SAYIN ÜYELER DİKKAT YARGITAY EVLİLİK DIŞI 3.KİŞİYİ SORUMLU TUTMAYA KARAR VERDİ!



YHGK                         Esas : 2017/1334                         Karar : 2017/545                         Tarih : 22.03.2017                                                                                            
                        EVLİ ERKEK İLE İLİŞKİYE GİREN KADININ SORUMLULUĞU 
MANEVİ TAZMİNAT ( Evli Erkek ile  İlişkiye Girmek )
HAKSIZ EYLEM  ( Evli Erkek ile  İlişkiye Girmek )
EŞLERİN SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ ( 3. Kişinin Müteselsil Sorumluluğu )
MÜTESELSİL SORUMLULUK ( Evli Eşlerin Sadakat Yükümlülüğü )
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, 
Davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve mahkemenin kabulünde olan davalının bu eyleminin, 
davacının  ve çocuklarının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı,  buradan varılacak sonuca göre davalının hukuki sorumluluğunu gerektirip  gerektirmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Dava dışı eşin,  evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümlülüğü bulunmakla birlikte;  onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen onunla ilişkiye giren davalı  kadının da dava dışı kocanın sadakatsizlik eylemine katıldığında ve her  ikisinin de bu haksız eylemlerinden birlikte ve müteselsilen sorumlu  olduklarında kuşku bulunmamaktadır.
Türk Medeni Kanunu`nun 185. maddesinde yer alan,
"evlenmeyle  eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte  yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar."    biçimindeki düzenleme gereğince:
Evli bir kimsenin evlilik dışı  birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı  niteliğindedir. Bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin  uğradığı zarardan sorumludur. Ayrıca eşlerin bu yüzden boşanmış olup  olmaları da önem taşımaz.
Bu nedenlerle somut olayda mahkemece  davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul  edilerek davacı eş yararına tazminata hükmedilmesi yerindedir.
ANCAK:
818  sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde düzenlenen sorumluluğu  genişletmek olanaksız olduğu gibi, çocukları bu kapsamda değerlendirmek  söz konusu değildir. Yansıma yoluyla da manevi tazminat  istenilemeyeceğinden çocuklar yönünden Özel Daire bozma kararına  uyularak davanın reddine karar vermek gerekirken, önceki kararda  direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.fk                         
TMK.174, 
185
 eBK.41, 
49, 
50
 TBK.49, 
58
 
                                                                                                                   YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:             
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, 
Şanlıurfa  2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen  19.11.2013 gün ve 2012/178 E. 2013/448 K. sayılı kararın temyizen  incelenmesinin davalı tarafından istenilmesi üzerine, 
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 07.05.2015 gün ve 2014/6538 E., 2015/5839 K. sayılı kararı ile,
"...Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. 
Mahkemece, istemin bir bölümü kabul edilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalının  kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşi ile birlikte  olduğunu, eyleminin kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğunu  iddia ederek, uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalı, davacının iddialarını kabul etmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece,  toplanan delillere göre davalının, davacının eşi ile evli olduğunu  bilerek birlikte olduğu hususu sabit görülerek davanın kısmen kabulü ile  davacı eş yararına manevi tazminata hükmedilmiştir.
TMK.nun 185. maddesine göre, 
“  Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler birlikte  yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” 
Aynı Yasanın 174. maddesine göre de, 
“Mevcut  veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha  az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat  isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı  saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat  olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”
Evlenmeyle  eşler arasında kurulan aile birliğinin taraflara yüklediği ödevlerin  ihlali veya yerine getirilmemesi durumunda bu yükümlülüğü yerine  getirmeyen eş yönünden Türk Medeni Kanunundaki sonuçları, boşanma ve  boşanma sebebi olması durumunda, bu olaylar yüzünden kişilik haklarının  saldırıya uğraması halinde manevi tazminat talep edilebileceğidir.
BK. 41 (TBK 49). maddesine göre, 
kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. 
Yine BK. 49 (TBK.58) maddesinde 
"Şahsiyet  hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi  zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava  edebilir." 
Haksız fiile dayalı bir borcun doğabilmesi için,  hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, fiili işleyenin kusuru olmalı, sonuçta  bir zarar doğmalı, zarar ile işlenen fiil arasında da uygun nedensellik  bağı bulunması gerekir.
Somut olaya gelince, davalının ve  dava dışı eşin davacıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki  davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin  tartışılması gereklidir.
Yukarıda incelenen yasa maddeleri  uyarınca, davacının dava dışı eşinin TMK.nın evlenmeyle eşe yüklediği  ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Yasanın  185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istek halinde manevi  tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK. daki düzenleme,  dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması  sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu  birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve yasanın kendisine tanıdığı hak ve  yükümlülükler altına girmiştir.
Davalının eyleminin manevi  tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalının doğrudan  davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir  fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Yasada yükümlülüğünü ihlal  eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi  bir düzenleme getirilmemiştir.
Dava konusu eylemin gerçekleştiği  tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK.nun müteselsil  sorumluluğa ilişkin hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır.  Zira, sözkonusu Yasanın 50. maddesinde haksız fiil nedeniyle  müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir. Yukarıda  açıklanan yasal duruma göre, davalı zararın meydana gelmesinden asli  olarak sorumlu tutulamaz. Yine yasa hükmünün aradığı anlamda iştirak  hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin  varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da  işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve  belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak  çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir.
Açıklanan  nedenlerle, BK.49 (TBK.58) maddesine göre, davalının eylemi, davacının  kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul  edilemez. 
Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının  manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken,  yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve  yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir..."
gerekçesiyle  oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan  yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk  Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği  anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili  müvekkilinin eşi S. ile 2006 yılında evlendiklerini, müşterek iki  çocukları olduğunu, müvekkilinin eşi S.`ın uzun süreden beri davalı ile  ilişkisi olduğunu, bu ilişkiden rahatsızlık duyunca ve evde huzursuzluk  oluşunca eşi S.`ın evi terk ederek davalı ile birlikte yaşamaya  başladığını, 
bu gayrimeşru ilişkinin aile bütünlüğüne haksız bir  saldırı niteliğinde olup müvekkili ve çocuklarının aile düzeninin  bozulduğunu, her türlü uyarı ve ikazlara rağmen davalının, eşi ile  gayrimeşru ilişkisini devam ettirdiğini ileri sürerek F. için 20.000,00  TL ve her bir çocuk için 5.000,00`er TL olmak üzere toplam 30.000,00 TL  manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı  davacının eşi S.`ı kendisinin alıkoymadığını, bir yıl önce Adana`da  tanıştıklarını, eşinden soğuduğunu söylediğini, iki çocuk babası olan  S.`ın iki çocuğunu da bırakacak kadar mutsuz olduğunu,  beraberliklerinden dolayı hakaretlere uğradıklarını belirterek davanın  reddini savunmuştur. 
Mahkemece, davacının eşi S.`ın  rızası ile de olsa davalı ile birlikte yaşadıkları, bu durumun davacıda  üzüntü ve psikolojik rahatsızlık oluşturduğu, kendisinin ve aile  yaşamının bu durumda olumsuz etkilendiği, davalının davacının resmi  nikâhlı eşi ile birlikte yaşaması eyleminin davacının aile bütünlüğüne  haksız bir saldırı oluşturduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile  davacı F.için 5.000,00 TL, her bir çocuk için 2.000,00’er TL olmak üzere  toplam 9.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar  verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki karardaki gerekçelerle ve karşı oy görüşü benimsenerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık,  davacının eşi ile duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği tarafların ve  mahkemenin kabulünde olan davalının bu eyleminin, davacının ve  çocuklarının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı,  buradan varılacak sonuca göre davalının hukuki sorumluluğunu gerektirip  gerektirmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne  geçilmeden önce, hukukumuzda yer alan sorumluluk kaynaklarının ve buna  bağlı olarak da taraflar arasındaki hukuki bağın niteliğinin  irdelenmesinde yarar vardır.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan  818 sayılı Borçlar Kanunu’nda, “Borçların Teşekkülü” başlığı altında,  sözleşmeden doğan borçlar (md.1–40) ile 
haksız fiilden doğan borçlar  (md.41–60) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü  genel kaynağı olarak, haksız (sebepsiz) iktisaba (md.61–66) yer  verilmiştir.
Bunların dışında, ne hukuki bir işlemde açıklanan  bir iradeye, ne de hukuka aykırı bir eyleme dayanan, kanundan doğan  borçlar bulunmaktadır. 
Özetle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz iktisap ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir.
Sözleşme,  tek taraflı hukuki işlemden farklı olarak, en az iki irade beyanını  içerir, bu irade beyanlarının birbirine uygun ve karşılıklı olması  gerekir. 
Borçlar Kanunu’nda sorumluluğun diğer bir genel kaynağı  olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için, bir  taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme  arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken  geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
Kanundan doğan borçlarda da, borç kaynağını kanundan almakta ve sorumluluk buna göre belirlenmektedir.
Borçlar  Kanunu’nda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız fiil ise  hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.
Haksız  fiilden söz edilebilmesi için şu dört unsurun birlikte bulunması  zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalı; bu fiili  işleyenin kusurlu olmalı; kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan  bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalı ve sonuçta doğan zarar ile hukuka  aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların  tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu  durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez.
Eldeki dava, açıklanan bu sorumluluk kaynaklarından haksız eyleme dayalıdır.
Dava  konusu haksız eylemin gerçekleştiği ve davanın açıldığı tarihte  yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinde  “Mesuliyet Şartı” başlığı altında: 
“Gerek kasten gerek ihmal ve  teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir  zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir  bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet  veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.”
Hükmü yer almakta;
Aynı Kanunun “Şahsi Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49. maddesinde ise; 
“Şahsiyet  hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi  zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava  edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken,  tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik  durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine,  diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü  kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile  ilanına da hükmedebilir.”                                       Düzenlemesine yer verilmektedir.
Yine aynı Kanunun “Müteselsil Mesuliyet”e ilişkin hükümlerinden “Haksız Fiil Halinde” başlıklı 50. maddesinde de: 
“Birden  ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile  asıl fail ve fer`an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen  mesul olurlar. Hakim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup  olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şumulünün derecesini tayin  eyler.
Yataklık eden kimse, vaki olan kardan hisse almadıkça yahut iştirakiyle bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz.”
Şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
Dava  tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da  haksız eylem sorumluluğu, benzer nitelikteki hükümler ile  düzenlenmiştir.
 
Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu`nun 185. maddesinde;
"..evlenmeyle  eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte  yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar." 
Denilmektedir.
Görüldüğü  üzere, haksız eylem nedeniyle sorumluluk hallerinden birisi ahlaka  aykırı bir fiil ile bilerek başka bir kimsenin zarara uğramasına neden  olmaktır.
Yine, müteselsil sorumluluğa ilişkin düzenlemeler ile  haksız eylemi birlikte gerçekleştirenler birbirinden ayırt edilmeksizin,  zarar görene karşı müteselsilen sorumlu olurlar.
Öte yandan,  evlilik birliğinde eşlerin zorunlulukları yasal düzenleme altına alınmış  ve sadakat borcu da bunlar arasında sayılmıştır. 
Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler ışığında somut olay irdelendiğinde:
Davacı,  eşi S. ile davalı arasında uzun süredir devam eden duygusal ve cinsel  ilişki bulunması, eşinin evini terk ederek davalının yaşadığı Adana  iline gidip onunla birlikte yaşamaya başlaması, bu gayrimeşru ilişkinin  aile bütünlüğüne haksız bir saldırı niteliğinde olup aile düzeninin  bozulması nedeniyle kendisi ve çocukları için manevi tazminat talep  etmektedir. 
Davalının ise, davacının eşiyle evli olduğunu  bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girdiği yönünde açık kabulü  bulunduğu, savunma olarak da iki çocuk babası olan S.`ın iki çocuğunu da  bırakacak kadar mutsuz olduğunu dile getirdiği görülmektedir. 
S.’ın  annesi ve babası olan davacı tanıklarının beyanlarından, davacının  eşinin Adana`da davalı ile birlikte yaşadığı, iki kez kendi isteği ile  gelerek pişman olduğunu bir daha gitmeyeceğini söylemesine rağmen tekrar  kaçıp gittiği, davacının bu olaydan dolayı çok üzüntü hissettiği, manen  yıprandığı ve çevrenin psikolojik baskısına maruz kaldığı  anlaşılmaktadır. 
Dava dışı eşin açtığı boşanma davası ise, taraflarca takip edilmemiş ve davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Hemen  belirtmekte yarar vardır ki, gerek Anayasada, gerek Türk Medeni  Kanununda aile toplumun temeli olarak kabul edilmiş ve aileyi koruyan  hükümlere yer verilmiştir. Aile sadece mensubu olan kişiler için değil  toplum için de önemlidir ve hem yazılı hukuk düzenimizde hem de örf ve  adet hukukumuzda özel bir yere sahiptir. Bu nedenledir ki, ailenin  korunmasına yönelik düzenlemeler sadece aileyi değil, tüm toplumu  ilgilendirmektedir. Aile mensuplarının birbirlerine karşı  yükümlülüklerinin ihlali çoğu zaman toplum düzenini de etkilemekte,  yasalar nezdinde koruma önlemlerinin alınması yoluna gidilmektedir.
Böylesi  öneme sahip aile kurumuna mensup erkekle, evli olduğunu bilerek kurulan  duygusal ve cinsel ilişkinin aile kurumuna vereceği zarar kaçınılmazdır  ve davalının bunu öngörmemiş olması düşünülemez.
Bu nedenledir  ki, evli kişilerle ilişki uzun süre suç sayılmış ve aile kurumu bu yolla  da koruma altına alınmak istenmiştir. Bu tür eylemlerin daha sonraki  yasal düzenlemeler sırasında suç olmaktan çıkarılmış olması, bu eylemin  ahlaka aykırılığını ve dolayısıyla haksızlığını da ortadan  kaldırmayacaktır. Zira, bir eylemin ceza kanununa göre suç teşkil  etmemesi ve müeyyidesinin düzenlenmemiş olması, borçlar hukuku  hükümlerine göre ahlaka ya da hukuka aykırı olarak kabul edilmesine  engel teşkil etmemektedir.
Diğer taraftan, eşler evlilik  birliğini kurmakla birbirlerine sadakat borcu altına girdikleri gibi,  mensubu oldukları aile birliğine karşı da sorumluluk altına girerler.  Davacının eşinin evli olmasına rağmen bir başkası ile cinsel ve duygusal  ilişkiye girmesi, evlilik sözleşmesi ile bağlandığı, sadakat borcu  altına girdiği eşine karşı haksız eylem niteliğindedir. Davalı kadın da,  evli olduğunu bilerek davacının eşiyle gayrıresmi ilişkiye girmek ve  ondan çocuk sahibi olmak suretiyle, gerek yasalarca gerek örf ve adet  hukukunca korunmayan haksız bir davranış içine girmiştir. Bu davranış da  açıkça haksız eylem niteliğindedir.
Eş söyleyişle, esasen dava  dışı eşin, evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümlülüğü  bulunmakla birlikte; onun evli olduğunu bilen ve buna rağmen onunla  ilişkiye giren davalı kadının da dava dışı kocanın sadakatsizlik  eylemine katıldığında ve her ikisinin de bu haksız eylemlerinden  birlikte ve müteselsilen sorumlu olduklarında kuşku bulunmamaktadır.
O  halde olayda, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 50. maddesinde düzenlenen  birden fazla şahsın müşterek kusurlarıyla bir zarara yol açmaları, diğer  bir deyimle tam teselsül hali mevcut olup, davalı doğan zarardan,  davacının eşi ile birlikte müteselsilen sorumludur. 
Müteselsilen  sorumluluğun bulunduğu durumda da davacı, alacağını sorumluların  tamamından isteyebileceği gibi bunlardan biri veya birkaçından da  isteyebilir. Bunlardan birisinin ölmüş olması diğerini sorumluluktan  kurtarmaz. Zarar gören dilerse davasını bu kişiye yöneltebilir.
Şu  durumda; sorumlulardan birisi olan davacının eşinin vefat etmesi,  teselsül ilişkinde bulunan davalının sorumluluğunu ortadan kaldıracak  bir olgu olarak kabul edilemez ve davalının haksız eyleminin varlığını  ortadan kaldırmaz.
Böylece, evli bir kimsenin evlilik dışı  birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı niteliğinde  olduğu gibi, bu eyleme katılan kişinin eylemi de bundan ayrı  düşünülemez. Dolayısıyla, bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de  diğer eşin uğradığı zarardan sorumludur.
Nitekim aynı ilke Hukuk Genel Kurulu’nun 24.03.2010 gün ve 2010/4-129 E.-173 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
Sonuç itibariyle, davalının  davacının eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye  girdiğinin tarafların ve mahkemenin kabulünde olmasına göre; davalının  sorumluluğu ahlaka ve adaba aykırılık nedeniyle gerçekleşen “haksız  fiil”den kaynaklanmakta; dava da yasal dayanağını haksız fiile ilişkin  hükümlerden almaktadır.
Türk Medeni Kanunu`nun 185. maddesinde yer alan 
"evlenmeyle  eşler arasındaki evlilik birliği kurulmuş olur... Eşler birlikte  yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar."    biçimindeki düzenleme gereğince, 
evli bir kimsenin evlilik dışı  birlikteliği, diğer eşin sosyal kişilik değerlerine saldırı  niteliğindedir. Bu eyleme evliliği bilerek katılan kişi de diğer eşin  uğradığı zarardan sorumludur. Ayrıca eşlerin bu yüzden boşanmış olup  olmaları da önem taşımaz.
Bu nedenlerle somut olayda mahkemece  davalının açıklanan şekilde gerçekleşen eyleminden sorumluluğu kabul  edilerek davacı eş yararına tazminata hükmedilmesi yerindedir.
Ne varki davacının kendi adına asaleten ve yaşı küçük çocuklarına velayeten açmış olduğu davada, 
Mahkemece: 
“  eşe karşı yapılan haksız fiilden dolayı verilecek olan tazminatın aile  kurumunun ayrılmaz bir parçası olan çocukları kapsaması gerektiği, aksi  düşüncenin aile kurumunun bütünlüğü ile bağdaşmayacağı, aile kurumunun  dağılmasının eşlere vereceği zararın çocuklara da yansıyacağı,  çocukların yaşları dikkate alındığında davalının eyleminin çocukların  kişilik haklarına da haksız saldırı niteliğinde olduğu ”        gerekçesiyle,  
her iki çocuk lehine de manevi tazminata hükmedilmiş ise de; 
818  sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde düzenlenen sorumluluğu  genişletmek olanaksız olduğu gibi, çocukları bu kapsamda değerlendirmek  söz konusu değildir. Yansıma yoluyla da manevi tazminat  istenilemeyeceğinden çocuklar yönünden Özel Daire bozma kararına  uyularak davanın reddine karar vermek gerekirken, önceki kararda  direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında,  Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesinde düzenlenen sadakat  yükümlülüğünün eşler arasında olduğu, bu yükümlülüğün ihlalinin boşanma  sebebi olup eşlerin birbirinden bu nedenle manevi tazminat talep  edebileceği, 
davacının sadakat hakkının mutlak değil nispi bir hak olduğu ve herkese karşı ileri sürülemeyeceği, 
davalının  davacıya karşı sadakat yükümlülüğü bulunmadığı gibi eyleminin açık ve  emredici bir kanun hükmüne aykırı olmadığı, davalının doğrudan doğruya  davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir  fiili bulunmadığı, 
davacıya zarar verme kastı ile hareket etmiş  olmadığı, ahlaka aykırılık unsurunun gerçekleşebilmesi için objektif  ahlaka aykırılık olması gerektiği, olayda müstakilen ve asli olarak  işlenebilen bir eylem olmadığından iştirak halinin de söz konusu  olamayacağı, davalının eyleminin davacının kişilik değerlerine saldırı  oluşturacak nitelikte olmadığı, bu nedenle Borçlar Kanunu hükümlerine  göre tazminatla sorumlu tutulamayacağı, 
Yasada olmayan bir  sorumluluğun ihdas edilmesinin doğru olmadığı kanaatiyle direnme  kararının davacı eş yönünden de bozulması gerektiği görüşü ileri  sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hal böyle olunca direnme kararı bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ:  Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının  yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı  BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri  verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 22.03.2017 gününde  oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava; Haksız eylem nedeniyle, kişilik haklarına saldırı iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.    
Davacı,  dava dışı koca ile halen evli olduklarını, bu evliliklerinden 2  çocukları olduğunu, kocasının evi terkettiğini ve davalı kadın ile bir  süreden beri birlikte yaşadıklarını, cinsel ve duygusal  birlikteliklerinin olduğunu, bu nedenle aile bütünlüğünün bozulduğunu,  davalının bu şekildeki tutumlarının kendisine ve çocuklarına yönelik  haksız eylem oluşturduğunu iddia ederek, kendisi ve iki çocuk için  manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Mahkemece, iddia olunan  olaylar sabit görülerek, bu durumun davacıda üzüntü ve psikolojik  rahatsızlık yarattığı, kendisine ve aile bütünlüğüne haksız bir saldırı  oluşturduğu kabul edilerek, davanın kısmen kabulü ile davacı için  5.000TL, her bir çocuk için ayrı ayrı 2.000`er TL manevi tazminata  hükmedilmiştir. 
Hükmün davalı tarafça temyizi üzerine özel  Dairece, sadakat yükümlülüğünün dava dışı eşe ait olduğu, davalının  doğrudan davacının bedensel ve ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı  bir eyleminin bulunmadığı, yasada sadakat yükümlülüğünü ihlal eden eşin  eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir  düzenleme getirilmediği, müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin olaya  uygulanmasının mümkün olamayacağı, dava dışı kocanın eylemine iştirak  halinin de sözkonusu olamayacağı ve eylemin davacının kişilik  değerlerine saldırı oluşturmayacağı düşünülerek, talebin tümden reddine  karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle oy çokluğuyla bozulmuştur.
Mahkemece, Önceki kararın gerekçesi genişletilerek ve karşı oy görüşü kısmen benimsenerek, direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı temyiz etmiştir.
Somut  olayda, dava dışı kocanın davalı kadın ile duygusal ve cinsel  birliktelik yaşadığı ve eş aldatması olarak tanımlanan eyleminin sadakat  yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu hususu tartışmasızdır. 
Davaya konu eylemin tamamlandığı ve davanın açıldığı tarih itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlüktedir.
Sadakat  yükümlülüğünün tanımı yasada yapılmamakla birlikte, TMK.185/3  maddesinde, eşlerin birbirlerine sadık kalmak zorunda oldukları  düzenlenmiştir.Bu yükümlülük öncelikle eşler arasındaki cinsel sadakati  kapsamakla birlikte sadece bundan ibaret değildir. Eşlerin birbirlerine  dürüst davranmaları, birbirlerinden gizli işler yapmamaları, sır  saklama, yalan söylememe, gerçekleri gizlememe gibi yükümlülükleri de  kapsamaktadır.
Eşlerden birinin sadakat yükümlülüğüne aykırı  davranması durumunda, diğer eş dilerse TMK.174/2 maddesi hükmü gereğince  şartları varsa boşanma sonucunda manevi tazminat talep edebileceği  gibi, BK. 49 .(TBK.58) maddesine dayanılarak, müstakil bir dava açmak  suretiyle de kişilik haklarının saldırıya uğradığı iddiasıyla diğer eşe  karşı manevi tazminat talep edebilir.Bu hususlarda herhangi bir tereddüt  bulunmamaktadır.
Ancak, Somut olayda olduğu gibi, dava dışı  kocanın cinsel sadakatsizlik eylemi sırasında birlikte olduğu davalı  kadın yönünden haksız eylemin varlığı veya kocanın haksız eylemine  katıldığı kabul edilerek tazmini sorumluluğuna gidilebilirmi?
Bunun  için öncelikle sadakat yükümlülüğünün hukuki niteliğinin doğru şekilde  tesbiti gerekir. Bu yükümlük TMK.185/3 maddesinde açıkça düzenlendiği  şekilde, evlilik sözleşmesinden kaynaklanan bir yükümlülük olup,  yalnızca sözleşmenin tarafları yani eşlerin birbirlerine karşı ileri  sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Evlilik sadece iki kişi  arasında haklar ve yükümlülükler doğuran bir sözleşmedir. Bu nedenle  davacı eş davalı 3.kişi konumundaki kadına karşı kişilik hakkının ihlal  edildiği iddiasını ileri süremez.
Davacı, 818 sayılı BK.nun  haksız fiil sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemesi olan 41/1 (TBK.49/1)  ve kişilik değerlerinin zedelenmesine ilişkin 49 (TBK58.)maddesine de  dayanamaz. Çünkü; sözkonusu yasa maddeleri gereğince haksız fiil  sorumluluğundan söz edilebilmesi için diğer şartların yani fiil, kusur,  zarar, illiyet bağı yanında ayrıca zarara sebep olan fiilin hukuka  aykırı olması yani emredici bir hukuk normuna aykırı olması gerekir.  Yukarıda da belirtildiği üzere, sadakat yükümlülüğü sadece eşler  arasında hüküm ve sonuç doğuracağından ve sadece eşlerce ihlal  edilebilecek bir nisbi hakka dayandığından, TMK.185.maddesindeki  emredicilik, sadece eşler açısından hukuka aykırılık unsurunun  gerçekleşmesini sağlamaya uygundur. Yani olayımızda, eş olmayan davalı  3.kişi yönünden fiilin hukuka aykırılık şartı gerçekleşmemiştir.
Yine,  somut olayda, müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de uygulanması  mümkün değildir. Zira, BK.50, 51 (TBK.61)maddesinde Birden fazla kişinin  birlikte bir zarara yol açmaları veya aynı zarardan çeşitli sebeplerle  sorumlu olmaları durumunda müteselsil sorumluluğun sözkonusu olacağı  düzenlenmiştir. Bu kapsamda sorumluluğa gidilebilmesi için, 3.kişi  konumundaki davalının fiilinin de hukuka aykırı olması gerekir. Davalı  kadının dava dışı koca ile birlikteliği şeklindeki davranışı davacı  yönünden haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğinden, müteselsil  sorumluluk esasına göre de sorumluluğuna gidilemez. 
Yine, olayda  iştirak hali de sözkonusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir  eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli  olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca, Haksız fiil sorumluluğunu  geniş ve yasada tanımı yapılmamış olan sadakat yükümlülüğüne iştirak  çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecek,  yasada yeri olmayan bir sorumluluk ihdas edilmiş olacaktır. Örneğin,  kazandığı paranın tamamını kumara, içkiye veya benzeri alışkanlıklarına  harcayan ve bu nedenle evin giderlerine katılmayan eşin bu sadakatsiz  davranışlarına muhatap olan ve evli olduğunu bilen herkesin, bu eşin  sadakatsizlik eylemine iştirak ettiği kabul edilerek, sorumlu tutulması  gerekecektir. Bunun hukuken kabulü mümkün değildir.
Mahkeme  kararının gerekçesinde yer almamakla birlikte; BK.41/2 (TBK.49/2)  maddeleri gereği, fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlaka  aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, öncelikle  subjektif değil, objektif ahlaka aykırılığın sözkonusu olması ve ayrıca  failin zarar görene zarar verme kastıyla adeta öç alma duygusuyla  hareket etmiş olması gerekir. Olayımızda, davalı davacıyı hiç  tanımamakta ve böyle bir amaçla hareket ettiği iddia dahi edilmemiştir.  Ayrıca, davacı kadın, sadakatsiz davranan dava dışı koca aleyhinde  boşanma yada tazminat talebiyle herhangi bir dava açmamıştır. Kocanın  açtığı boşanma davası ise takipsiz bırakılmıştır. Davacının bu şekildeki  tutumu hakaniyet duygusuyla da bağdaşmamaktadır.
Belirtilen  nedenlerle, Yüksek Özel Daire bozma kararının yerinde olduğunu, mahkeme  kararının tümden bozulması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle, çoğunluk  görüşüne katılmıyorum. 
Mustafa ÇAKMAK
4.Hukuk Dairesi Üyesi
                          YHGK 22.03.2017 - K.2017/545
____________ oOo ____________