|
 |
Alıntı: |
 |
|
|
 |
Yazan Av. Engin EKİCİ |
 |
|
|
|
|
|
|
Sayın Teknik_Uzman;
Kendinizi "hukuk sever" olarak nitelendirerek bir hukukçu titizliği ve derinliğiyle ele aldığınız konu başlığı kapsamında tartışmaya olan değerli katkınız için tekrar teşekkür ederim. Bilirkişilikle iştigal ediyor oluşunuzun size kattığı ayrıntılı ve gerekçeli düşünme hassasiyetinin yanında, belki haklı da olarak -mazur görün lütfen- hafif bir alınganlık içerisinde olduğunuzu gördüm.
Esasen yaptığınız katkının dikkate şayan olduğunu söylememe sanırım gerek yok zira fikir jimnastiğine tabir-i caizse soluk kesmeden devam ettiniz ve gerçekten "zina" kelimesinin iğreti, nahoş duruşuyla birlikte bir boşanma nedeni olarak yer almasının yanlışlığına çok yerinde vurgu ve tespitlerle yaklaşan değerli hukukçu Sayın METİN'i de bir nevi tahrik ettiniz. Bu anlamda Sayın METİN'e buradan da teşekkür etmek gerekir.
Gözlemleyebildiğim kadarıyla ifade edeyim ki, konu başlığı altında serdedilen görüşlerin ekserisi; zinanın mutlak bir boşanma nedeni olmasındaki sakatlığın farkında olarak ve geniş anlamda yorumlanabilirliği de sorgulayarak Sayın ERGİN'in paylaştığı ilk karardaki gibi bir sonuca varılmasının da hatalı olduğu görüşündedir.
Saygılarımla..
|
|
 |
|
 |
|
Sayın Av. Engin EKİCİ,
Çok değerli / düzeyli bir interaktif paylaşımcılığınız var ve bu, her daim takdire şâyandır.
Paylaşımlarınız da kişiye değil, görüşe odaklı olup, yararlı bir düşünmece süreci oluşturuyor her katılımcı için.
Gerçekten de öyle; bu siteye bir "hukuk sever" olarak girdim, çünkü zaten meslek dışı olan biri için en yakın sıfat bu idi; esasen yöneticiler de, düşünme sürecine teknik açıdan katkılarım olabileceğinden dolayı üyeliğe kabul etmişlerdi; onur verdiler, sağ olsunlar ayrıca.
İrdelediğiniz üzere, bilirkişiliğin getirdiği analiz etme deneyimi yoluyla, şahsıma bir hukukçu titizliği ve derinliğinin yanı sıra, ayrıntılı ve gerekçeli düşünme hassasiyetinin de katkısıyla belki, olaylar üzerinde mantık yürütmenin ve doğru sonuçlara ulaşmanın peşindeyim.
Alınganlık; bilinçli olarak satırlara döktüğüm bir mizaç oldu. Çünkü bazı paylaşımcılar; görüşlerimin dikkate alınmadığı hissi, hatta çürütülmesine bile gerek duyulmayacağı zannı verdirircesine, artı veya eksi yönde herhangi bir hüküm ifade etmediler. Elbette ki bu, kişilik özelliğimden kaynaklı değil, meslekî taassubun dengelenmesini hedefleyen bir sitemdi.
Görüldüğü üzere, hukuk mesleğini icrâ etmeyen biri olarak, iştigâl alanımın tahkiki, belki de gerekliydi. Çünkü olageldiği gibi, bilim alanları ayrıdır; o konuda eğitim görmüşlerin kendi aralarındaki görüşler olarak öncelikle dikkate alınır. Bunu dışındakilerse, ‘hukuk sever’ olarak yasaların kişiler üzerindeki etkilerini, hangi mantıkla bazı hükümlerin verilebildiğini ancak inceleyeceklerinden, görüşlerine önem verilmeyebilir.
Ancak yine de entellektüel insanların, kendileri üzerinde bazı kararlar verilirken, değişmez hükümler kurulurken; tahliye bekleyenin zindanlık olmalarının kendi üzerlerindeki etkilerinin, müebbet beklerken salıverilenlerin diğerlerine etkilerinin bilinmesini; kendilerini nelerin beklediğini, yaptıklarının sonuçlarını benzer olaylar veya hükümlerle tahmin etme haklarını, yahut fiillerinin ne kadarının kimi etkilediğini bilmeleri açısından temel hukuk bilgisiyle ilgilenmeleri, en azından evindeki kapıyı onaran biri kadar mevzuatı bilmesi gerektiği de dikkate alınmalıdır.
Kaldı ki; zinâ da bunlardan biri olmaktadır. Küçük bir kaçamağının bağışlanmasını beklerken ailesi dağılanların ve kendi çocukların gözünde küçük düşenlerin, dahası kaç çocuk varsa, bir o kadar ruhsal çöküntülü insan üretmiş olma suçlusunun; saygın bir ortamda mesleğini sürdürürken yüz kızartıcı bu davranışı sanki kendisi yapmışcasına alay edilenlerin, evlilik sözleşmesi tek taraflı feshedilmişin, yani mâsum iken yuvasından kovulmuş olanın; onurunu korumak adına kullanabileceği başka bir araç (tool) kalmış mıdır elinde?
Aslında ‘zinâ’; Arapça bir sözcük olmasının, uygulama alanını daha çok dinsel kurallar çerçevesinde bulmasının bir sonucu olarak; liberal bakış açısıyla, oldukça ilkel ve geçerliliğini yitirmiş (zaman içinde farklı kültürlerin birbirleri ile girişimi nedeniyle rölatif sakat) bir araç olarak algılanmaktadır. Evliliğin, fizyolojik ve soyağacı (sahiplik, nesep hukuku) bakımından amacının monogami olmasıyla ve bunu da evlilik kurumunun ana maddesi olarak dikkate almasıyla; ‘zinâ’nın, niçin bir ‘evlilik koruma aracı’ olarak görüldüğü açıklanabilirdi. (Burada poligami, kadın-erkek eşitliğinin olmadığı bir kurum olduğundan, incelenmemektedir.)
Sözleşmenin içinde eğer ‘sadakât’, bir burç olarak yer almasaydı; şu ‘zinâ’nın, “mutlak bir boşanma nedeni olmasındaki sakatlığın farkında” olurduk. En önemli şartlaşma maddesinin kayrılabileceğini öngörmek; bu kez neredeyse evliliğin ana gerekçesini yok saymakla eşdeğer olurdu; üstelik ya evlilik kurumunun biçimi değiştirilirdi, yahut evlilik kurumunun ortadan kaldırılmasına cevaz verilirdi. Daha açıkçası ‘evlilik’ <eşit değil> ‘özel/sınırlı-sorumlu cinsellik’ gibi; toplumun ana çekirdeğinde 'medenî (uygar) hukuk' ile başlayan ve diğer mevzuatlara sıçrayarak toplumun daha üst yapılarındaki tüm davranış kurallarını örseleyen bir aile tanımlanmış olurdu; muhtemelen mevcut tüm mevzuat da çöpe atılırdı.
‘Zinâ’ hakkındaki görüşler; lehinde ve aleyhindeki tüm noktaları içerebilirdi; aşırı dağınık görüşler de ortaya çıkabilirdi. Hatta bu durum, toparlanması olanaksız ve tek tip yaşamın olamayacağı bir mozaiğin eseri de olabilirdi. Ancak tartışmaların genel hedefi olduğu üzere her bir oturum; sunulan görüşleri uzlaştırıcı, ortak noktasını bulucu bir nişan tahtasına da daima gerek duyacaktır.
Sayın Av. Hulusi Metin, gerçekten de çok arı, özü vurguluyor.
Tartışan her katılımcı teşekkürün binlercesini hak ediyor aslında..
|