Mesajı Okuyun
Old 27-01-2012, 14:17   #7
Mozkul

 
Varsayılan

Saygıdeğer meslektaşım Önce madde gerekçesinde;

"Bu düzenlemede 765 sayılı Türk Ceza Kanununda benimsenen hakaret ve sövme suçu ayırımı kaldırılmıştır.
Hakaret suçunun oluşabilmesi için, kişiye somut bir fiil veya olgu isnat edilmelidir. Örneğin, kamu görevlisinin bir kişiden bir iş karşılığında belli bir miktar rüşvet aldığı yönünde isnatta bulunulması durumunda hakaret söz konusudur. Kişiye isnat olunan somut fiilin gerçek olup olmamasının, hakaret suçunun oluşması bakımından bir önemi yoktur. Ancak, iddia olunan hususun gerçek olduğunun ispat edildiği durumlarda, fail cezalandırılmayacaktır.
Keza, kişiye herhangi bir olayla irtibatlandırmadan, soyut olarak yakıştırmalarda bulunulması hâlinde de, hakaret suçu oluşur."

denilmektedir.Bu anlatılan somut olaya aynen uygun düşmektedir.

Sizin alıntıladığınız madde gerekçesini devamında yazanlarla beraber değerlendirmek gerekir.Orda da;

"Dikkat edilmelidir ki; davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Kişiye onu toplum nazarında küçük düşürmek amacına yönelik olarak belli bir siyasî kanaatin isnat edilmesi hâlinde de hakaret suçu oluşur. Örneğin, bir kişiye “faşist”, “komünist” veya “mürteci” demekle, hakaret suçu işlenmiş olur. Bir kişiye izafeten söylenen sözün veya bulunulan davranışın o kişiyi küçük düşürücü nitelikte olup olmadığını tayin ederken, toplumda hâkim olan telâkkileri, örf ve âdetleri göz önünde bulundurmak gerekir."

denilmektedir.

Sizin bahsettiğiniz şekilde değerlendirilmiş olsa idi o halde verilen yargıtay kararında temyiz dilekçesinde avukatın , bir dilekçe içerisinde TCK.m.128 kapsamında savunma yaptığı değerlendirilip küçük düşürmeye yönelik bir iradesinin olmadığı kabul edilmeliydi.

Oysa buradaki ayrım yani sizin bahsettiğiniz noktanın uygulunabilmesi (davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekir) için,

bir kimsenin ister savcılık ifadesinde olsun isterse verdiği bir dilekçe içerisinde olsun isnat ettiği hususların yaptığı iddia ve savunma ile ilgisi olmalı, söyledikleriyle anlatmak istediği olayın esasına ilişkin bir bağlantı olması gerekmelidir.

Somut olayda kişi , şikayet ettiği olayla ne türden bir bağlantısı olduğu belli olmayan, ifadesinde belirttiği isnadın ifadesine veya savunmasına ne türden bir katkı sağlayıp onunla nasıl bir bağlantısı olduğunu açıklamadan, kişinin işlemediğini bildiği bir suçu işlemiş gibi aktarmak suretiyle karşıdaki kişinin suçlu olduğuna dair şikayetine neden olan olaydan bağımsız bir suçlamada bulunmaktadır.

Kaldı ki; bir kimsenin evvelden suç işlemiş olması bir başka suçu işlediğine dair karine oluşturamaz. Kişi işlediği iddia edilen suçu işlediği kesinleşinceye kadar masumdur karinesi uyarınca, kişinin bir başka suç işlediğinin bu suçtan başka bir olaya ilişkin yapılan şikayette belirtilmesinin şikayete konu olaya
hiçbir faydası olmayacağıda izahtan varestedir.

Nitekim gerekçede de bu hususla ilgili olarak; "Bir kişiye izafeten söylenen sözün veya bulunulan davranışın o kişiyi küçük düşürücü nitelikte olup olmadığını tayin ederken, toplumda hâkim olan telâkkileri, örf ve âdetleri göz önünde bulundurmak gerekir" denilmektedir.

Bu bağlamda yasal bir merci önünde şikayette bulunan şahsın verdiği ifadesinde bazı isnatların suç teşkil edip etmeyeceği hakim olan telakkiye göre, bu isnatların TCK.m.128 kapsamında olması, ve verilen ifade ile yapılan isnatlar arasında şikayet konusu olaya fayda sağlayan bir bağlantının var olması gerekecektir.

İşte yapılan isnat ile iddia olunan şikayet veya dava konusu olay arasında bir yarar bulunmuyorsa, söylenenlerin bu anlamda işin esasına bir faydası dokunmuyorsa o takdirde bu isnatların kişiyi küçük düşürmek için yapıldığı ortaya çıkmaktadır.

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun Esas: 2007/4-224
Karar:2007/228 02.05.2007 tarihli kararında aynen;


“Hak arama ve savunma hakkının kutsallığı elbette tartışılmazdır. Ne var ki, bu hakkın kullanılmasının ölçüsü de yine yasalarla getirilmiştir.Yeri gelmişken, burada üstün nitelikte özel yarar kavramı üzerinde durmakta yarar vardır.Üstün nitelikte özel yarar bir hukuka uygunluk nedeni olup, özellikle hak arama özgürlüğü ve savunma hakkı açısından önem taşımaktadır. Hak arama özgürlüğünü ya da savunma hakkını kullanan kişi, başkasının kişilik haklarını ihlal ederse, burada çatışan iki yararın varlığı gündeme gelir. Çatışan bu yararlardan birisine üstünlük tanımak gerektiğinde bir lehine diğeri aleyhine hukuka uygunluk nedeninin varlığı kabul edilebilecektir. Hak arama ve savunma hakkını kullanma amacının bulunduğu ve bu amacın sınırları içinde kalındığı sürece hukuka uygunluk nedeninin varlığından da söz edilebilir.

Aksine savunma hakkını kullanma amacını aşar biçimde bir başkasını itham etmek hatta ona iftiralarda bulunmak, maksadı aşan ifadelerde bulunmak elbette hukuka uygunluk nedeninin kabulüne en önemli engeli oluşturacaktır.


Savunma hakkı hak arama özgürlüğü gibi anayasal bir hak olup, bu hakkın tanınmasının amacı da kişinin kendisini yetkili merciler ve yargı organları önünde savunabilmesidir. Durum bu olunca da bu hak ancak bu amaç ve sınırlar içinde kullanıldığında hukuka uygunluk sebebi olabilir. Bu hakkın kullanıldığı görünümü altında başkalarının kişilik haklarının ihlali halinde amaç ve sınır aşıldığından elbette sorumluluk söz konusu olacaktır.


Ceza davasına savunma dilekçesi olarak verilen dilekçenin sanık konumundaki kişinin kendisine yönelik itham ve iddiaların gerçek dışılığını, bunların haklı olmadığını savunur mahiyette olmak yerine gereksiz cümle ve iddialarla karşı tarafın kişilik haklarına saldırı niteliğine bürünmüşse burada üstün nitelikte özel yarardan ve hukuka uygunluk nedeninin varlığından söz edilemeyecektir.


iyi günler.