|
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas : 2003/1-646
Karar : 2003/692
Tarih : 12.11.2003
KARAR METNİ :
Taraflar arasındaki "Tapu iptali, tescil ve tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sarıyer Asliye 2.Hukuk Mahkemesi'nce davanın asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 24.01.2002 tarih ve 2001/57 E- 2002/18 K. s. kararın tetkiki davalılar (karşı davacılar) vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin 07.05.2002 tarih ve 2002/3549-5807 s. ilamiyle; (...Davacı Hazine vekili, dava konusu taşınmazın öncesinin orman olduğunu hazine adına orman dışına çıkarılan yerde kaldığı durumda tapu maliki adına tescil edildiğini, ormanların özel mülke konu olamayacağını ileri sürerek davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile hazine adına tescilini istemiştir. Davalı-karşı davacılar ise, tapu siciline güvenerek taşınmazın üzerinde şerh olmadan satın aldıklarını tapu iptal edildiği takdirde, zarara uğrayacaklarını ileri sürerek 15.374.000.000 TL. tazminat istemişlerdir. Toplanan delillere ve bütün dosya içeriğine göre, dava konusu taşınmazın 1938 yılında 3116 s. kanuna göre yapılan tahditte orman tahdit sınırları içinde kaldığı, orman sınırları içerisinde iken 1959 gününde yapılan arazi kadastrosu sonucu tahdit dışında imiş gibi senetsizden davalı ve karşı davacıların bayii üzerine tescil edildiği, 16.02.1977 gününde başlayıp 14.09.1982 gününde kesinleşen 1744 s. kanuna göre yapılan orman sınırları dışına çıkarma işlemi ile dava konusu taşınmazın orman sınırları dışına çıkarıldığı, 11.07.1994 gününde davalıların tapu kaydına güvenerek pay satın aldığı daha sonra 09.11.1995 gününde tapu kaydına orman şerhi konulduğu sabittir.
Gerçekten, taşınmaz orman sınırları içinde iken kadastro tesbiti ile kişiler üzerine yapılan tescilin yolsuz olduğu kuşkusuzdur. Ne var ki, davalılar yolsuz oluşan tapu kaydına güvenerek taşınmazın bedelini ödemek suretiyle tapudan pay alan 2.el konumundadırlar. Taşınmazın tapu kaydı üzerinde ormandan çıkarıldığına ait hiçbir şerh bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla temlikten önce hazine tarafından tapunun yolsuz olduğundan bahisle açılmış bir dava yoktur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 40 ıncı maddesinin 3.fıkrasında "kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da yasaya göre Devletçe tazmin edilir." Hükümü öngörülmüş, 129 uncu maddenin 5 inci fıkrasında "memurlar ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği" açıklanmıştır. MK.nun 1007 nci maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Kanunun bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli ise de, eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez. Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Anılan ilke 27.03.1957 gün ve 1/3 s. İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş, BK.nun 55 inci maddesindeki sorumluluğun kusura dayanmadığı 22.06.1966 gün 7/7 s. İnançları Birleştirme kararı ile de tekrarlanmıştır. Adam çalıştıran (somut olayda devlet) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur. Çalışanın seçiminde, talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk sebebiyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi yada yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir. Dayanaksız yada hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.
Somut olayda, dava konusu taşınmaz, sanki orman sınırları içinde değilmiş gibi, senetsizden kişi adına 1959 yılında tesbit edilmiş, sonradan satım suretiyle el değiştirmiş; 1994 gününde davalı üzerine kaydedilmiştir. Bu arada hazine tespite ses çıkarmamıştır. 1982 gününde taşınmaz 1744 s. kanun ile orman dışına çıkarılmış, yine hazine davalının satın almasından sonra şerh koydurmuş; eldeki davayı ise, çıkarmadan itibaren 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra açmıştır. Kadastro ekibinin hatalı işlemleri sonucu davalıların (karşı davacılar) bayii adına tespiti ve kesinleştirilmesi, buna bağlı olarak sicil oluşturulması, sicile yerin orman tahdidinde kaldığına ait bir şerhin verilmemesi sebebiyle ve sicile güven ilkesi uyarınca davalıların zarara uğradıkları yadsınamaz (inkar edilemez) bir gerçektir. Davalıların, akidine müracaat etme olanağının bulunması, kusursuz sorumluluktan ötürü hazineye karşı dava açmasını engellemez. Bu halde uğranılan zararın hazine tarafından karşılanması gereği belirtilen ilkelerin bir sonucudur. Hal böyle olunca, davalı ve karşı davacının gerçek zararının miktarının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken karşı davanın reddine ait hüküm kurulması doğru değildir. Davalı-karşı davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün yukarda açıklanan sebeplerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi uyarınca bozulmasına...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalılar (karşı davacılar) vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği gün itibariyle HUMK.nun 2494 s. Kanun ile değişik 438/II.fıkrası hükümü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı Hazine vekili dava konusu taşınmazın öncesinin orman olduğunu ve Hazine adına orman dışına çıkarılan yerde kaldığı durumda tapu maliki adına tescil edildiğini, ormanların özel mülke konu olmayacağını ileri sürerek davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya teciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı (karşı davacı)lar, tapu kaydına güvenerek dava konusu taşınmazı satın aldıklarını, tapu kaydında herhangi bir beyan veya açıklamanın yer almadığını savunarak davanın öncelikle reddine, aksi durumda 15.374.000.000 TL.nın davacı (karşı davalı) Hazineden tahsiline karar verilmesini talep etmişlerdir.
Yerel mahkemenin asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair kurduğu hüküm karşı dava yönünden Yüksek Özel Daire tarafından yukarda belirtilen gerekçe ile bozulmuş olup, yeniden yapılan yargılama sonucunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Yanlar arasındaki asıl dava, taşınmazın öncesinin orman olduğundan bahisle tapu iptali ve tescil, karşı dava ise tapu siciline güvenerek satın alınan taşınmaz tapusunun iptali sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemine ait olup, devletin tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan birinci derecede ve objektif sorumluluk ilkesine göre alacağını düzenleyen Türk Medeni Yasasının TMK. 1007 (MK. 917.) ile iyiniyet ve sicile güven ilkelerini düzenleyen TMK. m.1023 (MK.m.931.) ve Türk Medeni Yasanın 3. maddelerinden kaynaklanmaktadır.
Türk Yasası Medenisinin 917. ve bu kuralı aynen benimseyen Türk Medeni Yasanın 1007. maddesinde düzenlenen sorumluluk, kusursuz sorumluluk olup, tapu sicilinin tutulması görevi ile yükümlü bulunan memurun yaptığı yanlış işlem ve kayıtta, kusursuz olması bile, devleti sorumluluktan kurtarmaz. Tapuda yapılan bir işlem sonucu bir zararın oluşması, bu işlem ile zarar arasında illiyet bağının bulunması Devletin sorumlu tutulması için yeterlidir.
Bu arada hemen belirtmek gerekir ki; tescilin olumlu ve olumsuz olmak üzere iki tür etkisi vardır. Tescilin olumsuz etkisi, Türk Medeni Yasasının m.1021 (MK.m.929) maddesinde açıklandığı üzere kurulması kanuni olarak tescile bağlı ayni haklar, tescil edilmedikçe varlık kazanamayacakları hususudur.
Bununla birlikte bu kural kesin bir kural değildir. Bu kurulan istisnası TMK.m.705 (MK.m.633/2) de hükme bağlanan miras, mahkeme kararı, kamulaştırma ve cebri icra durumlarıdır. Bu hallerde tescil, hakkın kazanımının koşulu değil, onun bildirim aracıdır. Ancak, malikin tasarruf işlemi yapabilmesi için mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olması zorunludur. Tescilin olumlu etkisi ise TMK.m.1023 (MK.m.931) de açıklanan iyi niyetli üçüncü kişilerin tapu sicilindeki hakların doğruluğuna olan güvenlerinin kanuni korunma altında olmasıdır. TMK.m.1022 (MK.m.930) da ayni hakların kütüğe tescili ile doğacağı prensibi benimsenmiştir. TMK.m.1023 (MK.m.931) de ise tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımının korunacağı düzenlemiştir. Buradaki iyi niyet TMK. 3. maddesinde yer alan subjektif iyi niyettir. Bu sebeple olayın özeliğine göre kendinden beklenen özeni göstermeyen kişi iyi niyetli olarak kabul edilemez. İyi niyet tapu kütüğüne yapılan tesciller hakkında söz konusu olur.
Tapu sicili ise, Tapu sicili Tüzüğü'nün 4. maddesinde, taşınmaz mal ile üzerindeki hakların durumlarını göstermek üzere Devletin sorumluluğu altında tescil ve açıklık ilkelerine göre tutulan sicil olarak tanımlanmış olup öğretide dar ve geniş anlamda olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. "Dar anlamda tapu sicili, kütük veya esas sicil diye de adlandırılan kısım olup mülkiyet, irtifak, rehin ve şerhleri kapsar; geniş anlamda tapu sicili ise, yevmiye defteri, evrakı müsbite, planlar vb. içerisine alır" (Prof.Dr.Gürsoy, Prof.Dr.Eren, Prof.Dr.Cansel Türk Eşya Hukuku Ankara 1978 sh.190 vd.). Tapu sicili Tüzüğü 60 ıncı maddesindeki "Kütüğün beyanlar sütununa mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususlar gün ve yevmiye numarası belirtilerek yazılır" düzenlemesinden, beyanlar hanesinin, dar anlamda tapu sicili kapsamında kalan kütük içerisinde, ayrı bir sütün olarak bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple uygulamada tapu kaydı üzerinde her hangi bir işlem yapılırken tapu kütüğüne bakıldığında, içinde bulunan beyanlar hanesinin ve bu hanede bulunan kaydın görülmemesi mümkün değildir. Çünkü uygulamada kullanılan tapu kütüğü bir şema halinde düzenlenmiş olup bu şema içinde beyanlar sütunu da bulunmaktadır. Kaldı ki, "beyanlar, üçüncü kişileri haberdar etmek maksadıyla gösterilir." (Prof.Dr.Gürsoy, Prof.Dr.Eren, Prof.Dr.Cansel Türk Eşya Hukuku Ankara sh.317).
İyi niyetten bahsedebilmek için kayden iktisap edenin geniş anlamda tapu sicilini inceleme yükümlülüğü olmasa da dar anlamda tapu kütüğünü inceleme yükümlülüğü bulunmaktadır. Kendisinden beklenen özeni bu biçimde göstermiş olur.
Somut olayda, dava konusu 699 parsel 09.11.1995 gününde 87 parselin ifrazı ile oluşmuş, 87 parsel ise 1938 yılında 3116 s. Orman Yasası Hükümlerine göre yapılan tahdit çalışmalarında Uskumru Devlet Ormanı sınırları içinde yer aldığı halde, 13.07.1959 gününde yapılan 26.12.1959 gününde kesinleşen kadastro çalışması sırasında orman tahdidi dışında gibi senetsizden ilk tapu malikleri olan Celalettin Güneysuyu ve arkadaşları üzerine tescil edilmiş, 16.02.1977 yılında başlayan ve 14.09.1982 gününde kesinleşen 1744 s. Yasa'ya göre orman sınırları dışına çıkarma işlemi ile Orman sınırları dışına çıkarılmış, tapu kaydına "6831 s. Orman Kanununun 2/B uygulamasına tabidir" şerhi ise 13.08.1993 gününde konulmuş ve 09.11.1995 gününde terkin edilmiştir. Oysa davalılar (karşı davacılar) dava konusu taşınmazı 11.07.1994 gününde satın almışlardır, yani iddialarının aksine satış gününde beyanlar hanesinde taşınmazın öncesinin orman olduğu yazılıdır. Kendilerinden beklenen özeni göstermiş olsalardı, iktisap gününde dava konusu taşınmazın geçmişte orman olduğunu tapu kütüğünden öğrenebilirlerdi. Bu sebeple davacıların iyi niyetinden bahsedilemez dolayısıyle tazminat talep hakları bulunmamaktadır.
O durumda mahkemenin direnme hükmünün sonuç itibariyle usul ve kanuna uygun olduğu anlaşıldığından onanması gerekir.
SONUÇ : Davalılar (karşı davacılar)'ın temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarda açıklanan sebeplerle ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı (403.750.000) TL. bakiye temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 12.11.2003 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
Kaynak : Corpus Arşiv
.................................................
.................................................. .
Benzer bir Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararı buldum.Burada durum biraz farklı ancak konunun irdeleniş biçimine baktığımızda olayın BK'nın 1007.ve 55.maddeleri çerçevesinde yorumlandığını görüyoruz.Bu şekilde düşünüldüğünde zamanaşımı 1 yıl olacaktır.Ancak ben bu değerlendirmeye katılmıyorum.Zira burada
Yargıtay 4.Hukuk Dairesi'nin E: 2002/14339 <> K: 2002/14717 <> Tarih: 26.12.2002 sayılı kararında da belirtildiği gibi:
Tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı Yeni Medeni Kanunun 1007. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Ancak devletin sorumluluğundan söz edilebilmesi için tapu sicilinin tutulmasında tapu sicil müdürü ya da memurunun hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekir. Kadastro çalışmaları ve faaliyetleri sırasındaki işlemler tapu sicili tutma kavramı içinde yorumlanamaz. O halde hazine kadastro tespiti sırasında yapılan hatalardan MK.´nun 1007. maddesine göre sorumlu tutulamaz.
Bu nedenle MK'nın 1007.maddesinden yola çıkılamayacağı kanaatindeyim.Konunun resmi görevlilerin haksız fiillerinden ileri geldiği düşünülecek olursa da Anayasa'nın 40/3 maddesi gereği devletin sorumluluğu söz konusu olacaktır ve bu zarar Devletçe tazmin edilecektir. Burada da BK'nunun 55 ve 60.maddeleri olaya uygulanacak ve maddi zararın doğmasına sebep olan işlem tarihinden itibaren (olayımızda tapu iptal ve tescil kararının kesinleşme tarihinden itibaren) 1 yıllık süre içerisinde dava açılabilecektir.
Ancak Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin 2007/6214 E.-2007/9985 K.Sayılı kararında da belirtildiği gibi :
AHİM tarafından oluşturulan 30.05.2006 Tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği bu önlem alınırken başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği kişinin kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı açıktır şeklindeki anlatımları ve
Aynı Yargıtay kararında devlet tarafından verilen ,doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği ,devletin verdiği tapunun geçersizliğinin ileri sürülerek ,hiçbir karşılık ödemeksizin iptalinin istemesi ,geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi ,devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacağı vs.ve en önemlisi :
Tazminatın nedeninin yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığı belirtilmiştir.
Dolayısıyla olayda haksız fiile ilişkin hükümlerinin uygulanmayacağının belirtilmiş olduğunu düşünüyorum.Bu halde de mevzuatta bu konuda özel bir hüküm bulunmadığından olaya BK'nın 125.maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımının uygulanacağı kanaatindeyim.
|