Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Site Lokali Edebiyat, Müzik, Spor, Sinema, Bilgisayar.. Site üyelerimizin hukukla ilgisiz konularda sohbetleri için. [Siyaset ve din bu sitede konu dışıdır!]

Takvimden Bir Yaprak, Veciz ve Meşhur Sözler...

Yanıt
Old 26-11-2005, 10:59   #151
Av.H.Sancar KARACA

 
Varsayılan Uysa da Uymasa da

Kıssadan hisse ama ,işler öyle gitmiyor

Bir grup hayvan, bir okul kurmuşlar.
Verilen dersler; yüzme ,zıplama, koşma ,tırmanma ve uçma .
Öğrencileri , ördek,köpek,tavşan,yılan balığı.
Okul döneminin sonunda kim birinci olmuş, neden?

Ördek en iyi yüzücü imiş,koşma dersinde ayaklarındaki perdeyi yırtmış ve yüzememeye de başlamış,
Başlangıçta en iyi koşucu köpekmiş,uçma dersinde yere çakılınca bacağı yaralanmış.
Tavşan en iyi zıplayan öğrenciymiş başta, tırmanma dersinde dağın tepesinden yuvarlanınca belini incitmiş.
Herkes birer birer dökülünce , her şeyden birazcık anlayan, ama hiç birini tam olarak beceremeyen yılanbalığına kalmış birincilik.
Old 06-12-2005, 01:52   #152
Gemici

 
Varsayılan Hayat Gemimizin Kaptanı: BEYİN I

Hayat Gemimizin Kaptanı: BEYİN I

İnsan beyni tüm gövdeyi yöneten bir organdır. Yememiz içmemiz, oturmamız kalkmamız, konuşmamız susmamız, nefes alıp verişimiz ve gövdemizin diğer tüm fonksiyonları beyin sayesinde gerçekleşir. Beyin fonksiyonunu yerine getirmediği veya getieremediği zaman yaşam biter.

İnsan beyninin tüm gövdenin kaptanı veya dümeni olugusu insanlık tarihinin her döneminde kabul edilmiş bir gerçek değildir. Aristoteles’in düşüncesine göre insanın düşünme organı kalbidir. Beynin görevi gövdenin soğutucusu rolünü üstlenmektir. Tıp biliminin kurucularından olan Hipokrat, kalbin düşünce organı olduğu kanısında olan diğer diğer bilim adamlarına beynin düşünme organı olduğu gerçeğini kabul ettirememiştir.

Felsefenin ortaya çıkışından beri tartışılan ‘Madde mi ruhtan, ruh mu maddeden çıkar’ konusu çoğumuzun halen belleğinde tahmin ediyorum. Modern Sistem Teorisine dayanan görüşler, ruhu beynin bir fonksiyonu olarak tanımlıyor.

Günlük konuşmalarımızda akıl ve beyin kavramlarını bazen eşanlamlı olarak kullanıyoruz. Aslında akıl dediğimiz olgu, beynin bir fonksiyonu bilim adamlarınca.

Bilim adamlarının elde ettikleri sonuçlara göre erkek beyni kadın beyninden ortalama olarak 130 gram daha ağır. Erkek beyni ortalama olarak 1375 gram, kadın beyni buna karşılık ortalama olarak 1245 gram ağırlığında. Fazla sevinmiyelim lütfen beyler, bilim adamlarının elde ettikleri ikinci sonuç beyin ağırlığının zeka ile orantılı olmadığı gerçeği. Milattan 30000 yıl önce yaşamış olan ‘Neandertal’ insanının 1500 gram beyni olduğunu saptayan bilim adamları, insan beyninin gittikçe küçüldüğünü söylüyor.

Beynin hangi bölümünün hangi yaşamasal fonksiyonu üstlendiğini bir dahaki sefere bırakıp, beyin konusunda söylenenleri ve yapılanları kısaca aktarmak istiyorum.

Akılla ilgili birçok atasözümüz ve deyimimiz olduğu halde, beyin konusunda fazla bir uğraş göstermemiş atalarımız.

Kafası çalışmıyanlar için atalarımız kuş beyinli tanımlamasını yapmış.

Akılsız olarak bildiğimiz kişiler için bazen serçe kadar beyni yok deriz. Kuşlardan ne alıp vereceğimiz varsa!!!

Eşek genelde akılsız olarak bilinir. Akılsız olmalarını istediğimiz düşmanlarımıza bazılarımız eşek beyni yediririz. Söylenenlere göre bu eşek beynini yiyen aptallık ve eşeklik belasından bir daha kurtulamaz.

Boynu uzun beyni boş, tut kulağından çifte koş Atasözü

Tırmanırken beyin en önemli kas'tır Wolfgan Güllich

İnsan beyni fevkalade birşey, doğumdan itibaren çalışmaya başlar, bir konuşma yapmak için ayağa kalktığınız ana kadar..!! Mark Twain

Beyin: düşündüğümüzü kendisiyle düşündüğümüz organ Ambrose Bierce

Beyin yıkama korkunç birşey, ama bazı beyinler var, bir yıkansalar çok iyi olurdu Johannes Gross

O kadar aptalız ki, beynimiz kendisini anlıyabileceğimiz kadar basit olmuş olsaydı bile, onu anlıyamazdık. Jostein Gaarder

Para ve Silahlar beyin ve azmin yerini tutamaz. Dwight D. Eisenhover

alıntılar wikiquote'den

Saygılarımla
Old 21-12-2005, 00:47   #154
Gemici

 
Varsayılan İnsanları nasıl bilirsiniz?

"Müteveffayı nasıl bilirsiniz ey cemaat"?
"İyi biliriz"!
Bu iki cümleyi, toplumun kendisine verdiği tüm nimetlerden, tüm rütbelerden, tüm toplumsal saygıdan arınmış, şairin demesi ile "bir top beze sarılmış" , dünyevi herşeyi arkasında bırakıp bu dünyayı temelli olarak terkeden kimseler için mezarlıkta duyarız/söyleriz. Ölen iyi de olsa kötü de, cevap değişmez! Bu iki cümle bir yerde cenazeye olan kültürel ve toplumsal saygımızdan kaynaklanır.

Cenazeye duyulan saygı, o kimse yaşarken kendisine beslenen saygıdan, sevgiden, korkudan ve daha nice duygulardan ayrı başka bir saygıdır; Bu saygı yaşamın kendisine, var olmamıza dayalı bir saygıdır. Rütbeye mevkiye, paraya pula, zenginliğe fakirliğe, yaşlılığa gençliğe, güzelliğe çirkinliğe bağlı olmayan bir saygıdır.

İnsanları bu şekilde algıladığımız anlar çok azdır. Bu çok az olan anların dışında gösterilen saygı ve sevgi toplum tarafından şekillendirilmiştir ve toplumun güdümündedir.

Aile ve arkadaş çevremizi hesaba katmazsak toplumsal saygınlığın en başta gelen iki kategorisinin zenginlik ve mevki olduğunu görürüz.

Zenginliği bir yana bırakıp mevki konusuna kısaca değinmek istiyorum. Burada durum tam Nasrettin Hocanın 'Ye Kürküm Ye' fıkrasındaki gibidir. Belirli bir mevkiin, belirli bir rütbenin simgesi olan görünür veya görünmez kürkü giyen kişi saygın kişidir. Herkes karşısında el pençe hazırolda durur.

Bizden daha yüksek mevkilerde olanlara karşı duyduğumuz bu saygının temelinde toplumdan aldığımız sosyalizasyon ve toplumun bize aşıladığı değer ölçüleri vardır. Algılamaya başladığımız andan itibaren bize empoze edilen değer ölçüleri, zamanla adeta kanımıza işler, kişiliğimizin yönlendirici öğesi olurlar. Cesaret, korkalık, alçakgönüllülük, misafirperverlik, küçüklere sevgi büyüklere saygı, acıma ve intikam alma duyguları, tabiat sevgisi, emre körü körüne itaat, mantığına ve aklına uymayan şeylere başkaldırma, büyük ölçüde sosyalizasyona bağlı değerlerdir. Değişik toplumların bireylerinin neden aynı koşullar altında farklı davranışlar sergilediklerini sosyalizasyon ve değer ölçüleri cevaplandırır.

Toplumda var olan genel değer ölçülerinin dışında birde bağlı olduğumuz örgütlerden, toplumsal katmanlardan, meslek kuruluşlarından gelen özel değerler vardır. Sosayalizasyonumuz gereği bu kuruluşlardan bazılarına diğerlerinden daha fazla değer veririz. Verdiğimiz bu değer bazen o kuruluşların topluma olan faydaları ile ters orantılı bile olabilir. Topluma çok faydası olan bir meslek grubunun değeri, topluma daha az faydası olan bir meslek grubunun değerinden daha az olabilir. Bu kuruluşların kendilerine gösterilen saygınlık çoğu zaman kuruluşların üyelerinede gösterilir. Örneğin hakimlik saygın bir meslektir. Böyle olunca da hakimlik mesleğini icra eden hakimler de bu saygınlıktan faydalanır.

Biraz uzunca oldu gibime gelen bu mesajı yazmamın sebebi, tüm sosyalizasyona ve değer ölçülerine rağmen, saygın mesleklere dahil olan bazı kişilerin de ölümcül diğer insanların yaptığı adice işleri yapmaya muktedir olduklarını belirtmek. Evet tüm sosyalizasyon ve değerlere rağmen, en saygın mesleğe dahil olan kişi bile sonunda bir insandır ve insanoğlunu sadece toplumsal değerler yönlendirmez bu yüzden de insanoğlundan herşey beklenebilir. Önemli olan o saygın meslek gruplarının, saygınca olmayan, adice bir iş yapan meslekdaşlarını saf dışı etmeleri.

Saf dışı edilmeleri gerekenlerden bir iki örnek:
Tren on dakika geç geldi diye Münih Metrosunda treni süren kadını hastahanelik edecek derecede döven hakim,
Kendi ahlak ölçülerine uygun olarak giyinmiyorler diye kadınlara karşı savaş açan avukat,
Aynı şekilde Yasal Dayanağı Olmayan Haksız Taleplerde Bulunan Avukat ...
Avukatlık yapmak isteyen işkenceden sanık hukukçu.

Çevredeki pisliği temizlemenin en iyi başlangıcı, kendi kapımızın önündeki pisliği temizlemektir.

Saygılarımla
Old 03-01-2006, 00:17   #156
Gemici

 
Varsayılan

İnsanların birbirlerinin kafasını gözünü yardığı hemen hemen bütün çatışmalar TEK GERÇEKLER adınadır. Ben devamlı olarak GERÇEKLERin çoğulunu bulmaya çalışıyorum.

Alfred Brendel (Piyanist, 5.1.1931)
Old 14-01-2006, 01:59   #157
Gemici

 
Varsayılan

Mani

Ördeği baz öldürür
Eylemez tez öldürür
Aşkı ecel öldürmez
Bir acı söz öldürür.


Lala Sultan
Şiirlerinde kullandığı lehçeden İsmail Safavi yahut Şah Tahmasb zamanında Azerbeycanda yaşadığı tahmin ediliyor.

Baz: Yırtıcı kuş, doğan
Old 04-02-2006, 22:49   #158
Gemici

 
Varsayılan

Gerçeklerin yalandan’da tehlikeli düşmanları kanılardır.

Friedrich Nietzsche
Old 08-02-2006, 22:48   #159
Gemici

 
Varsayılan

Lehçet-ül Hakaayık'tan

Ahlak: Akıl polisi
İkramiye: Züğürt tesellisi
İnsan: Ahlakı bozulmuş vahşi
İnşallah: Red cevabı
Avukat: Suçlunun çamaşır yıkayıcısı
Aferin: Ucuz hediye
Tarih: Kurt masalı; züğürtledikçe eski defterleri karıştırmak
Timsah: Tohuma kaçmış kertenkele
Cahil: Bir şey bilmediğini bilmeyen
Cüce: Büyük adamların yakından görünüşü
Haydut: Dağ bankeri
Saçma: Bize uymayanların fikirleri
Taş: Soğumuş gönül
Adalet: Ayarı bozuk terazi
Diken: Gülün bekçisi
Hak: Galip gelmek
Asi: Kuvvetsiz düşman
Şemsiye: Dostluk gibidir, yağmur zamanında bulunmaz


Ali Bey
Tanzimat Edebiyatçılarından. Mizah ve tiyatro ile uğraşmıştır. 1844 yılında İstanbulda doğup 1899 yılında İstanbulda öldü. Lehçet-ül Hakaayık mizahi bir sözlüktür. Burada, Türk Edebiyatında ilk olarak, kelime ve deyimler kendi asıl anlamlarında değil mizahi olarak yorumlanarak açıklanmıştır.
Old 27-02-2006, 01:04   #160
Gemici

 
Varsayılan

Maniler:

Dağlarda kar kalmadı
Gözlerde fer kalmadı
Daha yazacak idim
Kağıtta yer kalmadı

Mektup yazdım acele
Al eline hecele
Mektup vekilim olsun
Al koynuna gecele
Old 12-03-2006, 02:49   #161
Gemici

 
Varsayılan

Yürüyebiliyorsan, dans da edebilirsin
Konuşabiliyorsan, şarkı da söyleyebilirsin
Düşünebiliyorsan, hayal de edebilirsin.

Afrika Atasözü
Old 28-03-2006, 21:45   #162
Gemici

 
Varsayılan

Değişim rüzgarı estiğinde,
bazıları önüne duvar inşa eder,
bazıları da yel değirmeni.

Çin Atasözü
Old 30-03-2006, 00:13   #163
Gemici

 
Varsayılan

İçler acısı bir durum;
aptalların kendilerinden o kadar emin ve
akıllıların tamamen kararsızlık içinde oluşları.

Bertrand Russel
Old 08-04-2006, 09:24   #165
NİLGÜN SEYMEN

 
Varsayılan

Çocuklarimizi Kanatlarimizin Altinda Saklamak Yerİne..

Onlara
Kanat
Çirpmayi,,
Ve De ÖzgÜrce Masmavİ Ufuklarda UÇabİlmeyİ ÖĞretelİm..
Bana Aİt Bİr SÖzdÜr..
NİlgÜn Çakici/bursa
Old 08-04-2006, 09:25   #166
NİLGÜN SEYMEN

 
Varsayılan

Sevdiğini SÖyleme ....! Buna Muhtaç değİlİm..
Ama Davranişlarinla Bellİ Edersen ancak o zaman Senİ Anlayabİlİrİm..
Bİr Duvar Yazisindan..
Nİlgün Çakıcı-Bursa
Old 20-04-2006, 23:27   #168
Gemici

 
Varsayılan

Bir çiçekle bahar olmaz/yaz olmaz.

Atasözü

İnsanın içinden, 'kaç çiçekle bahar olur peki' demek geliyor. On çiçekle mi, yüz çiçekle mi, bin çiçekle mi, yoksa bir milyon çiçekle mi? Aslında hiç biri.

Çünkü baharı çiçekler getirmez, kaç tanesi açarsa açsın, tam tersine bahar çiçekleri getirir. Çiçekler sadece baharın geldiğini veya geleceğini müjdeler. Baharla çiçekler de gelir. Onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca çiçek.

Bahar gelmeden açan çiçek, 'vakitsiz öten horoz'un akıbetine uğrar. Bir don vurur ki çiçek neye uğradığını şaşırır.

Ne demiş atalarımız: Her şeyin bir zamanı vardır.
Old 03-05-2006, 23:03   #169
Gemici

 
Varsayılan

İnsanlar dağlara benzer; yakından bakıldığında büyükler küçük, küçükler büyük görünür.

Aleksander Swietochowski
Polonyalı yazar ve gazteci 1849 - 1938
Old 04-05-2006, 14:58   #170
Av.Orhan Kaya

 
Varsayılan

çalma elin kapısını yüzük taşıyla,
çalarlar kapını tokmak başıyla....
Old 23-05-2006, 18:47   #171
Gemici

 
Varsayılan

İstediğimiz herşeyi elde edemiyoruz diye şikayette bulunacağımıza, gerçekten hakettiğimiz herşeyin bize verilmediğine şükredelim.

Dieter Hildebrandt
Alman Kabaretist, doğ. 23.05.1927
Old 25-05-2006, 16:04   #172
Gemici

 
Varsayılan Sıla ve Yavuklu Hasreti

Kumrular edebiyatımızda sadakatin ve sevginin simgesi olarak bilinir. Türkçedeki Kumru ve Güvercin ayırımı diğer bazı dillerde göze çarpmamaktadır. Almancadaki Taube kelimesi ile hem Güvercin hem’de Kumru kavramı ifade edilir. Bu yazdıklarım Güvercin ve Kumru kavramlarının günlük konuşmadaki tanımı ile ilgili, kavramın bilimsel yönü ile değil.

Güvercinlerin Sıla ve Yavuklu Hasreti onları haberci olarak kullanmak suretiyle insanlar tarafından istismar edilir. Verilen bilgilere göre Almanyada 80 bin Güvercinci tarafından yetiştirilen on milyon posta güvercini var.

Güvercinlerin haberleşme vasıtası olarak kullanılmaları eski mısıra ve haçlı seferlerine uzanan araştrımalarla belgelenebiliyor. Saatte 100 Kilometre hız yapabilen güvercinler bir seferde 1000 Kilometrelik yol katedebiliyor.

Araştırmalara göre güvercinler yönlerini güneşe ve yetiştirildikleri bölgelerdeki belirli bazı noktalara dayanarak buluyor. Bulutlu havalarda gagalarındaki magnetit maddesinin yardımıyla yerdeki mıknatıs alanlarından faydalanarak yollarını buluyorler.

Güvercinlerin geri dönüp ait oldukları yuvaya dönmeleri için güvercinciler çeşitli yöntemler kullanıyor. Bunların en başında güvercini eşi ile kısa bir süre baş başa bırakıp ayırmak geliyor; Eşinden ayrılan güvercin götürüldüğü yerden, eşine kavuşmak için, geri dönerken kendisinden istenilen habercilik görevini zoraki olarak üstlenmiş oluyor. Görevini başarıyla yerine getiren güvercin mükafat olarak işiyle başbaşa bırakılıyor.

Allah kimseyi, pardon güvercinci hiçbir güvercini yerinden ve yavuklusundan ayırmasın.

Saygılarımla
Old 02-06-2006, 09:57   #173
Av.Duygu Keleş

 
Varsayılan

Orta okulda ingilizce öğretmenimin bir sözü var idi:
TAKDİR İLE USLANMAYANI ETMELİ TEKDİR;TEKDİR İLE USLANMAYANIN HAKKI KÖTEKTİR.
Ve yine üniversitede Hocam Sayın Fırat Öztanının söylediği güzel bir söz vardı:
ZIRVA TEVİL GÖTÜRMEZ.
Old 05-06-2006, 21:43   #174
Gemici

 
Varsayılan Nasıl Okuyoruz?

Aslında başlığın 'Nasıl Okuyoruz' diye değil 'Okuyormuyuz' diye atılması gerekirdi. Çünkü nasıl okuyoruz sorusu okuyormuşuz çağrışımını yapıyor. Halbuki araştırmalar neredeyse hiç okumadığımızı ortaya koyuyor. Nasıl Okuyoruz diye yazmamın sebebi, belki ileride kimin neyi ne için ve nasıl okuduğunu belirten bir yazı yazarım düşüncesinden.

Araştırmalara göre Türkiyede kitap okuma oranı yüzde dörtle beş arası. Japonyada bir günde basılan kitap(yılda 4 milyar 200 milyon) Türkiyede bir yılda basılan kitap sayısına(yılda 23 milyon 386) eşit neredeyse. Birleşmiş Milletler'in Raporlarına göre Türkiye okuma oranı bakımından 173 ülke arasında 86.cı sırada imiş.

Türkiyede kitap okuyanların sayısı 1965 yılına kıyasla gerilemiş. Aynı süre içinde Türkiyede üniversite bitirenlerin sayısı 14 kat artmış. Türkiyede üniversite bitirenlerin sayısı artarken kitap okuyanların sayısında bir eksilmenin görülmesi beni şu soruyu yöneltmeye zorluyor:
‘Yüksek öğrenim görmüş olanlarımız hiç kitap okumuyorlar mı?’
Basılan kitap sayısı artmadığına göre, demek ki okumuyorlar demek akla yakın bir sonuç.
Olaya başka yönden de yaklaşabiliriz. Örneğin, diyebiliriz ki üniversite eğitimi görmüş bir aydının kitap okumaması olanaksızdır; Muhakkak okuyordur. Bu durumda varacağımız sonuç halkın geri kalan kısmı hiç kitap okumuyor olacaktır.

İstediğniz her yönden kitap okumamanın analizini yapmaya çalışabilirsiniz. Analizlerle sonucu değiştiremezsiniz, sonuç hep aynı kalır; Türkiyede fazla kitap dostu yok. Kitap düşmanı var mı peki? Çocukluğumda en büyük okuma zevklerimden olan Teksas ve Tommiks’leri babamın görmesinden korkarak ders kitaplarının arasına koyduğumu ve ders çalışıyor gibi görünerek onları okuduğumu hatırlayınca evet diyorum. Üniversite ve dengi okul mezunları arasında yapılan bir ankete verilen cevaplara göre kitap okumamayı bu yasakçı tutuma bağlıyanların yüzdesi 4,3

Analizlerle ve araştırmalarla sonuçları değiştiremezseniz bile, neden kitap okunmadığını ortaya çıkarabilir ve bu nedenleri ortadan kaldırmak süretiyle kitap okuyanların sayısını yükseltebilirsiniz.

Araştırmalardan elde edilen bilgilere göre, kitap okumayı engelliyen en büyük neden televizyon. Televizonu ortadan kaldırabilmemiz biraz gerçek dışı.

İyi de başka ülkelerde de televizyon var, neden oralarda kitap okumaya engel olmuyor da bizde oluyor. Daha başka büyük engeller mi var dersiniz?

Saygılarımla
Old 06-06-2006, 21:55   #175
melahat_

 
Varsayılan

Sayın Aslan’ın “Nasıl Okuyoruz” başlıklı yazısını okuyunca bir şeyler söyleme gereğini duydum. Çünkü ele alınan konu son derece önemli. Az okumak, çağdaş uygarlığı bir türlü yakalayamayışımızın temel nedenlerinden birisi.
Ancak “Nasıl Okuyoruz?” başlıklı yazıda öyle savlar var ki, onlara katılmam olanaksız. Örneğin Sayın Aslan’ın “ Üniversite eğitimi görmüş bir aydın” sözünden, her üniversite bitireni “aydın” saydığı anlaşılmaktadır. Oysa üniversite bitirmek başka şey, “aydın” olmak bambaşka şeydir. Aydın olmak; çok okuyup çok düşünmekle edinilen bir kafa ve kişilik donanımını gerektirir. Benim çevrem, tıp ve mühendislik dalları da içinde olmak üzere Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden diploma almış ancak “aydın” sözcüğünün “a” sını dahi hak etmeyen bir yığın insanla dolu. Bunlara “aydın” değil, olsa olsa “pratik bilgi teknisyenleri” denebilir.
Şerif MARDİN’e bakılırsa Türkiye’de gerçek anlamda “aydın” niteliği taşıyan kişilerin varlığından dahi söz edilemez. O, “ Bizde aydın yoktur, okumuşlar vardır!” der. Gerçekten de günümüzde aydın geçinenlerin bir çoğu yalnızca “nakilci”dir.
Ezberci bir eğitimden gelen insanların başka türlü olması da beklenemez zaten. Aydın olmak, üniversite bitirmeyi değil düşünsel yaratıcılığı gerektirir.
“Üniversite bitirenlerin sayısının artmasına karşın kitap okuma oranının gittikçe düşmesi”nde de şaşılacak bir yan yoktur. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında benimsenen eğitim ve kültür politikası, ne yazık ki geçen yüzyılın ikinci yarısında terk edilmiştir.
Cumhuriyetin ilk kuşakları bir kültür devriminin gerekliliğine yürekten inanmışlardı. Latin Alfabesinin kabulü ve okuma yazma seferberliği bu alanda atılmış önemli bir adımdır. Hasan Ali YÜCEL’in başlatarak kotardığı Batı ve Doğu Klasiklerini çevirme atılımını da anmadan geçemeyiz. ( Bu yapıtlar 5-6 yıl önce Cumhuriyet gazetesince parasız dağıtılmıştı. Kitapların verildiği salı günlerini iple çekerdim. )
Klasiklerin okur ve insan kişiliği oluşturmadaki işlevi görmezlikten gelinemez. Buna babamı örnek göstermek istiyorum. Savaş ve kıtlık yıllarında, Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir köyünde dünyaya gelen babam, ilkgençlik döneminde köyünde her nasılsa eline geçirdiği klasikleri, özellikle de Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları”nı nasıl coşkuyla okuduğunu hala gururla anlatır. Yaşamı boyunca da bu kitaplardan etkiler taşımıştır üzerinde.
Okur azlığını sadece Devletin eğitim politikasının yanlışlığına bağlamak da doğru değildir. “Sözlü kültür” geleneğinden gelen bütün Doğu toplumları gibi bizim toplumumuz da okumaya yabancıdır. ( Bu “ makus talih ” , 1940’lı yıllarda Köy Enstitüleri atılımıyla kırılmaya çalışılmış, -o dönem için- büyük ölçüde de başarılı olunmuştur.) Matbaanın ülkemize Batı’dan yüzyıllar sonra gelmiş olması, dolayısıyla aydınlanmanın çok geç başlaması da bugünkü okur sayısının azlığında önemli bir etkendir.
Sayın Aslan'a, bütün bunları düşünme ve dile getirme fırsatı yarattığı için teşekkür ediyorum.Saygılarımla...















Old 10-06-2006, 00:31   #176
Gemici

 
Varsayılan 'Nasıl Okuyoruz' II

Askerliğimi İspartada yedek subay adayı olarak yaptım. Askerlik süresi birbuçuk aymıydı yoksa iki aymıydı hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey hepsi üniversite mezunu olan askerlik arkadaşlarım arasında birçok meslek grubunun bulunuşu, bu arada Milli Eğitim Bakanlığının üst kademelerinde çalışan bir arkadaşın olmasıydı.

Asıl mesleği öğretmenlik olan bu arkadaşın şu sözünü bir türlü unutamıyorum:
‘Ben gazete okumam, gazetelerin hepsi yalan yazıyor’. Sizler böyle bir ifadeyi nasıl değerlendirirsiniz bilemem. Benim düşünceme göre bunu söyleyen kimse, bir bakanlığın, hem herhangi bir bakanlığında değil, eğitimle ilgili bakanlığıne üst kademelerinden birine geldiği halde bir gazetenin nasıl okunup nasıl değerlendirileceğini ne yazık ki anlıyamamış. Çünkü gazeteler sadece bir haber verme/alma kaynağı değildir; haber verme vasıtası olmanın yanında birde bir kamuoyu yaratma görevini üstlenmiştir. Kamuoyu yaratırken'de sözcülüğünü yaptıkları grubun veya grupların menfaatlerini ön plana almaya, olayları onların çizgisinde yorumlamaya çalışırlar.

Ne yazık ki gezete okuyucularının büyük bir kesimi bu gerçeği görecek bilinç seviyesinde değil benim fikrime göre. Adına Medya denilen makinanin işleyişini tam olarak kavrıyamayınca’da o makinanın ürettiği maldan nasıl faydalanacağını’da bilemiyor. Yanlış kullanılan medya malı’da çoğu zaman o okuyucunun midesini değil ama kafasını fesada sokuyor.

Aynı durum hukuki, felsefi ve diğer bilim dallarına ait kitaplardada söz konusu. Ben dahil çoğumuz bilimsel bir eseri okuyup anlıyacak kapasiteden yoksunuz. Eğer buna rağmen bilimsel bir eseri elimize alıp okursak sonuç hüsran olur. Belirli eserleri okuyup anlamak için belirli bir alt yapıya ihtiyaç vardır. Bu altyapı olmadan okuduğumuz çoğu şeyleri bir temele oturtamayız. Belirli bir temele oturtulmayan bilgi kafamızı karıştırmaktan öteye gitmez.

Eğer okuduğunuz şey konusunda ön bilginiz yoksa okuduğunuzu ya hiç anlamazsınız yahutta yanlış anlarsınız. En kötüsü okuduğunuz şey sizi çoğu zaman belirli bir yönde düşünmeye yöneltir. Görüş açınızı daraltır. Bu belirli yönde düşünmeye yöneltme özellikle propaganda mahiyetindeki kitaplar için söz konusudur. Gerçeği neredeyse kendi adlarına tapulamışlardır, kendilerinin dışındaki, yahutta kendileri gibi düşünmeyen herkes yanlış yoldadır.Bunları eleştirisiz okursanız ister istemez propagandanın mantığını kendinize yol gösterici yaparsınız. Propagandanın mantığını kendinize yol gösterici yaptığınız andan itibaren’de özgürce düşünme yeteneğinizi kaybedersiniz. Beyniniz yıkanmıştır artık.

Bahsettiğim türden kitapların okunması ancak belirli bir okuma zevki geliştikten sonra söz konusu olabilir. Bu belirli okuma zevkinide ailedeki ve okuldaki eğitim sistemi verir ancak. Bu eğitimin en büyük amacı çocuğa özgür ve eleştirisel bir düşünce tarzı aşılamak olmalıdır.

Eleştirisel bir düşünce yapısına sahip olmayan kişi Ziya Paşa’nın meşhur beyitindeki gibidir:
Gökte yıldız ararken nice turfa müneccim, Gafletle görmez kuyuyu rehgüzerinde.

Ezberciliğe dayanan eğitim sistemimizde, özgür bir düşünce sistemine sahip kimselerden ziyade ancak ve ancak 'Turfa Müneccimler' yetiştirebiliriz.

Sayın melahat ibrişim,
aslında aydın dediğimiz kimsenin üniversiteden çıkması gerekir. Ne okursa okusun, ister kimya, ister tıp, ister tarih, tüm fakültelerin belirli bir genel kültür vermesi ve mezunlarını belirli bir seviyeye getirmesi beklenir. Ama günümüz Türkiyesinin Üniversitelerinden aydın çıkmasını beklemek hayal bir yerde. Size hak veriyorum, üniversitelerimiz bugünkü durumları ile aydın yetiştirmekten çok çok uzaklarda.

Saygılarımla
Old 12-06-2006, 23:12   #177
Gemici

 
Varsayılan

Ata nal çakıldığını görmüş; Kurbağa ayağını uzatmış

Atasözü

Atlar nallanırken kurbağalar ayağını uzatmaz

Atasözü
Old 15-06-2006, 00:49   #178
Gemici

 
Varsayılan

Mani

Hatayi'm hal çağında
Hak gönül alçağında
Bin Ka'be'den yeğrekdir
Bir gönül al çağında

Hatayi
Old 16-06-2006, 23:18   #179
Gemici

 
Varsayılan Nasıl Okuyoruz III, Eşref'ten bir Öneri

Az oku, çok iyi belle, zira
Kabiliyyetle beyinler doludur,
Hüner açmaktır o isti'dadı,
Okumak, doğru düşünmek yoludur.

Şair Eşref
Old 30-06-2006, 23:38   #180
Gemici

 
Varsayılan

Mani

Asmaya asmaya,
Bir salkım üzüm için minnet etmem asmaya.
Ben yarimden ayrılmam,
Götürseler asmaya
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Özlü Sözler zafert Site Lokali 3 20-06-2009 23:03
Atasözleri /Deyimler/Güzel Sözler... Mustafa USTA Site Lokali 11 24-09-2007 13:33
Özlü sözler (quote) Hemocrania Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. 0 21-08-2007 11:29
Adalet ve Hukuk ile ilgili Güzel Sözler | Burak | Site Lokali 0 01-02-2007 17:24
Etkili Başvuru Hakkı Av.Selim Balku İnsan Hakları Hukuku Çalışma Grubu 1 03-01-2007 01:21


THS Sunucusu bu sayfayı 0,09856391 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.