Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Site Lokali Edebiyat, Müzik, Spor, Sinema, Bilgisayar.. Site üyelerimizin hukukla ilgisiz konularda sohbetleri için. [Siyaset ve din bu sitede konu dışıdır!]

Ne Dersiniz....

Yanıt
Old 03-09-2003, 14:46   #1
scanner43

 
Varsayılan Ne Dersiniz....

Ten ve hüzün

Sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak, yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek, zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek için mi kuşanıyoruz? Onun için mi deneyip duruyoruz insanları? Her sınamada onlar biraz daha fedakâr, biz biraz daha mı güçlü oluyoruz. Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana.

Acaba kendimizi en çok savunduğumuz sırada mı alıyoruz en büyük yaralarımızı, en büyük budalalıklarımızı en akıllıca davrandığımızda mı yapıyoruz acaba, rahatı ve güvenceyi en çok istediğimizde mi kaybediyoruz en büyük mutluluklarımızı, en çok korktuğumuzda mı acaba korktuğumuz başımıza geliyor?.. Kendimizi bu kadar savunmasak, bu kadar akıllı olmasak, rahatın peşinde bu kadar koşmasak ve bu kadar çok korkmasak, yaralarımız, pişmanlıklarımız ve acılarımız daha mı az olurdu acaba?

"Tanrıyı ve insanları deneme," diyen Nietzche'ye aldanmayıp herşeyi ve herkesi bu kadar çok deneyden geçirdiğimiz için mi Tanrıyı ve insanları kaybediyoruz?

İnsanları bu kadar çok denediğimiz, kendimizi kalkanlarımızın arkasına böylesine iyi gizlediğimiz, hiçbir acıya ve sıkıntıya razı olamadığımız için mi en çok istediklerimiz en uzağımıza düşüyor, mutluluk ele geçmez bir masal kuşuna dünüyor?

Schiller'in o muhteşem "Eldiven" şiirinde anlattığı hikâyeyi belki daha iyi okumalıydık, oradaki şövalyenin adım seslerini belki daha çok duymalıydık.

Hep erken öleceğini düşünen, hayatı bu düşünce nedeniyle telaşla geçen ve düşündüğü gibi erken ölen Schiller'in söylediklerine biraz daha dikkat etmeliydik, kendi ölümünü bilen birçok şeyi bilebilir çünkü.

Arenada, bütün şövalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği harikulade güzel prenses kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve yakışıklı şövalyelerle dolu, hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar.

Borazanlar çalıyor ve aslanlar çıkıyor arenaya, kocaman yeleleri, gergin belleri, iri pençeleriyle kükreyerek dolaşıyorlar.

Prenses zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkartıp aslanların arasına atıyor.

- Kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim.

Müthiş bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor.

Bir şövalye diğerinden ayrılıyor, taş merdivenlerden ağır ağır inmeye başlıyor, parlak çizmelerinin çıkardığı adım sesleri tek tek duyuluyor.

Arenaya giriyor, aslanlar hareketsiz ve şaşkın, bu cesur şövalyeye bakıyorlar, o hiçbirine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor.

Eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine hayranlıkla dönen prensese bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor.

Nietzsche "Tanrı ve insanları deneme" diyor.

Schiller, eldiven şiirini yazıyor.

Biz, herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an kanıtlasın, hayatını ve herşeyini tehlikeye atsın ve bunu binlerce kez yapsın istiyoruz.

Kendimizle ve korkularımızla o kadar doluyuz ki, hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize, her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz, belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz. Mutlulukla aramıza korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz.

Aragon'un dediği gibi eğer "mutlu aşk yoksa," bu aşkın suçu değil.

Aşkı, acısından, kederinden, tedirginliğinden, ayrılığından, üzüntüsünden, yarasından ayıklamaya çalışanların aşkı, mutlu olmayan aşklar.

"Ben acıya, aldatılmaya, kedere razıyım," diyenlere verilebilecek bir armağan mutlu aşk... Aşk iki eli dolu bir eski ilahe, birinde mutluluğu birinde acıyı veriyor. Acıyı almadan öbürünü almak mümkün değil.

Çok mu korkuyoruz acıdan ve yaradan ve kederden?

Korku bizi acılardan koruyor mu peki?

Aşk, o eski ilahe, o tanrıların ******su, acıdan korkana inadına acıyı verip öbür elini kapatıyor.

Acısız mutluluk olmuyor.

Lermontov, çocukluğumun müthiş yazarı, "Zamanımızın Bir Kahramanı" isimli kitabını yazdığında Rusya'yı birbirine katmıştı... Hiçbir kadını sevmeyen, ama bütün kadınları kendine aşık etmekten hoşlanan birini anlatıyordu... Şu hiç unutmadığım Peçorin'i, Lermontov'un ve hepimizin zamanının kahramanı olan yalnız ve sevgisiz adamı.

Ne kadar şanslıydı Peçorin, bütün kadınlar onu seviyor, ona aşık oluyor, ama o kimseyi sevmiyordu, duyguları çelik gibi zırhlarının içine hapisti, dokunulmazlık ve yaralanmazdı, insafsızdı, kadınları kendine aşık edip kaçıyordu, kendi duygularına yaklaşılmasına bile izin vermiyordu.

Çocukluğumun kahramanı bir korkaktı.

Ve mutsuzdu.

Ve Lermontov, yalnızca tek bir roman yazabilmiş, ikincisinin yarısındayken, yirmi yedi yaşında bir düelloda öldürülmüş o uzun saçlı şair, sanırım o da mutlu değildi.

Peçorin, edebiyatın unutulmaz kahramanları arasına girdi, korkulardan örülmüş bir kahramana ilgiyle baktı insanlar.

Sevmeden sevilmek, dokunulmadan dokunmak, yaralanmadan yaralamak, acı çekmeden acı çektirmek, zırhlarımızı, akıllarımızı, hesaplarımızı bunları elde etmek için mi kuşanıyoruz?

Onun için mi deneyip duruyoruz insanları?

Her sınamada onlar biraz daha fedakâr, biz biraz daha mı güçlü oluyoruz.

Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana.

Ama korkulardan kurtulmak da ne kadar zor.

Her seferinde hep acıyan yerimiz aklımıza gelir.

Aşkı her gördüğümüzde, hemen kendi üstümüze kapanmamız, hep o acıyan yerimizi korumak istememizden.

Kendimizi bu kadar sakınarak nasıl yaşayabiliriz hayatı?

Bu kadar güçlü, bu kadar akıllı, bu kadar zırhlı olarak nasıl değebiliriz hayata?

Bir Peçorin mi olmalıyız?

Yoksa kendi aşkında yanan bir Anna Karenina mı?

Peçorin kimseyi sevmedi. Anna Karenina istediği kadar sevilmedi.

Peçorin, Anna Karenina'ya aşık olsun isterdim, sevmeyi bilen ve sevmekten korkmayan o kadına tutulsun isterdim... Peçorin, eminim o zaman "Ya o beni sevmezse" diye soracaktı... Ben de ona, "Anna Karenine, Anna Karenina'ysa eğer, seni sever," derdim.

Aşık bir Peçorin... Mutlu olurdu herhalde, ama büyük bir ihtimalle onu edebiyat kahramanları arasından silerdi o zaman.

Hangisini tercih ederdi acaba, unutulmaz bir roman kahramanı olmayı mı, yoksa korkusuzca seven ve sevilen mutlu bir aşık olmayı mı?

Siz hangisini seçerdiniz?

Hayat seçimlerle dolu ve Pascal'ın dediği gibi "her seçim bir kaybediştir," bir şeyi seçer, bir başka şeyi kaybedersiniz.

Ya da hiçbir şeyi seçemez ve her şeyi kaybedersiniz.

Bu da bir seçim... Bir şeyi seçip bir başka şeyi kaybetmek mi, hiçbir şeyi seçmeyip her şeyi kaybetmek mi?

Zırhlarımız, korkularımız, savunmalarımız, hesaplarımız bizi hep bir şeyi seçmemeye götürüyor, aklımız "öbürünü kaybetmemeliyiz" diyor... Ve en akıllı, en güç, en zırhlı, en hesaplı olduğumuz zamanda, her şeyi kaybediyoruz, en çok istediğimiz bizden en uzağa düşüyor.

Kendi seçimimizi yapamadığımız için de insanları sınayıp duruyoruz.

Eldivenlerimizi aslanların arasına atıp "Beni seviyorsan onu getir," diyoruz.

Bir eldivene bir aşk gidiyor.

Nietzsche, "Tanrıyı ve insanları denemeyin," diyor.

Schiller, eldiven şiirini yazıyor.

Peçorin, Anna Karenina'yı sevmiyor.

Anna Karenina, aşık olmayı hayatıyla ödüyor.

Peçorin mi olmalı Anna Karenina mı?

Her seçim bir kaybediş.

Hele, hem Peçorin'i hem de Anna Karenina'yı seviyorsanız.

Bütün kitapları okuyorsunuz, hayatın karmaşık yollarından dolanıyorsunuz ve çıka çıka hep aynı mısraya çıkıyorsunuz.

"Ten hüzünlü heyhat... Ve okudum bütün kitapları."

Heyhat ten hüzünlü, bütün kitapları okusanız da.

En büyük yaraları kendinizi en çok savunduğunuzda alıyorsunuz, en büyük budalalıkları en akıllıca davrandığınızda yapıyorsunuz, en güçlü olmayı en çok korktuğunuzda istiyorsunuz ve mutluluk hep uzaklarda kalıyor.

Savunmasız, güçsüz ve hesapsız olmak belki de mutluluğun kapısını açacak.

Ama bunun için Peçorin'in Anna Karenina'ya aşık olacağı bir kitap bulmak gerek.

Anna Karenina, Peçorin'e sevmeyi öğretmeli.

Ve, ten bu hüzünden kurtulmalı
Old 05-09-2003, 22:15   #3
ege

 
Varsayılan

gece yarısı şarkıları..
Ahmet Altan.

Alıntı yazıların kime ait olduğunu yazmak gerekir,Scanner43..
güzel bir yazı
Old 05-09-2003, 22:43   #4
ege

 
Varsayılan

Bir süre yol aldıktan sonra.. durup dinlenmek gerekiyor.
nerde olduğumuzu ve yönümüzü tayin etmek için..çoğu zaman da, başkalarına söylediğimiz yerlere gitmemekte olduğumuzu görüyoruz...
içimizdeki bir ses ""neden?" demeye başlıyor..
sonrası zor
Old 07-09-2003, 00:42   #5
scanner43

 
Varsayılan kimin yazdığı önemlimi...

elbette alıntı bir yazı sayın ege...ve inanın kimin yazdığını bilmiyorum...aldırmam da..ben kimin yazdığını önemsemem...ne yazdığı önemlidir...beğendim ve sizlerle paylaşmak istedim...başka bi niyetim yoktu....saygılar....
Old 07-09-2003, 10:20   #6
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

bu satirlarin bir erkek yazara ait olmasi, duyarlilik ve ask uzerine kafa yormanin da sadece kadinlarin tekelinde olmadigini gorebilmek adina kadinlar acisindan umut ve mutluluk verici

yasami sorgularken olmazsa olmaz unsurlar arasinda ask, sevgi, sevda vb. vb. ni de tartismak da kacinilmaz. hayat cizgisinde bunlari konusulacak degerde bile gormeyenlerdense uzak durmakta yarar var

alinti yapacagim bir soz var, ama yazarini su an animsamiyorum, pesin pesin belirteyim

"mutluluk; sorunsuz bir yasam degil, sorunlarla basederek yasama sanatidir"

su durumda, sorundan yalitilmaya, uzak tutulmaya calisilmis bir yasamin, iskalanmis mutluluklar anlamina gelmedigini kim iddia edebilir?

herkese basedebilecek sorunlarla dolu, mutlu bir yasam dilerim

av.sehper
Old 07-09-2003, 15:06   #7
ege

 
Varsayılan önemli mi?

Scanner43;

Yazılanların ne olduğu çok önemli elbette.Ne anlattığı, bizde neler düşündürdüğü çok önemli.
Başka bir niyet aramadığınızı da biliyorum.
Ama yayınlanmış yazıların hukuksal anlamda hak sahipleri var.
"Gece yarısı şarkıları" Ahmet Altan'ın benim en çok etkilendiğim kitaplarından biri.
Hak sahibine hakkını en azından hukuksal anlamda vermek gerekir,(kaynak gösterilmeden alıntı yapılması en azından bizim sitemiz için uygun değil)
hatırlatma yapmak istediğim bu kısmı sadece..

Bu kısa hatırlatma üzerinde durmadan konun aslına dönmekte fayda var.
değil mi?

Orada çok önemli bir nokta var bence.
"tanrıyı ve insanları denemeyin" diyor Nietzche.
ve ardından gelen bir yorum.
"her seçim bir kaybediştir."
öyle mi acaba.?.
seçimlerimizi yaparken kaybettiklerimiz ve kazandıklarımızı bir muhasebe defterine yazmak mı gerekir, yoksa yaşamın getirdiklerini olduğu gibi sevebilmek ve yaşayabilmek mi önemli.

benimde sorularım var Ahmet Altan gibi..
"doğru" nedir?
Birlikte yaşayabilmenin kurallarını(kadın-erkek-toplum) oluştururken yaşadıklarımızdan mı ders alıyoruz acaba..yaşanmışlıklardan mı.?
Ve kendimiz için olanını bulmaya yola çıktığımızda engel insanın kendi mi?kurallarını öğrendiği toplum mu?

Sevgili Sehber
Ahmet Altan hızla satış yapan bu kiatplarından dolayı çok eleştiriler almıştı.Hem feminist kadınlar tarafından, hem de erkekler tarafından,yayınevleri de "pazar"a yönelik yazılar demişti.

Oysa ki;
bana göre "insandan" sözediyordu.
kimbilir işin aslı Orhan Veli'nin dediği gibi

"serde erkeklik var ağlayamam"

sözlerini ifade ediyordu aslında.

NE DERSİNİZ?

Old 07-09-2003, 21:34   #8
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

sevgili ege,

her secim elbette bir kaybedistir, avukat olmayi secmek, doktor olma sansini kaybetmektir, bu aksam balik yemeyi secmek, yogurtlu ispanak yeme sansini kaybetmektir, trt1 deki filmi izlemeyi secmek, kanal d de oynayan bes oskarlı filmi izleme sansini kaybetmektir, secilen digerini elemeyi gerektirir, gorece olarak da tercih edilmeyen kaybedilendir

bu gercegi sevgi/insan secimi olarak ya da dile getirdigin gibi; duyguyu matematige indirgemek olarak anlatmamis zaten ahmet altan da.. korkularinizla yasayip hayati iskalayacak, herseyi kaybetmeyi mi tercih edeceksiniz, yoksa gerekirse aciyi, yaralanmayi da goze alarak kazanmayi mi tercih edeceksiniz diyor

bir elde ask, diger elde aci var diyor

guzel soyluyor

kaybettiklerimiz ve kazandiklarimizin muhasebesini yapmak konusuna gelince; buna hayat muhasebesi de diyebiliriz, ya da oznel yolculuk da. bu yolculugun zararli olduguna inanmiyorum, aksine olmasi gereken bana gore.. hayatin getirdiklerini oldugu gibi sevebilmeye evet, ama hayatin getirdiklerini oldugu gibi kabullenmeye hayir diyecegim. benimsemedigimiz kabullenemeyecegimiz hic bir durumu sirf hayat bize getirdi diye kabullenmek zorunda degiliz, sectigimiz ve mucadele ettigimiz muddetce ben olabilir, benligimizi koruyabiliriz

aslinda ozde farkli dusunmedigimizi saniyorum, kelimeler zaman zaman ayri dusuruyor insanlari belki de

sevgilerimle

şehper
Old 10-09-2003, 10:09   #9
yagmurkacagi

 
Acil

bence yazınızda yazdığınız kahramanların hiçbirisi değil insan sadece kendisi olmayı denemeli. Korkularımızın kaynağına bakmak gerek acaba insan gerçekten kendi çelişkilerinden mi korkuyor, yoksa korku dış etkenlerden mi kaynaklanıyor. Ya da korkulan şey gerçekten korkutucu mu. Mutlu olmak ise bana göre kesinlikle dışsal bir durum değil inasanın içinden gelen bir duygu. Bunu ikinci ya da üçüncü şahıslarda aramak çok doğru değil.

öyle sevdimki seni
öylesine sensinki
kuşlar gibi cıvıldar
tattırdığın acılar

acılardan bile mutluluk yaratmak mümkün diye düşünüyorum
Old 12-09-2003, 18:46   #10
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın yağmurkaçağı,

Mutluluğun ''içten geldiği'' görüşünüze katılıyorum. Ancak mutsuzluğun ikinci kişilerden geldiğini de siz kabul edin lütfen.

Acılardan mutluluk yaratmak sizin mesleğinizin güzelliği:

Yolculuklar zorludur, acılıdır. Ama siz yolculuğa ''turizm'' adını verince birden mutluluğa dönüşüveriyor.

İşiniz zorludur, acılıdır; ama hukukla karşılaştırılınca birden mutluluğa dönüşüveriyor..

Ne mutlu, acıları mutluluğa dönüştürmek !!
Ne acı, mutlulukları acıya dönüştürmek ...

Kimi birini yapar; kimi ötekini..
Benim yaptığım en iyisi..

Saygılarımla

Bir Dost
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04153609 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.