Mesajı Okuyun
Old 03-10-2014, 10:28   #7
Av. Çağatay Akyol

 
Varsayılan

Alıntı:
3.3. Mahkeme fesih yerine A ve B'nin paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenerek şirketten çıkarılmalarına karar verecekse:
"dava açıldığı tarihte" A ve B'nin payı X birim; "dava devam ederken C'nin pay devri sebebiyle" A ve B'nin payı Y birim olacak.
Mahkeme "her dava açıldığı tarihteki duruma göre değerlendirilir" deyip A ve B'ye X birim ödenerek ortaklıktan çıkarılmaları mı diyecek (ki Y-X birim pay devam ettiğinden aslında ortaklıktan çıkarılmış olmayacaklar)?
Yoksa Y birim ödenerek ortaklıktan çıkarılmaları mı?

Pay devrinden sonra yapılacak bir ıslahla sorun çözülebilir gibi sanki...

Mahkemenin ortaklıktan çıkmaya karar vermesi halinde: dava açıldığı tarihteki duruma göre, x birim ödenmesine hükmedilmesi, kararın mahiyetine pek uygun düşmüyor gibi. Çünkü, dava devam ederken gerçekleşen pay devri nedeniyle, davacıların payı Y birim olduğundan, davacılara X birim ödenerek ortaklıktan çıkarılmaları mümkün değil. Y ile X birim arasındaki fark nispetinde ortaklıktaki varlıkları devam etmiş olacak. Bu nedenle, ortaklıktan çıkarılmaya karar verilmesi için, karar tarihindeki payın bütünüyle ödenmesi gerekiyor ki, davacılar ortaklık dışı kalabilsin.

Ben, ıslaha gerek kalmadan Y birim ödenerek çözümlenmesi gerekir diye düşünüyorum.

Fakat, konunun tartışılması gereken diğer bir boyutu, pay sahipliği hakkına yönelik ihlallerin, objektif mi yoksa subjektif mi olduğu meselesi. Yani; davacı paylarına yönelik ihlallerin, payını devreden paydaşa da yönelmiş olmasının veya payını devreden paydaş yönünden hiçbir ihlalin bulunmamasının, verilecek karar üzerindeki etkisi ne olacak? Bizim dosyamızda davacılara yönelen ihlal sebepleri, dava dışı paydaş yönünden de mevcut. Aksi yönde olması halinde, nasıl bir yol izlenmesi gerekeceği kafamda soru işareti oluşturuyor.

Kanununda bu konuda bir boşluk var. Sizin de belirttiğiniz gibi, limited şirketlere dair 639. madde hükmü ile bu meseleyi düzenleyen kanun koyucu, anonim şirketlerde bu yönde benzer bir düzenlemeye yer vermemiş. Bunun sebebini pek anlamış değilim. Kanun koyucu, burada bilinçli olarak mı bir boşluk bıraktı yoksa gözden mi kaçtı? 531. maddenin gerek lafzından gerekse gerekçesinden, konunun şekillenmesinin tamamen uygulamaya bırakıldığı anlaşılıyor. Bu konu ile ilgili birçok ticaret hakimi ile görüştüm. Bir kısmı, doğrudan davaya katılmanın mümkün olacağını, bir kısmı ise, usul hukukunda katılma diye bir müessesenin olmadığını, diğer bir kısmı yeni dava açıp birleştirmenin mümkün olduğunu, buna karşın, dava şartı yokluğundan reddedileceğini söyleyenler de oldu. Sonuç olarak, herkes kendince bir yol tutuyor. "Kanunların öngörülebilir olması ilkesi"nin canına rahmet