Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

CMK 142 hak düşürücü süre

Yanıt
Old 14-11-2013, 16:49   #1
Defi-Def

 
Varsayılan CMK 142 hak düşürücü süre

Bir ceza davasında şahıs 26 ay tutuklu kalıyor ve akabinde beraat ediyor. Ancak beraat kararı 30.04.2012 tarihinde kesinleşiyor. Karar tebliğ edilmediğinden kalemde kesinleşme şerhini 24.10.2013 tarihinde elden kendisi alıyor. Haksız tutuklama tazminatı için CMK 142/1 hükmün kesinleşme tarihinden itibaren 1 yıllık süre demekle tebliğ olmasa bile -tarihlerini belirttiğim durum açısından- artık sürenin dolduğunu mu anlamak gerekir?
Old 15-11-2013, 12:07   #2
av.esengül çördük

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2012/9-1384
Karar: 2013/68
Karar Tarihi: 26.02.2013

TAZMİNAT DAVASI - HAKSIZ TUTUKLANMA SONUCU UĞRANILDIĞI İDDİA OLUNAN ZARAR - KESİNLEŞMİŞ BERAAT KARARININ DAVA TARİHİNDEN ÖNCE ÖĞRENİLMİŞ OLABİLECEĞİ VARSAYIMINDAN HAREKETLE HÜKÜM KURULAMAYACAĞI - DİRENME KARARININ İSABETLİ OLUŞU

ÖZET: Üç aylık dava açma süresinin başlaması için davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği zorunlu olduğundan, temyiz edilmeksizin kesinleşen beraat kararının tebliğ edilmediği sabit olup, davacıya kesinleşmeyi öğrenmek gibi bir mükellefiyet yüklenemeyeceğinden, kesinleşmiş beraat kararının dava tarihinden önce öğrenilmiş olabileceği varsayımından hareketle hüküm kurulması mümkün değildir. Bu itibarla, davanın süresinde açıldığına ilişkin yerel mahkeme direnme gerekçesi isabetli olup, hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Dairelerin İş Bölümüne ilişkin olmak üzere Yargıtay Büyük Genel Kurulunca alınan karara göre, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarına bakmakla görevli Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.

(5271 S. K. m. 141, 142, 143, 144, 223) (466 S. K. m. 1, 2, 3) (1412 S. K. m. 305, 322) (1086 S. K. m. 427) (5320 S. K. m. 6, 18) (6100 S. K. Geç. m. 3) (YCGK 07.03.2000 T. 2000/8-44 E. 2000/48 K.) (YİBK 21.04.1975 T. 1975/3 E. 1975/5 K.)

Dava: Davacının haksız tutuklanma sonucu uğramış olduğu zarar nedeniyle yasal faizi ile birlikte 2.250 Lira maddi ve 5.000 Lira manevi tazminatın davalı hazineden tahsiline yönelik isteminin kısmen kabulü ile, 72,66 Lira maddi ve 300 Lira manevi tazminatın davacının tutuklandığı 15.09.1997 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine ilişkin, Erciş Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.02.2007 gün ve 134-31 sayılı hükmün davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 01.02.2010 gün ve 13192-1274 sayı ile;

<Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.03.2000 tarih ve 2000/8-44 esas, 2000/48 sayılı kararı da gözetilerek; tazminat istemine ilişkin davanın, beraat kararının verildiği tarihten uzunca bir süre sonra açıldığı, davacının bu uzun süre içerisinde hakkındaki hükmün kesinleştiğini bilmediğinden söz edilmesinin yaşamın olağan akışına uygun bulunmadığı, bu durumda davanın 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde öngörülen süre içinde açıldığının kabulünün mümkün olamayacağı ve bu nedenle davanın reddi yerine, yazılı şekilde tazminata karar verilmesi> isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 28.05.2010 gün ve 92-156 sayı ile;

<...Ceza Genel Kurulu da 1975/3 E, 1975/5 K sayılı içtihadında bu konuyu incelemiştir. Ceza Genel Kurulu bu kararında <Yasa Dışı Yakalanan Veya Tutuklanan Kişilere Tazminat Verilmesi hakkındaki 466 sayılı Kanunun uygulanması yönünden, yerel mahkemelerce sanıkların yokluğunda hükmolunan beraat kararları ile Yargıtay’ca onanan ya da CMUK'nun 322. maddesi uyarınca verilen beraat kararlarının ilgili sanıklara tebliği gerekeceğine; sözü edilen 466 sayılı Kanunun ikinci maddesinde gösterilen üç aylık sürenin mahkemelerce yapılacak tebliğ tarihinden başlayacağına> oyçokluğuyla karar vermiştir.

Yargıtay kararları incelendiğinde kesinleşmiş beraat kararının davacı tarafından öğrenildiğinin varsayılabilmesi için Yargıtayın somut kriterler aradığı söylenebilir. Davacının beraat kararının kesinleştiğini öğrenmesi kesinleşmiş kararın kendisine tebliği ile yada kararın kesinleşmesinden sonra dosyada bir işlem yapması ile mümkün olacaktır. Bunun için de, dosya içerisinde kesinleşmiş beraat kararının davacıya tebliği edildiğine dair bir tebligat parçası yada davacının kesinleşmiş beraat kararını öğrendiğine dair bir belge bulunması gereklidir> gerekçesiyle direnerek, ilk hükümdeki gibi karar vermiştir.

Bu hükmün de davacı ve davalı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.04.2012 gün ve 305602 sayılı <davalı vekilinin temyiz istemi yönüyle hükmün kesin olduğundan bahisle temyiz isteminin reddi, davacı vekilinin temyiz istemi yönüyle ise düzeltilerek onama> istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Karar: Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; davalı vekilinin temyiz isteminin 1086 sayılı HUMK’nun 427. maddesi uyarınca reddinin gerekip gerekmediği ve tazminat istemine ilişkin davanın kanuni süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan 05.09.1997 tarihinde gözaltına alınan davacının 15.09.1997 tarihinde tutuklandığı, 09.12.1997 tarihinde tahliyesine karar verilen davacı hakkında Van DGM tarafından 09.03.1999 tarihinde yüklenen suçtan beraat kararı verildiği, gerekçeli kararın davacıya 05.05.1999 tarihinde tebliğ edildiği, beraat hükmünün temyiz edilmeksizin 31.05.1999 tarihinde kesinleştiği,

Kesinleşen beraat kararının davacı ve vekili tarafından dava tarihinden önce öğrenildiğine ilişkin belge ve bilginin de dosya içerisinde bulunmadığı, incelemeye konu davanın ise 16.06.2006 tarihinde açıldığı,

Dosya içerisinde bulunan 23.08.2006 günlü adli sicil kaydına göre davacının, 07.08.2000 tarihinde işlemiş olduğu 7478 sayılı Köy İçme Suları Hakkındaki Kanuna aykırılık suçundan Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesinin 19.09.2002 gün ve 111-120 sayılı ilamı ile 182.520.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine karar verildiği, hükmün 22.11.2002 tarihinde kesinleştiği,

Anlaşılmaktadır.

Davalı vekilinin temyiz isteminin 1086 sayılı HUMK’nun 427. maddesi uyarınca reddinin gerekip gerekmediğine ilişkin uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesinde;

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Kanunun 18. maddesi ile 07.05.1964 gün ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanunun Yedinci Bölümünde, <Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat> ana başlığı altında, 141 ila 144. maddelerinde, tazminat isteme koşulları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ise de, 5320 sayılı Kanunun 6. maddesindeki;

<(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ila 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır. (2) Bu tarihten önceki işlemler hakkında ise, 07.05.1964 tarihli ve 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur> hükmü uyarınca, 466 sayılı Kanun hükümlerinin 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleşen işlemler yönünden varlığını sürdürmelerine imkan sağlandığından, uyuşmazlık konusunun 466 sayılı Kanun hükümleri kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Haksız ve hukuka aykırı olarak yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat ödenmesi esası, ülkemizde ilk kez 1961 Anayasası’nda düzenlenmiş ve 30. maddesinde, yakalama ve tutuklamanın hangi hallerde söz konusu olacağı açıklandıktan sonra maddenin son fıkrasında; <Bu esaslar dışında işleme tabi tutulan kimselerin uğrayacakları her türlü zararlar kanuna göre Devletçe ödenir> hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenleme doğrultusunda 466 sayılı <Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun> 1964 yılında kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.

Anılan Kanunun 1. maddesinde; tazminat verilmesini gerektiren kanun dışı yakalama ve tutuklama halleri, bir başka deyişle öngörülen tazminatın hangi durumlarda istenebileceği yedi bent halinde gösterilmiştir. Bunlardan ilk beş bentte, kurallara uyulmamasından kaynaklanan yasa ve yöntem dışı yakalamalar ile tutuklamalar, takip eden iki bentte ise, başlangıçta kurallara uyulmakla birlikte sonradan ortaya çıkan sonuç bakımından haksız bir görünüme bürünen yakalama ve tutuklamalar tazminat nedeni olarak öngörülmüştür.

Kanunun 2. maddesinde dava açmaya ilişkin şartlar ve yöntem açıklanarak, bu davalara bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlendirilmiş, 3. maddesinde de tazminat davalarının incelenmesi ve mahkemece karara bağlanması süreç ve yöntemi, olağan ceza ve medeni yargılama yöntemlerinden farklı biçimde düzenlenmiş, ayrıca mahkemenin kararı aleyhine tebliğ tarihinden başlayarak bir hafta içinde temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.

466 sayılı Kanunda mahkeme kararının bir hafta içinde temyiz edilebileceği belirtilmiş, ancak haksız tutuklamaya ilişkin tazminat davası sonunda verilen kararlardan hangilerinin kesin nitelikte oldukları gösterilmemiştir. Anılan Kanunda bu hususu düzenleyen bir kural bulunmaması, mahkemelerin haksız tutuklamaya ilişkin verdikleri tüm kararların herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmaksızın temyiz edilebileceği anlamına gelmemektedir. Ceza Genel Kurulu’nun 09.02.1981 tarih ve 443-33 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı üzere, 466 sayılı Kanuna göre açılan bu dava, ceza ve hukuk davalarındaki usûl kurallarını karma biçimde içeren özel bir dava olduğundan, 466 sayılı Kanundaki boşluklar, Ceza ve Hukuk Muhakemeleri Kanunlarındaki hükümlere göre doldurulmalıdır.

1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 305. maddesinde, ceza mahkemelerinden verilen hükümlerin temyiz edilebileceği belirtilmektedir. Maddede sözü edilen hükümler, 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinde sayılan ve ancak bir ceza muhakemesine özgü olan beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkumiyet, güvenlik tedbiri, davanın reddi, düşme ve adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararlarıdır. Yine CMUK’nun 305. maddesinde, temyiz edilemeyecek olan hükümler de belirlenmiş, bunlarla ilgili ölçütler ise, para cezası miktarına göre saptanmıştır. Dolayısıyla ancak bir ceza hükmünde esas alınabilecek olan bu kıstas, şahsî hakka ilişkin bir talep üzerine verilen kararlar bakımından uygulanabilir nitelikte değildir. O bakımdan, haksız tutuklamaya ilişkin tazminat davasında verilen kararların temyizi halinde, sözü edilen boşluğun, karar tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427. maddesi uygulanmak suretiyle doldurulması gerekir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, <Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ila 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur> şeklindeki düzenleme ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 26.09.2004 tarih ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427. maddesinin temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında uygulanacağı belirtilmiştir.

HMUK'nun, 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427. maddenin 4. fıkrası; <Alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde, asıl isteminin kabul edilmeyen bölümü on milyon lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur, şu kadar ki karşı tarafça temyiz yoluna başvurulması halinde, düzenleyeceği cevap dilekçesinde temyize ilişkin itirazlarını ileri sürmesi mümkündür> hükmünü amir olup, ilgili fıkra uyarınca taraflardan birinin temyiz isteminin kabulü durumunda, diğer tarafında buna bağlı olarak temyiz isteminin kabulü gerekmektedir.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Davacı vekili tarafından, talep olunan toplam 7250 Lira tazminatın reddedilen 6877,34 Liralık bölümü temyiz edilmiş olup, yerel mahkemenin 15.02.2007 olan karar tarihi itibariyle temyiz edilebilirlik sınırı 1170 Lira olduğundan davacı vekilinin ve buna bağlı olarak davalı vekilinin temyiz istemlerinin kabulü gerekmektedir.

Tazminat istemine ilişkin davanın kanuni süresinde açılıp açılmadığının belirlenmesine ilişkin uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesine gelince;

Kanun dışı yakalanan veya tutuklanan kimselere tazminat verilmesine ilişkin esasların ayrıntısına yer verilen Ceza Genel Kurulunun 23.03.2010 gün ve 256-57 sayılı kararında da belirtildiği üzere, sanığın gerek yokluğunda gerekse yüzüne karşı hükmolunan beraat kararının kesinleşme şerhi ile birlikte ilgiliye tebliği zorunlu olup, 466 sayılı Kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen üç aylık dava açma süresi, 21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği veya bu kesinleşmenin öğrenilmesinden itibaren başlamaktadır.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın yokluğunda verilen ve temyiz edilmeksizin kesinleşen beraat kararı sanığa tebliğ edilmemiş ve uyuşmazlık konusu dava davacı vekili tarafından 16.06.2006 tarihinde açılmış olup, davacı ya da vekilinin beraat kararının kesinleştiğini dava tarihinden önce öğrendiklerine ilişkin dosya içinde herhangi bir bilgi ya da belge bulunmadığından, tazminat istemine ilişkin davanın 466 sayılı Kanunun 2. maddesinde belirtilen 3 aylık kanuni süre içinde açıldığının kabulü gerekmektedir.

23.08.2006 günlü adli sicil kaydına göre 7478 sayılı Kanuna aykırılık suçundan 182.520.000 Lira ağır para cezasına mahkum olup, cezası ertelenmiş olan davacının, bu yargılama sırasında uyuşmazlık konusu davaya ilişkin hükmün kesinleştiğini öğrenmiş olma ihtimalinin bulunduğu, bu bağlamda Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesinin 19.09.2002 gün ve 111-120 sayılı dosyasının getirtilip, davacıya sabıka kaydının okunup, sabıkasızlık halinin belirlenip belirlenmediği tespit edilerek, sabıkasızlık halinin öğrenildiğinin tespiti halinde tazminat istemine konu beraat kararının o tarihte öğrenildiğinin, dolayısıyla davanın 3 aylık süre içerisinde açılmamış olması nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği ileri sürülebilir ise de; 21.04.1975 gün ve 3-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, 3 aylık dava açma süresinin başlaması için davacı hakkında açılan ve beraatle sonuçlanan ceza davasının kesinleştiğinin tebliği zorunlu olduğundan, temyiz edilmeksizin kesinleşen beraat kararının tebliğ edilmediği sabit olup, davacıya kesinleşmeyi öğrenmek gibi bir mükellefiyet yüklenemeyeceğinden, kesinleşmiş beraat kararının dava tarihinden önce öğrenilmiş olabileceği varsayımından hareketle hüküm kurulması mümkün değildir.

Bu itibarla, davanın süresinde açıldığına ilişkin yerel mahkeme direnme gerekçesi isabetli olup, hükmün esasının incelenmesi için dosyanın 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 6110 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 14. maddesi uyarınca Dairelerin İş Bölümüne ilişkin olmak üzere Yargıtay Büyük Genel Kurulunca alınan karara göre, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarına bakmakla görevli Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi ise;"Dosya içerisinde bulunan 23.08.2006 günlü adli sicil kaydına göre davacının, 07.08.2000 tarihinde işlemiş olduğu 7478 sayılı Köy İçme Suları Hakkındaki Kanuna aykırılık suçundan Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesinin 19.09.2002 gün ve 111-120 sayılı ilamı ile 182.520.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın ertelenmesine karar verildiği, hükmün 22.11.2002 tarihinde kesinleştiği anlaşılmakta olup, Çaldıran Asliye Ceza Mahkemesinin 19.09.2002 gün ve 111-120 sayılı dosyası getirtilip, davacıya sabıka kaydının okunup, sabıkasızlık halinin belirlenip belirlenmediği tespit edilerek, davacının sabıkasızlık halini öğrendiğinin tespiti halinde tazminat istemine konu beraat kararının kesinleştiğinin o tarihte öğrenildiğinin, dolayısıyla davanın 3 aylık süre içerisinde açılmaması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekeceğinden, yerel mahkeme direnme hükmünün eksik soruşturma nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir> görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle;

1- Erciş Ağır Ceza Mahkemesinin 28.05.2010 gün ve 92-156 sayılı direnme kararındaki gerekçenin İSABETLİ OLDUĞUNA,

2- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.02.2013 günü yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönüyle oybirliğiyle, ikinci uyuşmazlık yönüyle ise oyçokluğuyla karar verildi. (¤¤)
Old 15-11-2013, 16:34   #3
Av.Yasin Dedeli

 
Varsayılan

Bence de yukarıdaki içtihattaki gerekçeler son derece doğrudur. Mahkeme beraat kararını müvekkiliniz tebliğ etmeden 30.04.2012 tarihinde kalemde kesinleştiriyor. Sizin müvekkiliniz açısından dava açma süresinin tebliğ tarihi olan 24.10.2013 tarihinden itibaren 3 ay olduğu kanaatindeyim.
Old 16-11-2013, 13:00   #4
Lpolat

 
Varsayılan

Sayın meslektaşımın eklediğiniz CGK kararı 1412 sayılı CMUK yürürlük tarihi ile ilgilidir.
Yeni CMK da süre herhalükarda 1 yıldır. Olması gereken 3 aylık sürenin başlangıcı kesinleştirilmiş mahkeme ilamının tebliğinden itibaren olmasıydı.

Öz itibarı ile tutukluluğun bir günü dahi 1412 sayılı CMUK dönemine denk gelse yukardaki CGK kararında belirtildiği gibi 3 aylık süre kesinleştirilmiş mahkeme ilamının tebliğinden itibarendir .
Ama tutukluluk yeni CMK döneminde ise süre 3 ay her halükarda da 1 yıldır. Saygılarımla
Old 06-03-2015, 13:50   #5
davuterkan

 
Varsayılan

Çok vakit geçmiş tartışmanın üzerinden ama, benzer sorusu olan meslektaşlara yarar düşüncesiyle görüşümü yazayım: Kararın kesinleşme tarihinden itibaren 1 yıl geçmekle dava açma hakkı düşer.(Hak düşürücü süredir) Burada kanun koyucu, kesinleşmeye ilişkin bir bildirim yapılmasa dahi, ilgili tarafın hakkındaki kararı takip etmesi ve nihayet 1 yıl içinde dava açmasını şart koymuş. Bu nedenle bahsettiğiniz olayda 30.04.2013 tarihi, davanın açılabileceği son tarihtir.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
hak düşürücü süre ahmet gül Meslektaşların Soruları 5 07-09-2012 17:54
Hak Düşürücü süre kerimo Meslektaşların Soruları 5 02-07-2012 08:59
basın yasası madde 14teki 15 günlük süre hak düşürücü süre midir? Av.HandeSahici Meslektaşların Soruları 2 08-05-2009 15:58
hak düşürücü süre avhalit Meslektaşların Soruları 6 20-03-2007 11:02


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05730009 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.