|
Sayın meslektaşlarım,
Konu oldukça girift, doktrin ve yargıda halihazırda tartışılan ve tam olarak çözüme kavuşamamış hususlara tekabül ediyor.Öncelikle çözümlenmesi gereken hukuki sorunları saptamak isterim:
1. Davalı kabul beyanıyla kısmi davayı kabul ettiği zaman , - özellikle işçi alacakları ve haksız fiilden doğan tazminat davaları gibi önceden zarar ve alacağın tespit edilemediği davalarda- davacının ıslah hakkı kanuna karşı hile yoluyla engellenmiş olur mu?
2. Islah veya ek dava yoluyla fazlaya dair haklar talep edildiğinde bunlar açısından zamanaşımı ne zaman kesilmiş olur?
3. Konuya özel olarak, işçi alacağı davaları resen araştırmaya (BK 42) tabi midir?
İlk sorudan başlarsak ; Daha önceki mesajımda belirttiğim gibi usul hukuku yönünden kabul kati hükmün neticelerini doğuran bir usuli işlemdir, kabul ile ihtilaf ve tahkikat sona erer.Ne varki , HMUK 95/2' hükmüne giren hallerde dava sona ermez. Kamu düzenine aykırı ve kanuna karşı hile olarak nitelendirilebilecek kabuller hüküm ifade etmez.Bu durumu, 3. sorunun yanıtında tekrar irdeleyeceğiz.
İkinci soruya gelelim: Normalde ıslah yoluyla müddeabih arttırılamıyordu.Ne varki, AYM. kararıyla HMUK'un 87/son fıkrası iptal edildi ve müddeabihin arttırılması imkanı getirildi.Amaç, usul ekonomisi açısından ek dava açmaya mahal bırakmamak ve dava hakkının bu nedenle kısıtlanmasını önlemekti.Ne varki, bazı Yargıtay kararlarında da belirtildiği gibi "Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sadece ek dava yerine kısmi ıslah yolu saklı tutulan alacakları aynı davada isteme kolaylığını getirmiş olup, zamanaşımı, temerrüde düşürme gibi usul ve yasa hükümlerini değiştirmiş değildir. Kısmen ıslahta, tamamen ( kamilen ) ıslahın aksine ıslah tarihine kadar yapılmış bütün usul işlemleri yapılmamış sayılmaz. Kısmı ıslah, yapıldığı tarihten ileriye yönelik olarak hüküm ifade eder."(YHGK, E. 2002/9-564 K. 2002/572 T. 3.7.2002 )
Müddeabihin arttırılması, kısmi ıslahtır. Zira, daha önceki usul işlemlerine dayanır.Bu nedenle, ıslah yoluyla arttırılan miktar açısından (fazla) zamanaşımı bu tarih itibariyle hesaplanır.Zira, herne kadar dava açılmasıyla BK.133'e göre zamanaşımı kesilmişse de, kismi davada yalnızca dava edilen miktar açısından kesilme söz konusu olur. Anayasa Mahkemesi'nin ilgili iptal kararı zamanaşımı açısından kısmi davada farklılık öngörmediğinden, zamanaşımı ıslah tarihinden itibaren hesaplanmalıdır.
Üçüncü ve bence konunun en önemli sorusuna gelelim.Bence bu sorunun yanıtı önemli, zira medeni usul hukukunun şekli gerçeği maddi gerçeğe feda edebilen yapısının sorgulanmasını veya bunun olması gereken istisnalarını da içerecektir.Medeni usul hukuku özel hukuk ihtilaflarını çözmeyi amaçlar, bunun için de hızlı yargılamayı (hernekadar ülkemiz açısından geçerli olmasa da!) hedefler.Hızlı yargılamayı sağlamak için de katı şekli kurallara bağlıdır.Şekli kuralların ihmali hakkın kaybına yol açabilir.
Olayımıza dönersek, işçi alacaklarının tespit ve tahsili amacıyla açılan ve alacağın tam karşılığının hesaplanmasının dava sürecine bırakıldığı pilot olarak açılan bir kısmi davada, karşı tarafın rapor alınmasından önce davayı kabul etmesi gibi bir nedenle, fazlaya dair hakkın ek davayla talebi halinde zamanaşımı defi ile karşılaşılması olasılığı vardır.Öncelikle, bana göre kısmi dava açılmasına cevaz verilen bir hukuk düzeninde bu gibi nedenlerle hak kaybına mahal verilmesi hakkani olmayacaktır.İkincisi, "kabul" beyanı açısından değerlendirme yapılmak gerekirse, HMUK. 94/2'deki hükmün geniş yorumu ile örnekteki gibi bir işçi alacağı davasında kabul beyanının hakkın kötüye kullanılması veya açıkça kanuna karşı hile teşkil ettiğine kanat edildiğinde hakim tarafından davayı sona erdirmeden tahkikata devam edilmesi gerekmektedir.
Buna ilaveten, işçi alacağı ve haksız eylem tazminatı gibi davaların BK 42. maddesinin "emredici" hükmüne göre hakim tarafından zararın(alacağın) ve zarar(alacak) kapsamının resen araştırılması gereği; Zira bu iki davada başlangıçta belirsizliğin zorunlu kıldığı "kısmi dava ve tesbite ilşkin bölüm" ün bir "bütün" olarak ele alınması, gerek faiz ve gerek zamanaşımı konusunda alacağın tamamı için ilk kısmi dava tarihinin başlangıç alınması gerektiği ileri sürülmektedir. (Çelik Ahmet Çelik, Tazminat ve Alacaklarda Zamanaşımı, Legal Yayınları, 1. bası, sy. 94-95 vd.) Bu görüşe katılmakla birlikte, BK 42. maddesinin bir alacak davasında bu şekilde bir emredici hüküm taşıyıp taşımadığı hususunun irdelenmesi gerekir diye düşünüyorum.
İlgili değerlendirmeyi yaparken, Sayın Çelik'in görüşünün haksız fiillerden ziyade işçi alacağı davaları için dolaylı yoldan BK. 42 hükmünce resen incelemeye tabi olması gerektiği sonucuna vardım. Vardığım sonuçta yola çıktığım nokta, kabul beyanının hizmet tespiti davalarında geçerli olmaması.Şöyle düşünelim, işçinin hizmeti belirli değilse hizmetin tespiti alacak davası açısından zorunlu olarak ön şart teşkil edecektir. Şimdi, hizmet tespiti davası açılmadan "kabul" ile sonuçlanan bir işçi alacağı davasını düşünelim."Hizmet Akti" nedeniyle İşçi alacakları kabul nedeniyle kati hükmün neticelerini doğuruyor, ama sonradan hizmet tespiti ihtilafa konu oluyor ve örneğin açılmış olan bir hizmet tespiti davası reddoluyor. Burada ortaya bir hukuk garabeti ortaya çıkacaktır!!
Sonuç olarak, bu nedenle işçi alacağı davaları açısından resen incelemenin BK 42 hükmüne dayandırılmasını, "kabul"'ün bu dava açısından HMUK 94/2 engeline takılmasına gerektiğini düşünüyorum. Diğer davalar açısından ise kısmen ıslah veya ek dava açma sürelerinin zamanaşımı açısından baz alınması gerektiği düşüncesindeyim; en azından Yargıtay'ın istikrarlı bir kararı oluşana dek uygulamanın hukuken bu şekilde olması gerekir.
Uzun yanıtımı okuma sabrını gösterenlere teşekkür eder, soruyu soran meslektaşımıza kolaylıklar dilerim.
|