Mesajı Okuyun
Old 16-05-2008, 12:33   #3
av_fikret

 
Varsayılan teşekkürler

İlginize sonsuz teşekkürler Erol bey.
ama şu HGK kararlarına ne diyeceksiniz..Tersi yorumla Somut olay bizimki..Benim hayli kafam karıştı da.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

Tarih:24.09.2003 Esas:2003/4-491 Karar:2003/487

Tapu Sicilinin Aleniyeti ve Güven ilkesi Uyarınca Kayden iktisap Edenin Dayanak Belgeleri inceleme Yükümlülüğü Yoktur

ÖZET:Davacı, satın aldığı taşınmaz üzerine ev yapıp ağaç diktiğini, Hazinenin sahte ilama dayalı yolsuz tescil iddiası ile açtığı tapu iptali ve tescil davası sonucunda tapusunun iptal edildiğini belirterek Hazine’den evin ve ağaçların bedelini talep etmiştir. Tapu sicilinin aleniyeti ve güven ilkesi uyarınca taşınmazı kayden iktisap edenin dayanak belgeleri inceleme zorunluluğu bulunmamaktadır. Davacının mera nitelikli taşınmazın sahte ilamla tescilini sağlayan dava dışı kişi ile işbirliği içinde olduğu ispat edilememiştir. İyi niyetli zilyedin yolsuz tescile dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemleri saklıdır. Açıklanan nedenlerle davanın kabulüne ilişkin karar usul ve yasaya uygundur.


4721 sayılı TÜRK MEDENİ KANUNU m. 1007 ,1023 ,1025
743 sayılı TÜRK KANUNU MEDENİSİ m. 917 ,931 ,932

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Elazığ Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.12.2001 gün ve 2001/462-843 sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 24.10.2002 gün ve 8907-12036 sayılı ilamı ile, (...Davacı, üzerinde yapıları bulunan taşınmazı tapudan satın aldığını, ancak daha sonra yerin mera olduğu iddiası ile Hazine tarafından açılan tapu iptal ve kal davası sonunda kaydın iptal edildiğini ve yerin eskisi gibi meraya dönüştürüldüğünü, geçen zaman dilimi içinde yer üzerinde ev yaptığını, ağaç diktiğini ve yapı ve ağaçların ortadan kaldırılmasına karar verildiğini, bu yüzden arsa ve yapı bedelinin hüküm altına alınmasını istemiştir. Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki kanıtlara göre yerin 1954 yılında yapılan kadastro tespiti sırasında mera olarak sınırlandırıldığı ne var ki 31.12.1976 tarihinde alınan sahte ilamla yerin tamamının Şah İsmail adına senetsizden tapuya tescil edildiği ve tapuda ifraz yapılarak üçüncü kişilere satıldığı, davacının da satın alanlar arasında bulunduğu anlaşılmaktadır. Gerçeğe dayanmayan, sahte olan mahkeme kararı ile tescil hükmü verilirken sınırlar ve miktar belirtilmiştir. Bu kararın daha önce mera olarak sınırlandırılan yerle ilgili olup olmadığı karar gerçeği yansıtmadığından anlaşılamamaktadır. Kararda böyle bir belirleme yapılmamıştır. Yer sahte ilamla tapuya bağlandıktan sonra ayrı parsellere ayrılmış ve üçüncü kişilere devredilmiştir. Sonradan durumun anlaşılması üzerine Hazine tarafından tapu iptali davası açılmış, mahkemece 13.2.1996 tarihinde tapunun iptali ile eskiden olduğu gibi yerin mera olarak sınırlandırılmasına karar verilmiştir. İşte bundan sonra davacı eldeki işbu dava ile tapu kütüğündeki güven ilkesine dayanarak MK. 1007 (eski 917) maddesi gereğince arsa bedelini ve yaptığı bina ve ağaçların değerini istemiştir.

Yukarıda da açıklandığı üzere dava konusu yerin öncesi meradır. Bu husus yapılan kadastro tespiti sırasında belirlenmiş ve kesinleşerek bu şekilde sınırlandırılmıştır. Esasen bu konuda bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Uyuşmazlığın çözümünde uygulanması gereken MK.’nun 1007. maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğacak zararlardan Devletin sorumluluğu kabul edilmiştir. Bu kusursuz sorumluluk hallerindendir.

Bunun anlamı zarar görenin, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda olmaması sonucunu doğurur. Ancak sorumluluk için diğer koşulların kanıtlaması zorunludur. Bu bağlamda hukuka aykırı eylem ile zarar arasındaki uygun illiyet bağının kanıtlaması gerekir.

Somut olayda, davacının devirde adına oluşturulan kayıt tamamen gerçek dışıdır. Diğer bir anlatımla, hiçbir yasal hükme ve hukuki nedene dayanmamaktadır. Hatta tapuya tescil edilmemesi gereken, diğer bir anlatımla özel mülkiyete konu olmayacak bir yerle ilgilidir. Hiç tapuya bağlanmaması ve özel mülkiyete konu olmayacak yerle ilgili olarak, alınan sahte ilamla tapuya tescil edilmesi durumunda o yerin mülkiyete konu olabilecek yerlerden olması sonucunu doğurmaz. Buna karşın mera olan yerin sahte kayıtla özel mülkiyete konu olabilecek nitelikte yerlerdenmiş gibi kaydedilmesi de üçüncü kişi konumundaki Şah İsmail’in eyleminden kaynaklanmaktadır. Şah İsmail’in bu ağır kusuruuygun illiyet bağını kesmektedir. Bunun içindir ki, kusursuz sorumluluğu ortadan kaldıran koşullardan biri de gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu hususları gözeten mahkeme dava konusu yer üzerindeki yapı ve ağaçların da yıkımına karar vermiştir.

Böylece davacının yerdeki tapu kaydının bir hukuki dayanağı bulunmadığı, hukuki sonuç doğuracak bir nitelik taşımadığı kullanımının da hukuka aykırı olduğu anlaşılmıştır. Böyle bir durumda kaydın, hukuksal bir gerçeğe dayanmaması,yapılan tescilin yok hükmünde bulunması itibarıyla davacının iyi niyetinden de söz edilemez.

Davacı olsa olsa taşınmazı satın aldığı kişinin kendisine ayıplı mal satmasından ve böylece nedensiz zenginleşmesine dayanarak istemde bulunabilir.

Açıklanan bu gerekçelerle kararın bozulması gerekirken onanmış bulunduğundan, davalının karar düzeltme istemi HUMK.’nun 440-442 maddeleri uyarınca kabul edilmeli onama kararı kaldırılmalı karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili
Hukuk Genel Kurulu Kararı


Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı şahıs vekili, dava dilekçesi ve yargılama aşamalarında, Elazığ H. Mahallesinde bulunan çekişmeli 3432 parseli satın alarak üzerinde ev inşa edip, ağaç diktiğini, satın alma günü olan 31.3.1986 yılından bu yana tasarrufunda bulundurduğunu, Hazinenin sahte ilama dayalı yolsuz tescil iddiası ile açtığı tapu iptali ve tescil davası sonucunda tapu kaydının iptaline karar verildiğini iddia ederek, taşınmaz üzerinde yaptığı ev ile diktiği ağaçların bedeli olan 10.026.574.490 TL. tazminatın faizi ile birlikte davalı Hazineden tahsilini dava etmiştir.

Davalı Hazine vekili, yanıt dilekçesi ve yargılama sırasındaki savunmalarında; dava konusu 3432 parsel numaralı taşınmazın 1954 yılında yapılan genel kadastro sonucunda mera olarak sınırlandırıldığını, sahte olarak düzenlenen mahkeme ilamı ile Şah İsmail isimli dava dışı şahıs adına tescil edildikten sonra, muhtelif parsellere ifraz edilerek aralarında davacı da bulunan şahıslara satıldığını, müvekkili Hazine tarafından açılan tapu iptali ve kal davasının kabulüne karar verilmiş ve bu kararın kesinleşmiş olduğunu savunarak yasal dayanağı bulunmayan tazminat isteminin reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Yerel mahkemenin davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak kurduğu hüküm özel dairesince yukarıda belirtilen gerekçe ile bozulmuş olup yeniden yapılan yargılama sonucunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Yanlar arasındaki dava, Devletin tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan birinci derecede ve objektif sorumluluk esasına göre mesul bulunması ilkesini düzenleyen eski Türk Kanunu Medenisinin 917 ve bu kuralı aynen benimseyen yeni Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinden kaynaklanmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, anılan maddeler ile öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluk olup, tapu sicilinin tutulması görevi ile yükümlü bulunan memurun yaptığı yanlış işlem ve kayıtta kusursuz olması bile, Devleti sorumluluktan kurtarmaz. Tapuda yapılan işlem sonucu bir zararın oluşması, bu işlem ile zarar arasında illiyet bağının bulunması Devletin sorumlu tutulması için yeterlidir. Tapu siciline güven ilkesine verilen önemi vurgulamayan 15.3.1944 gün ve 13/8 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki sicillerin tutulmasından dahi Devletin objektif sorumluluğunu benimseyip vurgulamıştır. (Bkz. Resmi Gazete, 28.6.1944, sayı: 5742)

Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;

1- Dava konusu taşınmaz 1954 yılında yapılan genel kadastro sonucu mera olarak sınırlanmıştır.

2- Aynen muhafazasından Devletin sorumlu bulunduğu, kadastro paftasında; tescil işlemini olanaklı hale getirmek amacı ile “mera” ibaresi silinerek yerine “dağ” ibaresi yazılmıştır.

3- Sahteliği duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanan ve bir yaş düzeltme davasına aidiyeti tarih, esas ve karar sayıları ile belirlenen Elazığ Asliye Hukuk Mahkemesine ait 31.12.1976 gün 1976/69-902 sayılı ilamla dava dışı Şah İsmail adına yolsuz tescil işlemi yapıldıktan sonra ifrazen davacıya satılmıştır.

4- Hazine tarafından açılan dava sonucunda; Elazığ Asliye Hukuk Mahkemesinin 4.7.2001 gün 2000/32 E., 2001/429 K. sayılı kararı ile çekişmeli 3432 parselin davacı Mehmet adına olan tapu kaydının iptaline, öncesinin mera olduğu anlaşıldığından, mera OLARAK SINIRLANDIRILMASINA, KARGİR EV ve TUVALETİN YIKILMASINA ve YEDİ ADET AĞACIN KESİLMESİNE karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

5- Tapu sicilinin aleniyeti ve güven ilkesini düzenleyen eski Medeni Kanunun 931 ve yeni MK.’nun 1023. maddelerine ilişkin yerleşik bilimsel ve yargısal görüşler doğrultusunda, kayden iktisap edenin tapu sicilinin dayanağını oluşturan müsbit evrakı inceleme yükümlülüğün bulunmadığı tartışmasızdır. Bu bağlamda, davacının genel kadastro ile başlayıp, tedavil kayıtları ve dayanakları ile nihai kaydı oluşturan tapu sicil işlem aşamalarını oluşturan evrakı tetkik etme zorunluluğu yoktur.

6- Davacının, mera nitelikli taşınmazın sahte ilamla tescilini sağlayan dava dışı Şah İsmail’le el ve işbirliği içerisinde bulunduğunu gösteren hiçbir tanıt ve bulgu olmadığı gibi, bu husus davalı yanca iddia ve ispat edilmemiştir. Eş anlatımla davacı iyi niyetlidir.

7- İyi niyetli müktesebin, yolsuz tescile dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemlerinin saklı olduğu, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 932 ve koşut kural içeren, Yeni Medeni Kanunun 1025. maddesinde açıkca belirtilmiştir.

Tüm bu açıklamalar doğrultusunda; yanların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve belgelere, mahkeme kararında ve yukarıda açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 24.9.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

E:2004/4-526
K:2004/589
T:10.11.2004
• SAHTE NÜFUS CÜZDANIYLA TAŞINMAZ SATIŞI
• TAPU SİCİL MÜDÜRLÜĞÜNÜN SORUMLULUĞU
• KUSURSUZ SORUMLULUK
• İLLİYET BAĞININ KESİLEBİLMESİ

ÖZET : Davacı davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Usulsüz işlemin sahte nüfus cüzdanından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinde etken olan nüfus kaydından kaynaklanmaktadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir.
(4721 s. kanun m. 1007, 1023)
Taraflar arasındaki ""tazminat"" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Eskişehir Dördüncü Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.10.2002 gün ve 2000/284- 2002/703 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.06.2003 gün ve 1424- 7982 sayılı ilamı ile, ( ... Davacı davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece eylemin tapu sicilinin tutulmasında kusurlu davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek tazminata hükmedilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre tapuda cinsi mesken olan ve kat mülkiyeti kurulmuş bulunan bağımsız bölümün Behçet adına kayıtlı iken 28.07.1995 tarihinde davacı Muzaffer'e satış yolu ile devredildiği görülmektedir. Durumu öğrenen gerçek tapu maliki Behçet tarafından davacı Muzaffer aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davası sonucunda Şaban adlı kişinin gerçek malikmiş gibi düzenlediği sahte nüfus cüzdanı sonucu diğer davalı Muzaffer'e satıldığı belirlenerek kaydın iptaline ve gerçek malik olan davacı Behçet adına tesciline karar verilmiş karar temyiz incelenmesinden geçmek suretiyle kesinleşmiştir.
Yine dosya içinde yukarıda adı geçen Şaban hakkında sahte nüfus cüzdanı düzenlemekten ve kullanılmaktan dolayı açılan kamu davası sonunda yeterli kanıt bulunmadığı gerekçesi ile beraati yönünde hüküm kurulmuştur.
Yukarıda açıklanan olgular itibarıyla usulsüz işlemin sahte nüfus cüzdanından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinde etken olan nüfus kaydından kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917. md. ( yeni 1007 )maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklandığı belirlenmiştir. Madde de öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza dosyasında gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden ve ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibarıyla olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez. Dava reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir... )gerekçesiyle dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), 10.11.2004 gününde yapılan 2. görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.