|
T.C. YARGITAY
4.Hukuk Dairesi
Esas: 2003/6279
Karar: 2003/11852
Karar Tarihi: 16.10.2003
ÖZET: Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır. Sonuç olarak müştekinin şikayetinin tümden reddi gerekir.
(2709 S. K. m. 12, 17, 36) (4721 S. K. m. 24, 25) (818 S. K. m. 49)
Davacı H. Ersan vekili Avukat H. Erol tarafından, davalı Ö. Faruk Ağaçdiken aleyhine 8/5/2001 gününde verilen dilekçe ile haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 11/3/2003 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresinde içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, haksız şikayet nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Yerel mahkemece dava kısmen kabul edilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı, belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde de saldırının yaptırımı düzenleme altına alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik haklan da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.
Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için. şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Davaya konu olayda davalı, ortağı olan davacının dayısı ile sahibi oldukları şirketi tasfiye yoluna gittiklerini, şirkete ait defter, fatura ve demirbaşların bulunduğu büronun anahtarının davacı tarafından değiştirilip, bir kısım eşyaları aldığını belirterek, alınan şeylerin tespitinin yapılarak davacının cezalandırılması için Cumhuriyet Savcılığına şikayet dilekçesi vermiş, davacı bu dilekçeye dayalı olarak hırsızlık suçundan yargılanmış, ihtilaf hukuki nitelikte bulunduğundan ve suçun unsurları oluşmadığından beraat etmiş; bu dava ile haksız şikayet nedeniyle uğradığı zararın tazminini istemiştir. Davacının diğer şirket ortağı olan dayısından şirkete ait şikayet konusu büroyu kullanması yönünden vekaleti ve daha önceki tarihli ortak şirketi genel vekaletname ile temsile yetkisi varsa da, bu yetki büronun anahtarının değiştirilmesini ve eşya almasını gerekli kılmaz. Tasfiye halindeki şirket bürosunun kilidinin değiştirildiği davacı ifadesi ile sabittir. Yine davalı tanıklarının beyanlarına göre, davacı ortak bürodan büro malzemesini yüklerken görülmüş, durumu davalıya aktarmışlardır. Dosyada mevcut vergi dairesi yazılarından ve Vergi Mahkemesi kararından da, şirketin tasfiye halinde olduğu, davalının tasfiye memuru olarak atandığı ve davacı tarafından büronun anahtarı değiştirildiğinden iş yerine girilemediğinden defter ve belgelerin ibraz edilemediği anlaşılmaktadır. Şu durumda büroya giremeyen, ilgili defter ve belgelere ulaşamayan davalının, davacıyı şikayet etmesini gerekli kılacak emarenin varlığının kabulü ile yukarıdaki ilkeler itibariyle Anayasal şikayet hakkını kullandığı anlaşıldığından davanın tümden reddi gerekirken yazılı gerekçe ile kısmen kabulü usul ve yasaya aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davalı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 16.10.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.
(KAYNAK: Av. Talih UYAR)
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
|