Mesajı Okuyun
Old 01-12-2011, 13:08   #2
İlhan_ERDEN

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av. Fatma A. Ş.
Herkese iyi çalışmalar. Müvekkillere, muris A ölünceye kadar kendilerine baktıkları için taşınmazını bağışlamış. Ancak tapuda satış olarak gözüküyor. Muris A'nın mirasçıları muvazaa nedeniyle iptal davası açtılar. Aslında davacılar bu bağışa rıza göstermişler. Gelin babamıza bakın evi size verelim demişler. Müvekkiller murisin yasal mirasçıları değiller. Satış iptal edilirse müvekkillerin yapacağı başka birşey var mı? Veya satış yapıldığını mı iddia etsek, bağış olduğunu söylesek baştan muvazaayı kabul etmiş oluruz. Yardımlarınızı bekliyorum. Teşekür ederim.

Murisin gerçek iradesinin mirasçılardan mal kaçırmak mı yoksa kendisine ölünceye dek bakan kişiye düşük bir bedelle taşınmazını satmak mı olduğu, dolayısı ile gizli sözleşme bulunup bulunmadığı hususları nazara alınarak, aşağıdaki H.G.K. kararının işinize yarayacağını düşünüyorum.

Hukuk Genel Kurulu 2010/1-295 E. 2010/333 K. 16.06.2010
...
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakılınca; davacılar ve davalının kardeş, murisin ise tarafların annesi olduğu, dava konusu payın ilişkin bulunduğu taşınmazın ilk maliki A.'ın ölümünden sonra taraflara ve muris anneye kaldığı, davalı S. A.'ın bekar olup, anne G A. ölene kadar muris ile birlikte yaşadığı, murisin ve davalının taşınmazın kira gelirinden başka hiçbir gelirinin bulunmadığı, murisin ölümüne kadar tüm ihtiyaçlarının ve bakımının davalı tarafından karşılandığı, murisin ... tarihinde dava konusu taşınmaz payın intifa hakkını kendi ürerinde bırakarak, çıplak mülkiyetini davalıya satış göstermek suretiyle tapuda devir ettiği, bu tarihten çok önceleri başlayan ve özellikle murisin son yıllarında ağırlaşan hepatit hastalığı nedeniyle sık sık tedavi gördüğü, günlerce hastanede yattığı onun bu halinde bile bakımının sadece davalı tarafından yapıldığı ve davalının refakatçi olarak günlerce murisin yanında kaldığı, davacıların ise murisin çocukları olmasına rağmen muris ile hiç ilgilenmedikleri gibi, davacılardan K A.'ın murisi hastalığının ağırlaştığı son aylarında şikayet etmek suretiyle hakkında ceza davası açılmasını sağladığı, ceza davasının murisin ölümü ile düştüğü, hususları gerek davacı ve gerekse davalı tanıklarının beyanları ile dosyada mevcut belgelerden anlaşılmaktadır.

Tüm bu olayların gelişiminden, miras bırakanın hepatit hastalığı nedeniyle, sağlık harcamalarının arttığı, kira gelirinden başka hiçbir gelirinin bulunmadığı, karşılaştığı sağlık harcamalarına kaynak yaratmak için çekişmeli taşınmaz payını hayatı ve hastalığı boyunca yanında kalıp kendisiyle ilgilenen ve destek olan davalıya sattığı; her ne kadar taşınmazın akitteki bedeli ile gerçek değeri arasındaki fark bulunsa da, salt tapuda gösterilen değer ile gerçek değer arasındaki nispetsizliğin muvazaanın varlığına yeter delil sayılamayacağı, kaldı ki, ölene kadar taşınmazda oturmaya devam etmesi ve davalının kendisine sağladığı bakım ve desteğin yarattığı minnet duygusu dikkate alındığında, satışın gerçek değer üzerinden yapılmamasının mal kaçırma amacıyla hareket edildiği anlamını doğurmayacağı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Diğer taraftan; evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev ise de, görev sınırının aşıldığı, ana babanın normal bakımın ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın hizmetin karşılığında bir şey istemesi ve sunulan aşırı hizmetin semen olarak değerlendirilmesi gerektiği, hukuka uygun düşeceğinden, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğu kabul edilmelidir.

O halde, taraflar arasındaki pay devri isteminde, muris muvazaasının olmazsa olmaz unsurlarından <gizli sözleşme> unsuru bulunmadığından işlemin gerçekten satış olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.04.2009 gün ve 2009/1-130-150 ve 22.10.2008 gün ve 2008/1-650-656 sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir....