|
Bir de bu var; karşı oy yazısının da altını çizdim:
 |
Alıntı: |
 |
|
|
|
|
|
|
|
T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
Esas: 1994/1-298
Karar: 1994/324
Karar Tarihi: 05.12.1994
ADAM ÖLDÜRME SUÇU - TAAMMÜDEN ADAM ÖLDÜRME - TASARLAMANIN NE ZAMAN YAPILDIĞININ SAPTANMASI GEREKTİĞİ - SANIĞIN EYLEMİNİN ADİ TAHRİK ALTINDA KASTEN ADAM ÖLDÜRME SUÇU OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ GEREĞİ
ÖZET: Tanıklar tarafından da doğrulanan savunmaya göre, bundan 13 sene önce, sanığın annesini tabanca ile yaralamasından sonra oluşan husumet ortamında, ölenin sanığa bir süre önce küfür etmesi ve olaydan bir gün önce de arkadaşını dövmesi karşısında, sanığın maktulü öldürme niyetinde sebatla ve koşulsuz olarak ne zaman karar verdiği, ulaştığı ruhi sükunete rağmen öldürme kararından vazgeçmeyip bu kararını icra ettiği hususunda herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Bu itibarla eylem adi tahrik altında kasten adam öldürme suçunu karar verilmelidir.
(765 S. K. m. 450)
Dava: Tasarlayarak adam öldürmek ve 6136 Sayılı Yasaya aykırı davranmak suçlarından sanık Murat Kaplan’ın T.C.Y.nın 450/4, 55/3. maddesi uyarınca 24 yıl ağır hapis ve 6136 Sayılı Yasanın 13/1., T.C.Y.nın 55/3. maddesi ile de 1 yıl 4 ay hapis ve 200.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Ankara 6ncı Ağır Ceza Mahkemesince 11.10.1993 gün ve 61/143 sayı ile verilen kararın, sanık müdafi tarafından temyizi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1nci Ceza Dairesince 18.4.1994 gün ve 1018/1016 sayı ile;
Sair itirazlar yerinde görülmeyerek;
Failin, bir kimseye karşı belli bir suçu işleme niyetinde sebatla ve koşulsuz olarak karar vermesi, ulaştığı ruhi sükunete rağmen bu kararından vazgeçmeyip, ısrarla bu akış içersinde kararını icraya başlaması, olaysal olarak değerlendirilmek suretiyle tasarlamanın var olup olmadığı saptanmaktadır.
Ölenin, sanığın annesini 13 yıl kadar önce tabanca ile yaraladığı, bu sebepten dolayı sanığın ailesi ile ölen arasında husumet doğduğu, bir süre önce ölenin sanığa küfür ettiği gibi olay gününden bir gün önce de, ölenin sanığın arkadaşını dövdüğünün açıklığa kavuşması karşısında, açıklanan olaylar zinciri içinde sanığın öldürme kararını ne zaman verdiğinin kesinlikle saptanamaması da gözönünde tutularak, sanığın eyleminin adi tahrik altında kasten adam öldürme olarak nitelendirilmesinde zorunluluk bulunduğu halde, yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 27.6.1994 gün ve 109/102 sayı ile;
Özel Daire öldürme nedenini yalnız 13 sene önceki bir yaralama olayına bağlamıştır. Halbuki, Mahkememiz öldürme olayına neden olan olaylar zincirini saptamış tanıkları da duyarlı bir biçimde dinlemiştir.
13 sene önce taraflar arasında bir yaralama olayının olduğu gerçektir. 12 seneden, olay tarihine dek aralarında bir dizi olaylar geçmiştir.
26.4.1992de sanığın babası Zeynel hakkında, ölen Rıfat Altaş’ı silahla tehdit suçundan Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesine dava açılmış, suç sübuta ermediğinden beraat kararı verilmiştir.
Bu olaydan 1 ay sonra sanıklar ölen Rıfat Altaş’ın evine silahla ateş etmişlerdir. Tanık olmadığı için Rıfat şikayet etmemiştir.
Zaman zaman ölen tarafın sanıklarca tehdit edildikleri tanık anlatımları ile kesinlik kazanmıştır. O halde olayı sadece 13 sene önceki bir olaya bağlamak doğru değildir. Zaman içerisinde biriken olayların sonucu olarak sanık Murat Kaplan düşünüp, taşındıktan sonra, tabanca elde edip öldürmeyi tasarlamıştır.
Sanığın, tabanca ile camiye gidip, namaz kılan maktüle yakın mesafeden ateş etmesi olayın tasarlama sonucu olduğunu gösterir.
1979-1980 doğumlu savunma tanıklarının ifadeleri, kırsal kesimde koşullanmaları gözönüne alındığında mahkemede olumlu kanaat bırakmamıştır. Kaldı ki, bu tanıklar ölenin sanığa küfür ettiğini de söylememişlerdir.
Savunma tanığı Aytekin Aktaş’ın beyanı da inandırıcı görülmediğinden, olayın kışkırtma sonucu işlendiği kabul edilmemiştir.
Kaldı ki, Özel Dairenin kabul ettiği küfür olayı, 1 yıl önce gerçekleşmiştir. 1 yıl önceki küfür de tahrik değil, tasarlamayı gösterir.) Açıklamasıyla direnmiştir.
Bu karar da sanık müdafi tarafından süresinde temyiz edildiğinden ve kendiliğinden de temyize tabi bulunduğundan Yargıtay C.Başsavcılığının <bozma> istekli 27.10.1994 gün ve 1/74835 sayılı tebliğnamesiyle, dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
Karar: İncelenen dosyaya göre;
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, suçun hukuki nitelendirilmesi hususundadır.
Ölenin, sanığın annesini 13 yıl önce tabanca ile yaraladığı, bu sanığın, ailesi ile ölen arasında husumet oluştuğu, olaydan bir süre önce ölenin sanığa küfür ettiği, olayın bir gün öncesi de ölenin sanığın arkadaşını dövdüğü, süregelen bu zincirleme olayların akışı içersinde, sanığın öldürme kararını ne zaman verdiğinin de belirlenemediği, tanıklarca da doğrulanan savunma ve tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
T.C.Y. tasarlamayı tanımlamamış, sadece bazı suçlarda ağırlaştırıcı sebep sayılmıştır. Kaynak İtalyan Ceza Yasası da tasarlamayı tanımlamamış, yasa gerekçesinde bu hususta yapılacak bir tanımlamanın hakimi şaşırtabileceği olasılığı vurgulanarak tehlikeli olacağı açıklanmıştır.
Öğretide hukuki mahiyeti tartışmalı olan bu kavram hakkındaki görüşlerin her birinin müesseseyi açıklamaya yeterli olmadığı ve hepsinin haklı olarak eleştirilen yönleri bulunduğu gözlenmektedir.
Yargıtay’ın duraksamasız uygulamalarına göre; Failin bir kimseye karşı belli bir suçu işleme niyetinde sebatla ve koşulsuz olarak, bu hususta karar vermesi, ulaştığı ruhi sükunete rağmen bu kararından vazgeçmeyip, kararını ısrarla ve bu akış içersinde icraya başlama şartları olaysal olarak değerlendirilmek suretiyle tasarlamanın var olup olmadığı saptanmaktadır.
Olayda, tanıklar tarafından da doğrulanan savunmaya göre, bundan 13 sene önce, sanığın annesini tabanca ile yaralamasından sonra oluşan husumet ortamında, ölenin sanığa bir süre önce küfür etmesi ve olaydan bir gün önce de arkadaşını dövmesi karşısında, sanığın maktulü öldürme niyetinde sebatla ve koşulsuz olarak ne zaman karar verdiği, ulaştığı ruhi sükunete rağmen öldürme kararından vazgeçmeyip bu kararını icra ettiği hususunda herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Bu itibarla eylem adi tahrik altında kasten adam öldürme suçunu karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul üyelerinden 4.Ceza Dairesi Başkanı Sami SELÇUK: <Yüce kurulun verdiği karar birçok yönlerden hukuka aykırıdır. Bunları belirleyebilmek için, ilkin Yargıtay, temyiz yolu ve denetimi üzerinde durmak; ikinci olarak da bunların ışığından yapılan yanılgıları irdelemek gerekir.>
<A)Türk Yargıtay’ı; Alman, Fransız, İtalyan vb. ülkelerdeki bozma mahkemelerinin (cours de cassation) aynısıdır. Bozma mahkemeleri doğrudan öğrenme yargılaması (cognizione), yani duruşma yapmamaktadırlar. Bu kurumlaşmanın doğasından kaynaklanan belirleyici, zorlayıcı sonuçlar ise şunlardır. Duruşma, yargılamanın en önemli aşamasıdır ve var olma (icat) nedeni de, hırsızlık, yaralama, şiddetli geçimsizlik, bir tanığın içtenliği, doğru söyleyip söylemediği gibi alayların gerçek olup olmadıklarını saptamaktır. Bu saptama işinin ise, tutanaklara göre değil; duruşmadan edinilen izlenimlere göre yapılması zorunludur (CYY. md. 254). Yukarıda belirttiğim gibi duruşmanın varlık nedeni budur. O yüzden, kanıtları yeterli/yetersiz, yanlı/yansız v.b. gibi değerlendirme yetkisi, yalnız ve yalnız duruşma yapan, duruşmaya katılan, bu nedenle de, taraflarla, kanıtlarla doğrudan ve yüz yüze ilişki kuran, onlar üzerinde yapılan yüksek sesli tartışmaları dinleyen, bir sözcükle kanıtlarla doğrudan diyalektik ilişkide bulunan duruşma yargıçlarına aittir. Böyle bir değerlendirmeyi yapabilmek için hukuk öğrenimi görmeye gerek olmadığından, jürilerde görüldüğü üzere, çeşitli mesleklerden gelen kişiler de olay sorunlarını çözebilmektedirler. Yeter ki, duruşmada hazır bulunsunlar. Bu nedenle, isterse deneyimli hukukçu olsun, duruşmaya katılmamış bir yargıcın, olaya ilişkin sorunları çözmesi, eşyanın doğası gereği olanaksızdır. O yüzden, istinaf ve dolayısıyla duruşma yapma yetkisini haiz olmayan ve duruşma yapmayan Yargıtay yargıçları, dünyanın hiç bir ülkesinde, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçerek, olay sorunlarını çözememektedirler. Dahası istinaf mahkemeleri de, yeni baştan duruşma yapma (tipik istinaf) yetkisini kullanmamış, yalnızca taraflar dinlenmekle yetinmişlerse (atipik istinaf), ilk mahkemelerce sabit kabul edilen olaylara ilişmemekte, öbür hukuksal sorunları ele almaktadırlar. Çünkü, yargılamanın temel ilkesi şudur: <Yargılandığın oranda hüküm kur (sonuç çıkar): tantum judicatum, quantumm conclusum>. Bu yüzden duruşma yapmayan Yargıtay, olay değerlendirmesi yapamayacak. <olay sabittir/değildir>, <tanık yansızdır, doğru söylüyor; yanlıdır, yalan söylüyor> gibi salt olgulara ilişkin hükümler kurarak, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçemeyecektir. Eğer kurabilseydi, yargılama Yargıtay’da biter, yollama yargılamasına gerek duyulmazdı. Yargıtayımız, benzerleri gibi, bozma kararından sonra dava dosyasını, yollama yargılaması/duruşması yapılması için esas mahkemesine göndermektedir. Bu zorunludur. Çünkü, ilke şudur: <Yargıtay yargıcı davanın (esasın) değil, kurulan hükmün/kararın yargıcıdır>. O nedenle de, Yargıtay’ın C.Yargılama Yasasının 322. md. sayılı ve sınırlı durumlar dışında esas (ilk) mahkemesinin yerine geçerek karar vermesi, kesinkes olanaksızdır ve 322. maddenin varlığı ve gerekçesi de bunu kanıtlamaktadır>.
<Yargıtay yargıcı, hükmün yargıcı olarak, esas mahkemesinin sabit kabul ettiği olayları, eylemleri ve olguları, iki yolla denetleyecektir. Birincisi; olayları/eylemleri olguları sabittir/değildir biçiminde vicdani kanı yargısını oluşturmak için yapılan duruşmanın yargılama yasalarına uygunluğunu ele alacaktır. Yargılama kusurlu (vitium in procedendo) ise, bu nedenle karar bozulup esas mahkemesine, yeniden yargılama/duruşma yapması için gönderilecektir. Yargılama kusursuz ise, Yargıtay, esas mahkemesi hükmünün yalnızca gerekçesini inceleyecektir. Zira, bir İtalyan Yargıtay kararında belirtildiği gibi, gerekçe, her olay ve hukuk sorununu tek tek çözmesi gereken, mantıki ve hukuki bütünlük sergileyen bir yapıttır (20.12.1989). İşte Yargıtay, olaylara, kanıt değerlendirmelerine ilişkin sorunların, doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uygun ele alınıp alınmadıklarını, salt gerekçe denetimini yaparak irdeleyecek, hukuksal denetim ve gerekçelerde disiplin sağlama görevini bu yolla yerine getirecektir. Ancak, Yargıtay, bu konularda, ilk mahkemenin yerine geçerek kesin çözümler getiremez, getirmemelidir. İncelediğimiz Avrupa ve Latin Amerika ülkelerindeki Yargıtaylar (bozma mahkemeleri), denetim yargılamasını böyle yapmaktadırlar ve bu hususta öğreti ile uygulama bire bir çakışmaktadır. Bu konuda İtalyan Yargıtay’ının birkaç kararını sunmakla yetiniyorum: <Yargıtay, olayla ilgili değerlendirmeleri esas mahkemesinin elinden alamaz> (sez. 1, 7.6.1989; sez. VI, 30.10.1989). <Kanıt kaynağının ve kanıtın değerlendirilmesi, duruşma yapan ilk mahkemeye ait bir olay sorunudur. Yargıtay bu konuda yalnızca gerekçeyi inceleyerek denetleme yapabilir> (sez. 1, 22.2.1990; sez. IV, 11.12.1990). Burada, önemle vurgulanması gereken nokta şudur: Gerekçe yoluyla denetlemek başka şeydir, ilk mahkemenin yerine geçerek sorunu esastan çözmek büsbütün başka şeydir. Bu başkalıklar gözetilmez de ölü tutanaklara göre kanıt değerlendirmeleri yapılarak olay sorunları esastan çözülürlerse, bir yargılama sendromunun yaşanması ve onun belirtilerine ve tehlikeli sonuçlarına katlanılması kaçınılmaz olacaktır. Bu sonuçlar şunlardır: a)Doğrudanlık, yüz yüzelik, açıklık ve sözlülük ilkelerine göre yapılan duruşma hiçlenecek, gereksizleşecektir. Gerçekten, yalnızca tutanaklara göre karar verilecek idiyse niçin duruşma yapılarak karar verilmiştir? Bir yargıç soruşturmayı yapar, tuttuğu tutanakları Yargıtay’a gönderir, karar verilebilir; böylece zamandan ve emekten kazanılmış olurdu. b) Yargılamanın olmazsa olmaz ve en önemli aşaması bulunan, bu yüzden de sağ esen olması için yargılama yasalarının tüm maddelerinin seferber edildiği duruşma sonucu oluşan olaylara ilişkin vicdanı kanı yargısı; ölü tutanaklara göre oluşturulan vicdanı kanı yargısına feda edilince, daha iyi araçlara/olanaklara sahip ilk mahkemenin yargısının yerine, duruşma yapmadığı için daha kötü araçlara/olanaklara sahip olanın yargısı geçecek, hem eşyanın doğasına ve hem de duruşma ve <yargılandığın oranda hüküm kur> kurallarına ters düşülecektir. Kuşkusuz, böyle bir yargılamada, adli yanılgı oranı da çok fazla olacaktır. c) Olaylara ilişkin gerekçenin dışlandığı ve gereksizleştiği bir ülkede, ilk mahkeme yargıçları, yükü ve sorumluluğu Yargıtay’a atacaklarından, Yargıtay, gerekçelerde disiplin sağlama ve ilk yargıçları yetiştirme (pedagojik) görevlerini hiç bir zaman yerine getiremeyecektir. d) Tutanaklara göre (duruşmasız) oluşturulan vicdanı kanı yargısı, her zaman kuşkuyla karşılanacağından ve tarafların katkısı sıfırlaşacağından, kesin hüküm saygınlığı örselenecektir. Zira böyle bir yargılamada, saydamlığa ve diyalektiğe dayanan adaletin yerini, artık gizli ve görünüşte adalet almıştır. Bu konuda ortaya çıkan tehlike ve sonuçları, yaptığım araştırmaların bir bölümü olarak yayımladığım yazılarda (les voies de recours en France, AÜSBF. Dergisi, c.XLV, sayı:1-4, Ocak 1990, sayfa: 119-184; Yargıtay’ın (bozma mahkemesinin) ve temyiz yolunun iyi algılanması ve kurumsallaştırılması sorunları, Yargıtay Dergisi, Ocak - Nisan 1992, s. 19-449) ve Yüce Ceza Genel Kurulunun birçok kararlarında (14.4.1986, 521/219, 11.3.1991, 335/75, 4.5.1992, 110/132, --- 23.10.,1992, 252/308, 8.2.1993, 368/31, 14.6.1993, 110/168 ve bir İç. Birleştirme kararında (14.12.1992, 1/5 R.G. 6.5.1993) ayrıntılarıyla sergilemiştim.>
<B) Üzülerek belirteyim ki, bugün ülkemiz bu yargılama anlayışının açmazlarını yaşamaktadır. İnceleme konusu tasarlama kavramıyla ilgili karar da bunun çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten, Yüce Yargıtay’ımızın tasarlama konusundaki kararları incelendiğinde, şu noktalar gözlenmektedir: Yüksek 1. Ceza Dairesinin ve Ceza Genel Kurulunun kararlarında kullanılan ölçütler, değişiktir. Soğukkanlılık ölçütüne ağırlık veren kararlar yanında, bu ölçütten hiç söz etmeyen, <kararda sebata> ya da <kararla suç işleme anı arasındaki süreye>, kimi zaman da <tertibe, planlamaya> dayanan kararları bulunmaktadır. Kimileyin de, karma bir ölçüte başvurulduğu; soğukkanlılık ölçütüne başvurulmasına karşın, tahrik hükümlerinin uygulanmasına izin verildiği görülmektedir. Ayrıca, pusu kurma, Yüksek 2. Ceza Dairesinin çoğu kararlarında <tasarlamanın> şaşmaz kanıtı olarak benimsenmiş; gerek Yüksek 2. ve gerekse Yüksek 4. Ceza Dairesinin eski kararlarında, tehdit cürmünde <tasarlama> öğesi aranmıştır. Buna karşılık Yüksek 1. Ceza Dairesi, pusu kurma eylemini tasarlamanın her zaman şaşmaz kanıtı olarak değerlendirmemiştir".
<Bütün bunlar gösteriyor ki; Yüksek Mahkememizin kararları, tasarlama kavramının kesin boyutlarını belirlemekten uzaktır. Bu tutum, esasen belirsiz olan kavramı, daha da belirsiz kılmış, duraksamalar çoğalmıştır. Nitekim, görüşmeler sırasında da bu durum ortaya çıkmıştır. O nedenle Yerel Mahkeme kararlarının, sıklıkla görüldüğü üzere, Ceza Genel Kurulunun, kesin çizgileri belli olmayan kararlarına gönderme yapılarak bozulması da yerinde değildir.>
<İlkin, Türk hukukuna <amd> kökünden türetilerek giren <taammüd> sözcüğü, Yasamızda yalnızca kan suçlarında ağırlaştırıcı bir neden olarak yer almıştır (T.C. Yasası madde 450/4, 457). Başka suçlarda öngörülmemiştir. <Tasarlama> olarak Türkçeleştirilen sözcüğün anlamı, <bilerek, isteyerektir.> Bu ise kasıt kavramında esasen var olan bir öğedir. Sözcüğün, Fransızca (premeditation), İtalyanca (premeditazione) ve İspanyolca (premeditacion) karşılıkları ise, <önceden düşünme> anlamına gelmektedir. Görüldüğü üzere, gerek Türkçedeki ve gerekse belirtilen dillerdeki sözcükler kavramın boyutlarını açıklamaktan uzaktırlar. Çünkü, her kati suç, esasen <bilerek, istenilerek> ve <önceden düşünülerek> işlenir. Öyleyse, kavramın tanımını yapmak ve öğelerini saptamak zorunludur ve bu ise zaten Yargıtayın temel görevidir. Yasa koyucu, yasayı değiştirmenin güçlüğünü gözeterek, kimi kavramların tanımlarını, hukuk biliminin gelişmesi doğrultusunda yeni tanımlar üretilmesini sağlamak amacıyla, yargısal görüşlere bırakmıştır. Çünkü yargısal görüşlerin değişmeleri daha kolaydır. Ancak, kavramı dondurmak kaygısında aşırılığa kaçılmasının belirsizlik ve keyfilik yaratacağı da unutulmamalıdır. Nitekim, kaynak Yasanın gerekçesinde buna değinilmiş; yasalarından yararlandığımız bütün ülke Yargıtayları, kavramın öğelerini belirlemişlerdir.>
<Bu konuda birkaç örnek vermek isterim: Dizgesinde <pusu kurmaya> ayrı yer verdiğinden, ister istemez psikolojik ağırlıklı bir tanıma kayan Fransa’da Yargıtay, <sürekli, kararlı, soğukkanlı bir irade> (Garraud, Traite, n. 1891; Jeandidier, n. 329; Vitu, n. 1721); Fransız ve Belçika hukukundan esinlenen Zaire Yüksek Mahkemesi <soğukkanlı ve az çok geçen bir süre içinde düşünülerek olgunlaştırılmış bir irade> (10.6.1972; Kinhasa Üst Mahkemesi, 1.2.1969, 4.2.1974, Kisangani Üst Mahkemesi, 19.2.1970 tarihli kararlar, ileten: L.Bolongo, s.62-64); İtalya ve İspanya ise, aşağıda tanımını yapmaya çalışacağım öğelere ağırlık vermişlerdir (İtalyada Manzini, Nuvolone, Angioni, Contieri, Tassi ve birçok yazar; İspanya’da Devesa ve Gomez). İtalyan Yargıtayının 9.3.1982, 24.3.1986, 6.4.1987, 27.4.1987 (İtelen: Tassi, ll Dolo, 1992, s.98-103) ve İspanyol Yargıtayının 21.12.1972, 24.1.1975, 21.12.1981, 12.3.1983, 27.9.1983, 30.4.1986, 25.5.1986, 1.2.1989 (İletenler: Devesa - Gomez, Derecho penal espanol, p.general, Madrid, 1993, s.436; p.especial, Madrid, 1993, s.740) tarihli kararlarında ise zamandizinsel ve düşünsel öğelere ağırlık verilmiştir.>
<Tasarlamanın, kastın suç yörüngesi üzerinde oluşurken, kasıt türlerinden başlangıç kastına (dolo iniziale) yaklaştığı; yoğunluk açısından ise, ani (öfke) kastının (dolo d’impeto) dışında kaldığı, düşünce kastına (dolo di proposito) girdiği ve bu kastın en yoğun, rafine biçimi olduğu kuşkusuzdur. Suçun, düşünsel (ideaziona) aşamasının en zengin şemada suç düşüncesi, suç kararı ve suç tasarısı (planı) aşamalarından geçtiği ve çağdaş tasarlama anlayışı gözetildiğinde, kapsayıcı ve kavrayıcı bir tasarlama tanımı, Yasamızın dizgesi de gözetilerek şöyle yapılmak gerekir: <Önceden düşünülerek alınan, ortaya çıkan dış bulgulara göre karışıklığa (iltibasa) yol açmayacak biçimde belli bir cürmü işlemeye yöneldiği anlaşılan, failin tehlikeliğini ve kastın yoğunluğunu vurgulayan, mutlaka kınanabilir bir güdüye dayanmayan, planlı olarak hazırlanan ve bu nedenle de mağdurun savunmasını zorlaştıran bir cürüm kararıyla; bu kararı yerine getirme arasında algılanabilecek ve hukuken değerlendirilebilecek biçimde az çok bir zaman dilimi ve bu yüzden de ruhsal, zamandizinsel ve düşünsel bir yapısı bulunan, son çözümlemede, kesintiye uğramamış, inatçı, dönülmez ve değişmez nitelikteki iradi sürece tasarlama adı verilir>.
<Bu tanımda, görüldüğü üzere, nitelikleriyle birlikte dört öğe ortaya çıkmaktadır: 1. Düşünsel (fikri, ideolojik) öğe: Az çok belli bir süreyi alan zaman içinde hesaplı bir suç işleme kararı. 2. Ruhsal (psikolojik) öğe: Suçu işleyip işlememe konusunda faildeki iç ben (ego) çatışmalarının ve dalgalanmalarının son durakta ve konumlamada, daima, suçu işlemeden yana olması ve bundan dönülmemesi. Fail, suçu işlemekten vazgeçmiş ve fakat önüne çıkan bir fırsat ve vesile nedeniyle ve ani bir kararla eyleme geçmişse, tasarlamadan söz etmek olanaksızdır. 3. Zamandizinsel (kronolojik) öğe: Somut kanıtlara göre, suç kararıyla eylem arasında hukuken değerlendirilebilir ve algılanabilir bir zaman aralığı bulunmalıdır. 4. Yöntemsel (usuli) öğe: Yukardaki olgular, somut bir biçimde ortaya çıkmalıdır. Belirtilere (karinelere) ve varsayımlara dayanılmamalıdır>.
<İtalyan ve özellikle İspanyol Yargıtaylarının kararlarından esinlenilerek ve öbür ülkelerin (Fransa, Belçika, İsviçre, Almanya, Brezilya, İngiltere) anlayışlarından yararlanılarak yapılan bu ya da geliştirilecek bir başka tanıma göre, Yargıtayımızca her şeyden önce tasarlamanın içeriği ve boyutları öğeleriyle birlikte saptanmalıdır. İlk Mahkemeler de, her olayda bu tanımdaki öğelerin gerçekleşip gerçekleşmediğini saptayıp tartışmalıdırlar. Tasarlama failin iç dünyasına ilişkin bir fiili durumdur ve onu saptama yetkisi duruşma yapan mahkemenindir. Yargıtay’ın denetleme görevi ise, tanım doğrultusunda saptama ve saptamada gösterilen ya da oylanan sorunlarla yansıtılan gerekçeyi incelemekle sınırlıdır. Bu konuda ilk mahkemenin yerine geçerek, <tasarlama var/yok> diyemez. Olayımızda Yerel Mahkeme düşünsel ve zamandizinsel boyutlara ağırlık vererek ve yeterli gerekçe göstererek tasarlamanın varlığını benimsemiştir. O nedenle karar onanmalıdır> diyerek karşı oy kullanmıştır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden, kendiliğinden de incelemeye tabi kararın istem gibi BOZULMASINA 05.12.1994 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
|
|
 |
|
 |
|
|