Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Duygu Asena İçin Ne Dediler?

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 01-08-2006, 09:30   #1
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Duygu Asena İçin Ne Dediler?

"Asena Kadınların Sessizliğinin Sesi Oldu"
Antalya, İstanbul, Van, Giresun, Çanakkale, Eskişehir ve İzmir'de kadın hakları mücadelesi veren kadınlar Duygu Asena'yla nasıl tanıştıklarını, onun yazdıklarından nasıl etkilendiklerini, hayatlarının nasıl değiştiğini anlatıyorlar; hepsi de çok üzgün...

--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
31/07/2006 Ayşe DURUKAN
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - "Kocam bir gün isyan ettiğimde 'Sen ne öğreniyorsan bu kadından öğreniyorsun' diyerek, evde ne kadar Duygu'nun çıkardığı Kadınca ve Kim Dergisi varsa hepsini yırttı, attı." Bu sözler Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezi'nden Hicran Karabudak'a ait.

Antalya, İstanbul, Van, Giresun, Çanakkale, Eskişehir ve İzmir'den kadın derneklerinde kadın hakları mücadelesi veren kadınlara Duygu Asena'yla, görüşleriyle ilk tanışmalarını, nasıl etkilendiklerini sorduk.

Karabudak: Asena farkındalık yarattı

1972 yılında evlenen Karabudak, bianet'e "O tarihlerde kadın hareketinden söz etmek için erkendi. Yine de kocası haksızlık yaptığında "Bak hakkımı biliyorum. Sesimi çıkartmasam da her şeyin farkındayım" dediğini söylüyor.

"Dergileri yırttığında kocama bu sözlerimi anımsattım. Duygunun benim için önemi çok başka. Kim ne derse desin ilk pencereyi açanlardan birisiydi. Başka türlü düşünmemizi sağlayanlardan biriydi. Duygu benim söylemeye çalıştığım şeyleri yerli yerine oturtarak söyleyen, farkındalık yaratan birisiydi."

Akay: Antifeministler saldırdı

Mor çatı gönüllüsü Birgül Akay da "Bir kere feminizmi görünür kılan sembollerinden birisiydi" diyor Asena için.

"Kadın hareketinde çok önemli rolü olduğunu düşünüyorum. Kitaplarıyla, yazılarıyla feminizmi Türkiye gündemine sokmaya çalıştı."

Akay, antifeministlerin Asena'ya "Ekmek kaç para? Sen onu söyle. Bırak kadın mücadelesini" diyerek saldırdıklarını anımsatıyor.

"Duygu çok ciddi bir mücadele verdi. Önce yadırgansa bile onun romanlarıyla feminist olduk. O tarihlerde 'Feminist misin? Duygu Asena gibi mi olacaksın?' diye bir anti kampanya vardı. Duygu hiç korkmadan düşüncelerini dile getirdi. Hep umutlu oldu. Hastalığında bile moralini bozmadı. Bize söylediği, altını çizdiği her şeyi çok seviyoruz."

Özgökçe: Duygu'nun kitaplarıyla aydınlandım

Van Kadın derneği'nden (VAKAD) Zozan Özgökçe "Eğer bugün kadın mücadelesinin içindeysem, kadınlar için çalışıyorsam Duygu nedeniyledir" diyor

"Kadının Adı Yok çıktığında çok küçüktüm ama sonraki yıllarda etkilendim. Aslında uyanmamızın kaynağı Duygu'ydu. Kadın sorunlarının onunla farkına vardım. Onun kitaplarıyla aydınlandım."

Yayla: Kadının insan haklarını yerleştirdi

Giresun Ekspres Gazetesi'nden kadın hakları mücadelesinde yer alan gazeteci Saliha Yayla, Asena'nın yalnız kadın hakları mücadelesinde değil, insan hakları mücadelesinde de çok önemli bir yeri olduğunun altını çiziyor.

"Asena kadın mücadelesinde damgasını vurmuştur. Yanlış anlaşılan, erkek düşmanlığı olarak görülen feminizm sözcüğünün doğrusunu yerleşmiştir. Kadının insan haklarını yerleştirmiştir."

Yayla İstanbul'da bulup Giresun'a davet ettiği Asena'nın dört gün boyunca yerel televizyonlarda konuk olup, okurlarıyla buluştuğunu söylüyor.

"Asena o tarihte Cumhuriyet gazetesinde Giresun'daki buluşmasını yazdı. Sahillerimizi yok eden karayollarını yazdı. Giresun'da kadınlar Asena'nın ölümünden çok çok etkilendiler. Yerel basına açıklamalar yapıyorlar."

ELDER: Asena'ya binlerce teşekkür

Çanakkale Kadın Danışma Merkezinin tüm kadınları da (ELDER) "Duygu Asena İyi ki Vardın" diye sesleniyorlar mesajlarında.

"'Feminizm' dedi, erkek düşmanı ilan edildi. Kendi hemcinsleri bile onu anlamakta zorluk çekti. 'Kadının Adı Yok' dedi ülke gündemine Kadının İnsan Hakları konusunu getirdi. Bugün hız kazanan kadın hareketinin yolunu Duygu Asena cesaretiyle açtı.

"Bugün korkmadan feministim diyebiliyorsak, varolan haklarımızı savunmakla yetinmeyip pozitif ayrımcılık istiyorsak, aile içi şiddeti konuşabiliyorsak, tecavüze, namus adı altında işlenen kadın cinayetlerine, ensest ilişkilere artık bağırarak dur diyebiliyorsak senin cesaretinden cesaret aldığımızdandır. Binlerce teşekkürler Duygu, iyi ki yolun bu dünyadan geçti. Gittiğin yerde huzurlu ol."

ELDER'den Şirin Sıngın Yılmaz ise özelde Asena'dan nasıl etkilendiğini bianet'e anlatıyor: "Ortaokul yıllarındaydım Kadının Adı Yok kitabı yeni çıkmıştı. Teyzemin önerisiyle kitabını okudum. O günden sonra kadın mücadelesi içindeyim. Beni çok etkiledi."

Günay: Kadınlar ve kadın gazeteciler için çok önemliydi

Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nden mezuniyet tezi Duygu Asena olan Ayça Günay önce konuşmakta zorluk çekiyor:

"Kadın mücadelesinin içinde biri olmasının ötesinde, o benim annemdi ablamdı. Tezime danışmanlık yaparken çok yakın dost olduk. Bana kadından önce insan olmayı öğretti. Hayata nasıl bakmam gerektiğini öğretti. Eğitici, öğretici, yol gösterici oldu. Sadece kadınlar adına değil, insan hakları için de mücadele ediyordu. Bu onun için çok önemliydi."

Günay gazetecilik mesleğini Asena'nın kendisine sevdirdiğini düşüncesinde. "Mücadele etmem gerektiğini, yılmamam, pes etmem gerektiğini söyledi hep.O benim için güç simgesiydi" diyor.

"Türkiye çok çok büyük bir ismini kaybetti. Kadın gazeteciler umarım ona layık olabilirler. Kadınlar, kadın gazeteciler adına çok önemli bayrak taşıyordu. Taşıdığı bayrağı devam ettirebilmek çok önemli."

Yıldırım: Kadınların yükselen sesi oldu

İzmir Kadın Dayanışma Derneği'nden Hanife Yıldırım kadınların toplumsal baskı ve erkek egemen bakış nedeniyle hep sessiz konuştuğuna, içinden konuştuğunu söylüyor. O sessiz dilin Asena'yla söze ve yazıya döküldüğü düşüncesinde.

"Kadın sorunlarının tartışıldığı dönem benim çocukluğumda denk gelir. Bilirsiniz kadınların sessiz bir dili vardır. Her şeyi kendi içlerinde konuşurlar. 'Kadının Adı Yok' kitabını ilk okuduğumda gördüm ki bizim düşüncelerimizdi yazılanlar. Onlar artık konuşulabiliyordu. Kitap bize ait bir şeylerin sesli söylenmesiydi. Türkiye'de bunları konuşan, yazan ilk kadınlardan biriydi. Benim için bu anlamda çok önemli."(AD)
Old 01-08-2006, 09:30   #2
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Benim Duygu'm

Türkiye'nin ilk feministlerinden, insan hakları savunucusu, Türkiye'de olup biten her konuyla ilgili, başarılı bir gazeteci, kitapları çok satan bir yazar, güzel ve şık bir kadın, yani kamuya ait bir Duygu Asena. Bir de benim Duygu'm var.
--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
31/07/2006 Filiz KOÇALİ
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Bir benim Duygu'm var, bir de kamuya ait Duygu. Türkiye'nin ilk feministlerinden, insan hakları savunucusu, Türkiye'de olup biten her konuyla ilgili, başarılı bir gazeteci, kitapları çok satan bir yazar, güzel ve şık bir kadın, yani kamuya ait Duygu.

Benim Duygu'm, bana mesleğimi öğrettiği, beni cesaretlendirdiği, hayata bakışıma bir başka renk kattığı, yaşadıklarımı paylaştığı, yaşadıklarını paylaştığı, sırdaşım olduğu, 12 Eylül sonrasının karanlığından sonra tanımadığım bir dünyaya beni buyur ettiği, düşündüğü gibi yaşadığı, içten, samimi, yalansız dolansız ve adaletli olduğu, benim kişisel tarihinde özel bir yeri olduğu için benim olan Duygu.

Ben ikisini de ama ikincisini daha çok sevdim.

İlk karşılaşma

Kafamda, benden daha deneyimli gazeteci arkadaşlarımın verdiği, "Gazetecilikte birkaç yıl sürünmeyi, hatta bir süre bedava çalışmayı göze al" ve "yayın yönetmeni yazını beğenmezse buruşturup kafana atar" bilgisiyle ama bir yandan da deli gibi bir gazetecilik yapma hevesiyle onunla ilk karşılaştığım gün, arkadaşlarımın verdiği bilgiler aklımdan gitti, gazetecilik hevesim ise daha da arttı.

Sosyalistler dışında hemen hemen kimseyle sosyallik yaşamamış benim gibi birini, Duygu Asena ve onun dünyası sorgusuz sualsiz, yadırgamadan ve güler yüzle buyur etmişti.

Gazeteciliği kafama hiç kağıt filan fırlatmadan, tersine parlak bulduğu en küçük bir yazımı bile överek öğretti bana.

İşe başladığım gün, bir ay deneme süresi olduğunu, bir ay sonra ise kadrolu olacağımı söylemişti.

Duygu Asena'yla birlikte çalışırken kadrolu olmak, 212'den kadrolu olmak, üç ayda bir ikramiye almak, zamanı gelince sarı basın kartı almak gibi bugün neredeyse tedavülden kalkan avantajlara sahip olmak demekti.

Bir ay sonra yanına çağırdı ve "Senin için deneme süresi bitti. Seninle çalışacağım ama seninle birlikte işe başlayan kimi arkadaşlarınla ilgili süreye ihtiyacım var. Senin hakkın, istersen hemen kadrolu yaparım ama dersen ki, 'arkadaşlarım bu durumdan incinebilir, onları bekleyeyim,' o zaman iki ay daha beklersin."

Aslında tercihi bana bırakırken ne yapmam gerektiğini de öneriyordu. Dünyaya, soyut bir hak, hukuk içeren adalet gözlüğüyle değil bambaşka bir adalet penceresinden baktığını ilk o gün fark ettim ve onu ilk o gün çok sevdim.

Sonraları

Sonra daha da çok sevdim. O benim, bizim yöneticimizdi. Ama aynı zamanda da her sabah, ayrı geçirdiğimiz akşam saatlerinde ne yediğimizi, ne içtiğimizi, ne yaptığımızı, ne rüya gördüğümüzü paylaşacak kadar yakın arkadaşımızdı.

Bizim dergi toplantılarımız adeta bir "bilinç yükseltme grubu" gibiydi. Önerdiğimiz konuyla bağlantılı konuşmaya bir başlar, laf lafı bir açar, bazen yarım günlük bir toplantı üç gün sürerdi.

Hazırladığımız bir yazıyı odasında okuyup dışarıya çıktığında o yakın arkadaşımız, bizim için birden kız lisesi müdürüne ya da bir yarışma jürisi başkanına dönüşüverir, ağzından çıkacak "güzel olmuş" sözcüğünü heyecanla beklerdik.

Gündüzleri çalıştık, konuştuk, geceleri gezdik... Birlikte heyecanlarımızı, üzüntülerimizi paylaştık. Çoğunlukla o, bazen de biz birbirimize akıllar verdik. Bizi üzenleri birlikte çekiştirdik.

Sonra biz de büyüdük

O düşündüğü gibi yaşardı, biz düşündüğümüz gibi yaşamayı öğrenmeye çalışırdık. Sonra biz de büyüdük.

Büyüyünce onu daha çok takdir ettim. Belki daha az görüşebildim ama daha çok sevdim. "Kadın dayanışması", "özel olan politiktir", "bedenimiz bizimdir" gibi feminist slogan ve yaklaşımları diline dolamadan ama yaşayarak gerçekleştirdiğini daha iyi fark ettiğim için, Işık Yurtçu'yla dayanıştığı için, Pınar Selek'in duruşma salonunda karşılaştığım için, basın camiasında dimdik durduğu ve meslektaş dayanışmasını gerçekleştirdiği için, bir araya geldiğimizde sanki yine her gün birlikteymişiz gibi aynı yakınlıkla sarılabildiğimiz konuşabildiğimiz için, çok sevdim.

Onunla tanışmamız, aslında tanışmamız sözcüğü yetersiz, onun hayatıma girmesi tam yirmi yıl oldu. Önce kesintisiz sekiz - dokuz yıl yan yana, aslında yan yana da eksik kaldı, iç içe bir çalışma, sonra seyrelen görüşmeler ama hiç bitmeyen bir sevgi, hiç bitmeyen bir yakınlık ve yirmi yıllık bir arkadaşlık...

Sadece çok sevdiğim bir arkadaşım olduğun için değil, bir kadın olarak kendimi tanımama, hayatımı sorgulamama, mücadele etmeme katkıda bulunduğun için, bütün kadınlar adına güle güle Duygu Asena... (FK/BA)
Old 01-08-2006, 09:31   #3
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Duygu Asena İçin

O kadınları sarstı, düşündürdü, kimi hayatları değiştirdi. Bir kadın hakları öncüsü ve iyi bir gazeteciydi, bütün haklar onun için önemliydi. Dergiler, kitaplar, yazılar, filmler, en önemlisi "mücadele" fikrini bıraktı. Hep bizimle olacaksın, güle güle.
--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
31/07/2006 Ayşe DURUKAN
--------------------------------------------------------------------------------
BİA ( İstanbul) - "Söyleyemediğimizi söylüyor, konuşamadığımızı konuşuyor, savunamadığımızı savunuyordu. Ben ondan mücadele etmeyi öğrendim."

Fatma Kaya 23 yaşında bir genç kadın, temizlik işçisi, 17 yaşında, evliliğin ilk günlerinde Duygu Asena'yı televizyonda konuşurken gördüğünü, sonra hep onu izlemeye çalıştığını ve dünden beri de çok üzgün olduğunu söylüyor.

Üstelik bu genç kadın yalnız da değil. Bugün Türkiyeli kadınlar ve hatta onu kitaplarının çevrildiği dillerden tanıyan kadınlar bir öncüyü kaybetmenin acısını paylaşıyor. Biz de...

Cinsellik, şiddet, bedeni tanımak, kürtaj... Bu başlıklar ve niceleri neredeyse ilk kez kadın adına Kadınca dergisi sayfalarında birbiri peşi sıra yer aldıkça kadınlar da sorgulamaya, tartışmaya ve bu kadını ve onunla birlikte çalışan kadınları tanımaya başladılar. Tabii erkekler de...

Kadınca dergisi çıkıp da...

Asena bir söyleşişinde o günleri şöyle anlatıyor.

"Ortada feminist bir söylem yoktu. Kadınca'yla birlikte feminist söylem öne çıktı. Yoktu dememin nedeni şu; vardı da duyulmuyordu, çünkü basın yer vermiyordu. Ne Türkiye'deki ne dünyadakine. Kadınca dergisi çıkıp da bu kadar ilgi görene kadar hiçbir yayın, ilgi göstermiyordu.

Kadınca'nın çıkıp satışların artmasıyla yavaş yavaş bu konular gündeme gelmeye başladı. Onun için bugün feminizm denince akla ben gelirim. Halbuki Şirin Tekeli'ler vardı. Onun yanında nefis bir akademisyen ekip vardı. Ama duyuramıyorlardı seslerini, ben duyurduğum için ben akılda kaldım. Halbuki onlar benden çok daha bilgili bu konuda."

Çok eleştirildi ama...

Onun işi zordu. Erkekler bu sesten o kadar da hoşlanmamıştı. Nereden çıkıyordu bütün bunlar? O yıllarda, feminist hareket de gelişiyordu Türkiye'de.

Tam da Asena'nın söylediği gibi feministlerin öncüğünde verilen mücadele gazete sayfalarında kendine o kadar da kolay yer bulamıyordu. Bu iyi bir fırsattı. İşte, Fatma Kaya'lar onu izlemeye başlamıştı.

Bu öncü kadın sesini yükseltmeden tane tane konuşur, sözlerini hiç de sloganlaştırmazdı. Ve bu dingin üslupla "Feminizm" kadınların yaşamında, belki her zaman bu adla değil ama "kadın olma" bilincine kapılar açtı.

Kadının adı yok!

Asena 1987'de yazdığı "Kadının Adı Yok" kitabıyla kadının var olduğunun altını çizdi. Slogan atmayan Duygu o günden bugüne sık sık tekrarlamak zorunda kaldığımız bir slogan sahibi yaptı biz kadınları.

"Kadının adı yok," halen Türkiye'de, hatta dünyada, kadının durumunu tartışırken, ne yazık ki uzun lafın kısası oluyor, durumu özetliyor.

"Kadının Adı yok" çok baskı yaptı, çok satıldı, çok tartışıldı, çok hayatlar değiştirdi... Bir şey daha oldu; kitap 1988'de Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından muzır bulunarak yasaklandı.

Üç yıl süren yargılama Asena ve Kadının adı yok'un aklanmasıyla sonuçlandı, kitap yeniden raflarda yerini aldı, ardından da Atıf Yılmaz kitabı filme çekti.

Asena ayrıca, "Umut Yarıda Kaldı", "Yarın Cumartesi", "Bay E" adlı üç filmde de rol aldı.

Adının adı yok, Asena'nın Kadınca döneminde yazıldı; sonra Söz gazetesi, Milliyet gazetesi, Kim ve Negatif dergileri, Cumhuriyet ve en son Vatan dönemlerine de "Aslında Aşk da Yok-1989"; "Kahramanlar Hep Erkek -1992"; "Değişen Bir Şey Yok -1994"; "Aynada Aşk Vardı -1997"; "Aslında Özgürsün -2001"; " Aşk Gidiyorum Demez -2003" ve "Paramparça -2004" kitapları düştü. Onun bütün kitapları baskı üstüne baskı yaptı, satış rekorları kırdı.

Göktepe, barış, İnsan hakları

Duygu Asena tabii ki sadece kadın hakları savunucusu bir gazeteci değildi. Pedagog olarak iki yıl çalıştıktan sonra Hürriyet gazetesinde Şirin imzasıyla yazılar yazmaya başlayan Asena hep haklardan yana olmaya çalıştı.

Öyle olduğu için de gazeteci Metin Göktepe öldürülmesi, gözaltında kayıplar için Cumartesi Anneleri/İnsanları Galatasaray'daki oturmaları, Manisalı Çocuklar onun için hep haberdi. Sadece haber değil, insan hakları savunucusu olarak onun için mücadele edilmesi, dayanışma gösterilmesi gereken alanlardı.

Çalıştığı gazeteler kimi haberleri görmezden gelmeyi başarırken, o bu gözden kaçırılanlara köşesinde dikkat çekmeyi başaracak kadar da yürekliydi.

O yazdıkça onu izleyenler çoğaldı. Memlekette ne kadar yere gitti, kaç panelde konuştu, kaç kadının hayatını değiştirdi, aklını güzel bir şekilde bulandırdı? Şimdi bilmiyoruz ama, ileride bileceğiz mutlaka.

Yabancı ajanslar da verdi

Onun sözlerinin önemi Yunanistan'da ya da Hollanda'da, Almanya'da kıymetli olduğu için uluslararası haber ajansları AP ve AFP de onun gidişini haberleştirdi, onun kadın hakları ve özgürlüğü için verilen mücadeledeki öncü rolünü vurguladı.

Amerikan AP ajansı, "kadın hakları savaşçısı" olarak tanımladığı Asena'nın, tabuları göz ardı ederek, kadın hakları, cinsellik ve kadınlara uygulanan şiddet gibi konuları inceleyen ilk Türk yazar olduğunu belirtti.

Fransız AFP de, Asena'nın kitaplarında kadınlara eşit haklara sahip olmak için mücadele etmeleri ve özgür olabilmek için ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları çağrısı yaptığını yazdı.

Asena 60 yaşını 19 Nisan'da kutlamıştı

Duygu 60. doğum gününü 19 Nisan 2006'da dostlarıyla birlikte kutlamıştı. Doğum gününde Asena'ya Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ödül vermişti. PEN Türkiye Merkezi Başkanı Vecdi Sayar'ın, "Asena'nın adını sonsuza kadar sürdürecek bir ödül yaratmaya karar verdik" dediği törende, Asena doğum günü pastasını üflemişti.

Asena, beynindeki tümör nedeniyle uzun süredir tedavi görüyordu. Solunum sıkıntısı ve yüksek ateş nedeniyle Amerikan Hastanesi'ne kaldırılan ve yoğun bakıma alınan Duygu Asena, pazar günü sabaha karşı yaşama gözlerini yumdu.

Duygu Asena kimdir

19 Nisan 1946'da İstanbul'da doğdu. Atatürk'ün yaveri CHP milletvekillerinden Ali Şevket Öndersev'in torunu olan Asena, Kadıköy Özel Kız Koleji ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü'nden mezun oldu.

Haseki Hastanesi Çocuk Kliniği ve İstanbul Üniversitesi Çocuklarevi'nde pedagog, bir reklam şirketinde metin yazarı olarak çalıştı. Gazeteciliğe 1972'de Hürriyet'te başladı. "Kadınca", "Onyedi", "Ev Kadını", "Bella Bayan", "First", "Kim", "Negatif" dergilerini yöneten Asena, köşe yazarlığına Milliyet'te başladı. Söz, Sabah, Güneş gazetelerinde köşe yazarlığı, yöneticilik ve röportaj yazarlığı da yaptı.

Son kez birlikte

Hepimiz çok üzgünüz, Fatma Kaya gibi. Duygu Asena için yarın (Salı) ilk tören son çalıştığı vatan gazetesinde saat 10:00'da yapılacak. Atatürk Kültür Merkezi'nde saat 11:00'deki buluşmadan sonra, 13:15'te Teşvikiye Camii ve Zincirlikuyu Mezarlığı.

Yarın biz kadınlar rengarenk giyinerek Duygu'yla birlikte olacağız. (AD/BA)
Old 01-08-2006, 17:52   #4
devrimneval

 
Varsayılan duygu asena

Bana göre Duygu Asena , bir devrimcidir,bir radikaldir.Bütün devrimciler gibi dünyayı değiştirmek istemiştir.
Tarihte Thales , bir çok deha gibi deliliği ile tanınan bir adamdır.Bir gün yine telaşlı ve tutkulu biçimde yıldızlara bakmaya çalışırken kuyuya düşer ve trakyalı hizmetçisi ona katıla katıla güler.Bu hikayeye Hilmi Yavuz bir yorum yapmıştı yıllar önce:'Trakyalı hizmetçi güle dursun, dünyayı yıldızlara bakmaya çalışırken kuyuya düşenler değiştiriyor' demişti.
Duygu Asena , dünyayı değiştirmek isteyen, insan evriminde tekamülün gerçekleşmesi için yol taşı olan , insanların kafasında alışık olmadıkları sorular uyandırarak gerçekten de dünyayı değiştiren ışık taşıyıcılarından biriydi.Hala da öyle..Trakyalı hizmetçiyi şimdi benden duydunuz, Thales'i hepiniz biliyorsunuz.Duygu Asena da yarattıkları, sorgulattıkları ile hep bir parçamız olacak.
Bilmiyorum Tanrıya inancı var mıydı? Duygu Asenaya Tanrıdan rahmet diliyorum. Dünyayı değiştirmek isteyen herkesi çok sevdiğine inandığım Tanrıya , onu emanet ediyorum.
Old 02-08-2006, 15:30   #5
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Herkese Merhabalar,

Basimiz sagolsun....
Ben 32 yasındayım ve Duygu Asena ile kadın oldum diyebilirim. Onunla ve onun
sayesinde olan "Kadınca" ile büyüdüm, annemin (tipik bir Osmanlı kadını olan
annem kadinlikla ilgili, cinsellikle ilgili konularda bizi ayıp sus diyerek
yetistirdi) bana ogretmediklerini ogrendim. Soru ve hesap sormayi; kurban
zihniyetinden, basına gelene razı kadin kimliginden cıkıp sorumlu olmayı, bana
ve tum kadınlara yapılan haksızlıklardan sorumlu olanlara karsı sesimi
cıkartmayı biliyorsam bunun bir sebebi de odur.

Cesareti, mucadeleciligi, inatciligi, mutevaziligi, aktivistligi,
vazgecmemesi, ayak diremesi, alttan almaması, hazırcevaplılığı ve tum bunları
kendine has bir latiflikle yapması ile bana ve binlerce kadına ve dahası ve
bizden sonra geleceklere ilham kaynagi ve yol gosterici olmustur.

Duygu Asena, yaptıkları ve yazdıklari ile Ataturk tarafindan neredeyse hediye
edilmis haklarımizla oturdugu yerde oturan Cumhuriyet kadınına silkin artık
bunlar yetmez daha yapılacak cok is var demistir.

Duygu Asena, Türkiye kadın hareketinde bir milat gibidir bir cok anlamda ve
dahasi kadın haklari savunuculugunun, feminizmin ikonu ve semboludur.

Bence onunla ilgili birseyler (aslında bircok seyler) yapalim.

Kadin orgutleri ve bagımsız kadınlar biraraya gelelim ve konusalım.

Mesela benim nacizane fikrim bir Duygu Asena vakfı olmalı.

Onun adıyla anılacak Edebiyat, Gazetecilik, Habercilik, Sinema ve ilgili baska
alanlarda kayda deger isler basarms kadınlara yaptıkları islerden dolayı odul
verilmeli.

Duygu Asena Gelisim Bursu verilmeli, kendini kadın sorunlarına adamıs lisans
ve master ogrencilerine, arastırma projeleri desteklenmeli.

vs vs....

Bunlari tartısalım bence.

Duygu Asena yoktan varolmadı.

Yokluga karısmasın.

Bayragi devralınsın...

Sevgilerimle

Nuran Kızılkan

--------------------------------
Yazanın izni ile forumda yayınlanmıştır
Old 02-08-2006, 17:31   #6
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Duygu Asena’nin olum haberi duygusal oldugum bir zamana rastladi. Bu satirlari yazmaga hazirlamam gerekti kendimi. Eminim ki, Duygu Asena kendisini sahsen taniyanlar icin onemi farkli olan bir kadindi. Ben ise onu sadece kitaplarindan tanidim. Soyle bir baktim da evimdeki kitaplari hayli yipranmislar. Raftan alip, evirip cevirip, belirli bolumlerini tekrar tekrar okuyarak epey hirpalamisim kapaklarini, sayfalarini. Ama donukluktan duyguya, kizginliktan caresizlige, yenilmislikten, yanilmisliktan kendini yaratmaga uzanan kelimelerini, satirlarini ozenle korudum. Yeniden acip tekrar bakmaga hic cesaretim yok su sirada. Esasen, kendimden kacmak, duygularimla yuzlesmek istemedigim her zaman Duygu Asena’yi okumayi eziyetli bulmusumdur. Ona hazir oldugum baska zamanlarda ise satirlarini okurken kendimi guclenmis, yenilenmis hissetmisimdir.



Duygu Asena benim kadinca, insanca, beceriksizce, sevgiyle, cozumlenmemis, gizli kalmis hislerimi canlandirmistir kelimelerinde. Her seyin yolunda gozukup de, hic bir seyin yolunda olmadigi zamanlarda, kendi icimde hapis kalmamayi ogrenmisimdir ondan. Erkek egemen sistemin ogretisi ile gizli kalmis, sozlere dokulmemesi gereken duygularimi, hislerimi yanlizca, yalnizca kendi icimde degil, disimda da yasamayi ogrenmisimdir ondan. Karanlikta kalmis, kadinca icsellesmis kisisel isolasyonlarimi aydinliga tasiyabilmisimdir. Kisiselimize indirebildigimiz kadin politikalarini ogrenmisimdir Duygu Asena’dan. Hele en guzeli, onun sayesinde kendimden ozur dilemegi ve de kendimi affedebilmegi ogrenmisimdir.



Kim kaldi? Kim kadinca duygularimizi satirlara dokecek? Kim bizlere kendimizle barisik olmayi hak taniyacak diye dusunmemek icin “Duygu Asena olumun sessizliginden don” demek bana haksizca geliyor. Isigi onumuzde Duygu Asena’nin ve eminim cogumuz bu isigin demetinde yurumegi ogrendik



Bu kisisel satirlarin otesinde de onu dusunmek istiyorum. Onun sadece, tanimayi red ettigimiz duygularimizi aydinliga cikaran bir yazar olarak degil sosyal, politik acilimlari, rezistansi ile dusunmek istiyorum. Umid ediyorum ki aramizdaki pek cok kadin onu bu yonu ile de taniyacak. Kadinlarin, dun de, bugun de, kadinlarca bile ayirima ugradigi, marginalize oldugu, kadin olmaktan baska ve kadin olarak kimlik, kisilik ve degerlerinin yok sayildigi milliyetci ruzgarlarin dalgasindan uzak bir duzlukte, Duygu Asena’nin kucaklayan vizyonunu da tanimamiz gerekiyor. Asena Turkiye’li tum kadinlar icin baris; Turkiye’nin tum kadinlari icin insan haklari, demokrasi istiyordu. Onun icin kadin olmak farkliliklari, farkli lisanlari, farkli inanclari, farkli tarihleri, farkli tecrubeleri ile kadin olmakti. Bu en kutsal ozgurlugun taninmadigi tum ortamlarda kadin, Turk olsun, Kurt olsun, erkek egemen sistemin kolesi idi.



Bu boyutu ile Duygu Asena’yi ---ve erkek egemen sistemin binlerce yil erkle sivamis oldugu kalelerini ve bu kalelerin neferlerini icten sarsan erotisizmini, ancak hic bir zaman vizyonundan dusurmedigi Turkiyeli kadinlarin sosyal ekonomik ve politik esitligini sagliyarak anliyabilecegiz. Sevgili Duygu Asena, bizlere tum kadinlarin gerceginde, erotisizminde, acisinde, cilesinde ve sevincinde kadin olmayi ogrettigin icin sana borcluyuz.

mihri /Amerika

--------------------------------
Yazanın izni ile forumda yayınlanmıştır
Old 03-08-2006, 22:33   #7
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

"Sevgili Duygu; Uğurlanışını Gördün mü?"
Vasiyetiymiş Duygu'nun. Tüm kadınların beyaz giyinmesi. Bir de cenazesinde saf tutup, kadınların omuzlarında uğurlanması. Kadınlar vasiyete uydular. Beyaz giydiler, saf tuttular, Duygu'yu baş tacı ettiler. İlk kez bir cenaze töreni, düğün törenine döndü.

BİA Haber Merkezi
01/08/2006 Ayşe DURUKAN

BİA (İstanbul) - "Başımız sağolsun"... Kimse kimseyi ayırt etmeden, koskoca bir ailenin üyeleri gibi -ki gerçekten öyleyiz, Atatürk Kültür Merkezi'nin(AKM) önünde, Teşvikiye camisinde, İstiklal caddesinde, Beyoğlu sokaklarında tüm kadınlar birbirimizi böyle teselli ettik: "Başımız sağolsun"

Evet... Hepimizin başı sağolsun. Tüm kadınların.

Beyaz sarı ve mor

Duygu sarıyı çok severmiş. O nedenle tabutu sarı, gonca güllerle bezenmiş. Biz kadınlar da Duygu'nun yanına varmak için beyaza büründük. Duygu'nun ve kadınların yıllardır kırmaya çalıştığı bekareti vurgulamak değil, barışı çoğaltmak için. Yoksa sanıldığı gibi saflığın, temizliğin rengi olduğu için değil.

Düğün gibi cenazemiz vardı

Feministlerse mor rengi kendilerine uygun gördü. Hem beyaz hem morlu kadınlar da vardı aramızda. Tabii bir de Duygu'nun kadın hareketi dışından dostluk kurduğu kadınlar. Onlar da beyaz giymişti saygıdan. Bazılarıysa rengarenkti.

Kısacası herkes Duygu'nun yanına, onu nasıl tanımış, sevmiş ve algılamışlarsa, öyle vardılar.

Birbirimizle konuştuk, hatırlaştık. Anılarımızı paylaşırken bir iki damla göz yaşı da döktük, ama ardından minik kahkahalarımız geldi. Yadırgayanlara "Duygu böyle isterdi" dedik kendimizi savunma gereği duyarcasına.

Oysa Pınar Selek'in dediği gibi Duygu başkalarının ne dediğine değil, kendisinin ne demek istediğine önem veren bir kadındı, gazeteciydi. Savunma gereği nedendi ki? Duygu'yu ister beyaz, ister kırmızı, ister morla uğurlardık, kime neydi?

Duygu'nun vasiyeti

"Duygu beyaz giyilsin istedi" dendiğindendi beyazı seçmemiz. Bir de cenazesinde saf tutmamız. Bilenlerimiz namaz kılmaktan da kaçınmadı. Vasiyetiydi.

Sonra hani bizi madene sokmak istemeyen, kaymakam, vali, mühendis olmamızın önünde saf olan politikacılara inat, ojeli tırnaklarımızla kavradık Duygu'nun tabutunu. Cenaze arabasına kadar omuzlarımızda götürdük. Bir yandan da "Kadınlar vardır..." dedik. O meşhur şarkımızı söyledik.

Cenaze aracının arkasından Teşvikiye caddesi boyunca alkışlarla yürüdük. Ve son kertede el salladık kendisine. "Güle güle Duygu. Gözün arkada kalmasın."

Gerçekten böyle bir vasiyeti var mıydı bilmiyoruz. Asık suratlı, ağlamaklı törenlere inat biz Duygu'yu başımızın tacı yaparak, düğün gibi törenle toprağın koynuna uğurladık.

Asena bir mücadele kadınıydı

Feminist Nilgün Yurdalan "Tabii ki istemiştir" diyor. "O öyle sulu zırtlak, ağlak bir cenaze töreni istemezdi ki."

Yaşar Kemal "İyi bir edebiyatçı mıydı?" sorusuna "O kadın hakları mücadelesini en iyi yazan kadın yazardı" yanıtını veriyordu.

Sevim Belli... Yıllarını sosyalist mücadelede geçirmiş bir kadın. Başsağlığı dilemek için Duygu'nun kız kardeşi İnci Asena'nın yanına giderken, "Gelmemek olmazdı. Bir mücadele insanının yanında olmak gerekiyordu. Gerçekten üzgünüm" diyor.

Bir başka kadın yazar, gazeteci Ruhat Mengi... Erkek gazeteci Fatih Altaylı'nın kendine yönelttiği saldırıları kadınlar aktivistlerin desteğiyle savuşturan Mengi "Çok üzgünüm. O kadın haklarını savunan, mücadeleci bir kadındı. Hastalığıyla da öyle mücadele etti" diyordu.

Kadın gazetecilerin yolunu açtı

Sabah Gazetesi Magazin Müdürü Şengül Balıksırtı da üzgünler arasında. "Kadın gazetecilerin yolunu açan o değil mi?" diye soruyor. Aslında yanıt beklemeksizin.

Feminist yazar, araştırmacı Şirin Tekeli... O sakin, duygusal tepkilerini göstermekten hoşlanmayan Şirin Tekeli. Konuşurken boğum boğum olmuş sesiyle, "İki kez Bodrum'a geldi. Birlikte denize girdik. Çocuklar gibi şendik" diyerek, Asena'nın yaşam sevincine gönderme yapıyor.

Filmmor Kadın Kooperatifi'nden Melek Özman'sa kendini feminist ilan etmese de Duygu'nun en yaman feminist olduğu kanısında.

"Umut Yarına Kaldı" filminde birlikte çalıştığı yönetmen Yavuz Özkan ve eşi Aycan Çetin "Artık hep cenazelerde karşılaşıyoruz" diyor. Filmle başlayan o dostluğa olan şahitliğimi bildiğinden Özkan'sa "Üzgünüm" derken kelimeleri yutkunuyor.

Kadınların Duygu'lu ilkleri

İris Eşitlik Gözlem Grubu'ndan Nuran Bayer ve Narin Ataman, Uçan Süpürge'den Halime Güner Ankara'dan kalkıp gelenlerden. Almanya'dan ve Ürdün'den gelen iki kadınsa "Duygu hiç unutulmayacak" diyorlar.

Böyle bir cenaze töreni görmedim bugüne kadar. İlk kez sevdiğimiz bir insanı sonsuzluğa, bilinmeze uğurlarken gözyaşıyla kahkaha arkadaşlık ediyordu.

İlk kez siyahtan başka renkler de vardı. İlk kez kadınlar çoğunlukla cenaze namazında saf tutuyor, erkekleri geri plana itiyorlardı. Ve ilk kez bir kadın, erkeklerin değil kadınların omzunda meçhule gidiyordu.

Meçhule giden bir gemi kalktı bugün. İçinde duygu vardı.

Heyyy... Duygu Kadınlar var. Duydun mu sesimizi?..(AD/TK)
Old 03-08-2006, 22:35   #8
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

İyi Yolculuklar Aklın ve Duygu'nun Simgesi
Ama o gitti. Ama bu dünyada yaptıkları, cesurluğu, radikalliği, hayata bakışı, tüm bunların yanında, bir erkek tanımlaması olan "kadın kıskançlılığını", kadın dostluğuna dönüştürmesi, biz kadınların belleğinde hep taze kalacak. Teşekkürler Duygu...

BİA Haber Merkezi
02/08/2006 Derya Şaşman KAYLI

BİA (İzmir) - 2006 yılını bitirmek üzereyiz. Ülkemizde kadın hareketinin 1980'lerden sonra kazanımları oldukça fazla. Artık 1990'lardan itibaren açılan Kadın Sorunları Araştırma Uygulama Merkezleri ve Kadın Çalışmaları yüksek lisans programlarıyla, daha örgütlü ve daha akademik çalışmalar yapılıyor.

Dünyada da iyice kendini görünür kılan bir kadın hareketinden söz etmek mümkün. Bu gün rahatlıkla feministim diyebiliyorsunuz ama hala ciddi, eril, mutlu (!) ideolojilerin kadın, erkek savunucuları tarafından önyargıyla ve alayla karşılanıyorsunuz.

Hala klişelerle yargılanmak

20 yıl öncesinin klişe karşı çıkış kalıplarıyla yargılanıyorsunuz. Evde mi kaldın? Evli misin? O zaman kocanla aranda sorunlar var, o kadar da çirkin değilsin ama, ne gerek var kadın erkek bir arada yaşamak varken, erkek düşmanlığına....

Allah Allah o kadar da kavgacı değilsin ama! 21. yüzyıldayız sözüm ona bilişim dünyasındayız, her türlü bilgiye ulaşabilme kolaylığına sahibiz, ama hala feminizmin netliğine dair kulaktan dolma bilgilerle idare ediyoruz.

Bir düşünün, 1980'lerin toplumsal yaşam koşullarını, bu koşulların dayattığı korkuları, içe kapanmaları, güvensizlikleri ve bir kadının tüm bu gerçeklikleri sorgulayarak kadın olarak adıyla, özgürce oluşturduğu kimliğiyle, varolmanın yolculuğunu tüm topluma anlatmaya çalışmasını, ben feministim demesini.

Erkek egemen söylemin karşı çıkışı

Nasıl karşılandığını bir düşünün. Kendisine erkek egemen söylem kesin şu bildik söylemlerle karşı çıkmıştır.

"Bin yıllardır süregelen pek de değişmeden kuşaktan kuşağa aktarılan ataerkil sistemde sen cinsinden ötürü hayatın duygu yönünü temsil ediyorsun. Dilsizliğinle görünmezliğinle, itaatkarlığınla, doğurganlığınla zaten aklı temsil etmen mümkün değil bu yüzden de adını Duygu koymuşlar.

"Sen kalkıp taşıdığın mirasa bakmadan insan hakları diyorsun, demokrasi diyorsun, sömürülme diyorsun, kadın erkek eşitliği diyorsun, biz erkekler düşünmüyor muyuz sanıyorsunuz, hem de sizden çok daha iyi düşünüyoruz ama ortam bu kadar karışıkken kadın haklarının sırası mı?

"Oturup bekleyin, özel alan sizin, istediğinizi yapın, biz size karışıyor muyuz ama sizde bizi bırakın. Bizim için oluşturulmuş, eril dünyanın kodlarıyla yürüttüğümüz kamusal alanda siz nasıl var olabilirsiniz.

"Biz siz kadınlar için, neyin iyi neyin kötü olduğunu biliyoruz. İşimize karışmayın."

Adın yok farkında mısın?

Bugün de maalesef pek değişmeyen bu üslup, daha da incitici ve hırpalayıcı bir dille, 1980'ler Türkiye'sinde Duygu Asena'ya yöneltildi.

Ama o yılmadı. Kadınların geleneksel dilsizliğine ses oldu. Eril kodların oluşturduğu toplumsal cinsiyete meydan okudu. Milyonlara, ne kadar eğitimli de olsan, kendini yetiştirsen de evlendiğinde çalıştığında, işten çıkarıldığında, anne olduğunda, ikincilliğin, erkeğin yanında değil, gerisinde oluşun devam ediyor dedi.

"Adın yok farkında mısın" dedi. Şu an bile her kadının söylemeyeceği varoluş haykırışlarınına ses oldu.

Onu çok hırpaladılar

Aradan geçen o kadar uzun zamana rağmen hala ben feministim diyen kadının yaşadığımız bu toplumda işi oldukça zor. Duygu Asena'da feministliğini deklare eden bir kadın olarak çok hırpalandı.

Gerek sol gerek sağ düşünce tarafından yok sayıldı, alaya alındı. Ama artık o yok. 30 Temmuz 2006'da televizyon ölüm haberini verdi.

Gece bir programda arkadaşları dostları ne kadar iyi bir gazeteci olduğundan, işine verdiği değerden, ne kadar cesur oluşundan, kadın hareketine sağladığı katkılardan bahsettiler.

Ama o gitti. Buradaki yolculuğunu öbür aleme taşıdı. Ama bu dünyada yaptıkları, cesurluğu, radikalliği, hayata bakışı, tüm bunların yanında, bir erkek tanımlaması olan "kadın kıskançlılığını" kadın dostluğuna dönüştürmesi, biz kadınların belleğinde hep taze kalacak.

Teşekkürlerle Duygu

Son olarak Duygu Asena'ya teşekkürle veda etmek istiyorum. Bir kadın olarak hiç sormadığım soruları ilk onunla sormaya başladım ki bu sorular birey olmanın başlangıcında duruyordu.

Duygu Asena'ya iyi yolculuklar diliyorum. Dünyadayken yaptıkların için ellerine, diline, yüreğine sağlık.

Sevgili Duygu Asena, şimdi gittiğin yerde de bir kadın olarak da işin çok...

Şimdiden kolay gelsin! (DŞK/NM)

* Derya Şaşman Kaylı İzmir Ege.Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde (EKAM), sosyolog.
Old 03-08-2006, 22:39   #9
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Şirin Tekeli'den Duygu İçin
Feminist öncülerden Şirin Tekeli AKM'deki buluşmada "Türkiye'de feminizmin gelişmesinde belirleyici oldu" dediği Duygu Asena ile zaman zaman kesişen hayatlarından yola çıkarak kadın mücadelesini de değerlendirdi, "şükran borcumuzun bilincindeyiz" dedi.



BİA (İstanbul) - Ben Duygu'yu çok sık gören biri değildim. Kadınca'daki çalışma arkadaşları gibi onunla her gün karşılaşma şansım olmadı. Ama hayatlarımız, son yirmibeş yılda zaman zaman kesişti ve bu kesişmelerden çok canlı, keyifli anılar sakladım. Bunları sizlerle paylaşarak, kendi Duygu portremi çizmeye çalışacağım.

Yirmibeş yıl... Çeyrek yüzyıldan söz ediyorum. Yıl 1981. Üniversiteden ayrılmışım, Yazko bana ve bir grup arkadaşıma kadın konusunda bir yayın hazırlamayı önermiş. Kabul etmişiz.

Nasıl bir yayın istediğimizi belirlemek için Gülnur (Savran), Yaprak (Zihnioğlu), Ferai (Tınç), Şule (Aytaç), ben, zaman zaman da Stella (Ovadia) bir araya geldiğimizde, yapmak istediğimizin feminizm olduğunu biliyoruz. Ama, feminizm nasıl bir şey? Onu hiç birimiz tam olarak bilmiyoruz henüz.

Teorik ve ideolojik birikimimizi gözden geçirmemiz, her şeyi sil baştan ele almamız gerekiyor. Sonradan "ilk bilinç yükseltme grubu" diye adlandırdığımız bu çalışma sırasında kendimize mihenk taşı olarak seçtiğimiz biri var: Duygu.

Çünkü Duygu iki yıldır Kadınca'yı çıkarıyor. Bu o güne kadar yayınlanmış en başarılı, modern, yenilikçi kadın dergisi ve çok okunuyor. Ama, bizim teorik feminist grubunu tatmin etmeyen bir tarafı var. Tam da adını koyamıyoruz... Örneğin o günün Türkiye toplumu için bir tabu olan "kadının orgazm hakkı" Kadınca'nın savunduğu çok ilerici bir hak.

Ama, bize göre dergi gene de yeterince politik değil, yeterince eleştirel değil... Dolayısıyla, bilinç yükseltme grubu kendini tanımlarken, bir ölçüt, bir mihenk taşı olarak Kadınca'yı alıyor. Amaç, Duygu'nun yaptığından farklı bir şey yapmak. Taa o günlerden başlayarak Duygu, Türkiye'de feminizmin gelişmesi üzerinde belirleyici oldu.

Sonra, tam yılını hatırlamıyorum; biz "teorik" feministler olarak artık biraz laf etmeye, görüş belirtmeye başlamışız. Duygu, Kadınca'nın benimle bir görüşme yapmasını istedi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Filiz Kocali ile görüştük.

Ben bu söyleşide Kadınca'yı yeterince siyasi ve eleştirel olmamakla eleştirdim. Biraz da sert bir tonla. Yazı yayınlanmadan önce Duygu benimle şahsen görüşmek istedi. Gittim. O eleştirel paragraf üzerine konuştuk. "Bir yayıncı kendisinin eleştirilmesini nasıl kabul eder?" dedi. Ben de herhalde, "o paragraf olmazsa, yazım çıkmasın" gibi "keskin" laflar ettim. Sonra sayı yayınlandı ve mucize!

Yazı benim eleştirilerim kesilmeden yayınlanmıştı. Duygu ile yüz yüze gelişimiz ilk o söyleşi vesilesiyle olmuştu ve ben Babıali'de eşi benzeri pek bulunamayacak bu demokrat kadının medeni cesareti karşısında büyülenmiştim. Zaten, o dönemden sonra bizim "teorik feministler" grubu ile Kadınca'nın çeşitli konularda fikir alışverişi sıklaştı, hatta düzenli hale geldi.

Bizler, dünya kadın hareketini, eylemlerini, kazanımlarım, teorik problemleri yakından izliyorduk. Meselenin kapitalizmle, sosyalizmle, demokrasi ile ilişkilerini derinliğine tartışıyorduk. Ama, öylesine kabız, kara kuru bîr dille konuşuyorduk ki, insanların bizi dinlemesi, anlaması, dediklerimize katılması, fikirlerimizi benimsemesi pek kolay değildi. İşte Duygu'nun feminist hareket bakımından asıl büyük önemi burada ortaya çıktı.

1987'deki aile içi şiddet yürüyüşünden itibaren Duygu, feministlerin gündeme getirdikleri meselelere sahip çıktı. Dergisinde bu sorunlara geniş yer verdi ve meseleleri bizlerin yaptığından çok farklı, çok anlaşılır bîr dille anlattığı için de, sorunlar gündeme oturdu.

Aile içi şiddet kampanyası sırasında Duygu, dönemin başbakanı Turgut Özal'ın karısı Semra Özal ile bir görüşme yapmıştı. Semra Hanım kadın sorunlarının sahipliğine soyunuyordu. Ama, dayak konusu gündeme geldiği zaman verdiği bir cevap vardır ki... Bu çabanın boşuna olduğunu derhal görüyordunuz. Kadınca şöyle bir soru sormuştu:

"Kadınlara uygulanan şiddete karşı Avrupa ülkelerinde çeşitli önlemler alınıyor; bu konuda bizde de bir şeyler yapılması gerekmez mi?" Semra Özal'ın cevabı, mealen şöyleydi:

"Dayak meselesini, Avrupa ülkeleriyle bizde aynı gözle görmemek gerekir. Bizde bu mesele önemli değildir... Duygu, eleştirel olmak için eleştirel değildi. Ama, naif görünen bir söyleşi çerçevesinde, iki cümlede, Türkiye'de iktidar sahiplerinin kadına yönelik şiddete hangi gözlüklerle baktığını açık etmişti.

Daha önemlisi, Kadınca'nın okurları, feminist hareketin teorik dergileri olan Feminist'in ya da Kaktüs'ün ulaşmayı düşünemeyeceği kadar geniş ve aynı zamanda sınıfsal olarak çeşitli kesimlerdendi. Duygu, feministleştikçe, feminizmin geniş kadın kitlelerine taşınması, onlara maledilmesi gibi son derece zor ama, hayati bir rol üstlendi.

Bir kişisel anım da şu: Duygu, Kadının Adı Yok romanını yayınlamıştı. Kitabı, yayınlandıktan birkaç gün sonra okudum. Kadınların, kadın olmaktan kaynaklanan meselelerini, orta sınıftan bir kadının evlilik ilişkisi içerisinde o kadar yalın, ama açık seçik bir dille anlatmıştı ki, büyülendim.

Hemen ona iki satırlık bir mesaj gönderdim, "Bu kitap Türkiye feminizminin manifestosudur" diyordum mesajımda. Bilmiyorum sakladı mı? Ana; mesajı aldığına sevindiğini ifade etti.

Hatırlıyorum. Bu kitap, başlı başına, az önce Kadınca konusunda ileri sürdüğüm görüşün bir başka kanıtıdır, Kısa sürede çok satan kitaplar listesine girmesi, 50'den fazla baskı yapması, o yılların bugünkünden de geri olan fikir özgürlüğü ortamında rahatsızlık yaratması, "poşete" sokulmaya kalkışılması, bunun etrafında yapılan polemikler ve nihayet, "kadın filmleri" ustası Atıf Yılmaz tarafından filme alınması, Türkiye'de feminizm düşüncesinin, adı böyle konmasa da, geniş kadın kitlelerine malolmasının, milyonlarca kadının, kendi yaşamlarına ilk kez sorgulayıcı bir bakışla bakabilmelerinin aracı olmuştur.

Bir başka anım, birkaç yıl sonraya ait...Köln'dekî bir toplantıya birlikte davet edilmiştik. Onun davet edilme nedeni çok açıktı. Kadının Adı Yok'un ünlü yazarıydı; kadın hakları davasının yılmaz savaşçısıydı... Benim davet edilme nedenim ise çok daha mütevazı idi. O sıradaki Köln Başkonsolosumuz, benim İstanbul Üniversitesi'nden bir örgencimdi. Benim de kadın konularında çalıştığımı biliyordu; ama beni çağırma nedeni muhtemelen daha çok, eski hocaya gösterilen saygıyla ilişkiliydi.

Konsolosluk binasındaki podyuma birlikte çıktık. Ve dinleyicilere, tam da sîze şimdi anlatmaya çalıştığım şeyleri söyledik. Birbirimizden çok farklı olmamıza rağmen, ortak bir mücadelenin farklı uçlarından tutmayı nasıl becerebildiğimizi ve bunun ikimizi de nasıl mutlu ettiğini anlattık...

Dinleyicileri, belki de ufak çaplı bîr "çatışma"ya tanık olmayı beklerken böylesi bîr karşılıklı sevgi ve saygı seline tanık olmak, hem şaşırttı hem de etkiledi.

O seyahatten dönüş yolunda, Duygu, havaalanına geldiğimizde, kendisi birinci mevkîde uçarken benim ekonomik biletle uçtuğumu farkedince hemen devreye girdi ve ne yaptı etti beni de birinci mevkie aldırttı.

Sonra da pilot onu kokpite davet ettiğinde, ben de hayatımda ilk defa, onun sayesinde pilot mahallinin nasıl bir yer olduğunu görme şansına eriştim.

8u birinci mevkide uçma meselesi, benim açımdan bir de hayıflanma nedenidir. 1988'de Kassel Ünîversitesi'nin düzenlediği, sonradan 1980'lerde Türkiye'de Kadınlar başlığıyla kitaplaşan sempozyumun programını oluştururken, konuşmacılardan birinin Duygu olmasını çok istemiştim. Önce kabul etti.

Ama, sonradan, üniversite bütçelerinden finanse edilen konferanslara, zaman zaman çartırlarla gidildiğini, otelde değil, üniversite kampüslerînde kalındığını öğrenince gelmekten vazgeçti. Eğer gelmiş olsaydı, eminim kitabımız, onun adı sayesinde, çok satarlar listesine girmese de büyük prestij kazanacaktı...

Duygu ile ilgili son anım, çok yakın tarihli. İki yıl önce geçirdiği ameliyatlardan sonra, onu yaşatmak için olağanüstü bir sevgi yumağı oluşturan İnci, Duygu'yu, iki kez, artık benim de yerleştiğim Bodrum'a getirdi. Ve iki seferinde de, Duygu ile ben, birlikte denize girdik. İki küçük kız çocuğu gibi el ele tutuşarak birlikte yüzdük, yüzündeki mutluluk ifadesini sîze anlatamam.

Yaşamaktan, denize giriyor almaktan, dostlarıyla birlikte olmaktan duyulan, saf, huzurlu bir mutluluktu bu.

Ama bence, bu mutluluk ifadesinin ardında mutlaka bilincinde olduğu bir başka gerçek yatıyordu, İnandığı bir davayı sonuna kadar götürebilmiş, nice mücadelenin ardından nihayet bazı kazanımların elde edildiğini görebilmiş bir kadının haklı mutluluğu, haklı gururu da vardı bu güzel yüz ifadesinde.

Zira, 1979'da Kadınca'yı yayınlamaya başladığı günden, iki yıl önceki son yazısına kadar kadınların uğradıkları haksızlıkları, bunların neden kabul edilemez olduğunu, kadınların da insan olarak temel insan haklarına, yaşama, saygı görme, mutlu olma haklarına sahip olduğunu bıkmadan usanmadan ve üstüne üstlük, itici olmayan, tatlı, yumuşak bir üslupla anlatmış olan bir kadının, 90'lı yılların sonunda nihayet elde edilen kazanımlardan mutlu olmamasına, bu başarıda benim de payım var dememesine imkan yok.

Evet, onun bu başarıdaki payı çok büyüktür. Basın ve medyanın dördüncü, belki de en büyük güç olduğu modern siyasi sistemlerde, değişimin sağlanmasında medyanın rolü çok açık. Ve eğer Duygu, olduğu yerde olmasaydı, yaptığı işi yapmasaydı, Türkiye'de, Aile İçi Şiddete Karşı Yasa, Medeni Kanun ve Ceza Kanunu reformlarıyla kadınların elde ettikleri hakların kazanılması için daha çok beklerdik, diye düşünüyorum.

Bunu yalnız ben söylemiyorum. Bilimsel bir referans vermeme İzin verin: 2000'de New York'ta yayınlanan Zehra Arat'ın derlediği "Türk Kadın İmgesinin Yapıbozumu" adlı bilimsel derlemeye verdiği makalesinde Prof. Arzu Öztürkmen de aynı şeyi savunuyor: "Kadınca ve Duygu olmasa, feminist düşünce, dolayısıyla kadın hakları bilinci sosyal yasaların değişmesini sağlayan bir itici güç olamazdı" diyor.

Sana olan şükran borcumuzun bilincindeyiz, Duygu. Mutlu uyu. Rahat uyu. Ve gözün arkada kalmasın. Çünkü artık Türkiye'de de Kadınların Adı Var. Ve onlar bu adı korumaya kararlılar. (ŞT/BA)

* Bu yazı, Şirin Tekeli'nin Duygu Asena için Atatürk Kültür Merkezi'nde (AKM) düzenlenen buluşmadaki konuşmasının tam metnidir.

BİA Haber Merkezi
01/08/2006 Şirin TEKELİ
Old 04-08-2006, 12:38   #10
gülşah

 
Varsayılan

LİSEDEYİM... Öğle teneffüsü... Okuldan fırlıyorum, bir kitapçıya koşuyorum, tezgáhın arkasındaki adama neredeyse fısıldayarak, "Kadının Adı Yok var mı?" diyorum.

"Var" diyor, rahatlıyorum.

Kitabı parmaklarımın arasına alıyorum, göğsüme bastırıyorum, bir iki saniye öylece duruyorum. Parasını ödüyorum, hızlı adamlarla yüksek duvarlı okuluma geri dönüyorum. Üzerimde gri etek, pötükare gömlek, okul forması koşuştururken şöyle düşünüyorum:

"Ben şu anda Tarsus’ta, Bir Anadolu kasabasındayım, ama ne önemi var? İstanbul’da bir yerlerde beni anlayan bir kadın var. Ve bir gün mutlaka ben onunla tanışacağım..."

***

Annem bile anlayamazdı beni o yıllarda.

Bir tek Duygu Asena.

Sevgilim vardı, sevişmeyi keşfetmeye başladığımız yıllardı ama gizlemem gerekiyordu; çünkü o yıllarda kötü kızlar sevişirdi, "hafif olanlar", "mal olanlar".

İyi kızlar cennete giderdi; çünkü onlar sadece el ele tutuşurdu.

Ben onlardan değildim ve kesinlikle cehenneme gidecektim.

Ama kendimi suçlu da hissetmiyordum.

Hangi cesaretle bilmiyorum ama ben bekáret meselesini iplemiyordum.

Kaybedilen bir şey varsa, karşılıklıydı.

Bu iş bu kadar şefkat dolu, ağrısız, sızısız nasıl olurdu, ikimiz de şaşkındık. Ama olmuştu. Benim 7 yıl süren ilk aşkım, hayat boyu sekse bakışımı belirledi, seks benim için aşk demekti. Ve seks çok ama çok güzel bir şeydi. Ama yine de bütün bunlar sır olarak kalmalıydı. Çünkü o yıllarda bir erkekle yattın mı, bitti, o seni kullanmış oluyor, yoluna devam ediyordu; ama sen ayvayı yiyordun, damgayı yiyordun, hayatın kayıyordu, ya çürük oluyordun ya mal.

İşte bütün bu geri anlayışın ortasında şahane bir kadın ayağa kalkıp, "Öyle değil beyler ve hanımlar..." diyordu; aşkı, seksi, ilişkiyi başka türlü tarif ediyor, bir de üstüne kadınların orgazm olma hakkı gibi icatlar çıkarıyordu.

Ama daha da önemlisi, esas olarak kendi ayaklarının üzerinde durmamızın şart olduğunu anlatıyordu. Ekonomik özgürlüğün olacaktı. Kimselere muhtaç olmayacaktın. Kendine bir hayat yaratacaktın. O öyle yapmıştı. Kimbilir belki ben de yapabilirdim...

***

İşte bu kadın, beni gaza getirdi.

Yazdığı kitap, çıkardığı dergi, söyledikleri, anlattıkları, satır arasına sıkıştırdıkları, hayata bakışı...

Duygu Asena hiçbir zaman ısıran feministlerden olmadı.

Onun feminizmi içgüdüseldi.

Erkeklere savaş filan açmadı, onun kadar erkekleri seven bir başkasına da az rastlanırdı.

Sadece haklarını kabul ettirmek için uğraştı.

İstanbul’a gelince, daha önce kafama koyduğum şeyi gerçekleştirmeye karar verdim. "Ne kaybederim ki, tanışacağım onunla, hem belki beni işe bile alır" dedim ve Gelişim Yayınları’na gittim.

"Geleceğinizi biliyor mu Duygu Hanım? Randevunuz var mı? Kim diyelim?"

"Beni tanımıyor. Geçerken uğradım, bir hayranıyım, Basın Yayın’da okuyorum, kendisine bir mektup yazdım, elden getirdim."

"Basın toplantısındaymış; ama sekreteri Ünzile Hanım diyor ki, işinin bitmesini yukarıda bekleyebilirmişsiniz..."

Körün istediği bir göz, Allah sana veriyor iki göz.

Heyecanla yukarı çıktım, bir köşeye oturup olan biten her şeyi izlemeye başladım. Duygu Asena’nın odasının kapısı açıktı. İşte sonunda hayran olduğum kadını, canlı görebiliyordum. Çok neşeliydi. Kitabı muazzam bir patırtı koparmıştı. Flaşlar patlıyordu, Duygu Asena altın çağlarını yaşıyordu. Salonun bir tarafı Kadınca’ya ayrılmıştı, diğer tarafı da Nokta Dergisi’ne. Birden öyle salak salak otururken, salonun içinde dolaşmakta olan lacivert takım elbiseli, çok havalı bir adam karşımda dikiliverdi, "Siz de kimsiniz?" dedi. Kadınca’nın önemli isimlerden Tülin Kolukısa benim yerime cevap verdi: "Duygu’ya gelmiş, stajyer olarak çalışmak istiyor, Basın Yayın’da okuyor, 2 de dil biliyor."

Meğer o lacivert takım elbiseli adam, Gelişim Yayınları’nın sahibi Ercan Arıklı’ymış. O gün Duygu Asena’yla tanışamadım; ama kadere bakın ki, Nokta Dergisi’nde stajyer muhabir yamağı olarak işe alındım.

***

Birlikte çalışma şansımız olamadı...

Ama Duygu Asena’nın hayatımdaki yeri apayrıdır.

Bana o küçük yaşımda cesaret verdi, umut verdi.

Hayatta sadece bir tek bakış açısı olmadığını gösterdi.

"Yapabilirsin" diye fısıldadı yazılarıyla kulağıma.

Ve benim maceram öyle başladı.

Kendisini rahmetle anıyorum.

Ve huzurlarınızdan ayrılmadan, şunu söylemek istiyorum:

O, onunla birlikte düşünmeyi tercih eden milyonlarca kadına, adam gibi sevişmeyi öğretti. Suçluluk duygusu olmadan. Vicdan azabı hissetmeden. Sorumluluk altında ezilmeden. Bir hak olarak sevişebilmeyi...

Bundan daha büyük bir sevap var mıdır?

Yoktur.

Nur içinde yat Duygu.


AYŞE ARMAN 2 Agustos 2006 hürriyet gazetesi
Old 04-08-2006, 20:09   #11
güler ataş

 
Varsayılan

90 Süreci dünyada ki , feminist hareketin ülkemizde ivme gösterdiği yıllardı.Ve Duygu Asena adı olmayan kadınımıza ad koydu.'' KADIN İNSAN '' Rahat uyu, güçlü kalem güçlü insan.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Duygu Asena hayatını kaybetti Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 6 02-08-2006 15:23
İlamsız İcra Takibi Başlatabilmem İçin Neler Yapmalıyım, Alacağım İçin Nasıl Dava Aça ufukgenturkoglu Hukuk Soruları Arşivi 3 02-03-2002 00:10


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05188203 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.