|
Ve devam ediyor , diyor ki ;
Gereksiz yere acı çekmeyelim… Kesin başarısızlıklar bazen yararlıdır… Onu karşılayın, sonra, hatta onu kutlayın… Yalnızlığımız güçlenecek ve pekişecektir… Kaçış tünellerimizden birkaçını kapatın sonunda kendi başınıza kalırsınız, şu an bir yaşama sahip olma beyhudeliği olan sınırlarımızı ve görevlerimizi sorgulamak için daha iyi bir yerdeyiz…
Tanrı’nın ölümü, hepimizi kandıran bir parıltıdır… Bizi terkedilmişlik içinde yüzdürür, Thales kadar eskiye ait sorular sormaya zorlar ve anlaşılamayan bir cehennem çukuru önünde başı dönen biri haline getirir… Bu sürgünlük teolojisine duyarsız kalırsak, hemen günlük rutinlerin sıkıntılarıyla yüz yüze geliriz…
Kimim ben?... Gerçekten ben’im hangisi?... Uzun zamandır oldum olası bu dünyanın bana lazım olmadığının bilincindeyim, ne yapacağımı bilemiyorum… Boş bir manevi gurura kapılmanın ve artık varoluşumun bana bozulmuş ve çürümüş bir ilahi gibi görünmesinin nedeni sadece ve sadece budur!...
Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani insanlarla alışveriş tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla doğarız… Zira her birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elimizden geleni yaparız… Bu durum mukadderatı değil düşmüşlük eğilimini andırır… Ellerimizi temiz ve kalplerimizi bozulmamış bir halde muhafaza etmekten acizdir; yabancıların terleriyle temas ederek kendimizi kirletiriz; tiksintiye aç ve baya hayran bir halde, toplu çirkefin içine gırtlağımıza kadar gömülürüz… Kutsal suyla dolu Ummanları düşlediğimizde, artık oraya dalmak için çok geç kalmışızdır… İliğimize, kemiğimize kadar kokuşmuş olmamız, o ummana dalıp boğulmamızı engeller… Dünya yalnızlığımızı bozmuştur… Ötekilerin üzerimizde bıraktığı izler silinmez bir hale gelir…
Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir, başta bizzat dünya olmak üzere… Öyleyse insan adaletsizliğini seyrederken hiç şaşırmamak gerekir… Toplumun düzenini reddetmek de kabul etmek de aynı şekilde abestir… Onun iyi ve kötü yönde değişimlerine, ümitsiz bir tutuculukla maruz kalmaya mecburuz; tıpkı doğuma, aşka, iklime ve ölüme maruz kaldığımız gibi… Hayat yasalarının başında çürüme gelir : Kendi kalıntılarımıza, cansız nesnelerin kendi kalıntılarına olduklarından daha yakınızdır… Onlardan önce pes ederiz ve yok edilmez gibi görünen yıldızların bakışları altında kaderimize doğru koşarız… Ama bizzat yıldızlar da, sadece yüreğimizin ciddiye aldığı, sonra da istihza noksanlığının kefaretini büyük acılarla ödediği bir evrenin içinde ufalanırlar…
|