Mesajı Okuyun
Old 26-12-2007, 23:24   #63
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Alıntı:

İnsan ve Zindan 'dan...

...

Karanlığa aldırmadım. Korku karanlığı bile örtüyordu...

...

Hayatımda ilk kez bir kapıyı içerden çalıyordum...

...

’Olmak ya da olmamak.’’ vecizesi aklıma geldi. Bu seçenekle ilk kez karşılaşıyordum. ‘’Olmak’’ bana büyük acı verecekti.

...

Sorguya alınanlar acı verilmesine ara verildiğinde yalvarıyorlardı. Yalvarırken sesleri insan sesi olarak duyuluyordu......Acının gerçek sesini ilk kez burada duyuyordum.

...

Burada çekeceğim büyük acıları terazinin bir kefesine koydum. Buradan çıkınca yaşayacağım küçük mutlulukları terazinin öbür kefesine koydum. Terazi korkudan titriyordu.

...

Beynim uyuşacak ve kendimden geçecektim. Adli Tıp Ders Kitabında buna ‘’yarım ası’’ deniyordu...Hukuk okumanın hayatta çok işime yarayacağını öğrenciyken bana herkes söylemişti zaten.

...

Annem fermuarı evlat sevgisi ile dikmiş olmalıydı.

...

Sökünce hemen ölmek zorunda değilsin. Sökünce de yine düşünebilirsin. Şimdi sök. Sonra düşün.

...

Yaşamdan korktuğum kadar ölümden de korktuğum ortaya çıkmıştı.

...

Az önce ben panik halindeyken hırka sağlam duruşuyla örnek bir tavır koymuştu. Yüksek sesle:

- Bir hırka kadar olamadın, diye kendi kendime söylendim.

...

Son birkaç dakikadır ne çok gülmüştüm. Yaşamak insanın yüzünü güldürüyordu.

...

Aslanların mağrur gücünü bırakmış, öküzlerin sabırlı gücünü yüklenmiştim.

...


İNSAN ve ZİNDAN
Pençelerinden kan
Damarlarından buz akan insan!..
Senden daha aydınlık
Senden daha sıcak zindan
...

Ayak sesi geliyor
Bir adım insan, bir adım şeytan
Bir adım insan, bir adım yılan
...

...
Duvarlarından kan sızan zindan!..
Senden daha karanlık
Senden daha soğuk insan

***

...Güzel şiirler büyük acılardan doğarmış. Çekilen acı düşünülürse bu şiir bir başyapıt olmalıydı.

...

Fermuarı fermuar olarak kullanmak hoşuma gitmişti.

...

Artık acıyı biliyordum.. Çok yararlı bir deneyim kazanmıştım.

...

Kibar olmak biraz da olanaklara bağlı. Yutkunmakla yetindim.
...
Okumayı bitirdiğimde zihnime kazınan cümleleri, yazarının affına sığınarak alıntıladım. Hikayenin bütünlüğü içinde daha çok örnekleri var, ama bazılarına öncelik tanıdım nedense.

Sayın Konyalı'nın
Alıntı:

Ölüm insana çok şey öğretiyor. Bundan yıllar önce arabamı bir köy yolunda durdurduğumda bunu öğrenmiş oldum.

Birkaç dakika sonra ölecektim. Yaşamak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Mücadele gücümü kaybetmiş, ölüme razı olmuştum. Böyle bir durumda son arzum sevdiklerime bir mektup bırakmak oldu.

Oturduğum koltuktan arabanın torpido gözüne eğildim. Orada hep bir not defteri ile deftere iliştirilmiş tükenmez kalem bulundururdum. Bu kez elime sadece kalem geldi. Defteri de bulmak için elimi umutla dolaştırdım. Kağıt mendil kutusunu buldum. Kapris yapacak durumda değildim. Bir mendil çekip direksiyonun ortasındaki düzlüğe serdim. Epeydir kullanılmamaktan kurumuş tükenmezin ucunu kağıda öylesine sürttüm. Bir yandan da ne yazacağımı düşünüyordum. Kalemin mürekkebi henüz akışkanlık kazanamamıştı. Göz ucuyla baktığımda ölümün sinsice yaklaştığını gördüm. Ama hala en azından bir dakikam vardı.

İlk aklıma gelen ‘’üzülmeyin, mutlu ölüyorum, sizi seviyorum’’ yazmak oldu.

Ben öldüğümde üzülmemelerini istemek çok saçmaydı ama çok da soylu bir davranıştı. Saçmalık ile soyluluk ölüm anında bile kol kola oluyor. ‘’Üzülmeyin’’ yazmaktan vazgeçtim. Kalem hala yazmamakta direniyordu. Yırtılmasını göze alarak kağıda daha sert sürtmeye başladım.

‘’Mutlu ölüyorum’’ demek belki sevdiklerimin acısını azaltırdı. Öte yandan ölüm, sevdiklerimle sonsuz ayrılık demekti. Ayrılığa mutlu gitmek de saçmaydı. Üstelik böyle bir veda benim sevgim konusunda kuşku uyandıracaktı. Onu da yazmaktan vazgeçtim. Kurumuş mürekkebin nefesimin sıcaklığıyla çözüleceğini umut ederek kalemi ağzıma yaklaştırıp avucumun içinde ucuna hohladım.

‘’ Sizi seviyorum ‘’ sözcükleri klasik bir çekicilik taşıyordu. Ama böyle bir ifadenin ne yararı olacaktı? Sevdiğim zaten biliniyordu. Bu cümle duyguları tahrik edecek ve ardımdan daha çok üzüntüye yol açacaktı. Kalemin inadını kırmaya nefesimin sıcaklığı yetmemişti. Kalemi bacağıma uzun süre ileri geri hızla sürttüm. Sürtünmenin yarattığı sıcaklık ve sarsıntı belki işe yarardı. Bacağım ateş gibi oldu. Karşı tarafı zorlarken insan kendini de zora sokuyor.

Hiçbir şey yazmamak en iyisiydi. Yazmaktan vazgeçtim. Bir elimde kalem, bir elimde kağıtla beni bulduklarında ne düşünecekleri belliydi: ‘’Bir şey yazacakmış ama fırsat bulamamış.‘’ diye hayıflanacaklardı. Kağıttan kalemden hemen kurtulmam gerekiyordu.

Kağıt mendili katlayıp göğüs cebime tıkıştırdım. Bir ucu dışarıda kaldı. O anda fark ettim ki ceket cebime tıkıştırmışım. Ceketimde kravatıma uygun olmayan bir mendille beni bulmaları hoş olmazdı; mendili çıkarıp pantolon cebime sokuşturdum. İnsanın yaşamı eğer saçmalıklarla geçiyorsa ölüm anında da öyle oluyor. Bu arada dikiz aynasından ölümün hemen birkaç adım ötemde olduğunu fark ettim.

Tükenmez kalemi telaşla hala açık duran torpido gözüne attım. Kalem torpido kapağının kenarına çarptı, yere düştü. Nereye düştüğünü göremedim. Eğilip kalemi ararken elimi ön koltuğun altına soktum. Elim kalem yerine soğuk bir cisme değdi. Cismi koltuğun altından alıp doğrulduğumda bunun bir tabanca olduğunu gördüm. Bu sırada ölümün karaltısı yan camda belirmişti.

Tabancanın emniyetini açıp, bütün kurşunları yan cama boşalttım. Sonra da kontağı çevirip, gaza bastım. Dikiz aynasından baktığımda ölümün sendeleyerek arkamdan koştuğunu gördüm. Ağaçların arkasında ilk kavşaktan dönerek izimi kaybettirdim.

Tükenen tükenmez kalem yaşamımı kurtarmıştı. Becerikli biri olsaydım attığım kalem torpido gözüne girmiş olacaktı. Yaşamın terslikleri yaşamın yamukluklarını düzeltiyor.

Veda mektubuna yazacak tek sözcük bulamamıştım. Demek ki yüreğimde saf bir sevgi vardı. Bu saflık içinde tek sözcük bile fazlalıktı. Ama belki de yazmama kararım aslında ‘yazmayan kaleme yenilgime’ karşı bir rasyonalleştirmeydi. İnsanın ne düşündüğünü kimse anlayamaz; hatta kendisi bile.

Ölüm insana çok şey öğretiyor. Bundan yıllar önce son arzumu düşündüğümde hiçbir arzum kalmadığını öğrenmiş oldum.


(http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=20708) adresindeki hikayesini okuduğumda da aynı şey olmuştu: Yazı, sihirli bir biçimde belleğinize kazınıyor...

Uzun zaman önce bir hikaye kitabı yazmaya karar vermiştim - tabii ki hala yalnızca karar aşamasında - tasarımdan söz ettiğimde danıştığım bir edebiyat eleştirmeni, yazmaya başlamadan önce Traven'in kısa öykülerini okumamı salık vermiş ve bir kitabını hediye etmişti. Gerçekten çok kısa olan, bazıları 1, bazıları 1,5, en uzunu 3 - 5 sayfa öyküleri okumayı bitirdiğimde, okurken sessiz sedasız -ama aynı zamanda hızla ilerleyen-, keskin söylem içermeyen, yumuşak, kısa cümlelerle tamamlanan öykülerin, yazılış tekniğine zıt biçimde, keskin ve derin ipuçlarıyla ve unutmama izin vermeyecek biçimde, beynime kazınmış olduğunu farketmiştim.

Sayın Konyalı'nın öykülerinde ise, bundan da fazlası var: Acıyı duyumsatırken bile gülümsemeyi ve gülümsetmeyi unutmayan, lirik ve yetkin donanım.

Sanırım bunun sebebi de kişiliğinde gizli:

"Her adım insan"

Kendisini tekrar tekrar kutluyorum.

*

Yarışmaya katılan, kazanan, kazanamayan, cesaretlerini ve emeklerini bizlerden esirgemeyen tüm üyelerimize, ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Saygılarımla