| 
      
        | 
          
            |  | Alıntı: |  |  |  | 
          
            |  | Yazan hukuk işçisi |  |  |  |  
      
        |  |  |  |  
        |  | Sayın meslektaşım. Bu konuda size katılmıyorum şöle ki;
 1-Taraflar gayelerini başkalarından gizlemek için inançlı temlik yaparlar.
 2-Medeni Kanun gereği tapuda yapılan satış resmi şekle tabidir ve aksi ispatlanana kadar da geçerlidir.
 3-Resmi şekle tabi işlemlerin aksinin ispatı ise resmi şekle tabi değildir.(resmi şekil kanunda sınırlı sayılıdır)
 4-Zaten inanç sözleşmesinde resmi şekil aranırsa tarafların gizlilik gayesi, aleni olan tapu sicili ile mevta olur.
 
 
 
 lex commisesorria yasağının amacı; aldığı borcu teminen taşınmazını rehin veren borçluyu korumaktır.Eğer vade gününde taşınmaz değerlenerek borcu geçmiş ise amaç doğrultusunda taşınmazın mülkiyeti yerine borç miktarının tahsili ile kalanı borçluya iade edilecektir.
 
 Olayda var olan işlem ise kanundaki şekliyle yasağa konu rehin verilmesi değil satıcıya güvene dayalı inançlı bir işlem ile geri alım hakkının tanındığı, üzerinde anlaşılan gerçek bir satış işlemidir.Geri alım hakkı ise zaten kanunen verilmiş bir haktır.Kanunun bir hükmünün, başka bir hükmünün uygulanmasını engelleyici şekilde yorumlanamayacağını düşünüyorum.Yani kanuna karşı hile kanımca olayda yoktur.
 
 Konu ile ilgili detaylı makalelerin linkleri:
 http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/442.pdf
 acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/5427/6080.pdf
 auhf.ankara.edu.tr/kitaplar/.../kanuna-karsi-hile-hamide-topcuoglu/
 
 
 
 |  |  
        |  |  |  |  | 
Görüşlerinize tamamen katılmıyorum. Şöyle ki; Muvazaa ile inançlı temlik  farklı şeylerdir ve sizin bahsettiğiniz "Taraflar gayelerini  başkalarından gizlemek için inançlı temlik yaparlar." ibaresi inançlı  temlikin değil, muvazaanın bir özelliğidir. Ayrıca olay bakımdanda  üçüncü kişilerden gayenin saklanaması gibi bir amaç değil, verilen  ödünce karşılık bir teminat gayesi güdülmektedir. İnançlı temlikin  muvazaadan farkını daha çok aydınlatmak gerekirse; İnançlı sözleşme  muvazaadan farklı olarak göstermelik değildir. İnançlı sözleşmenin  sonuçlarını doğurması taraflarca gerçekten istenir; fakat taraflardan  biri böyle bir sözleşmenin kendisine sağladığı hukuki durumu, ancak  belli bir amaçla kullanacağını ve bu amaç gerçekleştikten sonra terk  edeceğini diğer tarafa taahhüt eder. Ayrıca inançlı temlikte üçüncü  şahısları aldatmak iradesi yoktur. Bundan dolayıdır ki, mülkiyetin  devrine esas olan temel ilişkinin gerçeğe aykırı olarak mesela bir  bağışın satım sözleşmesi gibi gösterilmesi inançlı sözleşmede bahis  konusu değildir. Kısaca inanç sözleşmesini muvazaadan ayıran tek ölçüt  tarafların ortak iradesidir. İnançlı sözleşmede bu irade gizli  sözlemenin dışarıya yansıyan hukuki durumla çelişmesini hedef almaz;  sadece inanılan tarafın devraldığı hakka bağlı olan yetkilerin  kısıtlanmasını amaçlar. 
Ayrıca 2 ve 3 numaralarıyla belirttiğiniz görüşler için ise kuralı doğru  belirlemekle beraber, çok açık bir yorum yanılgısına düştüğünüzü  belirtmek isterim. Şöyle ki; MK'nın 706. maddesi "Taşınmaz  mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi  şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır." şeklindedir. Dikkat  edilirse kanun ifadesinden "taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan  sözleşme"den bahsedilmektedir. Bu sözleşmenin taşınmaz satış sözleşmesi,  taşınmaz bağışlama sözleşmesi ve nitekim taşınmazın inançlı temlik  sözleşmesiyle devri sözleşmesi olmaları bakımından bir fark  gözetilmemektedir. BK'nın 11. maddesinde de açıkça ifade edildiği üzere  kural olarak şekil serbestisi benimsenmekle beraber kanunun açıkça şekil  şartı aradığı sözleşmeler bakımından aranan şekil şartı kural olarak  geçerlilik şartı olmakla beraber, bu şekil şartına uyulmaması  sözleşmenin kesin hükümsüz olması müeyyidesine bağlanmıştır. Dikkat  edilirse inançlı sözleşme bakımından da aranan bir ispat şartı değil  geçerlilik şartıdır. Tapuda ki devre sebep teşkil eden bir inançlı  sözleşme değil satım sözleşmesi olmuştur. Dolayısıyla taraflar arasında  her ne kadar sözlü olarak inançlı temlik sözleşmesi yapılsa da bunun MK  m.706 gereğince bir anlamı olmayacaktır. 4 numarayla belirttiğiniz görüş  için ise başta belirttiğim muvazaa-inançlı temlik  farkına ilişkin  yaptığım açıklamaya atıf yapmakla yetiniyorum. Son olarak yapılan  işlemin Lex commissoria yasağına aykırılık teşkil etmeyeceğini  belirtmişsiniz. Sizin de belirttiğini gibi söz konusu yasağın amacı  zayıf olan borçluyu korumaktır. Acil paraya ihtiyacı olan borçlu, söz  konusu olayda da olduğu gibi, borç verenin ortaya koyduğu bütün şartlara  pervasızca evet demek durumundadır. Kanun koyucuda bu sebeple ortaya  çıkabilecek ağır sonuçları engellemek adına söz konusu yasağı ihtiva  etmektedir. Bu yasağa aykırı olarak kararlaştırılan sözleşme  hükümlerinin de hükümsüz olacağı açıkça belirtilmiştir. Durum böyle  olunca sözleşme tarafları söz konusu yasağı aşmak adına kanunun cevaz  verdiği diğer bir hukuki yol olan taşınmaz satışına yönelmişlerdir.  Ancak tarafların gerçek iradeleri, bir satım akdi kurmak değil, verilen  ödünce karşılık bir teminat sağlamaktır. Hukukumuz bakımından ise konusu  taşınmaz olan teminat rehindir. Taraflar taşınmaz üzerinde borç veren  lehine rehin hakkı tesis etmek yerine, taşınmaz mülkiyetini kanunun  açıkça yasak etmesine rağmen borç verene devretmeleri kanuna karşı hile  değil de nedir üstadım? Bu konuda Yargıtayında verdiği çok isabetli  kararlar vardır. Örneğin: Bankaların verdikleri kredi karşığı, borçlunun  taşınmazına rehin koymak yerine, borçludan taşınmaz satış vaadi  almaları çok isabetli olarak kanuna karşı hile sayılmış ve satış vaadi  sözleşmesi hükümsüz sayılmıştır.