 |
Alıntı: |
 |
|
|
 |
Yazan ISIL YILMAZ |
 |
|
|
|
|
|
|
Konuyu öncelikle sorulan soru bağlamında ele alalım. İş Kanunu m.2 ve 3 muvazaa konusunda tartışmaya yer bırakmayacak derecede açık. Somut olaydaki işçi bakımından “alt-işveren” diye bir işveren mevzubahis değildir. Bu işçi, en başından beri asıl işverenin işçisidir.
Dolayısıyla, asıl işveren (A) ile sizin alt-işveren dediğiniz ancak, somut olayda alt-işveren vasfını hukuken taşımayan kişilik (B) arasındaki sözleşme ile iş kazası arasında ( muvazaa haricinde) hukuki bir bağ kurmanın mümkün olamayacağını düşünüyorum. Hukuki bağlantı yoksa ya da bu bağlantı muvazaa olarak değerlendiriliyorsa, rücu talebinin dinlenmeyeceği görüşündeyim.
Daha başka bir ifade ile, bu işi “işveren” arasında
“ B’nin işçilerinden herhangi biri bir iş kazası geçirirse ve A bu nedenle bir tazminat ödemesi yaparsa, kusur oranlarına bakılmaksızın B, A’nin ödediği miktarı A’ya nakden ve def’aten öder.”
gibi bir sözleşme hükmü varsa dahi, B ile , kaza geçiren işçi arasına işçi-işveren ilişkisi olmadığından ( muvazaanın sonucu da budur) bu sözleşme hükmü çalışmaz. Çünkü, B ile kaza geçiren işçi arasında hukuki bir bağ yoktur ve hatta olan fiili bağ da hukuk düzeni tarafından tanınmamaktadır.
B’ye rücu edilebilmesi için kazanın oluşumunda B’nin üçüncü bir kişi olarak kusuru bulunmak gerekir.
Saygılar.
|
|
 |
|
 |
|
Sayın IŞIL Hanım,
Alt işveren- asıl işveren ilişkisi yoksa, zaten kanaatimce problem de yok demektir. İşveren kimse o sorumludur zaten.
Somut olaydaki resmi kayıtlara göre belli olan bir işveren vardır. Sorumlu odur. Aksini iddia eden, resmi kaydı çürütecek şekilde asıl işveren-alt işveren ilişkisini ispatlamak zorundadır.
Bu ilişkinin ispatlandığını varsaydığımız durumda, asıl iveren-alt işveren ilişkisinin İŞ kanunu 2. madde uyarınca kanundan dolayı gerçekleştiğini de kabul etmemiz gerekir. Başka bir deyişle bu iki işveren arasında muvazaanın olup olmaması işçi bakımından önemsizdir ve sanıyorum bu konuda ihtilaf yoktur.
Asıl işveren - Alt İşveren arasındaki ilişki ve rücu konusuna gelince, taraflar arasında hilafına mukavele yoksa yine halefiyetin kurallarını kanun belirleyecektir. Bir önceki mesajımda da kısmen belirttiğim gibi Borçlar kanunumuz sorumluluğun temelinin haksız fiile dayandığı haller için BK.50-51. madde temelinde kusur oranı ile sorumluluğu benimsemiş, zararın ve sorumluluğun kaynağının sözleşme olduğu hallerde ise BK.146. maddeye göre "müsavi=eşit" oranda sorumluluk kabul edilmiştir.
İşverenler arasında Muvazaanın olduğunu kabul ettiğimizi varsayarsak ve bu muvazaa yazılı bir sözleşmeye dayalı ise, bu sözleşmenin sorumluluğa dair hükmünün uygulanamayacağını da kabul etmemiz gerekir. O halde taraflar arasındaki sözleşme temelinde sorumluluk ve rücu tayin edilemiyorsa kanunun hükmü cari olacaktır.
Yaygın kanaat bu tür olaylarda haksız fiil kuralları temelinde
kusur oranına bağlı sorumluluğu ve rücuu kabul etmesine rağmen, ben, bu tür akdi ilişkiler bakımından işçi ile işveren arasındaki hizmet akdi (Sözleşme) kapsamında bir sorumluluğun geçerli olduğunu düşünüyorum. Yani işçi ile işveren arasındaki
sözleşme, işçinin, işverenden veya onun işyerinden/işçileirnden kaynaklanan zararalarının giderilmesine
nedendir. Yoksa görülen zarar sözleşme dışı doğan bir zarar değildir. O halde işçi, işverenden "Borçlu, her kusurundan mesuldur" diyen BK.nunun sözleşmeye dayalı kusur sorumluluğu (ya da icabına göre kusursuz sorumluluk) temelinde zararının giderilmesini istemeli ve bu zarardan dolayı birden fazla işveren -kanuna bağlı olarak- müteselsilen sorumlu ise, bunlar da kendi aralarında BK:146'ya göre eşit olarak birbirlerine rücu edebilmelidir, diye düşünüyorum.
Saygılarımla.