|
Umarım faydalı olur.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2007/1-609
Karar Numarası: 2007/595
Karar Tarihi: 19.09.2007
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI
818 s. BK/390
4721 s. TMK/2, 3, 184
DAVA: Taraflar arasındaki “tapu iptali tescil alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın Reddine dair verilen 15.12.2005 gün ve 2003/887-450 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 26.4.2006 gün ve 2006/2691-4841 sayılı ilamı ile;
(... Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; 5043 ada 14 parselde bulunan 5 nolu bağımsız bölümdeki 1/2 davacı payının vekil aracılığıyla 19.4.2001 tarihinde 1.600.000.000 TL. bedelle davalıya temlik edildiği görülmektedir.
Davacı, söz konusu işlemin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde “...vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir...” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanun'un 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanun'un 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davacının davalı Münip'e 23.3.2001 tarihinde satış yetkisini de içeren vekaletname verdiği, adı geçenin diğer davalı Hasan'ı vekaletnamedeki tevkil yetkisine dayanarak vekil tayin ettiği ve Hasan'ın vekaletiyle çekişmeli taşınmazdaki davacı payının davalı Münip'e intikal ettirildiği anlaşılmaktadır. Vekalet ilişkisinin geçerli işlemlere dayalı olduğu sabittir.
Ancak, tapuda 1.600.000.000 TL. bedelle satışa konu yapılmasına karşın, çekişmeli payın gerçek değerinin 11 milyar olduğu bilirkişi raporuyla belirlenmiştir. Bu durumda, davacı kayıt malikinin yapılan işlemle zararlandırıldığı açıktır. Söz konusu işlemin de vekil ile ondan taşınmazı edinen davalı arasında el ve işbirliğiyle gerçekleştirildiği sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, belirlenen bu olgular yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde temliki işlemin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle sağlandığı düşünülerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir...),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR: Dava, vekaletin kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde alacak istemine ilişkindir.
Somut olayda davacı Reyhan ile davalı Münip'in evli olduğu, 23.3.2001 tarihinde boşanma davası açıldığı ve aynı gün Reyhan tarafından Munip'e satış yetkisini de içeren bir genel vekaletname verildiği, Münip'in bu vekaletnamedeki tevkil yetkisine istinaden eniştesi olan diğer davalı Hasan'a 19.4.2001 tarihinde vekaletname verdiği, Hasan'ın da aynı tarihte dava konusu taşınmazdaki davacı payını davalıya 1.600.000.000 TL. bedelle satarak devrettiği, anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 184/5. maddesine göre; “Boşanma ve ayrılığın fer'i sonuçlarına ilişkin anlaşmalar hakim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz.”
Taraflar boşanma davası sırasında, her ne kadar hakim huzurunda 8.5.2001 tarihinde; aralarında herhangi bir mal ve eşya uyuşmazlığı olmadığı yönünde beyanda bulunmuşlarsa da, bu beyanın hakim tarafından onaylanması söz konusu olmadığı gibi, beyanın içeriği incelendiğinde uyuşmazlık konusu taşınmazın davalı Münip'te kalması, arabanın ise davacı Reyhan'a bırakılması konusunda anlaşmaya vardıkları hususu açık bir şekilde anlaşılamamaktadır. Yani taraflar arasındaki anlaşma protokolünde bu hususlara yer verilmemiştir.
Hal böyle olunca, vekaletname ve azil tarihleri, tanık beyanları ile tüm dosya kapsamı birlikte düşünüldüğünde; davacı Reyhan'ın sözü edilen vekaletnameyi davaya konu taşınmazın satılması ve 1/2 payının kendisine ödenmesi amacı ile verdiği, davalı Munip'in vekalet görevini kötüye kullanarak, önce tevkil yetkisi ile eniştesi Hasan'ı vekil olarak atadığı, sonrada onunla el ve işbirliği içinde, raiç değeri 22.000.000.000 TL., 1/2 pay değeri 11.000.000.000 TL. olan taşınmazın 1/2 payını 1.600.000.000 TL. gibi çok düşük bir bedelle kendisinin satın aldığı, bu şekilde BK. m. 390/2'de açıklanan hüsnüniyetle davranma yükümlülüğünü ihlal ederek, kötü niyetli davrandığı ve müvekkilini zarara uğrattığı anlaşılmakla, davanın kabulüne karar verilmesi gereğine değinilen Özel Dairenin bozma kararına uyulmak gerekirken, ilk hükümde direnilmesi hatalı olmuştur. Direnme kararının bozulması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, yerel mahkeme hükmünün yukarıda ve Özel dairenin bozma ilamında açıklanan nedenlerle HUMK.nun 429. maddesi gereğince, BOZULMASINA, istek halinde temyiz ilam harcının iadesine, 19.09.2007 gününde oyçokluğu ile karar verilmiştir.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2003/1-323
Karar Numarası: 2003/318
Karar Tarihi: 30.04.2003
VEKİLİN YÜKÜMLÜLÜĞÜ
VEKALET SÖZLEŞMESİ
818 s. BK/390
4721 s. MK/2, 3
ÖZETİ: Vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kızılcahamam Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 24.5.2002 gün ve 2001/33 -2002/219 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 17.10.2002 gün ve 2002/10068-11240 sayılı ilamı ile ,(... Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olayda; vekilin 13 parsel üzerinde bulunan ipoteği kaldırdığını iddia ile dosyaya belge ibraz ettiği anlaşıldığına göre, yukarıdaki ilke ve olgularla birlikte, özellikle vekilin bu savunması göz önünde bulundurularak, delillerin irdelenmesi ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı olduğu üzere yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil; bu mümkün olmadığı takdirde satış bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının maliki olduğu 13 ve 157 parsel sayılı iki adet taşınmazın satımı konusunda davalılardan A.Y.’a 14.8.2000 günlü vekaletnameyi verdiğini, bu davalının 16.8.2000 tarihinde gerçek değerleri toplam 20 milyar TL. olan taşınmazları diğer davalılara değerlerinin çok altındaki 1.300.000.000 TL. bedelle satmak suretiyle vekalet görevini kötüye kullandığını, aldığı satış bedelini kendisine vermediğini; diğer davalıların da taşınmazların gerçek değerlerinin çok daha fazla olduğunu bilmelerine rağmen düşük bedelle satın aldıklarını, bu yüzden zarara uğradığını ileri sürerek, her iki taşınmaza ait tapu kayıtlarının iptali ile kendisi adına tesciline, bu mümkün olmazsa, vekalet görevinin kötüye kullanılmasından dolayı, iddia olunan satış bedeli 1.300.000.000 TL. nin ve ayrıca gerçek değerle bunun arasındaki fark olan 18.700.000.000 TL. ki toplam 20 milyar TL. nin, 16.8.2000 satış tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar vekili, davacının davalılardan A.Y.’a verdiği vekaletnamede taşınmazları dilediği kişiye dilediği bedelle satma yetkisi bulunduğunu, bu davalının taşınmazları diğer iki davalıya toplam 1.300.000.000 TL. bedelle satmak konusunda onlarla anlaşıp, aralarında 15.8.2000 günlü ön protokolü düzenlediklerini; her iki taşınmazın satışlarının yapılabilmesi için, alıcı durumundaki davalıların haklı olarak, bu protokole, 13 parsel üzerindeki Banka lehine konulmuş ipoteğin fekki konusunda ön şart koyduklarını, bunun üzerine davalı A.Y.’ın söz konusu ipotek bedeli 2.398.814.217 TL. yi bizzat ipotek alacaklısı bankaya ödeyip ipoteği kaldırttığını; satış ve ipotek bedelleri arasındaki fark olan 1.098.824.217 TL. nin bu davalı tarafından kendi cebinden karşılandığını, talebe rağmen davacının bu miktarı davalı A.Y.’a ödemediğini, bu parayı ödememek için de kötüniyetli olarak iş bu davayı açtığını davacının söz konusu taşınmazları satmak istemesinin ve davalı Ali’ye vekaletname vermesinin zaten kendi oğlunun ipotek borcunu ödemek amacına yönelik olduğunu, dava dilekçesinde taşınmazların gerçek değeri olarak bildirilen 20 milyar TL. nin de fahiş bulunduğunu, alıcı durumundaki davalılar M.ahir ve Murat’ın iyiniyetli üçüncü kişiler olarak taşınmazları gerçek değerleri üzerinden satın aldıklarını savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemece verilen,davalı A.Y.’ın, davacı tarafından verilen vekaletnameye dayanarak, ona ait iki taşınmazı diğer iki davalıya 16.8.2000 tarihinde toplam 1.300.000.000 TL. bedelle sattığı, taşınmazların o tarihteki gerçek değerlerinin 4.620.000.000 TL. olduğunun bilirkişi raporuyla saptandığı, böylece davalı vekilin, taşınmazları gerçek değerlerinin çok altındaki bir bedelle sattığının sabit bulunduğu, onları satın alan diğer iki davalının da iyiniyetli kabul edilemeyecekleri gerekçesine dayalı, davanın kabulüne, taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tescillerine dair karar, Özel Dairesince yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle, vekil durumundaki davalı A.Y. cevap dilekçesinde ve yargılama aşamalarında, 13 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydına davacının dava dışı oğlu E.K.’in, yine dava dışı Türkiye Halk Bankasına olan borcu nedeniyle konulmuş bulunan ipoteğin kaldırılması için, satıştan önce ipotek bedeli 2.398.814.217 TL. yi ödediğini ileri sürüp, buna ilişkin banka dekontunu sunduğu ve anılan bankanın 12.2.2002 günlü yazı cevabında da bu ödemenin varlığı teyid edildiği halde, mahkemece, Özel Dairenin bozmasına konu 24.5.2002 günlü kararın gerekçesinde bu savunma üzerinde durulmamış ve anılan yönden herhangi bir değerlendirme yapılmamış olmasına; dolayısıyla, davalı A.Y.’ın vekalet görevini kötüye kullanmış olup olmadığı konusunda yargıya varılırken, toplanan delillerin bu savunma çerçevesinde takdir edilmemiş bulunmasına; değinilen yönün sonradan direnme kararında tartışılıp değerlendirilmesinin sonuca etkili olmamasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ avalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 30.4.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
|