|
|
|
|
HAyır B mirasçı değil.Açılan dava mirasçılardan mal kaçırmak için muvazalı satışın iptali. Gerekeçe de benim müvekkil olan B'nin A'dan evi alırken tapuda gösterilen bedelin düşük olması.Fakat A'nın tüm borçlarını delillendirdik. A'nın evi satın aldığı tarihte B'nin kredi çektiğini de delillendirdik.B nin evi satın alabilecek maddi güçte olduğu Anın da borçlarından dolayı evi satmaya ihtiyacı olduğu belgelendi tarafımızdan. Fakat karşı taraf borç karşılığı temlik açık ikrardır temlik batıldır diyor bu durum kafamı karıştırdı.
|
|
 |
|
 |
|
Sadece anlattığınız şekliyle, muvazaa olmadığını, sırf borç karşılığı temlike dayalı ikrardan bahsedilemeyeceğini düşünüyorum. Ancak tüm detaylara siz sahipsiniz. Aşağıdaki karar; belki elinizdeki verilerle yeni bir değerlendirme yapmanızı sağlayabilir. Ancak sadece anlattığınız şekliyle davanın kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
T.C.
YARGITAY
Birinci Hukuk DairesiEsas No: 2000/12988Karar No: 2000/13223Tarih: 30.10.2000
- İNANÇ SÖZLEŞMESİYLE DEVREDİLEN TAŞINMAZIN İADESİ TALEBİ ( Devredenin Önce Kendi Yükümlülüğünü Yerine Getirmesi Zorunluluğu)
- TAPU İPTALİ VE TESCİL DAVASI ( İnanç Sözleşmesiyle Devrettiği Taşınmaz Devralanca muvazaayla Üçüncü Kişiye Devredilen Kişi)
ÖZET :
Eldeki davada, her ne kadar davacının, taşınmazlarınıaldığı
Borç karşılığında davalılardan ikisine teminat maksadıile devretmek zorunda kaldığı, bu iki davalının da ötekidavalılara
muvazaalı
temliklerde bulundukları sabitse de,davacının karşılıklı edimleri içeren inanç sözleşmesinedayanarak inanç konusu taşınmazlarının tapu kayıtlarının iptalinive adına tescilini isteyebilmesi için öncelikle kendi ediminiyerine getirmesi zorunludur. Buna göre; mahkemece aldığı
Borç para miktarını mahkeme veznesine depo etmesi içindavacıya önel verilmeli, yatırdığı taktirde bu paranınverdikleri
Borç oranında davalılara ödenmesi koşuluyla, tapukayıtlarının iptali ile davacı adına tesciline kararverilmelidir.
DAVA :
Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan davada, mahkemeceverilenkarar süresinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereğigörüşülüp düşünüldü:
KARAR :
Davacı vekili dava dilekçesinde müvekkilinin davalılardanSeyfettin'denaldığı 39.000.000 lira
Borç karşılığında 253, 259 ve 261,Hüseyin'den aldığı32.000.000 lira borca karşılık 249,257,263 parsel sayılıtaşınmazlarını teminatamacıyla devrettiğini, Seyfettin ile yapılan 1.1.1986 tarihlisözleşmede15.8.1986 tarihinde Hüseyin'le yapılan 5.1.1986 tarihlisözleşmede ise30.8.1986 tarihinde borcunu ödemesi halinde adı geçen davalılanntaşınmazlarınıiade edeceklerini taahhüt ettiklerini, borcunu zamanındaödeyemediğinibunun üzerine davalı Seyfettin'in aldığı taşınmazları kardeşleriolan davalıSelahattin ve Mehmet'e Hüseyin'inde davalı Mehmet'edevrettiğini, davalılaraparalarını iade edeceğini bildirip taşınmazlarını kendisinedevretmeleriniistemesine rağmen davalıların buna yanaşmadıklarını ilerisürerek tapukayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesçiliniistemiştir.
Bir kısım davalılar vekiti ise davacının borcunu kararlaştırılansüreiçerisinde ödemediğini, çekişmeli taşınrnazların davalılarSeyfettin veHüseyin'inadına kayıtlı iken bir kısmını bu davalıların öteki davalılaradevrettiklerini, satın alan davalılarıniyi niyetli olduklarını MK.nun 638. maddesindeöngörülen on yıllık zaman aşımı süresinin geçtiğini davacınındayandığısözleşmeler Noterlik Kanununun 60 ve 89, MK.nun 634 maddelerineuygunşekilde düzenlenmediğinden mülkiyetin davacıya devrine esasteşkil edemiyecekleriniesasen davacının borcunuda halen ödemediğini belirtip davanınreddini savunmuştur.Mahkemece taşınmazların alınan
Borç karşılığı temlik edildiği,tapuda satış şeklinde düzenlenenresmi sözteşmelerin
muvazaalı olduğudaha sonra bir kısım taşınmazları devralan davalılarında iyiniyetlibulunmadıkları gerekçe gösterilerek tapu kayıtlarının iptali iledavacı adınatesciline karar verilmiştir.
Toplanan delillere, taraflar arasında düzenlenen 1.1.1986 ve5.1.1986tarihli sözleşmelere tarafların iddia ve savunmalarına göre davakonusutaşınmazların ilk
temliklerinin alınan borcun teminatı olarakyapıldığı sabittir.Esasen yanlar arasında bu hususta bir uyuşmazlık bulunmadığıgibi mahkemeninkabulüde bu yöndedir. Borcun teminatı olarak yapılan bu tür
temliklerininançlı işlem şeklinde nitelendirilrnesi gerektiği gerekbilimsel alandagerekse yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ortaklaşa kabuledilmektedir.İnançlı sözleşmeler inananın ( itimat edenin) bir hakkını belirlibir süre veyaamaçla inanılana ( mutemede) geçirmeyi, inanılanında inananınemir ve talimatlarınagöre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkıtekrarinanana devretmeyi yüklendiği sözleşmeler olarak tanımlanabilir.İnançlısözleşmelerdeki amaç gizlenmek, teminat, alacaklıdan malkaçırmak, kanunlarınelverişsiz hükümlerinden kaçınmak, bir atacağın tahsili, malınidaresi, gibinedenler olabilmektedir.
Uygulamada kredi sağlayan kurum ve kuruluşların istenilenmiktarda vesüratte kredi vermemesi ihtiyaç sahiplerini bu kurum vekuruluşların dışındakredi teminine zorlamakta, öte yandan verilen krediyi teminataltına alacakkefalet ve ipotek, rehin gibi şahsi ve ayni teminatlar krediveren kişi veyakişilerce yeterli görülmediğinden bu tür özel kişilerden alınan
Borç karşılığındataşınmazların teminat maksadıyle devredilmesi yolunabaşvurulmaktadır.Hemen belirtmek gerekirki, bilimsel alanda karma inançlı işlemolarak nitelendirilenteminat maksadıyla devirler öteki inançlı işlemler gibimülkiyeti inanılananakleden geçerli işlemler olup bu işlemle inanılan bir malikinhak veyetkilerini kazanır isede inanç sözleşmesinde kararlaştırılanyükümlülükleriniözellikle inançlı işlem sona erdikten başka bir anlatımla
Borçödendikten sonrainanç konusunun, inanana iade etme borcunu yerine getirmesigerekir. İnanılanen başta gelen bu yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirdeinanan, inançsözleşmesinden doğan borcunu tamamen ödemek suretiyle inançkonusununkendisine iade edilmesini her zaman isteyebilir.
İnananın inanç sözleşmesinden kaynaklanan bu kişisel hakkınıancak akidinekarşı ileri sürebilmekte, inanç konusunun üçüncü kişileredevredilmesihalinde kural olarak onlardan isteyebileceği bir hakkıbulunmamaktadır.Ancak inanılan ile üçüncü kişi, inananın inanç borcunu tekraralma hakkınıortadan kaldırmak amacıyla el ve düşünce birliği içerisinde
muvazaalı bir işlem( sözleşme) yapmaları halinde inananın söz konusu sözleşmenin
muvazaanedeniyle geçersiz olduğundan bahisle üçüncü kişi aleyhine davaaçabileceğide kuşkusuzdur.
İnançlı işlem inanç sözleşmesine dayandığından sözleşmelereilişkinzaman aşımı hükümlerinin inançlı işlemlere de uygulanacağı busürenin inançlıişlemin türüne göre kıyasen tatbik edilerek vekalet ve rehinhükümlerine görebelirleneceği gerek uygulamada gerekse doktirinde baskın görüşolarak benimsenmektedir.Nevarki zaman aşımı süresinin başlaması için inanç ilişkisisonaermeli veya alacak muaccel hale gelmelidir. Bu itibarla inançsözleşmesi sonaermediği inanç konusu inanılanda, alınan para inananda kaldığısürece zamanaşımı süresinin başlamasına olanak yoktur. Açıklanan kuralındoğal sonucuolarak taraflar borcun ödenmesi için bir süre kararlaştırmış ve,
Borç bu süreiçerisinde ödenmemiş olsa dahi inanç ilişkisi devam ettiğindeninanç konusununiadesi için dava açılabilir. İnanılan, kararlaştırılan süreningeçtiğinden bahisleinanç konusunu iade etme yükümlülüğünün sona erdiğini ilerisürerek iade borcunu yerinegetirmemezlik yapamaz. Keza kararlaştınlan süre içerisindeborcunödenmemesi halinde inanç konusunun inanılana geçeceği, inananındavaaçamıyacağı yönünde inananın müzayakasından yararlanılaraksözleşmeyekonulan böyle bir koşul MK.nun 788 ve 863 maddelerinin buyurucuhükümlerineaykırı düşeceğinden geçersiz olup, sözleşrne serbestisikuralınadayanılamaz. Aksinin kabulü halinde
Borç veren
Borç alanın dardakalmasındanyararlanarak daima inanç sözleşmelerine böyle bir hüküm koymaksuretiyle sözkonusu madde hükümlerinden kurtulma ve
Borç verdiği kişininmalını veyahakkını çok az bir bedel ile eline geçirme onu istismar etmeolanağını elde etmişolurki bu husus sözleşme hukukunun genel prensiplerine, ahlaka,kanun koyucununamacına ters bir sonuç doğurur ve tefedliği teşvik eder. Nitekimböylesözleşmelerin batıl olduğu BK.nun 19 ve 20. maddelerinde hükmebağlanmıştır.Somut olayda davacının dava konusu taşınmazlarını aldığı
Borçpara
karşılığı davalılardan Seyfettin ve Hüseyin teminat maksadı iledevretmekzorunda kaldığı, davalı Seyfettin'in kardeşleri olan davalıHüseyin'in paydaşbulunan öteki davalılara muvazalı
temliklerde bulundukları,1.1.1986,15.9.1986tarihli inanç sözleşmeleri toplanan tüm deliller ve belirlenenolgularta sabittir. Budurumda mahkemece iptal ve tesçile karar verilmesi doğrudur.
Ancak,davacının karşılıklı edimleri içeren inanç sözleşmesinedayanarak inanç konusutaşınmazların tapu kayıtlarının iptalini ve adına tesciliniisteyebilmesi için
Borçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca öncelikle kendi ediminiyerinegetirmesi zorunludur.
Hal böyle olunca, davacıya aldığı
Borç para miktarının rtıahkemeveznesinedepo etmesi için önel verilmesi, yatırdığı takdirde bu paralarınverdikleri
Borç oranında davalılardan Seyfettin ve Hüseyin ödenmesikoşuluyla tapukayıtlarının iptal ve davacı üzerine tesciline karar verilmesigerekirken,
BorçlarKanununun 81. rnaddesinin göz ardı edilmesi suretiyle yazılıolduğu üzerehüküm kurulması isabetsizdir. Davalıların temyiz itirazlandeğinilen nedenleyerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan sebebe hasren sonuçtaoybirliği,gerekçede oyçokluğu ile ( BOZULMASINA), alınan peşin harcıntemyiz edenegeri verilmesine, 30.10.2000 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY YAZIS1
İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onlarınhak ve
Borçlarınıbelirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini vedevredilen hakkın inanılantarafından inanana geri verme ( iade) şartlarını içeren
Borçlandırıcı bir muameledir. Busözleşme, taraflarının hak ve
Borçlarını kapsayan bağımsız birakit olup, alacak vemülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle,teminat teşkil etmekveya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veyahakkı, aynı amacı güdenolağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durumyaratarak, inanılanainançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle
Borçlu, alacaklısına malınırehin edecek, yaniyalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malınınmülkiyetini geçirerek, rehinhakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.Sözleşmenin ve buna bağlı
temlikin, değinilen bu özellikterinedeniyle, taşınmazıinanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almışolduğu parayı geri vererektaşınmazını kendisine
temlik edilmesini istemek yolunca biralacak hakkı; taşınmazı,inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününekadar taşınmazıbaşkasına satmamak ve
Borç ödenince de geri vermek yolundayalnızca bir borcukalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana( alacaklıya) geçmiştir.
Taşınmazda inanarak satanın (
Borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığıgibi, alıcının bumülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da sözedilemez.Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan MK.nun788. maddesinininanç sözleşmelerine dayalı
temlike konu taşınmazlar bakımındanuygulamayeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk GenelKurulunun23.5.1990 gün ve 1990/1-202-315 sayılı kararında da aynenbenimsenmiştir.Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri tarafların karşılıklıiradelerine uygun bulunduğuiçin, onlara karşılıklı
Borç yükleyen ve alacak hakkı verengeçerli sözleşmelerdir.(
Borçlar Kanunu mad. 81) Anılan sözleşmelerde, taraflar,sözleşmenin kendilerine yüklediğihak ve
Borçları belirlerken, inançlı işlemin sona ermesebeplerini; devredilehakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu aradatabii ki süresini de belirleyebilirler.
Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına dasözleşmelerinde yer verebilirler.Buna dair akid hükümleri de
Borçlar Kanunu 19 ve 20 maddelerineaykırılık teşkiletrnediği sürece geçerli sayılır.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf,ödeme günügelince alacağını elde etmek için, dilerse; teminat için
temlikedilen şeyi "ifa uğrunaedim" olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi ; o şeyi, açıkartırma yoluyla veyaserbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Busonuçlar kendineözgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifasüresi içerisinde, sırfsözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla
muvazaalı olarak yapılan
temliklerin yasal korumaaltında tutulamayacağı izahtan varestedir.
Eldeki davada, geçerli bir inanç sözleşmesi bulunduğu, anılansözleşmenin5.2.1947 tarih 20/6 sayılı Içtihatları Birleştirme Kararındaöngörülen ispat koşulunuiçerdiği tartışmasızdır.
Ayrıca, sözleşmeyle
Borç için ödeme zamanı belirlendiği, vadedeborcun ödenmediği desabittir. 0 halde alacağını tahsil edemeyen alacaklının, yukardadeğinildiğiüzere, teminat için
temlik edilen şeyi "ifa" uğruna "edim"olarak alıkoyma hakkınındoğduğu kabul edilmelidir. Kuşkusuz, şeyin değerinin alacaktanfazla olması halinde,artan miktar veya değer yönünden iade borcu doğacağımuhakkaktır.
Taraflar arasında düzenlenen inanç sözleşmesinde belirlenensürede uygulamayeri olan
Borçlar Kanunun 81. maddesi hükmünün, sözleşmeyleöngörülen zamandan10 yılı aşkın bir süre geçtikten ve çekişmeli taşınmazlarbirçokkez el değiştirdiktensonra uygulanırlığını kâbul etmek olanaksızdır.
Açıklanan nedenlerle, yerel mahkeme kararının bozulmasıgerektiği düşüncesiyleSayın Çoğunluğun bozma gerekçesine katılmıyoruz.