|
1) Cevabıma eklediğim, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin 2002/3549 e. 2002/5807 k.sayılı kararının daha sonraki aşamasını ifade eden, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2003/1-646 e. 2003/692 k. sayılı kararındaki, daire kararının ortadan kaldırılması sonucunu doğuran gerekçe; konunun Anayasa m.40/3, 129/5, TMK m.1007, BK m.55 hükümleri çerçevesinde çözümlenemeyeceğine ilişkin olmayıp, davacıların tapu sicilindeki şerh nedeniyle, iyiniyetli sayılamayacakları işaret edilmektedir. Daire kararına ilişkin belirtilen görüş tartışma konusu yapılmamıştır.
2) Aslında, AİHM 2. Dairesi'nin kararı nedeniyle, bu karar ikinci planda kalmaktadır. Ancak konuyla paralel sayılabilecek bir tartışmada, aynı dairenin önceki görüşünü yansıtmak düşüncesi ve 2. el konumunda bulunan kişilerin ( ki bugüne kadar karşılaştığım hadiselerin çoğunluğunda tapu malikleri ikinci, üçüncü el konumundadır. ) “tam tazminat” isteyip isteyemeyecekleri konusunda, bir açılım olarak eklenmiştir.
3) Forum konusu olan zamanaşımı meselesine gelince;
Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin kıyılarla ilgili içtihadında, AİHM 2. Dairesinin kararına gönderme yapıldığını, önceki cevabımda belirtmiştim. Kamu yararı amacıyla, mülkten yoksun bırakan önlemin tazmini gereği, Borçlar Kanunu anlamında, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme yada sözleşmeden kaynaklanan bir alacak olmayıp, mülkiyet hakkı ihlalinin ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır.
Diğer yandan, mevcut Türk hukukuna göre mülkiyet hakkı ihlalinden bahsetmek mümkün değildir. Zira, kıyılar devlete ait olup, hiçbir zaman özel mülkiyete konu olamaz, tapuların iptali ile aslında yasaya aykırı bir durum düzeltilmektedir. Ayrıca devlete ait bir mülkün kamulaştırılması da mümkün olmayacağından tazminat ödenmesi dahi gerekmemektedir. Tüm bu hususlar, AİHM önündeki davada savunma olarak ileri sürülmüş, ancak AİHM mülkiyet hakkı ihlali olduğuna, ( 1 nolu protokolun, 1.maddesinin ikinci cümlesi anlamında ) Türk hukukunun, ihlalin sonuçlarını tam olarak gidermeye imkan tanımaması nedeniyle, adil tazminata karar vermiştir.
Yukarıda belirtilen çelişki kararın gerekçesine de yansımış olup, hukuka uygun bir işlem neticesinde, tam olmayan tazminat ödenmesi gerektiği belirtilmektedir. Bu gerekçenin ve eksik tazminata ilişkin sonucun, AİHS ve AİHM kararı gereklerini tam olarak karşılamadığını ve kendi içerisinde çelişkili bulunduğunu bir eleştiri olarak ifade etmek istiyorum. Özellikle tazminat miktarı eksik olmamalıdır.
Konuyla ilgili tazmin gereği, doğrudan doğruya mülkiyet hakkı ihlali sebebiyle olup, bu nedenle, alacak haklarına ilişkin genel zamanaşımı hükmünün ( BK m.125 )uygulanması, AİHS ve AİHM kararına da uygun olmayacaktır.
Evrensel hukukta, mülkiyet hakkının "zaman ötesi" bir niteliği bulunmaktadır.
Türk hukukunda, kamu yararı amacıyla mülkten yoksun bırakan önlem dendiğinde, akla kamulaştırma yada kamulaştırmasız el koyma düşünülmektedir. Bu müesseselerde dahi zamanaşımı ve hak düşürücü süre sözkonusu olmayıp, 2942 sayılı yasanın 38 inci maddesindeki hak düşürücü süre, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Anayasa mahkemesinin iptal kararı gerekçesi, mülkiyet hakkının niteliği konusunda oldukça doyurucu olup, mülkiyet hakkının “zaman ötesi” niteliği vurgulanmaktadır.
Diğer yandan, mülkiyet hakkına dayanılarak açılacak olan bir davada müruruzamanın bahis mevzuu olmıyacağı, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 1954/1 e. 1956/7 k. sayılı ve 16.05.1956 tarihli kararında açıkça belirtilmektedir. Karar aşağıya eklenmiştir.
Saygılarımla.
T.C. YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu
Esas: 1954/1
Karar: 1956/7
Karar Tarihi: 16.05.1956
ÖZET: Gayrimenkulü, istimlak edilmeksizin, yola kalbedilen malikin mülkiyet hakkı zeval bulmayıp baki kaldığı cihetle bu hakkına dayanarak her vakit meni müdahale davası açabileceği gibi, bunun yerine mülkiyet hakkının gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyetine devrine razı olarak, gayrimenkulünün bedelini de dava edebilir. Dava edeceği bedel gayrimenkulü üzerinde mülkiyet hakkının devrine karşılık olduğuna göre de mülkiyet hakkına dayanılarak açılacak olan bir davada müruruzamanın bahis mevzuu olamıyacağı ve bu itibarla da hadisede Borçlar Kanununun altmışaltıncı maddesinin tatbik edilemeyeceği neticesine varılmıştır.
(743 S. K. m. 643) (818 S. K. m. 66)
Dava: Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin, Devlet veya diğer bir amme hükmi şahsiyeti tarafından gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine, gayrimenkulünün bedelinin tahsili hakkında açacağı davanın Borçlar Kanununun altmışaltıncı madddesiyle kabul edilen bir senelik müruruzamana tabi olup olmadığı hususunda Temyiz Mahkemesi Üçüncü Hukuk Dairesinin 22.12.1952 tarih ve 13205/8949 sayılı ilamı ile Dördüncü Hukuk Dairesinin 22.5.1952 tarih ve 2401/2669 sayılı ilamı arasındaki içtihat aykırılığının halli istenilmiş olmakla 1221 sayılı kanunun muaddel sekizinci maddesi gereğince toplanan Hukuk Umumi Heyetinde mesele müzakere edilerek;
Neticede;
Usulüne tevfikan istimlak edilmeksizin gayrimenkulü Devlet veya diğer bir amme hükmi şahsiyeti tarafından yola kalbedilen malikin, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmü şahsiyeti aleyhine menu müdahale davasımı, yoksa bedel davasımı? acabileceği, bedel davası açtığı takdirde de, hükmedilecek bedelin gayrimenkulün fiilen yola kalbedildiği tarihteki değeri mi, yoksa dava tarihindeki değerimi? olması lazım geldiği hususlarındaki içtihat ihtilaflarının halline mutedair 16.5.1956 tarih ve 1956-1 E. 6 K. sayılı tevhidi içtihat kararında da tebarüz ettirildiği veçhile, Medeni Kanunun 643.maddesi gereğince gayrimenkul mülkiyeti ancak sicil kaydının terkini veya gayrimenkulün tamamiyle ziyaı halinde zail olur. Mezkur maddenin ikinci cümlesi, amme menfaatı için yapılacak istimlaklerde mülkiyet hakkının ne vakit zeval bulacağının tayinini hususi kanuna bırakmıştır. Halen meri olan istimlak kanunlarında da, Teşkilatı Eassiyye Kanununun yetmiş dördüncü maddesi hükmü ile hemahenk olarak, mülkiyet hakkının, usulü diresinde salahiyetli merciince ittihaz edilecek istimlak kararı ve bundan sonra gayrimenkule takdir olunacak bedelin gayrimenkul malikinin emrine amade kılınması anında zeval bulacağı kabul edilmiştir.
Böylece gayrimenkulü, istimlak edilmeksizin, yola kalbedilen malikin mülkiyet hakkı zeval bulmayıp baki kaldığı cihetle bu hakkına dayanarak her vakit meni müdahale davası açabileceği gibi, bunun yerine mülkiyet hakkının gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyetine devrine razı olarak, gayrimenkulünün bedelini de dava edebilir. Dava edeceği bedel gayrimenkulü üzerinde mülkiyet hakkının devrine karşılık olduğuna göre de mülkiyet hakkına dayanılarak açılacak olan bir davada müruruzamanın bahis mevzuu olamıyacağı ve bu itibarla da hadisede Borçlar Kanununun altmışaltıncı maddesinin tatbik edilemeyeceği neticesine varılmıştır.
Sonuç: Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın gayrimenkulünün bedelinin tahsili hakkında, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine açacağı bedel davasında müruru zamanın mevzuubahis olamıyacağına ve bu itibarla da hadisede Borçlar Kanununun altmışaltıncı maddesinin tatbik kabiliyeti bulunmadığna 16.5.1956 tarihli ilk toplantıda ittifakla karar verildi.
Kaynak Sinerji Mevzuat
|