Mesajı Okuyun
Old 21-02-2013, 16:11   #4
alperyldrm

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Suat Ergin
Müvekkiliniz rakamı yanlış anımsıyor bence. 1989 yılında yeni bir Şahin marka arabanın fiyatı 19 milyon küsur TL idi. Ki, o parayla bir ev almak mümkün değildi.

Bunun dışında, denkleştirici adalet ilkesi geçerli olmaz. Ancak, hesaplanan faiz miktarı bana az geldi.


Yargıtay
13. Hukuk Dairesi
Esas No : 2009/7702
karar No : 2009/14526

Davacı, davalının kendisine 11.03.1991, 15.03.1991, 20.03.1991 ve 25.03.1991 tarihli olmak üzere toplam 2.965.000.000TL bedelli 4 adet çek verdiğini, çeklerin karşılıksız çıkması üzerine Ayvalık Asliye Hukuk Mahkemesinin 1991/413 esas sayılı dosyası ile davalı aleyhine alacak davası açtığını, dava sonucu 18.10.1993 tarihli kararla 2.965.000.000 TL'nin %30 faiziyle birlikte tahsiline karar verildiğini, bu kararı icra takibine koyarak 30.09.1995 tarihinde 7.019.304.394TL olarak tahsil ettiğini, alacağını geç tahsil etmesi nedeniyle munzam zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 55.000 YTL'nin yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı, borcun ödenmesinde davacının kusurlu olduğunu savunarak davanın reddini dilemiş, karşı dava ile de, kendisinin davacıdan alacaklı olduğunu belirterek, 8.000 YTL maddi, 5.000 YTL manevi tazminatın faiziyle birlikte tahsilini talep etmiştir.

Mahkemece, davacı-karşı davalının davasının kısmen kabulü ile, 18.000 YTL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, karşı davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlığın çözümü için "munzam zarar" kavramı üzerinde durmak gerekir. Gerçekten, borçlunun temerrüdü sonucu para borcunun vadesinde ödenmemesi alacaklının zararına olacağı açıktır. Yasa koyucu, bu şekilde oluşan zararın kural olarak temerrüt faiziyle karşılanacağını varsaymıştır. Ne var ki, alacaklının bu yüzden uğradığı zararın her zaman temerrüt faiziyle karşılanamayacağı düşünülerek Borçlar Kanunun 105. maddesinin birinci fıkrası ile "alacaklının duçar olduğu zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat dilemeyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir" hükmü getirilmiştir. Bu hükme göre alacaklı faizi aşan zararını isteme hakkına sahiptir.

Yasada geçmiş günler faizini aşan zararın türü ve niteliği konusunda bir açıklık yoksa da, buradaki zararın hukukumuzdaki müspet zarar tanımlamasıyla eşdeğer olduğu kuşkusuzdur. Hal böyle olunca bu zararın, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsa idi, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda oluşan durum arasındaki fark; temerrüt faizi ile karşılanamayan zarar olarak tanımlanabilir. Böyle bir zarar, her somut olayın özelliğinden kaynaklanabilir.

Munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağın varlığını, bu alacağının geç ifa edilmesinden dolayı faizle karşılanamayan zararını ve miktarını zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmek durumundadır. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlamakla sorumluluktan kurtulabilir.
Munzam zarar temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar geçecek zaman içinde artarak devam eden yeni bir borçtur. Asıl borcun kaynağı haksız fiil, nedensiz zenginleşme veya sözleşme olduğu halde bu borcun hukuki sebebi asıl alacağın temerrüde uğraması gibi hukuka aykırılıktır. O nedenle, asıl alacak ve temerrüt faizleri yönünden icra takibi yapması ve dava açılması sırasında onlarla birlikte istenilmemiş olması veya bu zarar hakkının saklı tutulmamış olması davanın görülmesine engel değildir. Zaman aşımı süresi içinde her zaman bu yöne ilişkin dava açılabilir.

Her ne kadar MK.nun 6. maddesi hükmüne göre davacı iddiasını ispat etmekle yükümlü ise de; bu kural mutlak değildir. İstisnaların başında karine gelir. Var olan bir durumdan bilinmeyen bir durumun çıkarılması halinde, karine var denir. Olayımızda yasal bir karine yoktur. Buna karşılık yaşanan hayatın gerçekleri ve olaylarından çıkan eylemli bir karinenin varlığı tartışmasızdır. Ticari hayatın içinde olar davacının eline geçecek parayı işinde değerlendirmesi veya en azından vadeli banka hesabına veya benzer gelir getiren kurumlara yatırarak en iyi şekilde yararlanması beklenebilecek bir davranış olup, bu davranış toplumumuzu: içinde bulunduğu ekonomik-sosyal yaşantısına da uygun düşer. Bu tür getiri oranlarının temerrüt faizinden fazla olduğu hususu da bilinen bir vakıadır. HUMK.nun 238. maddesi gereğince maruf ve meşhur olan hususlar münazaalı sayılmaz Bu nedenle davacının temerrüt faizinden fazla bir zarar: olduğu ortadadır. Davalı bu karinenin aksini ispat etmek durumundadır. Davalı bu hususu ispatlayamamıştır. Hal böyle olunca kural olarak davalı, temerrüt tarihinden paranın tahsil edildiği tarihe kadar oluşan ve faizi aşan davacı zararından sorumludur. Bu durumda mahkemece, davalı tarafın temerrüde düştüğü tarihten icradan paranın tahsil edildiği tarihe kadar geçen zaman zarfında gerçekleşen yıllık enflasyon artış oranı, mevduat ve Devlet tahvilleri verileri, faiz oranları, TL karşısında döviz kurlarını gösterir liste resmi kurumlardan getirtilmeli, konusunda uzman bilirkişi kurulundan az yukarıda açıklanan ilkeler ışığında taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmalı, davacının zarar miktarı belirlemeli, belirlenen bu miktardan tahsil edilen faiz miktarı da düşüldükten sonra davalının kazanılmış hakkı da dikkate alınmak suretiyle bakiye tazminat yönünden bir karar verilmelidir. Bu yönleri göz ardı edilerek yetersiz bilirkişi raporu esas alınma suretiyle yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.




Yukarıda emsal kararda, icra takibine konulan alacak faiziyle birlikte tamamen tahsil edilse bile, temerrüt faizinin her zaman zararı karşılamayacağı bu sebeple denkleştirici adalet ilkesi uyarınca munzam zarar miktarı belirlendikten sonra, bu miktardan faiz miktarının düşülmesi ile bakiye tazminat miktarının talep edilebileceğine karar verilmiştir.

Benim olayda 1988 yılındaki 100.000.000 TL ( eski parayla) alacağa 2012 itibariyle 350.000.000 TL (eski parayla)faiz işletilmiş. Yukarıda emsal karar dikkate alındığında, temerrüt faiz tutarının bizim alacağımızı karşılamadığını söylemek zor olmayacaktır.

Sonuç olarak 1988 yılında 100.000.000 TL'ye ev alabilirken bugün verdikleri 100 + 350:450 TL ile kira bile ödenememektedir.