09-11-2012, 19:04
			
							
		 | 
		
			 
            #7
		 | 
	
	| 
		 
			
			 
			
			
			
			
		 
			
				  
				
		
	  | 
	
	
		
			
			
				 
				
			 
			 
			
		
		
		
		Görüşlerimizin aksi yönünde Doç. Dr. Ahmet Battal (Gazi Ünv. TTEF. Ticaret Hukuku Öğretim üyesi) hocamızın makalesinden bir parçayı paylaşmak isterim.  
  
    
    
      
        
        
          
            
              | 
            
            Alıntı: | 
            
              | 
           
         
         | 
        
         | 
        
        
        
         | 
       
     
    
      
        | 
         | 
         | 
        
         | 
       
      
        | 
         | 
        
        Yargıtay 19. hukuk Dairesinin 2.11.2000 tarihli ve 5828/7383 sayılı Kararına18 konu 
davada, davacı banka, davalı gerçek kişinin, dava dışı şirketin kredi borcuna müteselsilen 
kefil olduğunu, kredi borcunun ödenmemesi üzerine davalı kefil aleyhine başlanan icra 
takibinin iflâs takibine çevrildiğini ve bu takibe davalının itiraz ettiğini ileri sürerek, davalı 
gerçek kişinin iflâsına karar verilmesini talep etmiştir. 
Davalı gerçek kişi, vekili aracılığıyla, ticaret şirketine ortak olmasının kendisine tacir 
sıfatı kazandırmayacağını ve bu nedenle de iflâsının istenemeyeceğini savunarak davanın 
reddini talep etmiştir. 
Mahalli mahkeme, davalı gerçek kişinin, bir çok şirketin kurucu ortağı ve yöneticisi 
olduğu, dokuz yıl süreyle ..siad başkanlığı yaptığı gerekçeleriyle, tacir olmadığı yolundaki 
savunmasının dinlenemeyeceğine karar vermiş ve iflâsına hükmetmiştir. 
 
 
Mahalli mahkemenin kararı Yargıtay 19. Dairesince incelenmiş ve aşağıdaki 
gerekçeyle onanmıştır: 
“özellikle davalının ticaret sicilinde şahsi kaydı yoksa da R....Kağıt A.Ş., P....A.Ş., B....A.Ş., 
F...A.Ş., L....Gıda A.Ş., ...Kimya A.Ş., ....Otomotiv A.Ş.nin ortağı ve yöneticisi olan, ..SİAD adlı 
kuruluşa sanayici olarak bildirimde bulunan, İstanbul Ticaret Odasında yöneticilik yapan davalının tacir olduğunun kabulü ile yazılı şekilde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmamasına göre 
...” 
 
Görüldüğü üzere bu kararda gerçek kişilerin tacir sıfatına sahip olma şartları hususu özellikle davalı gerçek kişinin iflâsa tabi tutulma talebi nedeniyle ele alınmıştır. Diğer 
ifadeyle bu karar, sonuçtan (iflâstan) gerekçeye (tacir sıfatına) ulaşılan bir karar 
niteliğindedir. 
 
Bununla birlikte kararda açıkça “davalının tacir olduğunun kabulü ile” denildiğinden, 
bu karardaki gerekçeler, emsal olaylarda, tacir olmanın iflâs dışındaki sonuçlarına tabi 
tutulmak yönünden de geçerli olacaktır. Dolayısıyla, kanaatimizce bu karar, sadece iflâsa tabi 
kişilerin kapsamını genişletmemekte, tacir olanların (ya da tacir gibi sorumlu olanların19) 
kapsamını genel olarak genişletmektedir. Diğer ifadeyle, bu karar ile ortaya çıkan yeni içtihat 
tacir olmanın bütün sonuçlarına (ya da en azından aleyhe sonuçlarına) tabi tutulacak kişilerin 
kapsamını genişletmektedir. 
 
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, bir gerçek kişi TTK. 14. maddede ele alınan çeşitli ihtimallerden biri nedeniyle tacir sıfatına sahip ya da en azından tacir gibi sorumlu olabilir.Kararda davalı gerçek kişinin tacir sayılmasının kanuni sebepleri ayrıntılı olarak açıklanmış değildir. Hangi kanuni hükme ya da hükümlere dayanılarak ya da hangi hükümler yorumlanarak sonuca ulaşıldığı karardan anlaşılamamaktadır.
  | 
        
         | 
       
      
        
          | 
        
         | 
        
          | 
       
     
     | 
   
  
		
	
	
    
  
		
		
		
				
		
	
	 |