Mesajı Okuyun
Old 11-11-2006, 21:48   #3
ahmetsacit

 
Varsayılan

Alıntı:

Saddam'ın idamı iç savaşa davetiye mi?


Saddam Hüseyin'in ölüme mahkum edilişinin Cumhuriyetçiler'in ara seçimlerdeki beklentileri açısından şüphe uyandırmaya elverişli olan zamanlaması, sadece Irak'taki mezhepler arası gerilimi derinleştirecek ve iç savaşın alevlerini daha da körükleyecektir.
Başkan Bush, beklendiği gibi operasyon haberlerini Irak halkı için "despotun hakimiyetinin yerine hukukun hakimiyetini koyma" çabasındaki bir başka "kilometre taşı" olarak nitelese de, zamanlama açısından daha az partizan bir değerlendirme, direniş mücadelesiyle iç içe geçen bir iç savaşa dönüşen mezhep mücadelelerini yoğunlaştıracağı için bu, mateme boğulmak şeklinde olacaktır.
Amerikalıların Bağdat'taki bu süreci aşama aşama idare ettikleri yakın gözlemcilerin tamamı tarafından yakın bir şekilde görüldü. Amerikan işgalinin Saddam'a sadık olanların sürdürdüğü güçlü bir direnişle karşı karşıya bulunduğu, özellikle de Amerika'nın başı çektiği işgalin dünya genelinde geniş çaplı olarak bizzat kendisinin bir saldırı savaşı başlatma suçu işlediği şeklinde değerlendirildiği bir sırada Saddam Hüseyin'e karşı bir ceza davası başlatılması hukuki açıdan her zaman şüpheli göründü. Söz konusu suçtan dolayı II. Dünya Savaşı'ndan sonra hayatta kalan Nazi liderleri Nuremberg'de sorumlu bulunarak cezalandırılmıştı. Bu gerçek, bütün bu hukuki süreçte temel bir sakatlık oluşturmaktadır. Şimdi ise, 'Niçin Saddam Hüseyin?' veya farklı bir ifadeyle 'Niçin George W. Bush, Dick Cheney ve Donald Rumsfeld değil?'
Birleşik Devletler'in siyasi fırsatçılığının maliyeti bu davanın dar sınırlarının ötesine geçmektedir. Hiç kimse Saddam Hüseyin ile diğer sanıkların esasen 1982'de Duceyl kasabasındaki başarısız suikast girişiminden sonra 148 sivilin öldürülmesi hadisesinde insanlığa karşı işlenen suçlardan dolayı suçlu olduklarından şüphe duymamaktadır; ne tür bir provokasyon neticesinde olursa olsun toplu cezalandırma uluslararası bir suçtur. Fakat, bu örnekte siyasi liderlere uygulanabilir geçerli bir hukuk geleneğinin inşasına yapılabilecek potansiyel katkı, mahkemedeki hadiseler ve şüpheler vasıtasıyla ve kovuşturmanın sürdürülme şekli nedeniyle zayıflatılmıştır. Savunma avukatları yeterince korunmamış ve üç tanesi öldürülmüştür, mahkemeye arz edilen deliller savunmaya önceden sunulmamıştır ve bazı deliller de uydurma gibi gözükmektedir. Adalet görünür bir şekilde mevcut değilse adalet tecelli etmemiş demektir. Bu değerlendirme, zanlıların ilk planda mahkum edilmesini gerektiren derin bir siyasi bölünme varsa özellikle doğrudur. Son olarak, verilen ölüm cezasının etkisi ahlaki ve siyasi olarak sorgulanabilir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, ölüm cezası uluslararası platformlarda kabul edilebilir bir ceza olarak değerlendirilmemektedir; Uluslararası Adalet Mahkemesi ve diğer uluslararası ceza mahkemeleri bir seçenek olarak ölüm cezasını reddetmektedirler. Neredeyse dünyadaki bütün siyasi demokrasiler ölüm cezasını kaldırmışlardır ve bunu burada özellikle de asmak suretiyle uygulamak sadece ilkel bir kindarlığın ifadesi, adaletin tecellisinden ziyade bütün sürecin itibarını sarsacak bir intikam eylemi olarak değerlendirilebilir. Siyasi olarak, Irak genelindeki mezhep gösterilerinin de şimdiden gösterdiği gibi, işgalci Amerika'nın yönetimi altındaki bir Irak mahkemesi tarafından verilen bu karar ülkedeki problemli durumu yoğunlaştıracaktır. Sünniler ile Şiiler arasında süren ve bir iç savaşın çoğu özelliğini ihtiva eden mücadelenin ateşini körükleyecek ve zaten derin bir şekilde bölünmüş olan toplum üzerinde kendi tarihî amaçlarını empoze eden saldırgan bir işgalci izlenimini pekiştirecektir. Bu durum aynı zamanda bir ikilemi de ihtiva etmektedir. Şayet ölüm cezası infaz edilecek olursa, Saddam Hüseyin'e Sünni bir şehit konumu kazandıracak ve beklenenin tamamen aksine Iraklılar arasında iç savaşa alternatif bir uzlaşmaya zemin oluşturacaktır. Öte yandan, şayet hüküm infaz edilmezse, bu da kararın hukuki değil siyasi olduğunun bir başka delili olacak ve ne yazık ki devlet suçları için siyasi liderlerin sorumlu tutulmasına yönelik çabalara karşı menfi görüşe sahip olanları cesaretlendirecektir. Aynı zamanda bu durum, Saddam Hüseyin'in esaret altında bir kahraman olarak hâlâ Irak halkının lideri olduğu iddiasını sürdürmesine de sebep olacaktır. Hülasa, Saddam Hüseyin'in Baas rejimine karşı gerçekleştirilen bu ilk mahkemenin sonucu uluslararasına mâl edilmeli veya en azından Irak'ta normalleşme sağlanana kadar beklemeliydi. Bu cezalandırma sürecinin Bush yönetiminin Irak'ın istila ve işgal edilmesiyle elde edilenin ne olduğu konusundaki söylemini haklı çıkaracak bir vasıtaya dönüştürülmesi, buradaki muhataplar sadece Birleşik Devletler olsa bile haddizatında yanlış bir yola girmiştir. Şimdiden sonra, Washington savaş sürecinde bir başka kilometre taşının daha kat edildiğini iddia ettiğinde saf Amerikalılar bile artık dinlemeyeceklerdir. Kilometre taşları arttıkça cesetlerin sayısı da artmaktadır!

ORD. PROF. DR. RICHARD FALK

Zaman

Hem bu makaleden hem de geçmiş olaylardan hatırlayacağımız gibi saddam elbette masum değildir, insanlığa karşı suç işlemiştir.Ancak bu failin yargılanma yeri uluslararası bir mahkeme olmalıdır.Saddam adil yargılanmamıştır, avukatları suikasta uğramış, kalan avukatları da tiyatro oynamıştır.
Saddam birçok insanı öldürmüştür fakat Bush ve Blair de aldığı kararlarla Irak halkının resmi rakamlarla yaklaşık 650.000 kimilerince de yaklaşık 1.200.000 bireyini katletmiştir.
Bu da bir insanlık suçu , savaş suçu hatta soykırım suçudur.Bu suçlar zamanaşımına uğramaz, güç işgalcilere ait olabilir, fakat dengeler değiştiğinde Bush ve Blairin de yargılanması ve hüküm giymesi eğer dünyada adalet varsa mümkün olmalıdır.
saygılar..