Mesajı Okuyun
Old 23-02-2011, 16:31   #6
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Ekim ayında yürürlüğe girecek olan 6100 S.K. da bu konuya dair:
m.397/2: " İhtiyati tedbir kararının etkisi, aksi belirtilmediği takdirde, nihai kararın kesinleşmesine kadar devam eder." der. Maddenin gerekçesinde: "...İkinci fıkrada tedbir kararının hangi süre ile devam edeceği ve etkisini sürdüreceği düzenlenmiştir. 1086 sayılı Kanundan farklı olarak tedbirin etkisinin aksi belirtilmedikçe nihaî kararın kesinleşmesine kadar devam edeceği kabul edilmiştir. Eğer şartları oluştuğu kanaatine varılarak tedbire karar verilmişse, ortaya kesin bir nihaî karar çıkıncaya, yani uyuşmazlık tam olarak açıklığa kavuşuncaya kadar etkisini sürdürmesi ilkesi benimsenmiştir. Ancak, mahkemece bunun aksine de karar verilebilir. Özellikle, tedbir kararı verildikten sonra, asıl hükümde tedbir talep eden haksız çıkmışsa, mahkeme hükümle birlikte tedbirin de kaldırılmasına karar verebilir. Bu durumda kanun yoluna başvurulduğu aşamada tedbir kalkmış olacaktır. Bununla birlikte, örneğin usule ilişkin bir karar verilmişse, bu tedbirin kaldırılması için yeterli bir sebep oluşturmayabilir. Tüm bu hususlar mahkemece dikkate alınarak, gerekiyorsa hükümle birlikte tedbirin kaldırılmasına karar verilebilir. Tedbirin kaldırılmasına karar verilmedikçe, asıl olan nihaî kararın kesinleşmesine kadar tedbirin devam etmesidir. Bu fıkra ile uygulamada ortaya çıkan tartışma ve tereddütler bertaraf edilmeye çalışılmıştır..." denmektedir.

1086 S.K. da; Yargıtay kararı onar mı-bozar mı gibi bir düşünce olmadığı gibi "hükmün icrasını temin için" ibaresi kanun yoluna başvurmayla birebir eş yoruma açık tutulamaz. Böyle bir şey amaçlansaydı yeni kanundaki şekliyle düzenleme yapılırdı. "hükmün icrasını temin"deki "hüküm"den kasıt, yerel mahkemenin kararıdır; kesinleşmiş karardan bahsedilmemektedir (diye düşünüyorum ).

Diğer taraftan Sayın Dikici'nin "mülkiyet hakkı"na mesnetle yaptığı açıklama hakkaniyete uygun görünmekte ise de; yasaya uygun olmadığı kanaatindeyim.

Bir de (eski tarihli olmakla beraber ) bir karar ekliyorum:

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 20.06.1989 T., Esas: 1988/6598, Karar: 1989/3790: "Davacı vekili; davalının, müvekkili aleyhine 3.750.000 liralık bono ile icra takibine giriştiğini, takip sırasında müvekkilinin borcundan fazlasını çeşitli şekillerde davalıya ödediğini, buna rağmen davalının sadece 1.225.000 lira aldığını beyanla icra takibine devam ettiğini ileri sürerek müvekkilinin davalıya 2.876.875 lira borçlu olmadığının tesbitini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevabında, tarafların birbirlerinden açık hesap şeklinde alışverişte bulunduklarını, bono icraya konulduktan sonra dahi alışverişin devam ettiği, bu nedenle yapılan ödemelerin bono ile ilgili olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davalının ticari defter niteliğinde olmayan defterindeki hesapların bono ile ilgisi bulunduğu yolunda bir kayıt olmadığı, taraflar arasındaki ilişkinin bononun icraya konulmasından sonra da sürdüğünü davacının kabul ettiği, banka havale dekontlarının bonoya karşılık olarak gönderildiğinin kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı taraflar temyiz etmişlerdir.
1 - Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının aşağıdaki 2 no'lu bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2 - Dava dilekçesinde her türlü delil demek suretiyle yemin deliline de dayanan davacıya ödeme iddiaları yönünden karşı tarafa yemin teklif etme hakkı bulunduğu hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken bu hususun nazara alınmamış olması hükmün davacı yararına bozulmasını gerektirmiştir.

3 - Davalının temyizine gelince; dava reddedildiğine göre HUMK'nun 112. maddesi uyarınca, icra takibinin durdurulması yolunda verilmiş ihtiyati tedbirin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken hükmün kesinleşinceye kadar tedbirin devamına karar verilmesi doğru olmadığı gibi tedbir nedeniyle alacağını geç alacak olan davalı alacaklı yararına talep olmasa dahi İİK'nun 72/4. maddesi uyarınca tazminata hükmedilmemiş olması da doğru görülmemiş kabul şekline göre bozmayı gerektirmiştir"

Saygılar...