeme dekontları ve vekaletin delil başlangıcı sayılıp-sayılmayacağının yukarıda bahsi geçen hususlar ile birlikte değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

(6100 S. K. m. 202) (YİBK. 05.02.1947 T. 1945/20 E. 1947/6 K.)



Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup, hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 06.02.2018 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davacı vekili Av. ... ve karşı taraftan davalılar vekili Av. ... geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:



Karar: Davacı vekili, vekil edeni ile davalıların muris ...'in mirasçıları olduklarını, 1071 ada 11 parsel sayılı taşınmazın muris adına kayıtlı olduğunu ve dava tarihinde dava konusu taşınmazın tapu kaydında arsa olarak görüldüğünü, ancak üzerinde 7 dairelik 3 katlı bir apartman bulunduğunu, dava devam ederken dava konusu taşınmazda kat mülkiyetine geçildiğini, vekil edeninin babası ...'in taşınmaz arsa iken müteahhit ... ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptığını ve bu sözleşme uyarınca 2 adet zemin kat dairenin muris ...'e ait olacağının kararlaştırıldığını, sonrasında vekil edeninin dava konusu taşınmazda 5 daire satın aldığını ancak vekil edeninin resmi anlamda satış işlemlerini gerçekleştiremediğini, vekil edeninin yurt dışında yaşadığından dolayı buradaki işlerini takip etmesi, bankadaki paralarını çekebilmesi için babası ...'e noterden vekaletname verdiğini ve murisin vekil edeni adına müteahhit ...'a ödemelerini yaptığını, murisin dava konusu taşınmazı satın almaya yetecek ekonomik gücü olmadığını belirterek dava konusu 5 dairenin muris adına olan tapu kayıtlarının iptali ile vekil edeni adına tesciline, olmazsa taşınmazın değerinin davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.



Davalılar vekili, dava konusu dairelerin muris ... tarafından yaptırıldığını, murisin daireleri yaptırabilecek ekonomik gücünün olduğunu, davada husumetin müteahhit ...'a yönetilmesi gerektiğini zira dairelerin yapım parasını müteahhitin aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.



Mahkemece, davacının davasını ispatlayamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.



Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.



İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.



İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.



İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.



İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.



İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.



Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.



HMK’nın "Delil başlangıcı" kenar başlıklı 202. maddesinde, "(1) Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir.



(2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir."



Tüm dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 1071 ada 11 parsel sayılı taşınmazın tarafların yakın mirasbıranı ... adına 29/05/2000 tarihinde satış yolu tescil edildiği, eldeki dava devam ederken dava konusu taşınmazda kat mülkiyetine geçildiği ve 7 ayrı bağımsız bölümün muris ... adına tescil edildiği, dosya içerisinde 21/08/2000 tarihli iki ayrı adi yazılı gayrimenkul satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesinin olduğu, aynı gün düzenlenen sözleşmelerden bir tanesinin arsa sahibi ... ile müteahhit ... arasında düzenlendiği, sözleşmede arsa üzerine 7 adet dairenin yapılacağı, zemin kattaki iki dairenin arsa sahibine ait olacağı, mal sahibinin 1. kattaki iki dairenin bedelini ödeyerek satın aldığı ve 3 dairenin de müteahhite ait olacağının kararlaştırıldığı, diğer sözleşmenin de aynı kişiler arasında yapıldığı ve bir daireyi davacı ...'in, diğer daireyi muris ...'in alacağı, böylelikle ….....'e iki zemin daire, iki orta dairenin verileceği, bunun karşılığında peşin olarak …. ...'in 100.000 Alman markı vereceğinin kararlaştırıldığı, ... 3. Noterliği'nin 29.7.1999 tarihli ve 29294 yevmiye nolu vekaletnamesi ile ...'in babası ...'e ... ilinde bulunan bankalardaki hesap açma, para çekme gibi işlemleri yapması için vekaletname verdiği, davacı tarafından murise gönderilen banka dekontlarının dosya arasına alındığı, davacı ve davalı tanıklarının dinlendiği, muris ... ve ...'in sosyal ekonomik durumunun araştırıldığı anlaşılmaktadır.



Mahkemece dosya içerisinde yer alan belgeler ile tanık beyanlarının davacının iddiasını ispatlamaya yeterli olmadığı gerekçesi ile ret kararı verilmiş ise de; bu görüşe katılma olanağı bulunmamaktadır. Yapılan inceleme ve araştırma hüküm kurmaya elverişli değildir. Şöyle ki; mahkemece dosya içerisinde yer alan az yukarıda bahsi geçen sözleşmelerin, davacının ve murisinin hesap hareketlerinin, banka dekontlarının ve davacının babası ... adına düzenlediği vekaletnamenin yukarıda bahsi geçen ilkeler doğrultusunda yazılı delil başlangıcı olup-olmayacağı yeterince tartışılmamıştır.



O halde, 1999 yılı ile murisin ölüm tarihi olan 11/01/2002 tarihleri arasındaki ... ilindeki tüm banka hesap hareketlerinin getirtilmesi, bu şekilde dosyanın kül halinde bankacı bilirkişiye gönderilerek denetime elverişli rapor aldırılması, muris ...'in dava konusu daireleri yaptırmak için bankalardan para çekip-çekmediği ve çekmiş ise çektiği tarihlerde çekilen para ile inşaatın yapım tarihinin gözetilmesi, davacının yurtdışından gönderdiği ve murisin çektiği paralar var ise, para miktarının ailenin geçimi için gönderilen miktar olup-olmadığı ya da ailenin geçimini aşan miktarda olup-olmadığının değerlendirilmesi, muris baba Kamil ile yüklenici ... arasında yapılan 21/08/2000 tarihli adi nitelikteki sözleşmeler, para gönderme ve ödeme dekontları ve vekaletin delil başlangıcı sayılıp-sayılmayacağının yukarıda bahsi geçen hususlar ile birlikte değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.



Sonuç: Açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 1.630,00 TL Avukatlık Ücreti'nin davalı taraftan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davacı tarafa verilmesine, HUMK'nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, istek halinde peşin harcın temyiz edene iadesine, 06.02.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)