Mesajı Okuyun
Old 15-05-2008, 17:10   #2
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

1)TMK m.1023 ve 1024 maddeleri uyarınca, tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur ve bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi tescile dayanamaz.

2)İyiniyetli üçüncü kişilerin kazanımlarının korunması halinde, zarar gören hak sahiplerinin durumu ile ilgili olarak, öncelikle TMK m.1007 hükmünü dikkate almak gerekir. Anılan hükme göre tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devlet sorumludur.

Ancak olayınızın ayrıntılarını tam olarak bilemediğimiz için bahsettiğiniz tahrifat ve görevi kötüye kullanma hadiseleri ile tapu sicilinin tutulması arasındaki illiyet bağının yorumlanmasını tarafınıza bırakarak, öğretide ve uygulamada tartışmalı olan illiyet bağı konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun bakış açısını yansıtan 2007 tarihli bir kararı, faydalı olması dileğiyle aşağıya ekliyorum.

3)Son olarak, illiyet bağının kurulamadığı durumda, yani zararın Tapu Sicilinin tutulmasından kaynaklanmadığı ihtimalde; gerek tahrifat, gerekse görevi kötüye kullanma suçu ile bağlantılı bir zarar doğmuşsa 657 Sayılı yasanın 13 üncü maddesi de dikkate alınmalıdır.

Saygılarımla.

T.C. YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2007/4-212
Karar: 2007/261
Karar Tarihi: 09.05.2007

ÖZET: Davacının zararı, tapu dairesinde yapılan ve görevin suiistimali mahiyetinde olan işlemden kaynaklanmıştır. Olayda, Devletin sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının bulunduğu şüphesizdir. Yerel mahkemenin, doğan zarardan davalı Hazinenin sorumlu bulunduğu yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

(4721 S. K. m. 1007) (743 S. K. m. 917) (1086 S. K. m. 417, 423) (1136 S. K. m. 164) (YİBK 29.05.1957 T. 1957/4 E. 1957/16 K.)

Dava: Taraflar arasındaki <tazminat> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.06.2004 gün ve 2003/851 E- 2004/322 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.10.2005 gün ve 2004/12722-2005/11105 sayılı ilamı ile;

(...1-Davacı, davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece eylemin tapu sicilinin tutulmasında kusurlu davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek tazminata hükmedilmiştir.

Dosyadaki kanıtlara göre, davaya konu taşınmazın davacıya ait bulunmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından dava dışı Çelebi Ç.........'ye satışının yapıldığı; onun tarafından da yine dava dışı kişilere satıldığı anlaşılmaktadır.

Davacı tarafından, taşınmazı son olarak satın alan dava dışı Hasan A...'a karşı açılan iptal ve tescil davası reddedilmiş, temyiz incelemesinden de geçmek suretiyle kesinleşmiştir.

Yukarıda açıklanan olgular itibariyle usulsüz işlemin yapılan sahtecilik eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Yani zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesine etken olan sahtecilik işleminden kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917 (Türk Medeni Kanunu 1007) maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumlu olacağı belirtilmektedir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir.

Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Ne var ki gerek ceza yargılamasında, gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden veya ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir.

Bu itibarla olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir.

Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK.'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir.

Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez.

Davanın reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir.

2- Yargılama ve hüküm, ancak davanın tarafları hakkında verilebilir. Yargılama giderleri de hükmün sonuçlarına göre yanların sorumlulukları ile ilgili bulunduğundan, hüküm ile birlikte karara bağlanması gerekir.(29.5.1957 tarih ve 4/16 sayılı İBK.). Bu bağlamda, yargılama giderleri aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir ve vekalet ücreti de yargılama giderlerindendir. (HUMK.m.417/1, m. 423/b.6).

Diğer yandan, 4667 sayılı Yasa m. 77 hükmü ile değişik 1136 sayılı Avukatlık Yasası'nın 164/son maddesindeki düzenlemede; dava sonunda, karar ile tarifeye dayalı olarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukata ait olacağı belirtildiği gibi; bu hükme koşut bir düzenleme de Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde <yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti> biçiminde yer almıştır.

Yukarıda açıklandığı üzere gerek Avukatlık Yasası ve gerekse de yasaya dayalı olarak hazırlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nde yer alan düzenlemeler; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun, davanın taraflarına ve hükmün kimlere yönelik olarak kurulacağına ilişkin hükümlerini kaldırıcı veya değiştirici nitelikte değildir. Aksine, hükmün ve ayrıntısı niteliğindeki yargılama giderlerinin -ve bu bağlamda vekalet ücretinin- davanın tarafları hakkında kurulması gerekir. Avukatlık Yasası'ndaki, <vekalet ücreti avukata aittir> biçimindeki düzenleme hükmü kuran mahkemeye değil, vekil ile vekil edene yönelik bir kuraldır. Bu yorum ve varılan sonuç aynı maddedeki <bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez> biçimindeki düzenleme ile de doğrulanmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, taraf sıfatı bulunmayan vekil yararına vekalet ücretine hükmedilmesi de doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna yönelik tazminat istemine ilişkindir.

Davacı Rüştü D...... vekili; müvekkilinin yurtdışında ikamet etmekte olduğunu, 1994 yılında Türkiye'ye geldiğini, tapuda adına kayıtlı bulunan bahçeli kargir ev niteliğindeki 177 parsel sayılı taşınmazın, sahte imza ve kimlik belgesi kullanılmak suretiyle 10.05.1993 tarihinde dava dışı Çelebi Ç.........'ye satıldığını, onun tarafından 27.07.1993 tarihinde dava dışı Binali Ö....'a ve bu şahıs tarafından da 16.08.1993 tarihinde davalı Hasan A...'a satışının yapıldığını öğrendiğini; adı geçen şahıslar ve işlemi yapan memurlar aleyhine açılan ceza davalarının beraat kararıyla sonuçlandığını, müvekkili tarafından son kayıt maliki davalı aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davasının da reddine karar verildiğini; tapu sicil memurunun hukuka aykırı eylemi sonucu 10.05.1993 tarihli satış işlemi yapılmış olduğunu, hukuka aykırı eylem ile zarar arasında illiyet bağı bulunduğunu ve zarardan Hazinenin sorumlu olduğunu ileri sürerek; dava ve ıslah dilekçeleriyle toplam 282.000.000.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı Hazineden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Hazine vekili; taşınmazın, sahte nüfus cüzdanı ve imza kullanılarak satışına dair işlemi yapan sorumlular aleyhine ceza davası açıldığını savunarak, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini cevaben bildirmiş; İhbarda bulunulan Ali Osman A......., satış işleminde kusurunun bulunmadığını savunmuş, Müesser A....'a usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen duruşmaya katılmamıştır.

Mahkemenin; <sahteciliğe konu satış işlemini memurların, sahte imza ve fotoğrafı ayırt edememiş olmakla kusurlu bulundukları ve işlemin tapu sicil müdürlüğünde gerçekleşmiş olması nedeniyle davacının zararından Hazinenin sorumlu olduğu> gerekçesiyle, <davanın kabulü ile 282.000.000.000 TL tazminatın 9.10.2003 dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline> dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, <davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağı bulunmaması nedeniyle davanın reddi gereğine> işaret eden 1 numaralı bozma gerekçesine direnilmiş; <vekalet ücretinin taraf yararına hükmedilmesi gereğine> değinen 2 numaralı bozma gerekçesine uyulmuştur.

Dosyadaki kanıtlara göre; tapuda cinsi bahçeli kargir ev olan 177 parsel sayılı taşınmaz, davacı Rüştü D...... adına kayıtlı iken; davacıya ait bulunmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından 10.5.1993 tarihinde dava dışı Çelebi Ç.........'ye satışının yapıldığı; Çelebi Ç......... tarafından 27.7.1993 tarihinde dava dışı Binali Ö....'a, onun tarafından da 18.8.1993 tarihinde Hasan A...'a satıldığı anlaşılmaktadır. Adı geçen şahıslar ve satış işlemini yapan memurlar aleyhine açılan ceza davalarında sanıkların beraatlarına karar verilmiş; durumu öğrenen gerçek kayıt maliki Rüştü D...... tarafından, son kayıt maliki-dava dışı Hasan A...'a karşı açılan tapu iptal ve tescil davası da reddedilerek kesinleşmiştir.

1- Açıklanan maddi olgu, bozma ilamının birinci bendi ve buna ilişkin direnme kararının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; olayda, davalı Hazinenin sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığı, dolayısıyla davalının sorumluluğundan söz edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumluluğunun niteliği ve yasal dayanağı üzerinde durulmasında yarar vardır.

Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan Haluk, Türk Mes'uliyet Hukuku, 1967, s:89). Kusur sorumluluğunda, <kusur> sorumluluğun öğesidir (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.6, İstanbul 1998, s:554).

Sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu getirmiştir.

Öğretide kusursuz sorumluluk halleri <olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu> gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.3, 1989; Tandoğan Haluk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22); <hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu> şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Tekinay /Akman /Burcuoğlu/ Altop/ Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498).

Öte yandan, <objektif sorumluluk> üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu, <terminolojide> <ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu>; <ağırlaştırılmış objektif sorumluluk> olarak yer alır (Koçhisarlıoğlu Cengiz, Objektif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s:183). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır.

Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.

Bu noktada; Devletin <tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna> ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluk/ tehlike sorumluluğa ilişkin kurallar uygulanır.

Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında Devletin sorumluluğu o kadar önemlidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinde (743 sayılı TKM m.917); <Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder> hükmü öngörülmüştür.

Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı fer'i değil, aynen İsviçre'de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir (Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek, Eşya Hukuku, 1972, s:303).

Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur.

Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.

Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.

Bu nedenledir ki, az yukarıda vurgulandığı üzere; devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur (HGK 05.10.1955 gün, E:4/58 K:64 ve 29.06.1977 gün, E:1977/4-845 K:655).

Somut olayda; davacının tapuda kendi adına kayıtlı taşınmazı, davacıya ait olmayan fotoğraf ibraz ve imzası da taklit edilmek suretiyle, tespit edilemeyen bir kişi tarafından 10.5.1993 tarihinde dava dışı Çelebi Ç.........'ye satılmıştır. Satış işlemi yapılırken; satıcının kimlik belgesi sureti işlem dosyasına alınmamış ve dosyadaki asıl malikin hüviyeti ile karşılaştırılmamıştır.

Gerçek malikin tescil dosyasında bulunan fotoğrafı ile, sahte satıcının evraka eklediği fotoğraflar çok farklı olmasına karşın işlem ilgili memurlar tarafından ifa edilmiştir.

Davacı, tapu maliki Rüştü D......'a ait tapudaki nüfus kayıt bilgilerinin hane no: 530, Cilt no:20, Sahife no: 53 olmasına karşın, sahte satışa konu akit tablosundaki nüfus kayıt bilgilerinin hane no: 514 olmasına rağmen satış işlemi yapılmıştır.

Ayrıca; davacı Rüştü D...... olmasına ve ilk işlem dosyasında da bu isim ve soy isim bulunmasına rağmen kimliği belirsiz kişinin yaptığı satış ile ilgili müracaat formunda isim Rüşdü, soy isim D........ yazılı bulunmasına karşın satış işlemi gerçekleştirilmiştir. Tapuda işlem yapan memurlar, bu işlem sırasında gerçek malikin kimliğine ilişkin hiç bir evrakı incelememişler, satışın yapılmasına göz yummuşlardır. Bunların yaptıkları eylem nedeniyle Devletin sorumluluğu yönünden illiyet bağı bu olayda kesilmemiştir. Devlet yapılan bu haksız satıştan ve neticesindeki tazminattan sorumludur.

Diğer bir ifadeyle davacının zararı, tapu dairesinde yapılan ve görevin suiistimali mahiyetinde olan işlemden kaynaklanmıştır. Bu itibarla olayda, Devletin sorumluluğunu gerektiren illiyet bağının bulunduğu şüphesizdir.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle; Yerel Mahkemenin, doğan zarardan davalı Hazinenin sorumlu bulunduğu yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

Ne var ki; davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

2- Mahkemece, bozma ilamının 2. bendinde yer alan ve <vekalet ücretinin taraf yararına hükmedilmesi gereğine> işaret eden bozma gerekçesine uyularak, yeni hüküm oluşturulmuştur.

Bu itibarla, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Dairesine gönderilmelidir.

Sonuç: 1) Yukarıda 1 numaralı bette açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere, dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

2) Yukarıda 2 numaralı bentte açıklanan nedenlerle, bozma çerçevesinde verilen yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 09.05.2007 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

Kaynak : Sinerji Mevzuat