Mesajı Okuyun
Old 22-11-2012, 12:44   #7
LaMeKan

 
Varsayılan

Sayın Fatoş Elma,
vekaletnamenizde yemin teklifini reddetme konusunda özel yetki yok ise, bu durumda asilin icazet verip vermediğinin sorulmasını sağlamak mümkün olabilir.(bkz.H.M.K. m.74)
Vekaletnamenizde özel yetki verilmiş ise durumun biraz karıştığını düşünüyorum. Şöyle ki: Av. Çirem NACZİTİT'in sunduğu Yargıtay kararı lehinizedir. Ancak, Kararda anılan 1086 sayılı Kanun'un 63. maddesi son cümlesi hükmü (...Yeminin kabul veya reddini beyan için salahiyet ancak yemin edecek kimse tarafından yemin teklif olunan meseleye ıttıla kesbettikten sonra verilebilir.) Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na alınmamıştır. Bu Kanun'un 74.maddesinin gerekçesinde şöyle denilmiş:"...pratikte de 1086 sayılı Kanundaki düzenlemenin bir yarar sağlamadığı görüldüğünden bu maddeye alınmamıştır."
Bu durumda; anılan hüküm yeni Kanun'a alınmamış dahi olsa, vekaletnamedeki özel yetkiye itibar etmeden, davanın tarafı olan asilin yemin konusu meseleyi öğrenmesini sağlamak ve ancak bu yapıldıktan sonra verilecek özel yetkiyi geçerli kabul etmek mi gerekir? Yoksa, anılan hüküm yeni Kanun'a alınmadığına göre, vekaletnamede önceden verilmiş özel yetki geçerlidir, yetkiye dayanılarak yapılan işlem hukuki sonuç doğurur demek mi gerekir?
Kanaatim şudur: Yeminin konusu, kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır.(m.225) Yemin tarafa teklif olunur ve tarafça eda yahut iade olunur.(m.232) 232. maddenin gerekçesinde şu ifadeler yer alıyor:"..ancak onun(taraf olan asil kastediliyor) tarafından iade veya reddolunabileceğini ortaya koymaktadır... Akdi temsilci olan vekil(avukat) yemini ret veya eda edemez..." Böyle olduğu içindir ki, yemin teklif edilen kimse duruşmada bizzat hazır bulunmadığı takdirde, kendisine yemin için davetiye çıkarılır.(m.228) Kural emredicidir.
Yeni Kanun'a alınmayan hüküm gerçekte anlamlıdır. Yemin kurumunun mahiyeti ve 'yemin'e ilişkin anılan düzenlemelerle anlamlı bir bütün oluşturmaktadır. Zira, yemin bir anlamda son çaredir ve yemin teklif ettiğiniz kişinin vicdanına ve değer yargılarına yönelirsiniz. Diğer bir deyişle, yemin teklifi gerçek anlamını, muhatabın vicdanına ulaşırsa bulur. Kişinin muhatap olabileceği dava konuları çok çeşitlidir, bir dava kapsamında yemin teklif edilebilecek olaylar da çok çeşitlidir. Kişinin olaylarla ilgili vicdan muhasebesiyle ulaşacağı sonuç değişkendir. Kimi olaylar bakımından, kendisinden emindir, hiç bir şüphesi yoktur, yemin etmekten de kaçınmaz. Ancak, kimi olaylar bakımından önce kararlıdır, ancak vicdanına yöneldiğinizde tereddüte düşebilir, vicdani sorumluluğunu taşımak istemeyebilir ve yemin etmekten kaçınır veya teklif edene 'iade' eder. Şimdi, yemin teklifine konu mesele ve olayları muhatabın öğrenmesini sağlamazsak, nasıl gerçek anlamda bir yemin teklifinden söz edebiliriz? Diyelim ki kişi uzun bir süre önce başka bir davayı takip için vekalet vermiştir ve yemin konusunda özel yetki de bulunmaktadır. Buradaki özel yetkinin, kişinin muhatap olabileceği bütün davalar için önceden ve peşin olarak verilmiş kabul edilmesi, bana çok da doğru görünmüyor.
Sonuç olarak; yemin teklifinin gerçekten yapılmış sayılabilmesi için taraf olan asile yöneltilmesi ve bunun için de, duruşmada bizzat hazır bulunmayan asile mutlaka davetiye çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Bu yapıldıktan sonra özel yetki verilirse, vekilin kabul, iade veya ret konusundaki işleminin geçerli olacağı kanısındayım.
Sayın Okyay'ın önerilerine katılıyorum. Yemin kurumu hakkında ayrıntılı ve geniş açıklamalar içeren kaynaklardan mutlaka yararlanmalı. Pratik kadar belki daha fazla teori üzerinde de durulmalı.
Öte yandan, konu üzerinde düşünürken aklıma takılan bazı hususları da tartışmaya açmak isterim. Ben kararsız kaldım.
1) Diyelim ki yeni Kanun yürürlüğe girmeden önce verilmiş bir vekaletname var. Bu vekaletnamede "...yemin teklif, kabul ve reddine..." ifadeleriyle yetki verilmiş. Eski Kanun'da "yeminin reddi" ifadesiyle sözü edilen durum, artık "yeminin iadesi" sözüyle ifade ediliyor. Demem o ki, eski Kanun döneminde yeminin reddi için verilmiş olan yetki, yeminden kaçınma, kabul etmeme yetkisi değil yeminin iadesine dair yetkidir. Zorlama bir akıl yürütme olur mu? Ne dersiniz? Kabul için yetki verilmişse, kabul etmeme de buna dahildir mi demeli? Oysa, m.74 açıkça yetki verilmesini şart koşuyor!?
2) Eski Kanun döneminde önceden verilmiş özel yetki, Kanun uygulanıyor olsaydı, Yargıtay'ın kararına göre geçersiz kabul edilecekti. Şimdi söz konusu düzenleme yeni Kanun'a alınmamakla bu yetki, kendiliğinden geçerli hale mi gelmiş olacak?
İyi çalışmalar.