Mesajı Okuyun
Old 08-02-2009, 15:45   #6
Av.Ufuk Bozoğlu

 
Varsayılan İncal / Türkiye Davası (Son)

A. Devlet Güvenlik Mahkemesindeki yargılama

1. Tarafların iddiaları

(a) Başvurucu

62. Incal, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin, Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının öngördüğü anlamda “bağımsız ve tarafsız bir yargı yeri” olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmüştür. Bu mahkemedeki askeri yargıç yürütmeye, dahası ve özellikle askeri makamlara bağımlıdır; çünkü bu yargıç, yargısal görevi yaparken bir subay olarak kalmakta ve silahlı kuvvetler ve hiyerarşik üstleriyle bağını sürdürmektedir. Hiyerarşik üstler, bu yargıç hakkında düzenledikleri siciller vasıtasıyla onun kariyerini etkileme gücünü ellerinde tutmaktadırlar.

Incal’a göre, Devlet Güvenlik mahkemeleri adaleti yerine getirmekten ziyade, Devletin menfaatlerini korumak için kurulmuş özel mahkemelerdir. Bu açıdan, bu mahkemelerin işlevleri yürütme organının işlevlerine benzer niteliktedir. Bu mahkemenin oluşumunda askeri yargıcın bulunması sadece ordunun, hem savunma tarafı ve hem de genel olarak kamuoyu üzerindeki otoritesini ve göz korkutucu nüfuzunu teyid etmesine yaramaktadır. Askeri adalet ile hiçbir ilgisi olmayan bir suça ilişkin olarak, bir askeri yargıcın bir sivile ve bu davada olduğu gibi bir siyasetçiye ilişkin hüküm verme verebilmesi, silahlı kuvvetlerin Türkiye’nin siyasi sorunlarının ele alınma tarzı üzerindeki etkisini kanıtlamaktadır.

(b) Hükümet

63. Hükümet, Devlet Güvenlik mahkemelerin bir üyesi olarak görev yapan askeri yargıçların, atanma usulü ile yargılama görevlerini yerine getirirken sahip oldukları güvencelerin, Mahkeme’nin konuyla ilgili içtihatlarında ortaya koyduğu ölçülere tamamen uygun olduğunu ileri sürmüştür.

Bu yargıçların komutanlarına karşı sorumlulukları ve mesleki sicilleri ile ilgili kurallar hakkındaki iddialar abartılmıştır; subay olarak görevleri askeri kurallara uymak ve askeri nezaketi gözetmek ile sınırlıdır. Hiyerarşik üstlerinden gelebilecek baskılara korunmuş durumdadırlar; bir baskı girişimi, Askeri Ceza Kanununa göre cezalandırılabilmektedir. Sicil sistemi askeri yargıçların sadece adli olmayan görevleri bakımından uygulanmaktadır. Ayrıca, sicillerine ulaşma imkanları vardır ve sicillerine Askeri Yüksek İdare mahkemesinde itiraz edebilirler.

Bu davadaki askeri yargıcın ne meslektaşlarının, ne hiyerarşik üstlerinin, ne disiplin amirlerinin, ne de kendisini atayan makamların, Incal’ın davasının tarafları ile bağlantısı olmadığı gibi, verilecek karar ne olursa olsun hiç bir menfaatleri de yoktur.

(c) Komisyon

64. Komisyon yaptığı sunuşta, Devlet Güvenlik mahkemelerinin kuruluşu ve görevi ile ilgili yasal düzenlemelerde bu mahkemelerin bağımsızlıkları konusunda, özellikle burada görev yapan askeri hakimlerin atanmaları ve sicilleri bakımından bazı soruların bulunduğu ileri sürmüştür. Komisyon, bir sivile karşı yürütülen ceza davasına bir askeri yargıcın katılmasının, böyle bir yargılamanın istisnai niteliğini gösterdiğini ve silahlı kuvvetler tarafından sivil adalet alanına yapılan bir müdahale olarak yorumlanabileceği görüşündedir. Bu nedenle başvurucunun Devlet Güvenlik mahkemelerinin tarafsız olmaması ile ilgili endişeleri objektif olarak haklı görülebilir.

2. Mahkemenin değerlendirmesi

65. Mahkeme, bir yargı yerinin Sözleşme’nin 6(1). fıkrası bakımından “bağımsız” sayılıp sayılmayacağına karar verilebilmesi için, diğer sebeplerin yanında, üyelerinin atanma biçimi ve onların görev süreleriyle, dışarıdan gelecek baskılara karşı güvencelerinin varlığı ve mahkemenin bağımsız bir görünüm verip vermediğine bakmak gerektiğini hatırlatır (bk. 25.02.1997 tarihli Findlay - Birleşik Krallık kararı, parag. 73).

Bu madde anlamında “tarafsızlık” şartı için ise, uygulanabilecek iki test bulunmaktadır: birincisi belirli bir davada yargıcın kişisel kanaatini tespit etmeye çalışmak, ikincisi yargıcın tarafsızlığı konusunda haklı bir kuşkuyu bertaraf edecek güvencelere sahip olup olmadığını tespit etmektir. Bu testlerden sadece ikincisinin bu davayla ilgili olduğuna Mahkeme önünde itiraz edilmemiştir (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte 20.05.1998 tarihli Guatrin ve Diğerleri - Fransa kararı, parag. 58).

Bununla beraber Mahkeme bu davada hem bağımsızlık ve hem de tarafsızlık sorununu birlikte inceleyecektir.

66. Anayasanın 143. maddesi gereğince 16 Haziran 1983’te çıkarılan 2845 sayılı Kanun, Devlet Güvenlik mahkemelerinin kuruluş ve görevlerini düzenlemektedir (bk. yukarıda parag. 28). Bu Kanunun 5. maddesinin hükümlerine göre bu mahkemeler, biri muvazzaf subay ve askeri yargıç olan üç yargıçtan meydana gelmektedir.

İki sivil yargıcın tarafsızlığı ve bağımsızlığı uyuşmazlık konusu olmadığından, Mahkeme sadece askeri yargıcın durumunu karara bağlamalıdır.

67. Mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görev yapan askeri yargıçların, bağımsızlık ve tarafsızlık güvencelerinden bazılarına sahip olduklarını kaydeder. Askeri yargıçlar, örneğin sivil meslektaşları ile aynı mesleki eğitimi alırlar. Bu eğitim onlara muvazzaf askeri yargıçlık statüsü kazandırır. Askeri yargıçlar Devlet Güvenlik mahkemelerinde görev yaparlarken, sivil hakimlerle aynı anayasal güvencelere sahiptirler; ayrıca, bazı istisnalar dışında, azlolunamazlar ve kendileri istemedikçe erken emekliye sevk edilemezler (bk. yukarıda parag. 27 ve 28); Devlet Güvenlik Mahkemesinin üyesi olarak şahsi sıfatlarıyla görev yaparlar; Anayasaya göre görevlerinde bağımsızdırlar ve görevlerini yaparken hiç bir kamu makamı kendilerine emir ve talimat veremez ve tavsiyede bulunamaz (bk. yukarıda parag. 27 ve 28; ayrıca ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte 23.04.1987 tarihli Ettl ve Diğerleri - Avusturya, parag. 38).

68. Öte yandan statülerinin diğer yönleri, bu yargıçların durumunu kuşkulu hale getirmektedir. İlk olarak bunlar, hala yürütme organından emir alan orduya mensup birer askerdirler. İkinci olarak, askeri yargıçlar askeri disipline tabi olmaya devam etmekte olup, bu amaçla ordu tarafından haklarında sicil verilmektedir (bk. yukarıda parag. 28 ve 29). Göreve atanmalarıyla ilgili kararlar, büyük çoğunluğu ordunun idari görevlerinde bulunan yetkililer tarafından alınmaktadır (bk. yukarıda parag. 29). Son olarak, Devlet Güvenlik Mahkemesi üyeleri olarak görevleri sadece dört yıldır ve yenilenebilmektedir.

69. Mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Anayasa gereğince, Türkiye’nin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, demokratik düzenini ve Devletin güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmak için kurulduklarını kaydeder (bk. yukarıda parag. 26 ve 28). Bu mahkemelerin en belirgin özelliği, askeri mahkemeler olmamalarına rağmen, yargıçlardan birinin her zaman askeri yargıç olmasıdır.

70. Hükümet, Mahkeme önündeki duruşmada, askeri yargıçların Devlet Güvenlik Mahkemelerinde bulunmalarını haklı gösteren tek nedeninin, bu yargıçların yasadışı silahlı gruplarca işlenenler dahil olmak üzere, organize suçlara karşı mücadelede şüphe götürmez yeterlilikleri ve tecrübeleri olduğunu belirtmiştir. Halkın büyük güven duyduğu silahlı kuvvetler ve askeri yargıçlar sosyal, kültürel ve ahlaki sorumluluklar üstlenmenin yanında, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin teminatı olarak yıllarca sıkıyönetimde görev yapmışlardır. Terör tehlikesi varlığını sürdürdüğü sürece, askeri yargıçlar da görevleri oldukça zor olan bu özel mahkemelere tam desteklerini sürdüreceklerdir.

Bu iddialar üzerinde karar vermek, terörün sebep olduğu problemlerin (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte yukarıda parag. 58’de geç en kararlar) bilincinde olan Mahkeme’nin işi değildir. Mahkeme’nin görevi, Sözleşme’ye taraf bir ülkede bu tür mahkemelerin kurulmasının gerekli olup olmadığına soyut olarak karar vermek veya konuyla ilgili uygulamaları denetlemek değil, fakat bu mahkemelerden birinin işleyiş tarzının, başvurucunun adil yargılanma hakkını ihlal edip etmediğini tespit etmektir (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte 24.02.1993 tarihli Fey - Avusturya kararı, parag. 27).

71. Bu noktadan bakıldığında, mahkemenin görünümü bile büyük önem taşıyabilir. Burada tehlikede olan şey, demokratik toplumlarda mahkemelerin halka, her şeyden önemlisi yargılama süreci bakımından sanığa vermesi gereken güven duygusudur (bk. diğer kararlar arasında 24.05.1989 tarihli Hauschildt - Danimarka kararı, parag. 48; yukarıda geçen Thorgeir Thorgeirsen - İzlanda kararı, parag. 51 ve 10.06.1996 tarihli Pullar - Birleşik Krallık kararı, parag. 38). Belirli bir mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlıktan yoksun olmasından endişe duymak için haklı nedenlerin olup olmadığı karara bağlanırken, sanığın görüşleri belirleyici olmamakla birlikte, önem taşır. Belirleyici olan şey, başvurucunun şüphesinin objektif olarak haklı görülüp görülemeyeceğidir (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte yukarıda geçen Hauschildt kararı, parag. 48 ile Gautrin ve Diğerleri kararı, parag. 58).

72. Incal 1 Temmuz 1992’de HEP İzmir il yönetim kurulu tarafından alınan dava konusu bildirinin dağıtılması kararına katılmakla, halkı hükümete karşı koymaya ve suç işlemeye tahrike müsait ayrılıkçı propagandayı yaymaktan suçlu bulunmuştur (bk. yukarıda parag. 15,16). Davanın açılmasına sebep olan fiiller, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini tehlikeye atması veya güvenliğini etkilemesi muhtemel fiiller olarak görüldüğünden, bu fiiller yasa gereğince (ipso jure) Devlet Güvenlik Mahkemesinin görevine girmiştir (bk. yukarıda parag. 28).

Ne var ki Mahkeme, Sözleşme’nin 10. maddesine uygunluk sorununu ele alırken, bildiride halkın bir bölümünü vatandaşlar arasında şiddete, kin ve düşmanlığa tahrik olarak kabul edilebilecek herhangi bir şey tespit edememiştir (bk. yukarıda parag. 59). Üstelik Devlet Güvenlik Mahkemesi olayda 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun uygulanması talebini reddetmiştir (bk. yukarıda parag. 16). Buna ek olarak Mahkeme, bir sivilin, kısmen de olsa silahlı kuvvetler üyelerinden oluşan bir mahkemede yargılanmasına çok büyük önem vermektedir.

Buradan çıkan sonucu göre başvurucu, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin, üyelerinden birinin askeri yargıç olması nedeniyle, davanın niteliği ile hiç bir ilgisi olmayan düşüncelerin etkisi altında kalabileceğinden haklı olarak kaygı duyabilir. Yargıtay, konuyla ilgili tam bir yetkiye sahip olmadığı için bu kaygıları giderememiştir (bk. yukarıda parag. 25 ve ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte, 19.12.1997 tarihli Helle - Finlandiya kararı, parag. 46).

73. Sonuç olarak, başvurucunun İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlığından kuşku duymak için haklı nedenleri vardır.

Buna göre, Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının ihlal edilmiştir.

B. Yargıtay’daki yargılama

74. Mahkeme yukarıda varılan sonucu göz önüne alarak (bk. yukarıda parag. 73), Yargıtay’daki yargılama hakkında Sözleşme’nin 6. maddesiyle ilgili diğer şikayetleri ele almanın gerekli olmadığını kabul eder (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte yukarıda geçen Findlay kararı, parag. 80).

III. Sözleşme’nin 14. maddesinin ihlali iddiası

75. Incal Komisyona yaptığı başvuruda ayrıca, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin hapis cezasının paraya çevrilmesi talebini reddederken, sadece kendisinin siyasi düşüncelerini göz önüne almış olması nedeniyle, Sözleşme’nin 6(1). fıkrasıyla bağlantılı olarak alınan 14. maddenin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu Mahkemedeki yargılama sırasında bu şikayetini sürdürmediğinden, Mahkeme bu sorunu re’sen incelemek için bir neden görmemektedir (bk. ayrıntılarda farklılıklarla birlikte, yukarıda geçen TBKP ve Diğerleri kararı, parag. 62).

IV. Sözleşme’nin 50. maddesinin uygulanması

76. Sözleşmenin 50.maddesi şöyledir:

“Mahkeme bir Sözleşmeci Tarafın resmi makamları veya diğer makamlar tarafından verilen bir kararın veya yapılan bir tasarrufun tamamen veya kısmen bu Sözleşmeyle üstlendiği yükümlülüklere aykırı olduğunu tespit ederse ve bu Sözleşmeci Tarafın iç hukuku verilen kararın veya yapılan tasarrufun sonuçlarını ancak kısmen onarmaya imkan veriyorsa, mahkeme gerekli gördüğü taktirde zarara uğrayan tarafa adil bir karşılık ödemesine hükmedebilir.”

A. Mahkumiyetin sonuçlarının giderilmesi

77. Incal duruşmada, Türk Ceza Kanunun 312. maddesi göre mahkum edilmesi nedeniyle kaybettiği haklarının iadesini istemiştir. Başvurucu ayrıca Mahkeme’den bu kanun hükümlerinin iç hukukta bir daha hiç uygulanmamasını sağlayacak tedbirler alması için Hükümete talimat vermesini talep etmiştir.

78. Mahkeme, Sözleşme’ye göre bu tür tedbirler için talimat verme yetkisi bulunmadığını kaydeder (bk. ayrıntılardaki farklılıklarla birlikte, 01.04.1998 tarihli Akdıvar ve Diğerleri - Türkiye (50. md) kararı, parag. 47).

B. Zararlar, ücretler ve masraflar

79. Başvurucu maddi zararları için 2 milyon Fransız Frangı ve manevi zararları için de 5 milyon Fransız frangı talep etmiştir. Taleplerine destek için, dava konusu zamanda avukatlık yaptığını ve beş ticari teşebbüsün müdür yardımcısı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca bu süre içinde önemli ölçüde gelir kaybına uğradığını iddia etmiştir.

Başvurucu bundan başka Strasburg’da ibraz edilen belgelerin hazırlanması ve gönderilmesi harcadığı 20 bin Frankın, avukatlık ücretleri dahil, Sözleşme organları önünde temsil edilmesi için ödediği 80 bin Frankın geri ödenmesini istemiştir.

80. Hükümet esas olarak, mevcut davada tazminata hükmedilmesinin gerekli olmadığını iddia etmiştir. Hükümet, alternatif olarak, talep edilen miktarın aşırı ve haksız olduğunu söylemiştir.

Hükümet, başvurucunun işlerini düzene sokabilmek ve kayıplarını asgariye indirebilmek için cezasının infazının dört ay süreyle ertelenmiş olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme, Sözleşme’ye ihlal edildiğini tespit edecek olursa, Mahkeme’nin bu kararı şikayet edilen olaylar ile iddia edilen zarar arasında herhangi bir illiyet bağı bulunmadığından, kendi başına bir adil karşılık oluşturacaktır.

Hükümet ayrıca, ücretler ve masraflara karşılık olarak talep edilen miktarın gereği gibi belgelendirilmediğini ileri sürmüştür.

81. Komisyon temsilcisi maddi zarar konusunda Mahkeme’nin, 50. maddenin uygulanması sorununu, talep edilen miktarın varsayımsal niteliğini göz önüne alarak incelemesi gerektiğini önermiştir. Manevi zarar sorununu ise Mahkeme’nin takdirine bırakmıştır. Son olarak, ücretler ve masraflara ilişkin talep edilen miktar konusunda, ispat belgelerinin bulunması nedeniyle ortaya çıkan sorunu belirtmiştir.

82. Mahkeme maddi zarar konusunda ilk olarak, 6(1). fıkrasına uygun bir yargılama yapılmış olsaydı, sonucun ne olacağına dair tahmin yürütemeyeceğini düşünmektedir. Mahkeme ayrıca, tespit ettiği 10. maddenin ihlali ile başvurucunun iddia ettiği ticari ve mesleki gelir kayıpları arasında nedensellik bağının kanıtlarının yetersiz olduğunu belirtir. Dahası, maddi zararlarına karşılık olarak başvurucunun talepleri herhangi bir delille desteklenmemiştir. Bu nedenle Mahkeme, maddi tazminata hükmetmez.

Mahkeme manevi zarar konusunda ise, başvurucunun davadaki olaylar nedeniyle bir miktar sıkıntı çektiğini kabul etmektedir. Mahkeme 50. maddenin gerektirdiği hakkaniyete uygun bir değerlendirmeyle başvurucu için toplam 30 bin Frank tazminata hükmeder.

83. Mahkeme ücretler ve masraflara karşılık olarak hakkaniyete ve kendi içtihatlarının belirlediği ölçülere (bk. diğer kararlar arasında 27.08.1991 tarihli Demicoli - Malta kararı, parag. 49) uygun olarak, Incal’a hepsi için toplam 15 bin Frank ödenmesine hükmeder.

D. Gecikme faizi

84. Mahkeme mevcut davanın kabulü tarihinde Fransa’da uygulanan yıllık 3.36 yasal faiz oranını uygun olacağını düşüncesindedir.

BU GEREKÇELERLE MAHKEME,

1. Oybirliğiyle, Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlaline;

2. Sekize karşı on iki oyla, İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinin bağımsızlık ve tarafsızlığı konusundaki şikayetlerle ilgili olarak Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının ihlal edildiğine;

3. Bire karşı dokuz oyla, başvurucunun gerek tek başına gerek Sözleşme’nin 14. maddesi ile birlikte 6(1). fıkrası ile ilgili diğer şikayetlerini incelemenin gerekli olmadığına;

4. Oybirliğiyle,

(a) Davalı Devletin üç ay içinde Incal’a aşağıdaki toplamları ödeme tarihindeki kurdan Türk Lirasına çevrilmek suretiyle ödenmesine:

(i) Manevi zararlarına karşılık olarak 30 bin Frank;

(ii) Ücretler ve masraflarına karşılık olarak 15 bin Frank;

(b) Yukarıda bahsedilen üç aylık sürenin dolmasından itibaren bu miktarlara yıllık 3.36 basit faizin eklenmesine;

5. Oybirliğiyle, adil karşılık bakımında geri kalan taleplerin reddine;

KARAR VERMİŞTİR.

Yargıç Gölcüklü’nün kısmen aynı yöndeki görüşü:

Sözleşme’nin ihlal edildiğine dair çoğunlukla aynı yönde oy kullanmamamın nedeni, dava konusu bildirinin içeriği bakımından olmayıp, bildirilerin dağıtılmadan önce toplatılmış olması ve hiç bir şekilde yayılmamış fikirlerden ötürü başvurucunun mahkum edilmiş olmasıdır.

Yargıçlar Thor Vilhjalmsson, Gölcüklü, Matscher, Foighel, Sir John Freeland, Lopes Rocha, Wildhaber ve Gotchev’in ortak kismi karşı oy görüşleri:

Türkiye’deki güvenlik durumu ve silahlı kuvvetlerin terörle mücadele sürecine katılmasını ele alan Türk makamları, bir özel adalet mahkemesi olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerine askeri bir yargıç eklemek suretiyle güçlendirmeyi gerekli bulunmuşlardır.

Başvurucunun kendisini yargılayan Devlet Güvenlik Mahkemesinin üyelerinden birinin askeri yargıç olması nedeniyle “bağımsız ve tarafsız” bir yargı yeri olmadığı şikayeti konusunda Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının ihlal edildiği sonucuna karşı oy kullandık.

O iddiayı kabul etmiyoruz.

Mahkeme daha önce bir çok kararında, üyeleri arasında “uzmanlar” bulunan özel mahkemeleri, 6(1). fıkrası anlamında bir “yargı yeri” olarak kabul etmiştir. Avrupa Konseyi üyesi Devletlerin iç hukuklarında, gerekli bağımsızlık ve tarafsızlık güvencelerine sahip olmaları koşuluyla, kendilerinden fikir alınması ve hatta bazı davalarda karara katılması gereken uzmanların, meslekten yargıcın yanında yer aldığına dair bir çok örnek vardır.

Kararın 67. paragrafında, Devlet Güvenlik Mahkemesi üyesi askeri yargıçların sahip oldukları anayasal güvenceler anlatılmakta ve kararın 68. paragrafında askeri yargıçların sahip oldukları statünün, onların durumunu sorgulanabilir kıldığı belirtilmektedir. Mahkeme’nin vardığı sonuçları, -askeri yargıçların hala askeri disipline tabi olmaları ve bu amaçla haklarında sicil raporlarının düzenleniyor olması, atanmalarıyla ilgili kararların ordunun idari makamları tarafından alınması ve Devlet Güvenlik Mahkemesindeki görev sürelerinin sadece dört yıl olması-, şeklindeki görüşlerden çıkardığını ikna edici bulmuyoruz.

Bu bağlamda sivil yargıçların da sicile ve disiplin kurallarına tabi olduklarını ve göreve atanmalarıyla ilgili kararların idari makamlar tarafından alındığını ve Mahkeme’nin daha önce üç yıllık süreyi yeterli bulduğunu belirtmek istiyoruz. Ayrıca askeri yargıçlar, Devlet Güvenlik Mahkemelerindeki görev sürelerinin sonunda, eğer bu süre yenilenmemiş ise, bütün meslek yaşamları boyunca askeri yargıç olarak kalmaktadırlar.

Bu mahkemenin kompozisyonunun, “görünüş” bakımından bağımsızlık ve tarafsızlığı konusunda başvurucuda derin kuşkular yaratmış olabileceği konusunda, askeri yargıçların sahip oldukları anayasal güvenceler dikkate alındığında, bağımsızlıkları hakkındaki kuşkuların objektif olarak haklı görülemeyeceğini düşünüyoruz.

Aksini savunmanın mantıksal sonucu, Mahkeme’nin, uzmanlaşmış mahkemelerin “yargı yeri” sayılabileceklerine dair yerleşik içtihadının sona ermesi demek olacaktır.
(¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları

Saygı ile.