Mesajı Okuyun
Old 30-09-2010, 16:20   #4
av.esengül çördük

 
Varsayılan

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
**************************************
Kanun No: 818
Borçlar Kanunu (BK)

IV: Akde icazet ile rızanın fesadı bertaraf edilmesi

Madde 31 - Hata veya hile ile haleldar olan yahut ikrah ile yapılan akit ile mülzem olmayan taraf bu akdi ifa etmemek hakkındaki kararını diğer tarafa beyan yahut verdiği şeyi istirdat etmeksizin bir seneyi geçirir ise, akde icazet verilmiş nazariyle bakılır. Bu mehil, hata veya hilenin anlaşıldığı veya korkunun zail olduğu tarihten itibaren cereyan eder.

Hile ile haleldar olmuş yahut ikrah ile yapılmış olan bir akde icazet, zarar ve ziyan talebinden feragati istilzam etmez.


T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2009/13-222
Karar: 2009/299
Karar Tarihi: 01.07.2009

ÖZET: Davacı, dava dışı kardeşi ile aralarında görülen davalar nedeniyle taşınmazlarını kaybedeceği korkusu nedeniyle gerek içinde bulunduğu müzayaka hali, gerekse davalıların hileli söz ve telkinleri sonucunda bilahare iade edilmek üzere davalılara devretmiş olduğu taşınmazının, talebine rağmen kayden iade edilmediğini ileri sürerek, bu suretle uğramış olduğu zararın ödetilmesi için eldeki davayı açmıştır. İnanılan sıfatındaki davalıların geri verme konusundaki edimlerini yerine getirmemeleri hile değil, sözleşmeye aykırılık niteliğindedir. Kaldı ki bir an için bu durumun hile olarak kabulü halinde dahi, işlemin yapıldığı tarih ile dava tarihi arasında geçen 3 yıl 7 aylık süre nedeniyle bir yıllık hak düşürücü süre de fazlasıyla geçmiştir.

(818 S. K. m. 21, 31) (1086 S. K. m. 76) (YİBK. 05.02.1947 T. 1945/20 E. 1947/6 K.)

Dava: Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.06.2007 gün ve 2006/121-2007/196 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 22.12.2008 gün ve 2008/13031-15201 sayılı ilamı ile;

(… Davacı, dava dışı kardeş'i A... O... K... ve onun mirasçıları ile daha önce aralarında çeşitli davaların görüldüğünü, bu davalardan biri olan Kadıköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2000/1075 E. sayılı davada, taşınmazlarının tapu kaydı üzerine konulan tedbirin, anılan davanın 01.10.2002 tarihinde reddedilerek kesinleşmesi üzerine 22.10.2002 tarihinde kaldırıldığını, bu arada aynı kişiler tarafından aynı mahkemede 2002/895 E. sayılı tazminat davası açıldığını, bu davada da tedbir talep edildiğinden, tüm taşınmazlarını kaybedeceği korkusuna kapıldığını, gerek bu husustaki müzayaka hali gerekse davalıların hileli söz ve telkinleri sonucunda, açılan tescil davasındaki tedbirin kalkmasından hemen sonra ancak tazminat davası devam etmekte iken 30.10.2002 tarihinde Ümraniye Şerifali Çiftliği, 3367 parseldeki hissesini, daha sonra geri alacağına inanarak, tapuda 78.000 YTL bedel gösterilmek suretiyle gerçekte ise bedelsiz olarak davalılara devrettiğini, aleyhine açılan tazminat davasının kısmen kabulüne ilişkin kararın kesinleşmesinden sonra taşınmazın kayden iadesi için davalılara başvurmuşsa da talebinin kabul edilmediğini, oysaki taşınmazını zor durumda kaldığı için muvazaalı bir biçimde bedelsiz ve geri alacağına inanarak devretmiş olduğundan, yapılan satışın geçersiz olduğunu, bu nedenle taşınmazın değeri kadar zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 78.000,00 YTL. nin faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiş, 11.1.2007 tarihli ıslah dilekçesiyle de talebini 1.800.000,00 YTL'ye çıkarmıştır.

Davalılar, satışın yapıldığı tarih ile dava arasında 3 yıl 7 aylık bir sürenin geçtiğini, müzayaka ve hile iddialarının Borçlar Kanununun 21. maddesi gereğince bir yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğunu, muvazaa ve inançlı işlemin ise yazılı delille ispat edilmesi gerektiğini, bu hususta tanık dinlenemeyeceğini, tapuda resmi şekilde yapılan sözleşmenin aksinin de ancak aynı kuvvette bir delille ispat edilebileceğini, davacı aleyhine kardeşi tarafından Kadıköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2000/1075 E. sayılı açılan tescil davasının ve o sırada görülen diğer davaların davacı lehine sonuçlanması nedeniyle olayda müzayaka halinden de söz edilemeyeceğini, davacının taşınmazını tamamen kendi iradesi ile ve bedeli karşılığında sattığını, Kadıköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan 2002/895 E. sayılı tazminat davasında, dava konusu taşınmazın rayiç değerinin 27.05.2002 tarihi itibariyle 115.508.074.534 TL olarak tespit edilmesi nedeniyle satış tarihindeki bedelin de rayice uygun olduğunu, bölgede 2003 yılından sonra taşınmaz fiyatlarında meydana gelen değer artışı dolayısıyla davacının taşınmazını geri alabilmek amacıyla bu yola başvurduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, dinlenen tanık beyanları gereğince davalıların babası Selami Kaplan’ın bilahare iade edileceği konusundaki hileli beyanları sonucunda, davacının kardeşi ile aralarında görülen davalar sırasında kaldırılan tedbir kararı üzerine tapu kaydına yeniden tedbir konulmasını engellemek amacıyla taşınmazın tapuda davalılara devredildiği, gerçekte satış bedelinin ödendiğinin sabit olmadığı, davanın da tazminat davasının kesinleşmesinden sonraki bir yıllık hak düşürücü süre içinde açıldığı belirtilerek, davanın kabulüne, 1.800.000,00 YTL'nin dava tarihinden itibaren faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmiş, davalıların temyizi üzerine hüküm Dairemizce oy çokluğu ile onanmış, davalılar bu kez karar düzeltme talebinde bulunmuşlardır.

Davacı, dava dilekçesinde, davasını müzayaka hali ve hileye dayandırmışsa da, HUMK. nun 76. maddesi uyarınca davada maddi olguların açıklanması taraflara, ileri sürülen maddi olguların hukuki nitelendirilmesi ve uygulanacak yasa maddelerinin tespit edilmesi ise hakime ait bir görevdir. Bu nedenle davada ileri sürülen iddiaların hukuki tavsifinin doğru olarak yapılabilmesi için, öncelikle muvazaa, hile ve inançlı işlem kavramlarının üzerinde durulması gereklidir.

Muvazaa; kısaca, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmeyen bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları şeklinde tanımlanabilir.

Hile ise; genel olarak bir kimsenin hukuki bir işlem yapmasını sağlamak için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanabilir. Hatada yanılma, hile de ise yanıltma söz konusudur.

İnançlı işlemlerde ise, başkasına bir hak devreden tarafa inanan, bir hakkı devralan tarafa da inanılan denilmekte, inanılan tarafın elde ettiği hakkı, taraflarca güdülen amaç sona erince veya gerçekleşince inanana ya da üçüncü bir kişiye devretme taahhüdünü taşıyan sözleşmeye de inanç sözleşmesi denilmektedir. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1988, sh.560 ).

Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya bakıldığında; davacı, dava dışı kardeşi ile aralarında görülen davalar nedeniyle taşınmazlarını kaybedeceği korkusu nedeniyle gerek içinde bulunduğu müzayaka hali, gerekse davalıların hileli söz ve telkinleri sonucunda bilahare iade edilmek üzere davalılara devretmiş olduğu taşınmazının, talebine rağmen kayden iade edilmediğini ileri sürerek, bu suretle uğramış olduğu zararın ödetilmesi için eldeki davayı açmış olup, dava dilekçesinin içeriğine ve iddianın bu ileri sürülüş biçimine göre taraflar arasındaki hukuki ilişkinin, inanç sözleşmesi niteliğinde olduğunun kabulü gerekir. Davacı, davalılar tarafından aldatıldığını belirterek davada hileden söz etmiş ise de, inanç sözleşmesinde inanılanın, taraflarca güdülen amaç sona erdikten sonra elde ettiği hakkı iade etme konusundaki edimini yerine getirmemesi hile değil, inanç sözleşmesi ile üstlenmiş olduğu geri verme yükümlülüğünün ihlali olarak kabul edilmelidir. Somut olayda da, inanılan durumunda bulunan davalıların, taşınmaza tedbir konulmasına ilişkin tehlike sona erdikten sonra kendilerine devredilen taşınmazı talebe rağmen davacıya iade etmedikleri konusundaki iddia da, hileyi değil, davalıların inanç sözleşmesindeki geri verme borçlarını ifadan kaçındıklarını gösterir. Başka bir ifade ile inanılan sıfatındaki davalıların geri verme konusundaki edimlerini yerine getirmemeleri hile değil, sözleşmeye aykırılık niteliğindedir. Kaldı ki bir an için bu durumun hile olarak kabulü halinde dahi, işlemin yapıldığı tarih ile dava tarihi arasında geçen 3 yıl 7 aylık süre nedeniyle Borçlar Kanunu'nun 31. maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre de fazlasıyla geçmiştir. Her ne kadar davacı aleyhine dava dışı kardeşleri tarafından açılan tazminat davasının reddedilerek kesinleşmesi sonrasında talebe rağmen, tapu kaydının davacıya iade edilmemesi nedeniyle mahkemece söz konusu davanın kesinleşme tarihi olan 20.1.2006 tarihi, hile iddiasına dayalı bir yıllık hak düşürücü sürenin başlangıcı olarak kabul edilmişse de, az yukarda da değinildiği gibi, iadenin yapılmayacağının anlaşılması, mahkemenin kabulünün aksine, hilenin öğrenildiğini değil, inanç sözleşmesinde inanılanın geri verme borcuna aykırı hareket ettiğini göstermektedir.

05.02.1947 gün 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, inançlı işleme dayalı bir dava, ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Başka bir ifade ile davacı, satışın iadei ferağda bulunulmak kaydıyla yapıldığı konusundaki iddiasını ancak yazılı delille ispat edebilir. Oysaki dava konusu olayda yapılan işlemi hükümden düşürecek güçte bir yazılı belge ibraz edilmemiştir. Miktar itibariyle davada tanık da dinlenemeyeceğinden, davalıların muvafakatleri bulunmamasına rağmen mahkemece davada tanık dinlenmesi ve dinlenilen tanık sözlerine itibar edilerek hüküm kurulması isabetsizdir. İnanç sözleşmesi, yazılı belge ile kanıtlanamadığına göre, davacının ayın isteme hakkının bulunmadığı bir yerde, taşınmazın bedelini talep etme hakkı da bulunmamaktadır. Ne var ki, davacı dava dilekçesinde <deliller> kısmında <her türlü delil> demek suretiyle <yemin> deliline de dayanmış olduğundan davadaki iddiası konusunda davalılara yemin yöneltmeye hakkı bulunduğu hatırlatılarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, sözleşmenin hukuki nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek ve eksik inceleme ile davanın kabulüne karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, kararın bu nedenle bozulması gerekirken, Dairemizce sehven oyçokluğu ile onandığı bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından, davalıların karar düzeltme taleplerinin kabulü ile Dairemize ait 15.07.2008 tarihli 2008/7856 E. 2008/9940 K. sayılı "onama" ilamının kaldırılmasına, hükmün açıklanan nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir...),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 01.07.2009 gününde oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)