|
MADDE 8- Madde ile, iş mahkemelerince verilip temyiz edilemeyen, bir başka ifadeyle bölge adliye mahkemelerinde kesinleşen kararlar düzenlenmektedir. Bu kapsamda 4857 sayılı Iş Kanununun 20 nci maddesinde düzenlenen fesih bildirimine itiraz (işe iade) davalan ve işveren tarafından toplu iş sözleşmesi veya işyeri düzenlemeleri uyarınca işçiye verilen disiplin cezalarının iptali için açılan davalar sayılmaktadır. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu Iş Sözleşmesi Kanunu ile 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikalan ve Toplu Sözleşme Kanununda düzenlenen ve maddede belirtilen davalann, işin niteliği de dikkate alınarak istinaf kanun yolunda kesinleşmesi kabul edilmektedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun "Temyiz edilemeyen kararlar" başlıklı 362 nci maddesinde bölge adliye mahkemelerince verilen ve tahdidi olarak sayılan hukuk mahkemesi kararlan hakkında temyiz yoluna başvurulamayacağı hükme bağlanmıştır. Anılan hüküm iş mahkemeleri için de geçerlidir. Bu kapsamda örneğin, miktar veya değeri 40 bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) (yeniden değerleme oranı dikkate alınarak 2017 yık için 41 bin 530 Türk Lirasını) geçmeyen davalara ilişkin olarak iş mahkemelerince verilen karar lamı da r maddenin birinci fıkrasında saklı tutulan hüküm uyannca istinaf kanun yolunda kesinleşmesi öngörülmektedir.
Düzenleme ile, 6100 sayılı Kanundaki genel düzenleme yanında, iş hukukunun temel prensipleri dikkate alınarak daha kısa sürede kesinleşmesinde yarar umulan dava türlerinin de bölge adliye mahkemelerinde kesinleşmesi öngörülmekte ve bu şekilde bir yandan da Yargıtayın iş yükünün hafifletilmesi amaçlanmaktadır.
MADDE 9- Madde ile, uygulamada herhangi bir tereddüde meydan vermemek amacıyla Kanunda hüküm bulunmayan haller bakımından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa genel bir atıf yapılmaktadır.
MADDE 10- Maddenin birinci fıkrası ile, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun yürürlükten kaldınldığı belirtilmektedir.
Maddenin ikinci fıkrası ile, yürürlükten kaldınlan 5521 sayılı Kanuna yapılan atıflann Kanuna yapılmış sayılacağı hüküm altına alınmaktadır.
MADDE 11- Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile, işe iade talebiyle açılacak davalar için arabulucuya başvurulmuş olması bir dava şartı olarak kabul edilmiştir. 4857 sayılı İş Kanununun 20 nci maddesinde işe iade talebiyle açılacak davalar düzenlendiği İçin, Tasanda yapılan düzenlemeye uyum sağlamak amacıyla maddede zorunlu olarak değişiklik yapılmaktadır. İşe İade talebiyle dava açmak için 4857 sayılı Kanunun 20 nci maddesinde öngörülen bir aylık süre. yapılan değişiklik ile arabulucuya başvurmak için kabul edilmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla işe iade talep eden işçi, fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde arabulucuya başvurmak zorunda olacaktır. Arabuluculuk faaliyeti
sonunda işçi ve işveren tarafının işe iade konusunda anlaşmaya varamamaları halinde, arabulucu tarafından son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilecektir. Mevcut hükümde öngörüldüğü gibi bu durumda taraflar aynı sürede iş mahkemesi yerine özel hakeme de gidebileceklerdir.
Dava şartı olarak arabuluculuğu düzenleyen Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında arabulucuya başvurmadan ya da arabulucuya başvurulduğu halde arabulucu tarafından anlaşmaya yarılamadığına ilişkin düzenlenen son tutanak dava dilekçesine eklenmeden dava açılması halinde yapılacak işlem düzenlenmektedir. Buna göre davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya yanlamadığına ilişkin son tutanağın aslım veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması halinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtannı içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkanlmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Bu hükme uyum sağlanması amacıyla 4857 sayılı Kanunun 20 nci maddesinde yapılan düzenleme ile, arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi halinde, işe iade talepli davalara münhasır olmak üzere, ret karannın resen tebliğe çıkanlacağı ve kararın usulen kesinleştirileceği; kesinleşen ret kararının da yine resen tebliğe çıkanlacağı ve bu tebliğden itibaren iki hafta içinde arabulucuya başvurulabileceği hükme bağlanmaktadır.
4857 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin üçüncü fıkrasında, bu madde uyarınca işe iade talebiyle açılacak davanın, Kanunun 7 nci maddesi uyarınca basit yargılama usulüne göre ve ivedilikle sonuçlandırılacağı; mahkemece verilen karar hakkında istinaf yoluna başvurulması halinde, bölge adliye mahkemesince de ivedilikle karar verileceği ve bu karann kesin olacağı hükme bağlanmaktadır.
MADDE 12- Madde ile, 4857 sayılı İş Kanununun 21 inci maddesinde değişiklik yapılmaktadır. Üçüncü fıkradan soma eklenen fıkrayla mahkeme veya özel hakemin, ikinci fıkrada düzenlenen tazminat ile üçüncü fıkrada düzenlenen ücret ve diğer hakları, dava tarihindeki ücreti esas alarak parasal olarak belirleyeceği hüküm altma alınmaktadır. Uygulamada işe iade karan veren mahkeme boşta geçen süreye ilişkin alacak (ücret ve diğer haklar) ile işe başlatmama tazminatını ay esaslı olarak belirlemektedir. Bunun sonucu olarak işe iade karanna dayanarak işe başlamak isteyen işçinin işe başlatılmaması durumunda kararda ay esaslı olarak belirlenen alacak ve tazminatın tahsili için ikinci bir dava açması gerekmektedir. Hem işçi bakımından sorunlu olan bu durumun önüne geçmek hem de yargının iş yükünü azaltmak amacıyla mahkemenin belirtilen alacak ve tazminatı parasal olarak belirlemesi öngörülmekte ve işe başlatılmama durumunda kararda yazan parasal miktann tahsili için doğrudan icra takibine geçilebilmesine imkan tanınmaktadır. Düzenleme ile, ikinci fıkrada belirtilen tazminat ile üçüncü fıkrada belirtilen ücret ve diğer haklann "dava tarihindeki ücret" esas alınarak parasal olarak belirlenmesi kabul edilmekte ve böylece uygulama sorunlannın önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Mevcut beşinci fıkradan sonra ilave edilen fıkrada da, belirtilen alacak ve tazminatların arabuluculuk görüşmelerinde de parasal olarak belirlenmesi zorunluluğu getirilmektedir.
Mevcut beşinci fıkradan sonra ilave edilen fıkrada arabuluculuk faaliyeti sonunda tarafların, İşçinin işe başlatılması konusunda anlaşmalan hali detaylı olarak düzenlenmektedir. Bu durumda taraflar; işe başlatma tarihini, üçüncü fıkrada düzenlenen ücret ve diğer haklann parasal miktarını ve işçinin işe başlatılmaması durumunda ikinci fıkrada düzenlenen tazminatın parasal miktannı da belirlemek zorundadır. Aksi takdirde anlaşma sağlanamamış sayılacak ve son tutanak buna göre düzenlenecektir. İşçinin kararlaştırılan tarihte işe
başlamaması halinde fesih geçerli hale gelecek ve işveren sadece bunun hukuki sonuçlan ile sorumlu olacaktır.
MADDE 13- Tasanyla kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi alacak ve tazminatlan için arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı haline getirilmiştir. Madde ile, Çalışma ve İş Kurumu il müdürlükleri personelinin "iş sözleşmesi fiilen sona eren işçilerin" kanundan, iş ve toplu iş sözleşmesinden doğan bireysel alacaklarına ilişkin şikayetleri inceleme yetkisi kaldınlmaktadır. İş sözleşmesi devam eden işçiler bakımından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının iş müfettişleri eliyle denetim ve teftiş yetkisi devam edecektir. İş sözleşmesi fiilen sona eren işçiler ise doğrudan arabulucuya başvuracaklardır.
MADDE 14- Kanunun 13 üncü maddesiyle 4857 sayılı İş Kanununun 91 inci maddesinde yapılan değişikliğin zorunlu sonucu olarak ve aynı gerekçeye istinaden madde ile, 4857 sayılı Kanunun 92 nci maddesinde de değişiklik yapılmaktadır.
MADDE 15- 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun "I. On yıllık zamanaşımı" başlıklı 146 nci maddesi uyannca kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir. Anılan Kanunun "II. Beş yıllık zamanaşımı" başlıklı 147 nci maddesinde ücret gibi dönemsel edimler için beş yıllık zamanaşımı süresi öngörülmüştür. 4857 sayılı İş Kanununun 32 nci maddesinde yer alan "Ücret alacaklannda zamanaşımı süresi beş yıldır." şeklindeki hüküm de bu düzenlemeyle uyumludur.
Feshe bağlı alacaklar, 6098 sayılı Kanunun 147 nci maddesinde tahdidi olarak sayılan ve beş yıllık zamanaşımına tabi alacaklar arasında sayılmadığı için anılan Kanunun 146 nci maddesi uyannca on yıllık zamanaşımına tabidir. İşverenler yönünden bu sürenin uzun olduğu, yapılan bir fesih sebebiyle on yıl boyunca dava tehdidi ile karşı karşıya kalınmasının yeni yatınmlar yapılması konusunda işverenlerin cesaretini kırdığı ve ekonomik anlamda önünü görme ve plan yapma konusunda sıkıntılar yaşanmasına sebep olduğu sıklıkla dile getirilmektedir. İşçiler yönünden ise fesih tarihinin tartışmasız ve net bir şekilde bilindiği, feshe bağlı alacağım dava etmek isteyen işçi için günümüz iletişim imkanlan ve bilgilendirilme durumu dikkate alındığında, fesihten itibaren on yıllık zamanaşımı süresinin çok uzun olduğu, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalmanın hukuk düzeni tarafından korunmaması gerektiği ifade edilmektedir. Bu sürenin kısaltılmasının, işçinin yeni iş bulma ve geleceğini planlamasına katkı sağlayacağı ve feshe bağlı alacağını talep etmek konusunda bir an önce harekete geçmesinin lehine olan delillerin korunmasına yardımcı olacağı da dile getirilmektedir. Bu kapsamda işçi ve işveren arasındaki uyuşmazlığın olabilecek en kısa sürede çözümlenmesinin sosyal barışa katkı sağlayacağı da düşünülmektedir.
Bu gerekçelerle madde ile, iş sözleşmesinden kaynaklanmak kaydıyla, hangi kanuna tabi olursa olsun, yıllık izin ücreti, kıdem tazminatı, iş sözleşmesinin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat (ihbar tazminatı), kötüniyet tazminatı ve iş sözleşmesinin eşit davranma ilkesine uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat için zamanaşımı süresi beş yıl olarak öngörülmekte ve feshe bağlı olan bu alacaklar bakımından getirilen sürenin taraf menfaatlerine uygun ve sosyal banşa katkı sağlayacak nitelikte olduğu değerlendirilmektedir. Maddede tahdidi olarak sayılan bu alacaklar yönünden kabul edilen beş yıllık sürenin işçi bakımından da yeterli olacağı düşünülmektedir.
MADDE 16- Madde ile, Tasarıyla 4857 sayılı İş Kanununa eklenen ek 3 üncü maddedeki zamanaşımına ilişkin hükümlerin uygulanma zamanı düzenlenmektedir. Buna göre; beş yıllık zamanaşımı süresine ilişkin hüküm, anılan maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra sona eren iş sözleşmelerinden kaynaklanan yıllık izin ücreti ile ek 3 üncü maddedeki tazminatlar (kıdem tazminatı, iş sözleşmesinin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat, kötüniyet tazminatı ve iş sözleşmesinin eşit davranma ilkesine uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat) hakkında uygulanacaktır.
Ayrıca madde ile, ek 3 üncü maddede belirtilen yıllık izin ücreti ve tazminatlar için bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan zamanaşımı sürelerinin, değişiklikten önceki hükümlere tabi olmaya devam edeceği, ancak zamanaşımı süresinin henüz dolmamış kısmının ek 3 üncü maddede öngörülen süreden uzun olması durumunda, ek 3 üncü maddede öngörülen sürenin geçmesiyle zamanaşımı süresinin dolmuş sayılacağı hükme bağlanmaktadır.
MADDE 17- Madde ile, arabuluculuğun tanımında düzenleme yapılmakta ve arabuluculuk görüşmelerinde tarafların bir çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması halinde, arabulucunun çözüm Önerisi getirebilmesine imkan sağlanmaktadır. Ayrıca, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 2 nci maddesine yapılan bent ilavesiyle "idare" tanımlanmaktadır. Böylece arabuluculuk görüşmelerine taraf olarak katılacak "idare" net bir şekilde düzenlenmektedir.
MADDE 18- Madde ile, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 15 inci maddesinde yapılması öngörülen değişikliğin zorunlu sonucu olarak arabuluculuk görüşmelerine taraflar dışında katılan kişilerin gizliliğe riayet etmek zorunda oldukları hükme bağlanmaktadır.
MADDE 19- Madde ile, sicile kayıtlı arabulucuların, arabulucu unvanını uzmanlık alanlarıyla birlikte kullanabilmelerine imkan tanınmakta ve bu konudaki usul ve esasların Arabuluculuk Daire Başkanlığı tarafından belirlenmesi öngörülmektedir.
MADDE 20- Madde ile, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 6 nci maddesinde yapılan değişikliğe uyum sağlanması amacıyla arabuluculuğa ilişkin uzmanlık alanlarının kullanılmasının reklam yasağı kapsamı dışında kaldığı hüküm altına alınmaktadır.
MADDE 21- 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 13 üncü maddesine eklenen fıkra ile, arabuluculuk ücretini karşılamak için adli yardıma muhtaç tarafın, arabuluculuk bürosunun bulunduğu yerdeki sulh hukuk mahkemesinin kararıyla adli yardımdan yararlanabileceği, bu konuda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334 ila 340 ıncı maddelerinin kıyasen uygulanacağı düzenlenmektedir.
MADDE 22- Madde ile, yaşanan uygulama sorunlarının giderilmesi amacıyla tarafların bizzat, kanuni temsilcileri veya avukatları aracılığıyla arabuluculuk görüşmelerine katılabilecekleri hüküm altına alınmakta ve ayrıca uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlayabilecek uzman kişilerin de müzakerelerde hazır bulundurulabileceği öngörülmektedir.
Arabulucunun tanımında Tasarıyla yapılan değişikliğe uygun olarak tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması halinde arabulucunun bir çözüm önerisinde bulunabileceği hükme bağlanmaktadır.
Arabuluculuk görüşmelerinde idarenin temsiline ilişkin hüküm getirilmekte ve arabuluculuk müzakerelerinde idareyi, üst yönetici tarafından belirlenen iki üye ile hukuk birimi amiri veya onun belirleyeceği bir avukat ya da hukuk müşavirinden oluşan komisyonun temsil edeceği, komisyonun arabuluculuk müzakereleri sonunda gerekçeli bir rapor düzenleyeceği ve bu raporu beş yıl boyunca saklayacağı, ayrıca komisyon üyelerinin arabuluculuk faaliyeti kapsamında yaptıkları işler ve aldıkları kararlar sebebiyle açılacak tazminat davalarının, ancak Devlet aleyhine açılabileceği. Devletin ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan üyelere ödeme tarihinden itibaren bir yıl içinde rücu edeceği öngörülmektedir.
MADDE 23- Madde ile, arabuluculuk faaliyetinin sona ermesine ilişkin hükümde değişiklik yapılmaktadır. Buna göre uyuşmazlığın, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince uzlaşma kapsamına girmeyen bir suçla ilgili olduğunun anlaşılması halinde arabuluculuk faaliyeti sona ermeyecek ve bu konuda da arabuluculuk görüşmeleri yapılabilecektir. Ayrıca 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 15 inci maddesinin altıncı fıkrasında yapılan değişiklikle uyumlu olarak anılan Kanunun 17 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "vekillerince" ibareleri "kanuni temsilcileri veya avukatları" şeklinde değiştirilmektedir. Böylece arabuluculuk faaliyetini sonuçlandıran tutanağın taraflar, kanuni temsilcileri ve avukatları tarafından imzalanabileceği hükme bağlanmaktadır.
MADDE 24- 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18 inci maddesinin ikinci fıkrasında yapılan düzenleme ile, dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulması halinde anlaşmanın icra edilebilirliğine ilişkin şerhin asıl uyuşmazlık hakkındaki görev ve yetki kurallarına göre belirlenecek olan mahkemeden talep edilebileceğine ilişkin hüküm değiştirilerek bu şerhin arabulucunun görev yaptığı yer sulh hukuk mahkemesinden istenebileceği hükme bağlanmaktadır. Son tutanaktan arabuluculuk görüşmelerinin farklı yerlerde yapıldığının anlaşıldığı durumlarda görev yapılan bütün yerlerdeki sulh hukuk mahkemelerinin yetkili olduğunda kuşku bulıınmamaktadır. Böylece asıl uyuşmazlığın niteliği sebebiyle şerh verecek mahkeme konusunda doğabilecek görev ve yetki uyuşmazlıkları önlenmiş olacaktır.
6325 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik ile, bir çekişmesiz yargı işi niteliğinde olan icra edilebilirlik şerhinin verilmesine ilişkin incelemenin, aile hukukuna ilişkin uyuşmazlıkların incelenmesi hariç, dosya üzerinden yapılması kural haline getirilmektedir. Bu düzenleme yapılırken incelemenin kapsamının, anlaşmanın içeriğinin arabuluculuğa ve cebri icraya elverişli olup olmadığı hususlarıyla sınırlı olduğuna ilişkin hüküm esas alınmakta ve bu kapsamda incelemenin dosya üzerinden yapılması gerekli ve yeterli görülmektedir.
6325 sayılı Kanunun 18 inci maddesine eklenen dördüncü fıkra İle, taraflar ve avukatları ile arabulucunun birlikte imzaladıkları anlaşma belgesinin, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilam niteliğinde belge sayılacağı hükme bağlanmaktadır. Bu düzenleme yapılırken 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun "Uzlaşma sağlama" başlıklı 35/A maddesi dikkate alınmaktadır. Zira bu maddede "Avukatlar dava açılmadan veya dava açılmış olup da henüz duruşma başlamadan önce kendilerine intikal eden iş ve davalarda, tarafların kendi iradeleriyle istem sonucu elde edebilecekleri konulara inhisar etmek kaydıyla, müvekkilleriyle birlikte karşı tarafı uzlaşmaya davet edebilirler. Karşı taraf bu davete icabet eder ve uzlaşma sağlanırsa, uzlaşma konusunu, yerini, tarihini, karşılıklı yerine getirmeleri gereken hususları içeren tutanak, avukatlar ile müvekkilleri tarafından birlikte imza altına alınır. Bu tutanaklar 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesi anlamında ilâm niteliğindedir." hükmü yer almaktadır.
6325 sayılı Kanunun 18 inci maddesine eklenen beşinci fıkra ile, arabulucu huzurunda anlaşılması halinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamayacağı hüküm altına alınmaktadır. Anlaşılan hususların bilahare dava edilemeyeceği dikkate alındığında arabulucu tarafından düzenlenecek ve taraflar ve varsa temsilcileri veya avukatları tarafından imzalanacak anlaşma tutanağında "anlaşılan hususların'" net bir şekilde ortaya konulmasında zorunluluk bulunmaktadır. Örneğin işçi ve işveren tarafı kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla mesai ücreti konusunda anlaştıklarında arabulucunun bu kalemleri ayrıca ve açıkça tutanağa bağlamasında fayda görülmektedir. Anlaşma tutanağının içeriğinden "anlaşılan hususlar" net bir şekilde görülebilmeli ve bilahare dava açma yasağına tabi olan bu hususlar tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça tespit edilebilmelidir.
MADDE 25- Madde ile, Arabuluculuk Daire Başkanlığının, sicile kayıtlı arabuluculan, görev yapmak istedikleri adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarına göre listelemesi ve listeleri ilgili komisyon başkanlıklarına göndermesi hüküm altına alınmakta ve bir arabulucunun en fazla üç komisyon listesine kaydolabilmesine imkan tanınmaktadır.
MADDE 26- Madde ile, arabuluculuk teşkilatına arabuluculuk büroları dahil edilmektedir. Arabuluculuğa başvuranları bilgilendirmek, arabulucuları görevlendirmek ve kanunla verilen diğer görevleri yerine getirmek üzere Bakanlık tarafından uygun görülen adliyelerde arabuluculuk büroları kurulacaktır. Adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu tarafından, münhasıran bu bürolarda çalışmak üzere bir yazı işleri müdürü ile yeteri kadar personel görevlendirilmesi ve arabuluculuk bürolarının, Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirlenen sulh hukuk hâkiminin gözetim ve denetimi altında görev yapması öngörülmektedir. Arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde bu büroların görevi, adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu tarafından görevlendirilen sulh hukuk mahkemesi yazı işleri müdürlüğünce, ilgili hâkimin gözetim ve denetimi altında yerine getirilecektir.
MADDE 27- Madde ile, işçi ve işveren sendikaları konfederasyonlarının Arabuluculuk Kurulunda temsil edilmeleri sağlanmaktadır. Ayrıca 15/2/2014 tarihli ve 6524 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla 23/7/2003 tarihli ve 4954 sayılı Türkiye Adalet Akademisi Kanununun 11 inci maddesinde yapılan değişikliğe uyum sağlanması amacıyla Türkiye Adalet Akademisi Eğitim Merkezi Müdürü unvanı, Türkiye Adalet Akademisi Eğitim Merkezi Başkam şeklinde değiştirilmektedir.
MADDE 28- Madde ile, 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan tarafların arabuluculuk görüşmelerine vekilleri aracılığıyla da katılabileceğine ilişkin hüküm, bu konuda anılan Kanunun 15 inci maddesinde yapılan düzenleme dikkate alınarak yürürlükten kaldırılmaktadır.
MADDE 29- Madde ile, 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen istinaf kanun yoluna ilişkin hükümlerin uygulanmaya başladığı dikkate alınarak, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 5 inci maddesinde uyum düzenlemesi yapılmaktadır. Bu kapsamda bir iş yerinin girdiği iş kolunun tespitine ilişkin Bakanlık kararına karşı açılan davada, ilk derece mahkemesince verilen karara karşı gidilebilecek kanun yoluna ilişkin hüküm sevk edilmektedir.
MADDE 30- Madde ile, 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen istinaf kanun yoluna ilişkin hükümlerin uygulanmaya başladığı dikkate alınarak, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 15 inci maddesinde uyum düzenlemesi yapılmaktadır. Bu kapsamda kanun ve tüzük hükümlerine aykırı olarak genel kurul ve seçim yapılması veya seçim sonuçlarını etkileyecek ölçüde bir usulsüzlük ya da kanuna aykırı uygulama iddiasıyla, bu işlemlerin veya genel kurulun iptali için açılan davada, ilk derece mahkemesince verilen karara karşı gidilebilecek kanun yoluna ilişkin hüküm sevk edilmektedir.
MADDE 31- Madde ile, 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen istinaf kanım yoluna ilişkin hükümlerin uygulanmaya başladığı dikkate alınarak, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 24 üncü maddesinde uyum düzenlemesi yapılmaktadır. Bu kapsamda işyeri sendika temsilciliğinin güvencesini sağlamak amacıyla açılan davada, ilk derece mahkemesince verilen karara karşı gidilebilecek kanun yoluna ilişkin hüküm sevk edilmektedir. Bu düzenleme Kanunun "Temyiz edilemeyen kararlar" başlıklı 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yapılan düzenlemenin de zorunlu bir sonucudur.
MADDE 32- Madde ile, 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen istinaf kanun yoluna ilişkin hükümlerin uygulanmaya başladığı dikkate alınarak, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 34 üncü maddesinde uyum düzenlemesi yapılmaktadır. Bu kapsamda işletme toplu iş sözleşmesi yapılacak işyerlerinin aranılan niteliğe sahip olup olmadıklarına ilişkin uyuşmazlıkların çözümü amacıyla açılan davada, ilk derece mahkemesince verilen karara karşı gidilebilecek kanun yoluna ilişkin hüküm sevk edilmektedir. Bu düzenleme Kanunun "Temyiz edilemeyen kararlar" başlıklı 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yapılan düzenlemenin de zorunlu bir sonucudur.
MADDE 33- Madde ile, 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen istinaf kanun yoluna ilişkin hükümlerin uygulanmaya başladığı dikkate alınarak, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 41 inci maddesinde uyum düzenlemesi yapılmaktadır. Bu kapsamda bir işkolunda çalışan işçilerin yüzde 1 'inin tespitinde esas alınan ve Bakanlıkça her yıl ocak ve temmuz aylarında yayımlanan İstatistiklerin gerçeğe uymadığı gerekçesiyle açılan davada, ilk derece mahkemesince verilen karara karşı gidilebilecek kanun yoluna ilişkin hüküm sevk edilmektedir.
MADDE 34- Madde ile, 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen istinaf kanun yoluna ilişkin hükümlerin uygulanmaya başladığı dikkate alınarak, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 43 üncü maddesinde uyum düzenlemesi yapılmaktadır. Bu kapsamda 6356 sayılı Kanunun 42 nci maddesi uyarınca toplu iş sözleşmesi yapma konusunda yetkili sendikanın belirlenmesi talepleri hakkında Bakanlık tarafından yapılan tespit aleyhine anılan Kanunun 43 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca açılan davada, ilk derece mahkemesince verilen karara karşı gidilebilecek kanun yoluna ilişkin hüküm sevk edilmektedir. Öte yandan anılan Kanunun 43 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak davalarda verilen kararlar hakkında 6100 sayılı Kanundaki genel hükümler uyarınca istinaf ve temyiz kanun yoluna başvurulabileceği açıktır.
MADDE 35- Madde ile, 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen istinaf kanun yoluna ilişkin hükümlerin uygulanmaya başladığı dikkate alınarak, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 53 üncü maddesinde uyum düzenlemesi yapılmaktadır. Bu kapsamda uygulanmakta olan bir toplu iş sözleşmesinin yorumundan doğan uyuşmazlıkların giderilmesi için açılan davada, ilk derece mahkemesince verilen karara karşı gidilebilecek kanun yoluna ilişkin hüküm sevk edilmektedir. Bu düzenleme Kanunun "Temyiz edilemeyen kararlar" başlıklı 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yapılan düzenlemenin de zorunlu bir sonucudur.
MADDE 36- Madde ile, 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen istinaf kanun yoluna ilişkin hükümlerin uygulanmaya başladığı dikkate alınarak, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 71 inci maddesinde uyum düzenlemesi yapılmaktadır. Bu kapsamda karar verilen veya uygulanmakta olan bir grev veya lokavtın kanun dışı olup olmadığının tespiti amacıyla açılan davada, ilk derece mahkemesince verilen karara karşı gidilebilecek kanun yoluna ilişkin hüküm sevk edilmektedir. Bu düzenleme Kanunun "Temyiz edilemeyen kararlar" başlıklı 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yapılan düzenlemenin de zorunlu bir sonucudur.
MADDE 37- 399 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 9 uncu maddesi "Özel hukuk hükümlerine göre kurulmuş olup yönetim kademelerinde iş kanunları çerçevesinde personel çalıştıran ve ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan teşebbüs ve bağlı ortaklık personeli hakkında, yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten önce tabi oldukları iş kanunu hükümleri uygulanır. Bu kuruluşların genel müdür, genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu üyelerinin (seçimle gelenler hariç) atanmalarında 2477 sayılı Kanun hükümleri uygulanır. Bunun dışında kalan görevlere yönetim kurullarınca atama yapılır." şeklindedir.
Kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarında 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine tabi olarak çalışan ancak sendikalarla işveren arasında akdedilen toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanamayan işçiler "kapsam dışı personel" olarak adlandırılmaktadır. Bu personelle ilgili uyuşmazlıkların çözümleneceği yargı düzeni ve mahkemeler uzun süre tartışılmış ve Uyuşmazlık Mahkemesini meşgul etmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü 1990'lı yılların ilk yansında 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına bağlı bir kamu iktisadi kuruluşu olan Petrol Ofisi A.Ş.'nin Bakanlar Kurulu kararıyla özelleştirilmesinden sonra bu kurum personeliyle ilgili uyuşmazlıkların adli yargı yerinde görülmesine; POAŞ'ta sözleşmeli olarak çalışan personelin emekli olması sonucu iş sonu (kıdem) tazminatı talebine ilişkin uyuşmazlığın adli yargı yerinde görülmesine; PTT'de sözleşmeli statüde çalışmakta iken sözleşmesi feshedilen davacının iş sonu tazminatı talebine ilişkin uyuşmazlığın adli yargı yerinde görülmesine; PETKİM'de kapsam dışı personel statüsünde çalışmakta iken iş akdi feshedilen işçinin, feshin iptaline ilişkin talebinin adli yargı yerinde görülmesine; BOT AŞ'ta kapsam dışı personel statüsünde çalışmakta iken iş akdi feshedilen işçinin, feshin iptaline ilişkin talebinin adli yargı yerinde görülmesine karar vermiş iken BOTAŞ'ta kapsam dışı personel statüsünde çalışmakta iken iş akdi feshedilen bir başka işçinin, feshin iptaline ilişkin talebinin idari yargı yerinde görülmesine karar vermiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümünün aynı statüdeki davacılar hakkında verdiği ve farklı yargı düzenlerini görevli gördüğü bu çelişkili kararlardan sonra konu Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun önüne gelmiş ve Genel Kurul, 22/1/1996 tarihli ve E.: 1995/1 ve K.: 1996/1 sayılı Kararında, "özelleştirme kapsamına alınan kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarının özel hukuk tüzel kişiliğine geçiş döneminde kamu kurumu olan vasıflarını tamamen yitirmemiş oldukları, bu kurumlarda çalışan sözleşmeli ve kapsam dışı personelin kamu personeli sayıldıktan, İdare ile olan ilişkileri nedeniyle açılan davalarda, işlemin yasaya ve hukuka uygun olup olmadığının incelenmesinin idari yargı yerinin görevine girdiği bu nedenle ... özelleştirme kapsamında bulunmayan Kamu İktisadi Teşebbüslerinde kapsam dışı statüde çalışan personelin kurumlan ile olan ilişkilerinden doğan anlaşmazlığın çözüm yerinin, idari yargı olduğuna ve konunun 2247 sayılı Yasa'nın 30. maddesi uyannca bu doğrultuda ilke karanna bağlanmasına, ..." karar vererek bu çelişkileri kesin kararla sonlandırmışür.
Zaman içinde 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan teşebbüs ve bağlı ortaklıklann pek çoğunun personelinin hukuki statüleri, sonradan yapılan düzenlemelerle netleştirilmiştir. Ancak ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan, personeli hakkında sonradan düzenleme de yapılamayan ve Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulunun karannda da örnek olarak zikredilen BOTAŞ ve TPAO gibi kuruluşların personeline ilişkin uyuşmazlıklar, yukarıda belirtilen karara İstinaden idari yargı denetiminde bulunmaktadır.
Bu teşebbüs ve bağlı ortaklıklann özel hukuk tüzel kişisi niteliğinde olmalan, bunlann personelinin de işçi statüsünde özel hukuk hükümlerine tabi olması gerektiği, bu sebeple bunlann kendi personeliyle yaptıkları sözleşmenin de özel hukuk hükümlerine tabi olması gerektiği kabul edilmektedir. Kaldı ki ciddi bir rekabet ortamı içinde kârlılık ve verimlilik ilkeleri doğrultusunda faaliyet gösteren ve özel hukuka tabi bu teşebbüs ve bağlı ortaklıklar ile bunlann personeli (işçiler) arasındaki uyuşmazlıklann idari yargı denetimine tabi olması idari yargı mekanizmasıyla da örtüşmemektedir. Zira idari yargıda davalı, kamu gücünü kullanan idaredir. Yargı denetimine tabi olan konu da idarenin işlem ve eylemleridir. Oysa bu teşebbüs ve bağlı ortaklıklarla ilgili davalarda idare mahkemeleri çoğunlukla kıdem ve ihbar tazminatı veya yıllık izin ücreti gibi iş mahkemelerinin görev ve ihtisas alanına giren konularda karar vermektedirler. Bu sebeple madde ile, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 1 inci ve geçici 9 uncu maddelerine tabi teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında çalışan personel ile bu teşebbüs ve bağlı ortaklıklar arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklanna ilişkin dava ve işlerin iş mahkemelerinde görülmesi esası kabul edilmektedir.
GEÇİCİ MADDE 1- Maddenin birinci fıkrası ile, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu gereğince kurulan iş mahkemelerinin Kanun uyarınca kurulmuş iş mahkemeleri olarak kabul edileceği ve maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davaların, açıldıkları mahkemelerde görülmeye devam olunacağı hükme bağlanmaktadır.
Kural olarak usul hükümleri derhal yürürlüğe girer. Ancak Kanunla getirilen "dava şartı olarak arabuluculuğa" ilişkin hükümlerin derhal yürürlüğe girecek olması, yargı mercilerinin elinde derdest olan dosyaların arabulucuya başvuru zorunluluğu sebebiyle iade edilmesini gündeme getirecek olup bu durumun uygulamada oluşturacağı sıkıntılar ve gecikmeler dikkate alınarak ikinci fıkra sevk edilmektedir. Buna göre Kanunun dava şartı olarak arabuluculuğa İlişkin hükümleri, bu hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemeleri ve bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtayda görülmekte olan davalar hakkında uygulanmayacaktır.
Maddenin üçüncü fıkrası uyarınca başka mahkemelerin görev alanına girmekteyken Kanunla iş mahkemelerinin görev alanına dahil edilen dava ve işler, iş mahkemelerine devredilemeyecek; kesinleşinceye kadar ilgili mahkemeler tarafından görülmeye devam olunacaktır. Örneğin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun hizmet sözleşmelerine ilişkin hükümlerine istinaden asliye hukuk mahkemelerinde açılan davalar, bu fıkra uyarınca ilgili mahkemelerce sonuçlandırılacaktır.
Maddenin dördüncü fıkrası uyarınca ilk derece mahkemeleri tarafından Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen kararlar, karar tarihindeki kanun yoluna ilişkin hükümlere tabi olacaktır. Bilindiği gibi 20 Temmuz 2016 tarihinde bölge adliye mahkemeleri tüm yurtta faaliyete geçmiş ve istinaf kanun yoluna ilişkin mevzuat hükümleri uygulanmaya başlamıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen ilk derece mahkemesi kararlan, doğrudan temyize tabi olarak Yargıtaya gönderilecektir. Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden sonra verilen ilk derece mahkemesi kararlan ise Önce istinaf kanun yolunda bölge adliye mahkemelerince incelenecek ve bölge adliye mahkemelerince karara bağlanan bu dosyalardan temyiz yolu açık olanlar Yargıtay incelemesine tabi tutulacaktır. Bu kapsamda örneğin işe iade davaları istinaf ve temyiz yoluna tabi olan davalardandır. Dolayısıyla bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra ilk derece mahkemelerince işe iade talebi konusunda verilen kararlar hem istinaf hem de temyiz kanun yoluna tabidir. Ancak Kanun ile, işe iade davalan bakımından temyiz yolu kapatılmış olup bu davalann istinaf kanun yolunda kesinleşmeleri öngörüldüğünden bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra ve fakat Kanunun yürürlüğe girmesinden önce ilk derece mahkemeleri tarafından işe iade talepleri konusunda verilen kararlann hangi aşamada kesinleşeceği sorunu ortaya çıkmaktadır. Düzenleme ile, bölge adlîye mahkemelerinin faaliyete geçtiği tarihten sonra ve fakat Kanunun yürürlüğe girmesinden önce ilk derece mahkemeleri tarafından işe iade talepleri konusunda verilen kararlann istinaf ve temyiz yoluna tabi olduğu açıkça belirtilmekte; Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra ilk derece mahkemelerince işe iade talepleri konusunda verilen kararlann ise istinaf kanun yolunda kesinleşeceği ve artık temyiz yolunun kapatıldığı hükme bağlanmaktadır. Bu düzenleme, Kanunun "Temyiz edilemeyen kararlar" başlıklı 8 inci maddesinde sayılan diğer kararlar bakımından da geçerli olacaktır.
MADDE 38- Yürürlük maddesidir.
MADDE 39- Yürütme maddesidir.
|