| 
		 
			
			 
			
			
			
			
		 
			
				  
				
		
	  | 
	
	
		
			
			
				 
				
			 
			 
			
		
		
		
		AYN-ŞIN-KAF 
 
Daha söylenmemiş ve söylenmişse de herkesçe anlaşılmamış olanın adıyla... ' 
 
Hiç beklenmedik bir anda apansızın gelecekmişsin. Öyle diyor lugâtler. Veya gökten –belki de aheste aheste, nazlı nazlı- inecek bir melekmişsin. Öyle anlatıyor seni kitaplar. Ama sadece bu kadar –ne olurdu az/biraz daha bahsetselerdi-.  
 
Dedikleri gibi oldu/ kitapların ve kocakarıların ' ' 
 
Daha çok anlatsalar, keşke hep seni anlatsalar kitaplar, lugâtler ve kocakarılar. Sana ait bilmediğim bir şeyler hep kalacak zaten, muhakkak, ama yine de anlatsalar ya seni. Doyamıyorum işte sana, -gör- bahisler senden açılınca zaman duruyor, dünya duruyor; aklım duruyor, dudaklarım kuruyor -ama dilim dönmüyor-. Sadece sen ve sana dair ne varsa o kalıyor. Olacak olan oluyor. Sen, ille de sen, kaplıyorsun her yeri. Sanırım ve galiba, adı, aşk oluyor.  
 
Aşk acıdır, hasrettir. Hicran ve hayrettir, firkat ve gurbettir. Göz yaşı ve ahtır. Tazarru ve münacaattır. ' ' ' 
 
Peki neden ? Bu soru da elbet, cevapsız değil. Lakin, henüz mukaddimesindeyim; 
 
ay mı tutuldu önce 
güneş mi 
hangimiz 
 
hiç 
 
farketmedim 
 
sanırım veya galiba 
ben 
önce tutuldum 
 
ne de 
sakınırdım kendimi 
halbuki. 
 
hal, bu ki 
-bak- 
sanırım veya galiba 
 
ben 
aşık oldum ' ' ' ' 
 
 
 
Farketmeden ve farkettirmeden Züleyha misal, adını başka adlara gizliyorum. Onları andığımda aslında seni anmış olmak için. Öğrettikleri gibi meleklerin / bir tek mahremlerime diyorum seni. Kimselere demesinler diye de tembihliyorum.  
 
kimseler 
bilmesin 
 
ama herkesler 
anlasın 
-istiyorum- 
 
seni ' ' 
 
Değişik. 
 
Ansızın boşalıyor, dediği gibi şairin, içimden sebepsiz kanım. Ağlamak, -hakikaten- güzel geliyor. Herkese ve herşeye mutluluğumdan paylar dağıtıyorum. Hanımeli kokan, bahçeli sokaklar keşfediyorum, ve mahsustan hep o sokaklara düşürüyorum yolumu. Gökyüzüne dalıyorum uzun uzun. Gökyüzünden dünyaya, muhakkaktan rüyaya. Dalıp dalıp gidiyorum. San(a), doğru, geliyorum. 
 
Peki ama ya, 
di mi, 
belki bihabersin ? 
 
Aşk ki, gerisi vesairedir. ' ' ' 
 
Ne farkerder ki. Hem, keşke. Keşke, bihaber olsan benden. Bilmesen beni. Hiç tanımasan. Acaba diyorum, cidden tanımasan mı, sürse gitse mi yüzyıllarca bu hal ? Hep bu hâl, ben yansam, ben dalsam gitsem sadece, sen hep aynı mı kalsan ? Acaba diyorum, vuslat da mı olmasa hiç ? Dayanabilir miyim ki ? Ben dayanabildiğim kadar tutsam mı elimi ateşte -inatla-, ve hep seni mi seyretsem öylece ? Sen de böylece kalsan. Ateş diye beni seyretsen. Ama farkıma varmasan. Ateş değmese sana. Sen hiç yanmasan. Sen hiç tanımasan, keşke o üç harfi, 
 
hiç bilmesen ? 
 
halbuki 
ben 
 
üç harpte 
teslim 
olmamıştım 
 
-da, şimdi- 
 
ayn’ 
-ile sabit- 
300 
dağ 
-öteden- 
 
üç harfe 
esir 
düşüyorum 
 
ayn 
şın 
kaf 
 
diye 
sanırım veya korkarum ki 
okunuşları 
aşk 
olsun ' ' ' ' 
		
	
	
    
  
		
		
		
				
		
	
	 |