| 
		 
			
			 
			
			
			
			
		 
			
				  
				
		
	  | 
	
	
		
			
			
				 
				
			 
			 
			
		
		
		
		T.C 
YARGITAY 
HUKUK GENEL KURULU  
ESAS NO:2011/2-703  
KARAR NO:2012/70  
KARAR TARİHİ:15.02.2012  
 
T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu ESAS NO : 2011/2-703 KARAR NO : 2012/70 Y A R G I T A Y İ L A M I  
İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : Kadıköy 1. Aile Mahkemesi TARİHİ : 26/07/2011 NUMARASI : 2011/439-2011/653  
DAVACI : T... vekilleri Av... 
DAVALI : N... vekilleri Av... 
 
 Taraflar arasındaki “Boşanma ( Kusur Tespiti)” davasından dolayı  yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 1.Aile Mahkemesince davanın kabulüne  dair verilen 10.02.2010 gün ve 2009/1074 E., 2010/77 K. sayılı kararın  incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay  2.Hukuk Dairesinin 15.12.2010 gün ve 2010/8335 E., 2010/21119 sayılı  ilamı ile,  
 
Davacı, boşanma ile ilgili hüküm kesinleşmeden önce  7.7.2009 tarihinde ölmüştür. Davacının mirasçıları Türk Medeni Kanununun  181/2. maddesi gereğince davalının kusurlu olduğunun tespitini  istemişlerdir.  
 
Mahkemece dava kabul edilip davalının daha fazla  kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiştir. Taraflardan ve üçüncü  kişilerden aktarılan olaylar hükme esas alınamaz. Davacı tanıklarının  sözlerinin bir kısmı davalının kusurlu olduğunu kabule elverişli olmayan  beyanlar olup, bir kısmı ise sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı  olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken  delillerin taktirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile davalının  kusurlu olduğunun tespitine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır  gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan  yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.  
 
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili  
 
HUKUK GENEL KURULU KARARI  
 
Hukuk  Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği  anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:  
 
Dava,  boşanma istemine ilişkin olmakla birlikte, yargılama aşamasında davacı  öldüğünden davaya kusur tespiti davası olarak devam olunmuştur. Davacı  T...vekili dava dilekçesinde, taraflar arasındaki evlilik birliğinin  ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede  temelinden sarsıldığı iddiasıyla tarafların boşanmalarına, davacı  yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.  
 
Davalı  N....vekili, iddiaların asılsız olduğunu taraflar arasında herhangi bir  uyuşmazlık bulunmadığını, davacının temyiz kudretine sahip olmadığını  belirterek davanın reddini savunmuş; aksi halde maddi manevi tazminata  birleşen davada da nafakaya hükmedilmesini istemiştir  
 
Yargılama  sırasında davacıya kızı S.... vasi olarak atanmıştır. Mahkemece  davalının daha fazla kusurlu kabul edilerek verilen davanın kabulüne  ilişkin ilk karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece,  dosyaya sunulan nüfus kayıt örneğinden davacı T....’in 07.07.2009  tarihinde öldüğünün anlaşıldığına işaretle evliliğin ölüm ile son  bulduğu, davanın konusunun kalmadığı, bu konuda bir karar verilmek üzere  hükmün bozulması gerektiği, gerekçesi ile karar bozulmuş; bunun üzerine  davacı mirasçıları S.... vs. vekili 4721 sayılı Medeni Kanunu(TMK)’nun  181.maddesi uyarınca inceleme yapılarak davalının kusurlu olduğunun  tespitine karar verilmesini istemişler; mahkemece bozma ilamına uyularak  davaya kusur tespiti davası olarak devam olunmuş ve davalı Nuray Ö.'in  daha fazla kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiş;  
 
davalı  vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde  açıklanan nedenlerle ikinci kez bozulmuştur. Mahkeme, tanık anlatımları  dışında başka delillere dayanarak kusur tespitine karar verdiğini,  savcılık evrakı, icra dosyaları ve CD kayıtlarında taraflar arasında  geçen konuşma sonucu davalının davacıya ekonomik şiddet uyguladığı  gerekçesiyle önceki kararında direnmiş; hükmü davalı vekili temyize  getirmiştir.  
 
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen  uyuşmazlık; dosyada mevcut delillerin davalının evlilik birliğinin  temelinden sarsılmasında kusurlu kabul edilmesine yeterli olup olmadığı,  noktasında toplanmaktadır.  
 
Öncelikle mahkemece direnme  kararında gerekçe olarak dayanılan ses ve görüntü kaydı içeren CD  delilinin, hukuken geçerli ve hükme esas alınabilecek bir delil  niteliğinde olup olmadığının çözümü gerekmektedir: Hemen belirtilmelidir  ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 01.10.2011 tarihinde  yürürlüğe girmesinden önceki dönemde, hukuka aykırı olarak elde edilen  delillerin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda açık bir  düzenleme bulunmamakta; konu öğretide yer alan bilimsel görüşler ve  yargısal uygulama ile şekillenmekteydi. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe  giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “ispat hakkı” başlığını  taşıyan 189.maddesinin 2.fıkrasında yer alan; “Hukuka aykırı olarak elde  edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate  alınamaz” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin  ispat gücü olamayacağı kabul edilmiştir. Böylece ispat hakkının  delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri  sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde  edilmiş olması esası getirilmiştir. Anılan düzenlemeye göre, hukuka  aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir  vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle,  yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin  mahkeme tarafından re’sen göz önüne alınması ve delilin her ne surette  olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi  halinde, diğer tarafça bir itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz  olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi  benimsenmiştir.  
Bu yasal düzenleme öncesinde, hukuki nitelendirme  açısından, öğretide nasıl bir yaklaşımın benimsendiğinin irdelenmesinde  de yarar vardır: Berkin, usulsüz veya kanunsuz yahut hukuka aykırı  yoldan elde edilmiş delile dayanılarak hüküm verilemeyeceği; örneğin  posta memuru ile anlaşarak ele geçirilmiş ve mahkemeye sunulmuş olan  başkalarına yazılmış mektupların veya evli erkeğin ilişki kurduğu ve  ileride evlenmek istediği kadına yazdığı mektupların çalınarak boşanma  davasında delil olarak kullanılmasının caiz olmadığı,  görüşündedir(Bkz.Prof.Dr.Berkin N.Tatbikatçılara Medeni Usul Hukuku  Rehberi İst.s.734). Üstündağ, hukuka aykırı yollardan elde edilmiş olan  delillerin değerlendirilmesi konusunda usul kanunumuzda bir hüküm  bulunmadığını belirtmekte; sesin gizlice banda alınması halinde buna  daha sonra bir ispat vasıtası olarak dayanmanın mümkün olduğunu  açıklamaktadır. Örnek olarak Alman Mahkemesinin kararı alınarak, bu  karara göre, insan seslerinin konuşanın muvafakati olmaksızın tespiti  kişilik haklarına bir saldırı olmakla beraber, gizli ses almayı haklı  kılan nedenlerin mevcudiyeti halinde bu şekilde bir tecavüze müsaade  edilmesi gerektiğinin kabul edildiğini belirtmektedir. Alman Mahkeme  kararına esas teşkil eden olayda evli kadın, kocasına defalarca hakaret  etmiş ve bütün bunları da mahkemede inkâr edeceğini de ilave etmiştir.  Bunun üzerine koca açmayı tasarladığı boşanma davası için bu sahneleri  teybe almıştır(Bkz.Prof.Dr.Üstündağ-S.Medeni Yargılama Hukuku C.1-II,  İst.2000 S.267 ve 762). Prof.Dr.Pekcanıtez’e göre, kişilik haklarının,  özel yaşam alanı ve sır alanının ihlali sonucu elde edilen teyp bandı,  fotoğraf, çalınmış veya el konulmuş aşk mektupları delil olarak  değerlendirilemez. Hukuka aykırı olarak elde edilen delilin  değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda da geçerli olan  dürüstlük kuralı esas alınarak karar verilmeli ve bu konuda her somut  olayda, o olayın özelliğine göre değerlendirme yapılmalıdır.  
 
Bu  konuda ihlal edilen kanun hükmü ile ispatlanmak istenen menfaat arasında  amaca uygunluk hususu da esas alınmalıdır. Diğer taraftan gizli şekilde  ele geçirilen tüm deliller hukuka aykırı delil olarak  nitelendirilmemelidir. Örneğin bir telefon görüşmesinde, telefondaki ses  yükseltici veya ikinci bir dinleme aleti sayesinde tarafların  söylediklerinin duyulması sonucu yapılan açıklamalar ve bu konudaki  tanıklık geçerli olmalıdır. Kişilik hakkının ihlali sonucu elde edilen  delilin kullanılmasına hakkı ihlal edilen kişi izin verirse bu delil  mahkemece kullanılabilir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes,Medeni Usul Hukuku,  2.Bası,Ankara 2001/s.390 vd.). Diğer taraftan, hukuka aykırı elde edilen  delillerin değerlendirilmesi konusunda 01.10.2011 tarihine kadar Medeni  Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü olmadığı halde, gerek mülga 1412  sayılı Ceza Yargılamaları Usulü Kanunu(CMUK) ’nda gerekse de 5271 sayılı  Ceza Muhakemesi Kanunu(CMK)’nda açık düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412  s. CMUK’nun 254/2.maddesinde ‘koğuşturma makamlarının hukuka aykırı  şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz.’ Denilmiş; 5271  sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delillerin Ortaya Konulması Ve Reddi”  başlıklı 206.maddesinin 2.fıkrasının (a) bendinde “ortaya konulması  istenilen delilin, kanuna aykırı olarak edilmesi halinde reddolunacağı”  düzenlenmiştir. Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel  hayata yapılan haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizli alanı  dediğimiz ve sadece bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale  edilemez. Örneğin kişinin cinsel yaşamı böyledir. Hayatın bu gizli alanı  ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu, kim, nasıl ve hangi  amaçla elde etmiş olursa olsun söz konusu delil Ceza Mahkemesinde delil  olarak kullanılamaz. Zira hayatın gizli alanı bir delil elde etme yasağı  teşkil eder(Öztürk, B. Yeni Yargıtay Kararları Işığında Delil Yasakları  ,Ank.1995, S.116 vd.). Yargısal uygulamada somut olayın özelliğine göre  farklı yaklaşımlar olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı  olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı  olarak ele alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde  kabul edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil  konusunda olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu  görülmektedir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.09.2002 tarih  ve 2002/2-617 E. 2002/648 sayılı kararında evlilik birliğinin  temelinden sarsılması hukuksal nedenine dayalı boşanma davasında davalı  kadına ait günlüğün delil olarak kabul edilip edilemeyeceği tartışılmış  ve kararda bu konuya ilişkin olarak aynen;“ ‘Zehirli ağacın meyveleri’  olarak ifade edilen hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin  değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda açık bir düzenleme  bulunmamaktadır.” tespiti yapıldıktan sonra yukarıda da işaret olunan  öğretideki görüşlere yer verilmiş; ardından tarafların birlikte yaşadığı  evde, davalı evi terk ettikten sonra kilitli olmayan yerden elde edilip  mahkemeye sunulan zor ve tehdid ile ele geçirildiği savunulmayan ve  davalı tarafından tutulduğu tartışmasız olan …defterin yukarıda anılan  görüşler doğrultusunda delil olup olmadığı değerlendirilmiştir. Sonuçta:  “öncelikli olarak özel hayatın gizliliğinin korunmasının esas olduğu;  ancak somut olayın özelliğinin bu genel görüşten ayrılmayı gerektiren  istisnalar içerdiği; kullanılan deliller çalınmış, tehdit ya da zorla  elde edilmiş ise burada hukuka aykırılığın olacağı, hukuka aykırı  yollardan elde edilmemiş delillerin ise yasak bir delil olarak  değerlendirilemeyeceği; boşanma davasının zaten kişilerin özel yaşamını  ilgilendiren bir dava olduğu ve kocanın eşi ile birlikte yaşadıkları  mekanda ele geçirdiği eşine ait fotoğrafları, not defterini veya  mektupları mahkemeye delil olarak verilmesi halinde, bu deliller hukuka  aykırı yollardan elde edilmediğinden mahkemede delil olarak  değerlendirileceği; aynı evde yaşayan kadının, kocanın bu delilleri ele  geçirilebileceğini bilebilecek durumda olduğu, kocanın yatak odasındaki  bir dolabın içinde yada yatağın altında kadın tarafından saklanan bir  not defterini ele geçirmesinin, bu mekan eşlerin müşterek yaşamlarını  sürdürdükleri bir yer olduğundan kadın için gizli mekan kabul  edilemeyeceği; hiç kimsenin evindeki bir mekanda bulduğu bir delili  hukuka aykırı yollardan ele geçirmiş sayılamayacağı, özel hayatın gizli  alanlarının, özel hayatın gizli alanını ilgilendiren delillerle ispat  edilebileceği” vurgulanarak davalıya ait günlük delil olarak kabul  edilmiştir. Kararda üzerinde önemle durulan husus, delilin hukuki  yollardan elde edildiğinin kabulüdür. Yine Hukuk Genel Kurulu’nun  28.05.2003 gün ve 2003/1-374 E- 2003/370 K. sayılı ilamında ise: davacı  tarafça muvazaanın kanıtı olarak sadece video kaseti deliline  dayanılmış; kararda video kasetinin hukuka aykırı delil olmamakla  birlikte, murisin ses ve görüntüsünün kaydedildiği ortam, murisin ses ve  görüntüsünün alındığı tarih itibariyle yaşlı, hastalıklar içinde  kıvranan, hastaneden çıkmak için yardım bekleyen, her türlü etkiye açık  bir kişi olması nedeniyle bu delilin başlı başına muvazaaya kanıt  olamayacağı kabul edilmiştir.  
 
Bir delilin mahkemece kabul  edilebilmesi için, gerek öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de  Hukuk Genel Kurulu Kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz  olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir.  Vurgulanmalıdır ki, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı,  usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen  bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz  olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü  olanaklı değildir.  
 
Somut olaya gelince; Mahkemece, hükme esas  alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma  davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu  oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak  yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir. Kaldı ki, bir  an için delil olarak kabul edilse dahi ne CD içeriği, ne savcılık  evrakı ve icra dosyaları ne de tanık beyanları davalının kusurlu  olduğunu ispata yeterli bulunmamıştır. O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca  da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki  kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı  bozulmalıdır.  
 
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının  kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda  gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100  sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla  uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.  Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının  yatırana geri verilmesine, 15.02.2012 gününde oybirliği ile karar  verildi. 
		
	
	
    
  
		
		
		
				
		
	
	 |