|
Belirsiz alacak ve tespit davası
MADDE 107 - (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
İşçi alacakları yönünden yapılacak bir değerlendirmede alacak kalemlerinin tek tek ele alınması gerekir.
Ancak, öncelikle belirtmek gerekir ki, madde metninden de açıkça görüldüğü üzere alacağın miktarının davanın açıldığı tarih itibari ile tam ve kesin olarak belirlenemiyor olması gerekmektedir. Bu durum ise kanaatimce objektif kriterlerle değil her davanın kendi özellikleri içerisinde tespit edilmelidir.
Talep konusu alacak kaleminin tam ve kesin olarak belirli olup olmadığı veya 109’uncu maddenin istediği hali ile taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olup olmadığının tespiti ancak, davalının cevap dilekçesini vermesiyle mümkün olabilecek bir husustur.
Dolayısıyla davanın belirsiz alacak davası veya kısmi dava olarak görülüp görülmeyeceğinin yani bu konuda “hukuki yarar” ın olup olmadığının mahkemece tespiti davalı tarafça cevap dilekçesinin verilmesinin ardından ön inceleme aşamasında yapılabilecektir.
Ön inceleme aşamasında davacının kısmi dava veya belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararın olmadığı kanaatine varılırsa ne yapılacaktır?
Böyle bir durumda, talep sonucu genellikle şimdilik …. TL nin tahsili talebini içereceğinden hakim, HMK 119/1-g gereğince talep sonucunun açık bir şekilde belirtilmediği, bu durumun aynı maddenin 2’nci maddesi gereği sonradan giderilebilecek bir eksiklik olduğu belirtilerek talep sonucunun açıkça belirtilmesi ve eksik harcın tamamlatılması maksadıyla kesin süre verilmesi gerekmektedir.
Hukuki yararın olmaması bir dava şartı olarak kabul edilerek davanın usulden reddi gerekeceği düşünülebilse de kanaatimce 115/2 gereğince bu eksikliğin giderilmesi için davacı tarafa süre verilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Yukarıda ilk olarak alacak kalemleri bakımından tek tek değerlendirme yapılmalıdır demiştim. Bu bağlamda örneğin;
Kıdem tazminatı alacak kaleminin hesabında hizmet süresi en temel unsurlardan biridir. Kıdem tazminatına hak kazanma ve hesaplama bakımından hizmet süresi çok önemli bir unsurdur. Dolayısıyla taraflar arasında hizmetin başlangıç ve sona erme tarihleri bakımından bir anlaşmazlık/tartışma var ise bu bağlı olarak alacağın da belirsiz olduğu kanısındayım.
Kıdem tazminatın hesabında dikkate alınacak ücret son ücrettir. Bu ücrette brüt ücrettir. Yani işçinin eline geçen ücret değil, vergi,sigorta primi gibi kesintiler ile asıl ücrete ek olarak işçiye sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatlerin de hesaba katılmasıyla tespit edilen ücrettir. Yani ikramiye, yakacak yardımı, kira, servis gibi ödemeler de kıdem tazminatı hesabında dikkate alınır. Ayni olarak yapılan gıda yardımının parasal değeri bile kıdem tazminatının hesabında dikkate alınır. Yardımın periyodik olarak her yapılması ile yılda bir veya iki defa yapılması da sonucu değiştirmez.
Bu durumda örneğin yılda iki defa bayramlarda ayni gıda ve erzak yardımı alan işçi, kıdem tazminatına esas ücretini tam ve kesin olarak belirleyebilir mi? Kanaatimce bu soruya evet yanıtını vermek her zaman mümkün değildir. Ayni olarak verilen gıda ve erzakların değerinin ne kadar olduğunu bilmek işçi için mümkün değildir. Zira kıdem tazminatının hesabına eklenmesi için yılda bir ya da iki defa yapılan ayni yardımın toplam değerinin bilinmesi gereklidir. Yani ayni yardımların yapıldığı davalı tarafından kabul edilse dahi işçiden kendisine yapılan yardımın değerini bilmesini beklemek hakkaniyetli bir tutum olmayacaktır.
Dolayısıyla, yukarıdaki açıklamalarımızda belirttiğimiz üzere işçinin iş yerindeki çalışma sürelerinin ve ücretinin tartışmasız olduğu durumlarda belirli bir alacaktan söz edilebilir. Yoksa, işçinin hizmet başlangıç ve sona erme tarihinin tartışmalı olduğu, aralıklı, fasılalı çalışmaların olduğu, ücretsiz izin ve diğer askı hallerinin olduğu durumların varlığı halinde bu gibi durumların birinde bile taraflar arasında bir anlaşmazlık var ise belirli bir alacaktan söz etmek mümkün değildir.
Doktrine bakıldığında belirsiz alacak davasının haksız fiilden kaynaklı tazminat davalarında mümkün olduğu ancak işçi alacaklarında bunun mümkün olmadığı görüşü ekseriyettedir. Bu görüşün en büyük dayanağı da işçi ne kadar süre çalıştığını, ne kadar ücret aldığını bildiği varsayımıdır. ( işçi bu hususları SGK’dan öğrenebilir varsayımı nedeniyle) Ancak, belirtmek isterim ki, bir trafik kazasında da bir uzvunu kaybeden kişi de bir uzvunu kaybettiğini bilmekte, hesaplama kriterlerini de işçinin kendisi ile ilgili bilgileri bilebildiği kadar bilebilecek durumdadır. Veya ölüm vuku bulduğunda mirasçılar mirasbırakanın öldüğünü bilmekte, varsayımsal olarak ne kadar yaşayacağını, ne kadar ücret aldığını vs.. hususları da işçinin kendisi ile ilgili bilgileri bilebileceği kadar bilebilecek durumdadır. Bu nedenle eğer işçi alacaklarında daha en baştan belirsiz alacak davası açılamaz deniyorsa, haksız fiilden kaynaklı tazminat davalarında da veya sözleşmeden kaynaklı kazanç kaybı davasında da belirsiz alacak davası açılamaz denilmelidir.
Son olarak bir hususu da belirtmek istiyorum.
Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi bir çok durumda alacağın belirsiz olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, dava açarken yine kanunun aradığı şekilde belirlenebilen miktarın dava dilekçesinde gösterilmesi gerekmektedir. Yani alacağın bir miktarı belirsiz ise de belirli olan kısmı mutlaka olacaktır. Bu nedenle şimdilik 100,00-500,00 TL gibi belirtilen rakamlarla dava açılması kanaatimce mümkün değildir. İş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulandığından dava dilekçesinin yazımına özen gösterilmelidir. Zira, İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı dilekçesinin verilmesiyle başlamaktadır. Tüm iddia ve deliller ortaya konulmalı ve mümkün olduğunca dilekçe somutlaştırma yüküne uygun dilekçeler yazılmalıdır. Yeni dönemde her ne kadar avukatla temsil zorunluluğu getirilmese de zımnen böyle bir zorunluluk hasıl olmuştur. Dolayısıyla zamanla vatandaşların avukatlara yönelmesinde ciddi artışlar meydana gelecektir. Bu nedenle ilerde bir takım sıkıntılara maruz kalınmaması bakımından dava dilekçelerine her zamankinden dava fazla özen gösterilmeli, düşük ücretle davalar alınmamalıdır diye düşünüyorum. Hele de yeni asgari tarife yürürlükte iken.
|