Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

AİHM Kararı-Kadına Yönelik Şiddet-3 ve 14 Mad.İhlali

Yanıt
Old 28-06-2016, 13:29   #1
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan AİHM Kararı-Kadına Yönelik Şiddet-3 ve 14 Mad.İhlali

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
M.G. / TÜRKİYE
(Başvuru No. 646/10)
KARAR
STRAZBURG
22 Mart 2016
İşbu karar Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup bazı şekli değişikliklere tabi tutulabilir.
© T.C. Adalet Bakanlığı, 2016. Bu gayri resmi çeviri, Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü İnsan Hakları Daire Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü İnsan Hakları Daire Başkanlığına atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.
M. G. / Türkiye davasında,
BaşkanJulia Laffranque, YargıçlarIşıl Karakaş,Nebojša Vučinić,Valeriu Griţco,Ksenija Turković,Jon Fridrik Kjølbro,Stéphanie Mourou-Vikström ve Bölüm Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Abel Campos’un katılımıyla Daire halinde toplanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Bölüm) 1 Mart 2016 tarihinde gerçekleştirdiği kapalı oturumdaki müzakereler sonucunda anılan tarihte aşağıdaki kararı vermiştir:
USUL
1. Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan davanın temelinde, Türk vatandaşı M.G.’nin (“başvuran”) 15 Aralık 2009 tarihinde İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (“Sözleşme”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvuru (No. 646/10) bulunmaktadır. Mahkeme, başvuranın kimliğinin gizli tutulması yönünde re’sen karar vermiştir (İçtüzüğün 47 § 4 maddesi).
2. Başvuran, İstanbul Barosuna bağlı Avukat H. Yılmaz Kayar tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise kendi görevlisi tarafından temsil edilmiştir.
3. Başvuran, aile içi şiddet ve kötü muamele gördüğünü iddia etmektedir (Sözleşme’nin 3. maddesi). Başvuran öte yandan, huzur ve güven içinde yaşama imkânından yoksun bırakıldığını iddia etmektedir (Sözleşme’nin 8. maddesi). Bununla birlikte, şikâyetlerini dile getirmek için etkin bir hukuk yolundan yararlanamadığından yakınmaktadır (Sözleşme’nin 13. maddesi). Başvuran, ayrımcı bir muameleye maruz kaldığını iddia etmektedir (Sözleşme’nin 14. maddesi). Başvuran son olarak, Sözleşme’nin 1, 5 ve 6.
maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.
4. Başvuru, 21 Mayıs 2012 tarihinde Hükümete bildirilmiştir.
5. Başvuran ve Hükümet ek yazılı görüşlerini sunmuşlardır (Mahkeme İçtüzüğünün 54 §§ 2 a) ve c) maddesi).
---
---
HUKUKİ DEĞERLENDİRME
I. HÜKÜMETİN İLK İTİRAZI HAKKINDA
56. Hükümet, başvuru formunda yer alan eklerin, Mahkeme İçtüzüğünün 47. maddesine uygun olarak sunulmadığını ve başvuranın başvuru formunu imzalamadığını ileri sürmektedir. Bu itibarla, Mahkeme’yi söz konusu başvuruyu kayıttan düşürmeye davet etmektedir.
57. Başvuran, başvuru formunun usulüne uygun olduğunu ifade etmektedir.
58. Mahkeme, başvuru eklerinin sunulmasına ilişkin koşulların, başvurunun geçerliliğini hangi şekilde etkileyeceği konusunda Hükümet’in, herhangi bir açıklamada bulunmadığını tespit etmekte ve başvurunun, bir başvuran tarafından sunulma şeklinin, kabul edilebilirliğini hiçbir şekilde etkilemeyeceğinin altını çizmektedir. Öte yandan, Mahkeme’ye gönderilen başvuru formunun son sayfası imzalanmamış olsa bile, bu formun ekinde, Mahkeme’ye başvuru formuyla aynı gün iletilen ve başvuranın temsilcisine, kendisini Mahkeme önünde temsil etmesi için yetki verdiğini bildirdiği, başvuran ve temsilcisi tarafından imzalanmış olan bir yetki belgesi bulunduğu da bir gerçektir. Başvuranın, yetki belgesi üzerindeki imzası, başvuruda bulunmak amacıyla, avukatına özel ve açık bilgiler verdiğini kanıtlamaktadır (Alican Demir/Türkiye, No. 41444/09, §§ 61-64, 25 Şubat 2014). Dolayısıyla, Mahkeme’ye sunulan başvurunun, başvuranın, Sözleşme’nin 34. maddesi ile tanınan bireysel başvuru hakkını uygun şekilde ve gerektiği gibi kullanmasının bir sonucu olmadığını düşündürecek herhangi bir unsur bulunmamaktadır. Bu nedenle, Mahkeme, usulüne uygun olarak başvuruda bulunulduğunu değerlendirmektedir.
59. Dolayısıyla Mahkeme, Hükümetin ilk itirazını reddetmektedir.
II. SÖZLEŞME’NİN 3. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
60. Başvuran, eski eşi tarafından işkenceye ve aşağılayıcı muamelelere maruz bırakıldığını iddia etmektedir. Başvuran ulusal makamları, maruz kaldığı işkence eylemlerini önlememekle suçlamakta ve beyanlarını desteklemek için Sözleşme’nin 3. maddesini ileri sürmektedir.
Başvuran öte yandan, içinde bulundukları durumun, çocuklarının ve kendisinin huzurlu ve sakin bir yaşam sürmelerine engel olduğunu iddia etmektedir. Bu nedenle Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Sözleşme’nin 13. maddesine dayanarak, halen sonuçlanmayan ceza yargılamasının aşırı uzun süresinden şikâyet etmekte ve söz konusu yargılamanın etkin olmadığını iddia etmektedir. Bununla birlikte, Sözleşme’nin 1 ve 5. maddelerine dayanarak, maruz kaldığı ağır şiddet eylemlerinden korumaması ve henüz sonuçlanmayan yargılamanın süresi nedeniyle Devlet’in yükümlülüklerini yerine getirmediğini ileri sürmektedir.
61. Hükümet bu iddialara karşı çıkmaktadır. Öte yandan, Mahkeme’yi, başvuranın Sözleşme’nin 13. maddesi bağlamındaki şikâyetini, yalnızca 3. madde açısından incelemeye davet etmektedir.
62. Mahkeme, olayların hukuki nitelendirilmesi konusunda tek yetkili olduğunu ve başvuranlar ya da Hükümetler tarafından bunlara atfedilen nitelendirmelere bağlı olmadığını hatırlatmaktadır. Örneğin, hâkim hukuku kendiliğinden uygular (jura novit curia) ilkesi gereğince, Mahkeme, şikâyetleri, tarafların ileri sürmediği bir madde ya da fıkra açısından re’sen incelemiştir. Esasen bir şikâyet, ileri sürülen basit hukuki araç ya da argümanlarla değil, dile getirilen olay ve olgular çerçevesinde belirginleşir (bk. Aksu/Türkiye [BD], No. 4149/04 ve 41029/04, § 43, AİHM 2012).
Mahkeme, başvuranın şikâyet ettiği koşullar ile şikâyetlerini dile getirme biçimini dikkate alarak, söz konusu şikâyetleri Sözleşme’nin 3. maddesi açısından inceleyecektir (benzer bir yaklaşım için, E.M./Romanya, No. 43994/05, § 51, 30 Ekim 2012 ve Valiulienė/Litvanya, No. 33234/07, § 87, 26 Mart 2013).
Sözleşme’nin 3. maddesi aşağıdaki şekildedir:
“ Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”
A. Kabul edilebilirlik hakkında
63. İşbu şikâyetin Sözleşmenin 35. maddesinin 3. fıkrasının a) bendi anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve başka hiçbir kabul edilemezlik engeline takılmadığını tespit eden Mahkeme, kabul edilebilirliğine karar vermektedir.
B. Esas hakkında
1. Tarafların iddiaları
a. Başvuranın iddiaları
64. Başvuran, Devletin, özel kişiler tarafından yapılanlar da dâhil olmak üzere, işkence, kötü ve aşağılayıcı muamelelere karşı tüm vatandaşlarını korumakla yükümlü olduğunu ileri sürmektedir. Öte yandan, düzenlenen raporlarla, eşinin kendisine insanlık dışı muamelelerde bulunduğunun tespit edildiğini iddia etmektedir. Başvuran, Hükümet’in, her türlü işkence eylemini önlemeye yönelik mekanizmalar ve sosyal yaşam alanı oluşturma görevi bulunduğu kanaatindedir. Bu bağlamda, kadınlara yönelik şiddet eylemleri ile ilgili soruşturmaların etkisiz olması ve sonuçlanmaması nedeniyle, bu tür şiddet eylemlerinin sayısının artacağını ve saldırganların çekinmeden şiddet eylemlerinde bulunabileceklerini ileri sürmektedir.
65. Başvuran, Hükümet’in mevcut başvuruya konu şikâyetten önce adli makamlara başvurulmadığı ile ilgili iddiasının kabul edilemez olduğu kanaatindedir (aşağıda 71. paragraf). Bu bağlamda, başvuranın ilgili mercilere şikâyetini iletmesinden sonra bile ve uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen, somut olayda başlatılan ceza yargılamasının, dayanaktan yoksun olarak değerlendirilen diğer iddialar ile ilgili değil, yalnızca yaralama ile ilgili olduğunun altını çizmektedir. Başvuran, adli makamların, maruz kaldığı insanlık dışı muameleler ve işkence eylemleri ile ilgili soruşturma yürütmediklerini ifade etmektedir. Öte yandan, saldırganın yakalanmadığını ve hakkında herhangi bir önleyici ya da caydırıcı tedbir alınmadığını bildirmektedir. Başvuran, Hükümet’in, maruz kaldığı muameleleri önlememesi ve yürütülen soruşturmalarda neticeye varılamaması nedeniyle Sözleşme’nin 3. maddesinin esas ve usul yönünden ihlal edildiğini; bu nedenle mağdur olduğunu ileri sürmektedir.
66. Başvuran, Hükümeti, Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen ve kötü muamelelere maruz kaldığının bildirildiği raporu dikkate almamakla suçlamaktadır. Çocuklarının ve kendisinin bu tür muamelelere maruz kalma riski bulunmasına rağmen, ulusal makamların, çocuklarını ve kendisini korumak için herhangi bir önleyici tedbir almadığını ileri sürmektedir. Başvuran bugün hala yaşıyor olmasını, kadınlar için hizmet veren bir vakfın desteği sayesinde olduğunu ifade etmektedir. Korumaya yönelik tedbirler alınmaması nedeniyle, çocuklarıyla birlikte her türlü şiddetten uzak bir şekilde, güven ve huzur içinde yaşama hakkını ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvuran, her an şiddete maruz kalacak olma korkusuyla saklanarak yaşamak zorunda kaldığını iddia etmektedir. Başvuran, yetkililerden herhangi bir destek görmemiş ve çocuklarından ayrı yaşamak zorunda bırakılmıştır. Öte yandan, eski eşi hakkında açılan ceza soruşturmalarının sonuçlanmaması aile hayatına zarar vermiştir.
67. Türk Ceza Kanunu’nda, kadına yönelik şiddet ile ilgili cezalar yer almasına rağmen, başvuran, şikâyetinin ciddiye alınmadığını, ciddi bir soruşturma konusu yapılmadığını ve konuyla ilgili olarak henüz herhangi bir sonuca varılmadığını ileri sürmektedir. Bu nedenle, Hükümet’in, uygun bir yasal çerçeve bulunduğu yönündeki itirazı kabul edilemezdir (aşağıda 72. paragraf).
68. Bu bağlamda başvuran, 4320 sayılı Kanun’un ilk halinde, koruma tedbirinden yalnızca evli ve eşleriyle aynı evde yaşayan kadınların yararlanabileceğinin öngörüldüğünü ileri sürmektedir. Başvuran, 5636 sayılı Kanun ile (ilgili iç hukuk, yukarıda 48. paragraf) 4320 sayılı Kanun’un uygulama alanının genişletildiğini; yapılan iyileştirmeler sonrasında, mahkeme kararıyla eşlerinden ayrı yaşamasına izin verilen veya fiili olarak ayrı yaşayan evli kadınların söz konusu Kanun ile sağlanan korumadan yararlanabildiklerini belirtmektedir. Başvuran, Hükümet’in bu yöndeki iddialarına karşı çıkmakta (aşağıda 72. paragraf), bunun yanı sıra 1998 ve 2012 yılları arasında, 6284 sayılı Kanun’un kabul edildiği tarihte, boşanmış ya da bekâr kadınların bu Kanun ile sağlanan korumadan yararlanamadıklarını ifade etmektedir. Başvuran, beyanlarını desteklemek için, Yargıtay tarafından verilen bir kararı sunmaktadır (bk. ilgili iç hukuk uygulaması, yukarıda 50. paragraf).
69. Öte yandan başvuran, başvurunun yapıldığı tarihe kadar, koruma tedbirlerinden yararlanmak isteyen kadınların aile mahkemelerine ancak çalışma saatlerinde başvurabildiklerini iddia etmektedir. Bu durumun, sığınma evlerine kabulleri için de geçerli olduğunu belirtmektedir.
b. Hükümetin iddiaları
70. Hükümet, Devletin, üçüncü kişilerin kötü muamelelerine karşı bireyleri koruma yönünde pozitif yükümlülüğü bulunduğunu kabul etmektedir. Opuz/Türkiye (No. 33401/02, §§ 129 ve 159, AİHM 2009) kararına atıfta bulunarak, Devletin pozitif yükümlülüğünün doğmasının, resmi görevlilerin, bildikleri veya bilmeleri gereken bir kötü muamele riskini önlemek için makul adımlar atmamış olmalarına bağlı olduğunu ifade etmektedir.
71. Hükümet somut olayda, başvuranın gördüğünü iddia ettiği muamelelerden, ulusal makamların, ilgilinin herhangi bir mercie müracaatta bulunmasından önce haberdar olamayacaklarını ileri sürmektedir. Hükümet somut olayda, 3. maddenin esası yönünden Devletin sorumluluğunu doğuracak herhangi bir durum bulunmadığı kanaatindedir. Bu bağlamda, Sözleşme’nin 3. maddesinin esası yönünden ihlal bulunmadığını ifade etmektedir.
72. Hükümet, 5636 sayılı Kanun ile, koruma tedbirlerinden, mahkemece boşanma kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan aile bireylerinin de faydalanması amacıyla 4320 sayılı Kanun’un uygulama alanının genişletildiğini ileri sürmektedir. Hükümet ek görüşlerinde, Mahkeme içtihatlarında ve uluslararası sözleşmelerde belirlenen standartların, Anayasa’nın 90. maddesi gereğince, doğrudan uygulanabilecek nitelikte olduğunu iddia etmektedir. Hükümet öte yandan, 6284 sayılı Kanun ile, evli ve yalnız olan kişiler arasında var olabilecek ayrım ortadan kaldırıldığını; bu kapsamda, evli veya bekâr olmasına bakılmaksızın, kadınların bundan böyle kanunla öngörülen koruma tedbirlerinden yararlanabildiklerini ifade etmektedir.
73. Hükümet yeniden Opuz davasına (yukarıda anılan, § 150) atıfta bulunarak, usulü gereklilikler yönünden, 3. maddenin etkili bir yargı sisteminin kurulmasını gerektirdiğini kabul etmektedir. Hükümet somut olayda, ulusal makamların, başvuranın şikâyetinden hemen sonra harekete geçtiğini ve başvuranın kötü muameleye maruz kalıp kalmadığının tespit edilmesi amacıyla çok sayıda soruşturma işleminin (müşteki, şüpheli ve tanık ifadelerinin alınması, psikiyatri raporları alınması… gibi) gerçekleştirildiğini ifade etmektedir. Bununla birlikte, Cumhuriyet savcısı, başvuranın eski eşi aleyhine yaralama suçundan kamu davası açmıştır.
74. Hükümet bununla birlikte, başvuranın şikâyeti üzerine yürütülen soruşturmanın uzun sürmesi ve halen derdest olması konusunda üzüntü duyduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda, Mahkeme’nin, Sözleşme’nin 3. maddesinin usulü gereklilikleri doğrultusunda verdiği kararların ve bu konudaki yerleşik içtihatlarının farkında olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle, Sözleşme’nin 3. maddesinin usulü yönü ile ilgili değerlendirmeyi Mahkeme’nin takdirine bıraktığını ifade etmektedir.
75. Başvuranın, Sözleşme’nin 8. maddesi bağlamındaki şikâyetiyle ilgili olarak, Hükümet, başvuranın ilgili mercilere şikâyetini iletmesinden sonra, başvuran yönelik fiziksel veya psikolojik kötü muamele yapıldığına dair hiçbir emare bulunmadığının; bu durumda 8. madde yönünden sorumluluğunu gerektirecek bir durum olmadığının altını çizmektedir. Öte yandan Hükümet, Osman/Birleşik Krallık (28 Ekim 1998, §§ 128-130, Karar ve Hükümler Derlemesi 1998-VIII) davasına atıfta bulunarak, Mahkeme’nin söz konusu davada, polisin, başvuranın yaşamının tehlikede olduğunu bildiğinin tespit edilmemesi nedeniyle Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlal edilmediği sonucuna vardığının altını çizmektedir.
Dolayısıyla Mahkeme’yi, somut olayda 8. maddenin ihlal edilmediği yönünde karar vermeye davet etmektedir.
2. Mahkeme’nin Değerlendirmesi
a. Genel ilkeler
76. Mahkeme, Sözleşme’nin 1. maddesi 3. maddesi ile birlikte okunduğunda, Yüksek Sözleşmeci Tarafların, kendi egemenlik alanlarında bulunan herkes için, Sözleşme’de tanımlanan hak ve özgürlükleri güvence altına almaları gerektiğini ve bireylerin herhangi bir şekilde, buna özel kişilerin muameleleri dâhil olmak üzere, işkenceye veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye tabi tutulmamaları için uygun tedbirleri almaları gerektiğini hatırlatmaktadır. Bilhassa aile içi şiddet mağduru olan çocukların ve diğer savunmasız kişilerin, kişi dokunulmazlığı hakkının bu derece ağır şekilde ihlal edildiği durumlara karşı, devlet tarafından etkin önleyici tedbirler alınmak suretiyle korunmaları gerekmektedir (yukarıda anılan Opuz kararı, içtihat atıflarıyla birlikte § 159).
77. Mahkeme daha önce, yetkililerin – bazı durumlarda Sözleşme’nin 2 ya da 3. maddesinden, bazı hallerde ise sadece 8. maddeden veya 8. maddeyle birlikte 3. maddeden kaynaklanan- pozitif yükümlülüklerinin, özel kişilerin şiddet eylemlerine karşı korumayı güçlendirecek uygun bir yasal çerçeveyi sağlama ve pratikte uygulama ödevini de kapsayabileceğine karar vermiştir (bk. diğer kararlar arasında, yukarı anılan Osman kararı, §§
128-130, Bevacqua ve S./Bulgaristan, No. 71127/01, § 65, 12 Haziran 2008, Sandra Janković/Hırvatistan, No. 38478/05, § 45, 5 Mart 2009,
A./Hırvatistan, No. 55164/08, § 60, 14 Ekim 2010 ve Đorđević/Hırvatistan, No. 41526/10, §§ 141-143, AİHM 2012).
78. Ancak, ulusal makamların yerine geçerek, onlar adına, Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklere uyulmasını sağlamak için alınabilecek çok sayıdaki tedbir arasından bir seçim yapmak, Mahkeme’nin görevi değildir (yukarıda anılan Đorđević kararı, § 165). Öte yandan, Sözleşme’nin 19. maddesi gereğince ve Sözleşme’de teorik veya hayali haklardan ziyade, uygulanabilir ve etkin hakların güvence altına alındığı ilkesi çerçevesinde, Mahkeme, devletlerin, yetki alanlarında bulunan kişilerin haklarını koruma yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmesini sağlamak durumundadır (yukarıda anılan Sandra Janković kararı, § 46 ve Hajduová/Slovakya, No. 2660/03, § 47, 30 Kasım 2010). Yetkililerin çözümünün uygunluğu konusu, Sözleşme bakımından bir sorun doğurabilir (yukarıda anılan Bevacqua ve S. kararı, § 79).
79. Bireyin vücut bütünlüğünü koruma pozitif yükümlülüğü, ceza soruşturmasının etkinliği konusunu da kapsamaktadır, bu itibarla, sadece Devlet görevlilerinin uyguladığı kötü muamele vakıaları ile sınırlı kalamaz (M.C./Bulgaristan, No. 39272/98, § 151, AİHM 2003-XII).
80. Pozitif yükümlülüğün bu yönü mutlak surette bir mahkûmiyet gerektirmese de, Sözleşme’nin 3. maddesi ile güvence altına alınan hakların korunmasını sağlamak için özellikle ceza kanununun etkili bir şekilde uygulanmasını zorunlu kılar (Beganović/Hırvatistan, No. 46423/06, §§ 69 ve devamı, AİHM 2009 (alıntılar), ve Ebcin/Türkiye, No. 19506/05, § 39, 1 Şubat 2011 ve bu kararda yer alan referanslar).
81. Makul ivedilik ve özen gereksinimi etkin soruşturma yükümlülüğünde zımni olarak yer almaktadır. İç hukukta öngörülen koruma mekanizmaları, uygulamada önlerine gelen somut davaların makul bir sürede derinlemesine incelenmesine imkân verecek şekilde işlemelidir (bk. yukarıda anılan Opuz kararı, §§ 150-151).
82. Gerçekte, iç hukukta öngörülen koruma mekanizmaları sadece teoride mevcutsa, Sözleşme’nin 3. maddesi bakımından Devletin yükümlülüğü yerine getirilmiş sayılamaz: Bu mekanizmaların özellikle pratikte etkin bir şekilde işliyor olması gerekmektedir; bunun için de davanın hızlı ve gereksiz gecikmeler olmadan incelenmesi gerekmektedir.
b. Bu ilkelerin mevcut davaya uygulanması
83. Mahkeme, dosyada yer alan bilgi ve belgeler incelendiğinde, tıbbi raporlarda, başvuranın maruz kaldığı şiddet eylemlerinin belirtildiğini ve bu bağlamda fiziksel ve ruhsal durumuyla ilgili tespit ve sonuçların yer aldığını gözlemlemektedir (yukarıda 9, 11 ve 29. paragraflar). Mahkeme öte yandan, Aile Mahkemesi tarafından verilen boşanma kararında, başvuranın aile içi şiddet gördüğünün tespit edildiğini saptamaktadır (yukarıda 38. paragraf). Aile Mahkemesi bununla birlikte birçok defa, başvuranın durumunun, eski eşine karşı koruma tedbirleri alınmasına karar verilmesi için yeterince ciddi ve kaygılandırıcı olduğu sonucuna varmıştır (yukarıda 37, 40-44. paragraflar).
84. Bu nedenle Mahkeme, başvuranın, aile içi şiddete, belli bir tehlikeye ve fiziksel bütünlüğüne yönelik tehditlere maruz kaldığına dair güvenilir iddialarda bulunduğunu değerlendirmektedir. Dolayısıyla, somut olayda, Sözleşme’nin 3. maddesinin mevcut davaya uygulanabilir olduğu konusunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Bu nedenle, ulusal makamların, söz konusu maddenin gereklerini yerine getirecek şekilde hareket edip etmediklerinin tespit edilmesi gerekmektedir.
85. Bu bağlamda Mahkeme, Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında Devletlerin pozitif yükümlülüklerinin, kişiler tarafından yapılan kötü muameleleri önlemek ve cezalandırmak amacıyla yasal çerçeve oluşturmanın yanı sıra, yetkililer, yakın bir kötü muamele riskinden haberdar olduklarında ya da kötü muamele meydana geldiğinde, mağdurların korunması ve kötü muameleden sorumlu olanların cezalandırılması amacıyla konuyla ilgili mevzuatın uygulanmasını kapsadığını tekrar etmektedir (Eremia/Moldova Cumhuriyeti, No. 3564/11, § 56, 28 Mayıs 2013 ve Rumor/İtalya, No. 72964/10, § 63, 27 Mayıs 2014).
86. Somut olayda, Mahkeme öncelikle, Ceza Kanunu’nda fiziksel bütünlüğe müdahale ile ilgili durumlar için ceza hükümleri öngörülmüş olmasına rağmen, özellikle aile içi şiddeti cezalandıran ceza hükümlerinin öngörülmemiş olduğunu tespit etmektedir (ilgili iç hukuk, yukarıda 46. paragraf).
87. Mahkeme, başvuranın 18 Temmuz 2006 tarihinde Cumhuriyet savcısına başvurarak, eski eşi tarafından gördüğü muamelelerden şikâyet ettiğini tespit etmektedir (yukarıda 7. paragraf). Başvuran, maruz kaldığı şiddet eylemleri ile ilgili olarak bir yıl önce savcılığa şikâyette bulunduğunu belirtmiş olduğu halde, Mahkeme, dosyadaki hiçbir unsurun, ulusal makamların, bu şiddet eylemlerinden söz konusu şikâyetten önce haberdar olmalarına imkân vermediğini gözlemlemektedir. Bu nedenle, ulusal makamların bu tarihten sonraki tutumlarını değerlendirmek gerekmektedir.
88. Bu bağlamda Mahkeme, başvuranın, suç duyurusunda bulunduğu gün, adli tıp muayenesinin yapıldığı ve muayene sonrasında düzenlenen tıbbi raporda ilgilinin vücudunda gözle görülebilir fiziksel yaralar bulunduğunun bildirildiğini gözlemlemektedir (yukarıda 9. paragraf). Başvuran ertesi gün, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde psikiyatrik muayeneden geçirilmiştir. Aynı gün, Psikiyatri Bölümü tarafından düzenlenen raporla, Cumhuriyet savcısına, başvuranda, maruz kaldığı şiddete bağlı major depresif bozukluk ve kronik travma sonrası stres bozukluğu tespit edildiği bildirilmiştir (yukarıda 11. paragraf)
89. Ancak başvuranın şikâyette bulunduğunun ertesi günü, bu bilirkişi raporlarında başvuranın vücudunda fiziksel lezyonlar bulunduğu bildirilmiş ve maruz kaldığı şiddet ile psikolojik durumu arasında bağlantı olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, Cumhuriyet savcısının, başvuranın eski eşi hakkında zorla getirme kararı çıkarması için yaklaşık beş ay yani 23 Kasım 2006 tarihine kadar (yukarıda 23. paragraf); ilgilinin ifadesinin alınması için ise 15 Aralık 2006 tarihine kadar beklemesi gerekmiştir (yukarıda 25. paragraf).
90. Öte yandan, Aile Mahkemesi 24 Eylül 2007 tarihinde, “toplanan deliller, tanık anlatımları ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından düzenlenen rapor dikkate alındığında” başvuranın eski eşi tarafından şiddet gördüğü sonucuna varmıştır (yukarıda 38. paragraf). Bununla birlikte, Cumhuriyet savcısının soruşturma başlatması için 22 Şubat 2012 tarihini yani, başvuranın şikâyetinden beş yıl altı aydan uzun bir süre; Adli Tıp Kurumunun kati raporundan sonra ise beş yıldan uzun bir süre beklemek gerekmiştir.
91. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgeler incelendiğinde, Mahkeme, Cumhuriyet savcısı tarafından başlatılan ceza soruşturmalarının derdest olduğunu gözlemlemektedir.
92. Oysa Mahkeme, yalnızca zamanın geçmesinin bile, hem soruşturmaya halel getirecek hem de soruşturmanın tamamlanma ihtimalini kesinlikle olumsuz yönde etkileyecek nitelikte olduğunu hatırlatmaktadır (M.B./Romanya, No. 43982/06, § 64, 3 Kasım 2011). Mahkeme ayrıca, zamanın geçmesinin, mevcut delillerin niceliğini ve niteliğini kaçınılmaz şekilde etkilediğini ve bunun yanı sıra, özenli davranılmadığının görülmesinin, soruşturmaların iyi niyetle yürütülüp yürütülmediği konusunda şüphe oluşturduğunu ve şikâyetçilerin endişe duymaya devam etmesine yol açtığını vurgulamaktadır (Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık, No. 46477/99, § 86, AİHM 2002-II).
93. Somut olayda, Mahkeme yeniden, aile içi şiddete ilişkin şikâyetlerin giderilmesi için gerekli özel özen üzerinde durmakta ve aile içi şiddetin, İstanbul Sözleşmesi’nin (ilgili uluslararası hukuk, yukarıda 54. paragraf) giriş bölümünde bildirilen kendine özgü özelliklerinin ulusal yargılamalar çerçevesinde dikkate alınması gerektiğini değerlendirmektedir.
94. Mahkeme bu anlamda, İstanbul Sözleşmesi’nin, Taraf Devletleri “(…) Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet olayı ile ilgili soruşturma ve yasal işlemlerin, bir yandan cezai işlemlerin tüm safhalarında mağdurun hakları dikkate alınırken, gereksiz bir gecikme olmaksızın sürdürülmesini temin etmek üzere gerekli yasal ve diğer tedbirleri almakla” yükümlü kıldığının altını çizmektedir (yukarıda 54. paragraf).
95. Bu bağlamda Mahkeme aynı zamanda, kadınlara yönelik şiddet konusundaki ihtilafın hukuki yönden ele alınmasında, mağdurun güvensizlik ve kırılganlık durumu ile moral, fiziksel ve/veya maddi durumunu göz önünde bulundurmak ve netice itibariyle durumu en kısa sürede değerlendirmek görevinin ulusal makamlara ait olduğu kanaatindedir. Somut olayda, Cumhuriyet savcısının, ceza soruşturmaları başlatmadan önce böylesine uzun bir süre boyunca –beş yıl altı aydan fazlapasif davranmasının açıklanabilecek bir tarafı bulunmamaktadır. Üstelik başvuranın şikâyetini iletmesinin ardından başlatılan ceza yargılamasının süresinin de açıklanabilecek bir tarafı bulunmamaktadır.
96. Mahkeme Opuz davasında (yukarıda anılan, § 198), aile içi şiddetin özellikle kadınları etkilediğine ve Türkiye’de, yargıdaki genel ve ayrımcı nitelikteki etkisizliğin/pasifliğin, aile içi şiddeti teşvik eden bir ortam yarattığını tespit etmiştir. Mahkeme, Durmaz/Türkiye (No. 3621/07, § 65, 13 Kasım 2014) davasında benzer bir tespit bulunduğunu hatırlatmaktadır.
97. Somut olayda varılan tespitler ışığında (yukarıda 88-95. paragraflar), Mahkeme, ulusal makamların mevcut davada ceza soruşturmalarını yürütme şeklinin de bu adli pasifliğin bir göstergesi olduğunu ve Sözleşme’nin 3. maddesi gereklerini karşılayacak yeterlilikte olmadığını değerlendirmektedir.
98. Başvuran öte yandan, boşanmasından sonra ve 6284 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesine kadar, Türkiye’de yürürlükte olan yasal çerçevenin, koruma tedbirlerinden yararlanmasına imkân vermediğini; bu nedenle uzun yıllar boyunca eski eşinden tekrar şiddet görme korkusuyla ve saklanarak yaşamak zorunda kaldığını iddia etmektedir (yukarıdaki 66 ve 68 paragraflar). Başvuran, bugün de şiddet görecek olma korkusuyla yaşadığını ileri sürmektedir.
99. Bu bağlamda Mahkeme, psikolojik etkinin, aile içi şiddetin önemli bir yönü olduğunu (yukarıda anılan Valiulienė kararı, § 69) ve incelemesine sunulan koşulların değerlendirilmesi sırasında göz önünde bulundurması gereken önemli bir durum olduğunu yinelemektedir.
100. Somut olayda Mahkeme, bir sivil mekanizmanın, başvuran halen evli olduğunda, koruma tedbirlerinden yararlanma talebiyle, aile mahkemesi hâkimine başvurma imkânını öngördüğünü gözlemlemektedir (yukarıda 48. paragraf). Başvuran öte yandan, bu mekanizma ile öngörülen koruma tedbirlerinden yararlanmıştır (yukarıda 37. paragraf).
101. Bu nedenle, tarafların görüşleri değerlendirildiğinde (yukarıda 68 ve 72. paragraflar) Mahkeme, başvuranın boşandıktan sonra, boşanma kararı verildiği dönemde yürürlükte olan 4320 sayılı Kanun’da bildirilen koruma tedbirlerinden yararlanma imkânı bulunup bulunmadığı konusunun tartışmaya açık olduğunu tespit etmektedir. Bu bağlamda, 2011 yılının Mayıs ayında, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün bir raporunda, 4320 sayılı Kanun’da eksiklikler bulunduğunun ifade edildiğini ve boşanmış kadınlar da dâhil olmak üzere bazı kadın gruplarının söz konusu Kanun’un uygulama alanından tamamen çıkarıldığının ileri sürüldüğünü tespit etmektedir (yukarıda 52. paragraf).
102. Öte yandan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından 2012 yılının Mart ayında hazırlanan rapor değerlendirildiğinde (yukarıda 51. paragraf), Mahkeme, 4320 sayılı Kanun’un, kullanılan ifadeler nedeniyle, evli ya da boşanmış çiftlere uygulanabilirliği konusunda ulusal makamların farklı yorumlarda bulunmalarına mahal verdiğini tespit etmektedir. Bu bağlamda, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12 Mayıs 2009 tarihli kararında, 4320 sayılı Kanun’da bildirilen koruma tedbirlerinin boşanmış kişiler hakkında uygulanamayacağı kanaatine vardığının altını çizmektedir (yukarıda 50. paragraf).
103. Hükümet’in 4320 sayılı Kanun’un boşanma durumunda dahi uygulanabilir olduğunu ifade etmesine rağmen, Mahkeme, yukarıda verilen bilgilerin, söz konusu dönemde yani başvuranın boşanmasına karar verildiği
24 Eylül 2007 ile 6284 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 20 Mart 2012 tarihleri arasında, yasal çerçevenin, boşanmış olan başvurana, 4320 sayılı Kanunda belirtilen koruma tedbirlerinden yararlanma teminatı vermediğini tespit etmek için yeterli olduğu kanaatindedir. Esasen, bu hükmün uygulanması, başvurulan aile mahkemesi hâkiminin yorumuna ve inisiyatifine bırakılmıştır (yukarıda 51-52. paragraflar). Bununla birlikte, Mahkeme, Hükümet’in ek görüşlerinde, 6284 sayılı Kanun ile önemli bir iyileştirme yapıldığını; böylelikle, şiddet gören kadınların koruma tedbirlerinden yararlanmaları konusunda evli veya evli olmayan kadınlar arasındaki her türlü ayrımın ortadan kaldırıldığını iddia ettiğini tespit etmektedir (yukarıda 72. paragraf).
104. Şüphesiz, Hükümet’in ileri sürdüğü üzere (yukarıda 75. paragraf), başvuran, söz konusu dönem boyunca, eski eşi tarafından yeni fiziksel şiddet görmemiştir. Bu durumda, başvuran evinden kaçtığında kendisine yardımcı olan vakıfın sosyal inceleme raporu değerlendirildiğinde (yukarıda 45. paragraf), Mahkeme, ilgilinin, –iki buçuk yıl boyunca bir sığınma evinde saklanarak- korku içinde yaşadığının; maruz kaldığı şiddetin, özel ve sosyal hayatı gibi aile hayatını da halen etkilemeye devam ettiğinin göz ardı edilemeyeceği kanaatindedir.
105. Başvuranın, eski eşine karşı koruma tedbirlerinden 6284 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte yararlanmış olması nedeniyle, söz konusu Kanun yürürlüğe girinceye kadar başvuranın fiziksel bütünlüğü tehdit edilmeye devam edilmiştir (yukarıda 41-44. paragraflar). Mahkeme dolayısıyla, başvuranın, korku, kırılganlık ve güvensizlik duyguları yaşatan bir durumda yaşamak zorunda kaldığı kanaatindedir.
106. Kadına karşı şiddetin “kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri” olmasına rağmen (İstanbul Sözleşmesi’nin Giriş Bölümü), Mahkeme, başvuranın maruz kaldığı şiddet eylemlerinden ulusal makamlara başvurduktan uzun yıllar sonra, eski eşinin korkusuyla yaşamak zorunda kalmasını kabul edilemez olarak değerlendirmektedir.
107. Yukarıda belirtilen hususlar ışığında, Mahkeme, Devletin, Sözleşme’nin 3. maddesi bakımından pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği kanaatinde olup, söz konusu maddenin ihlal edildiği sonucuna varmaktadır.
III. SÖZLEŞME’NİN 3. MADDESİYLE BİRLİKTE 14. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
108. Başvuran, kadınlara yönelik şiddetin, Sözleşme’nin 14. maddesine aykırı olarak, sürekli ve sistematik bir ayrımcılık olduğunu iddia etmektedir. Bu bağlamda, bilhassa, Türkiye’de kadınlara yönelik şiddeti cezalandıran kanunlar bulunsa da, bu kanunların uygulanmaları sırasında ayrımcılık yapıldığını ve uluslararası sözleşmeler ışığında yorumlanmadıklarını ileri sürmektedir. Başvuran, ceza yargılamasının sonuçlanmamasının, bu ayrımcılığın bir sonucu olduğunu iddia etmektedir. Başvuran, başvuruda bulunduğu sırada, 4320 sayılı Kanun’la yalnızca evli kadınların korunduğunu; boşanmış olduğu için, söz konusu Kanun’dan yararlanamadığını ve yapılan ayrımcılık nedeniyle mağdur olduğunu ileri sürmektedir.
Başvuran bununla birlikte, kadınlara koruma verme yetkisine sahip olan tek makamın aile mahkemesi olmasından ve kadınların, mahkemenin çalışma saatleri dışında koruma kararı alamamalarından yakınmakta ve bu durumun, devletin, kadınların mağdur olmalarına neden olan şiddetle mücadele etme konusunda istekli olmadığının bir göstergesi olduğunu iddia etmektedir. Nitekim Devlete bağlı bir sığınağa ancak çalışma saatleri içerisinde başvurabilinmesi de, kadınları, mağdur olmalarına neden olan şiddet eylemlerine karşı etkili bir şekilde korumak için etkin tedbirlerin alınmadığının bir göstergesidir.
109. Hükümet bu iddiaya karşı çıkmaktadır.
110. Sözleşme’nin 14. maddesi aşağıdaki şekildedir:
“(…) Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”
111. Mahkeme, işbu şikâyetin, yukarıda incelediği şikâyetle bağlantılı olduğunu ve dolayısıyla kabul edilebilir olduğunu tespit etmektedir.
112. Başvuran, olayların meydana geldiği dönemde, kadınlar arasında 4320 sayılı Kanun’a dayalı bir ayrımcılık olduğunu ileri sürmektedir. Evli olmayan kadınların, söz konusu Kanun’un koruma kapsamından çıkarıldıklarını; bu nedenle kadınların hayatlarını kaybettiklerini iddia etmektedir. Başvuran bu bağlamda, boşandıktan sonra korunma talebinde bulunan bir kadının, aile mahkemesinin, ilgilinin boşanmış olduğu gerekçesiyle yapılan talebi reddetmesi nedeniyle korunmadığını; bir süre sonra, eski eşi tarafından on bir yerinden bıçaklandığı örneğini vermektedir.
113. Hükümet, kadınlarla ilgili yürürlükte olan mevzuat ve uygulamanın, Sözleşme’nin gereklerini yerine getirdiğini iddia etmektedir. Bilhassa, söz konusu mevzuat ve uygulamanın, kadına karşı ayrımcılığa yol açan nitelikte değil, korumacı bir mahiyette olduğunu ileri sürmektedir. Mevcut başvurunun konusunu teşkil eden ihtilaf konusu olaydan sonraki dönemde çok sayıda reform yapılmıştır. Hükümet, yapılan reform çalışmalarını açıklamıştır. Bununla birlikte Hükümet, kadınları şiddete karşı koruma hususunda mevzuat sisteminin yetersiz olduğu düşündürebilecek bir durum bulunmadığı kanaatindedir. Hükümet öte yandan, Türkiye’nin, İstanbul Sözleşmesi’ni onayladığını ve kadına karşı şiddet hususunda iyi uygulama örnekleri gösterdiğini ifade etmektedir.
114. Mahkeme, yerleşik içtihatlarına göre, ayrımcılığın, somut ve makul bir gerekçe olmadan, benzer durumlardaki kişilere farklı muamele yapılması anlamına geldiğinin altını çizmektedir (D.H. ve diğerleri/Çek Cumhuriyeti [BD], No. 57325/00, §§ 175-180, AİHM 2007-IV). Ayrıca, Mahkeme, bir grup üzerinde orantısız şekilde olumsuz etkileri olan genel bir politika veya tedbirin, söz konusu gruba yönelik olmasa dahi, ayrımcılık teşkil edebileceğini hatırlatmaktadır. Mahkeme daha önce, bu alandaki ispat yükü ile ilgili olarak, başvuranın farklı bir muameleye tabi tutulduğunu ispatlaması halinde, söz konusu farklılığın haklı gerekçelere dayandığını ispatlama yükümlülüğünün Hükümet’e ait olduğunu belirtmiştir (ibidem).
115. Mahkeme, kadına yönelik şiddetin anlamını ve kapsamını incelerken, içtihatlarında yer alan ayrımcılık kavramıyla ilgili genel açıklamaların yanı sıra bilhassa kadına yönelik şiddet ile ilgili hukuki belgelerdeki hükümleri göz önünde bulundurması gerektiğini tekrar etmektedir (yukarıda anılan Opuz kararı, § 185). Bu bağlamda, daha önce, Devletlerin kadınları aile içi şiddete karşı –kasıtsız bile olsakorumamasının, kadınların kanun önünde eşitlik haklarının ihlaline neden olduğunu tespit ettiğini hatırlatmaktadır (yukarı anılan Opuz kararı, § 191).
116. Mahkeme öte yandan, İstanbul Sözleşmesi’nin 3. maddesinde, “ ‘kadına karşı şiddet’ ifadesinden, kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılığın anlaşılması gerektiğinin” bildirildiğinin altını çizmektedir (İlgili uluslararası hukuk, yukarıda 54. paragraf). Bu bağlamda, Mahkeme, yukarıda anılan Opuz ve Durmaz davalarında (sırasıyla §§ 198 ve 65), Türkiye’de, yargıdaki genel ve ayrımcı nitelikteki etkisizliğin/pasifliğin, aile içi şiddeti teşvik eden bir ortam yarattığını tespit ettiğini hatırlatmaktadır. Başvuranın şikâyet ettiği olayların, yukarıda anılan davalardan sonra yaşanmış olmasına rağmen, Mahkeme, vardığı tespitin, mevcut davanın koşullarında da geçerli olduğu kanaatindedir (yukarıda 96. paragraf).
117. Mahkeme öte yandan, başvuran tarafından ibraz edilen 12 Mayıs 2009 tarihli Yargıtay kararının (yukarıda 50. paragrafı) bir delil başlangıcı olduğunu; zira söz konusu kararda, 6284 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesine değin, yürürlükteki yasal çerçevenin boşanmış kadınlara, 4320 sayılı Kanun’da bildirilen koruma tedbirlerinden eski eşlerine karşı yararlanma teminatı vermediğinin belirtilmiş olduğunu değerlendirmektedir. Mahkeme, İnsan Hakları İzleme Örgütü (yukarıda 52. paragraf) ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığının (yukarıda 51. paragraf) raporlarından, ihtilaf konusu dönem boyunca, 4320 sayılı Kanunla öngörülen koruma tedbirlerinin boşanmış kadınlar hakkında uygulanabilirliğinin, ulusal makamların inisiyatifine bırakıldığını bizzat tespit edebilmiştir.
118. Bu unsurların tamamı, Mahkeme’nin, Sözleşme’nin 3. maddesiyle birlikte 14. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varması için yeterlidir. Netice itibariyle, Mahkeme, başvuranın bu bağlamdaki iddialarının geri kalan kısmıyla ilgili olarak karar vermesinin gerekli olmadığı kanaatindedir (in fine, 108. paragraf)
IV. SÖZLEŞME’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA
119. Başvuran, Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Bu bağlamda, Cumhuriyet savcısına birçok defa şikâyette bulunmasını ve yine birçok defa Adli Tıp Kurumuna görünmesini gerektiren usullerin yerine getirilmesine dair kuralları eleştirerek ceza yargılamasının hakkaniyetten yoksun olduğunu iddia etmektedir.
120. Mahkeme, elinde bulunan bilgiler ışığında, ceza yargılamasının halen derdest olduğunu tespit etmektedir. Sözleşme’nin 6. maddesinin somut olayda uygulanabilir olduğu varsayılsa bile, işbu şikâyet vaktinden önce yapılmıştır ve Sözleşme’nin 35. maddesinin 3 ve 4. fıkraları uyarınca, iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle reddedilmelidir.
V. SÖZLEŞME’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA
121. Sözleşme’nin 41. maddesi aşağıdaki şekildedir:
“Eğer Mahkeme bu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldırabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazmin verilmesine hükmeder.”
A. Tazminat
122. Başvuran, maddi tazminat talep etmekte ancak bu bağlamda herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Öte yandan, maruz kaldığı manevi zarar bağlamında 200.000 avro talep etmektedir.
123. Hükümet, bu iddialara karşı çıkmaktadır.
124. Mahkeme, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında nedensellik bağı görmemekte ve bu talebi reddetmektedir. Buna karşılık, manevi tazminat bağlamında başvurana 19.500 avro ödenmesinin uygun olduğunu değerlendirmektedir.
B. Masraf ve Giderler
125. Başvuran aynı zamanda, masraf ve giderler bağlamında 1.140 Türk lirası; avukat ücreti bağlamında 15.500 Türk lirası talep etmektedir. Kanıtlayıcı belge olarak, 15.500 Türk lirası tutarında avukatlık ücret sözleşmesi, İstanbul Barosu avukatlarına ilişkin avukatlık asgari ücret tarifesi ile çeviri masraf faturası sunmaktadır.
126. Hükümet, bu iddialara karşı çıkmaktadır.
127. Mahkeme’nin içtihadına göre, bir başvurana, masraf ve giderlerin doğruluğunu, gerekliliğini ve ödenen miktarların makul olduğunu ispatlamak kaydıyla bu masraflar iade edilebilmektedir. Somut olayda, yukarıda belirtilen kriterleri göz önünde bulundurarak, Mahkeme, söz konusu yargılama için başvurana 4.000 avro ödenmesinin makul olduğu kanaatindedir.
C. Gecikme Faizi
128. Mahkeme, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygulanmasının uygun olduğuna karar vermektedir.
BU GEREKÇELERLE, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,
1. Sözleşme’nin 3. maddesi ve 3. maddesi ile birlikte 14. maddesi bağlamındaki şikâyetlerin kabul edilebilir; Sözleşme’nin 6. maddesi bağlamındaki şikâyetin kabul edilemez olduğuna;
2. Sözleşme’nin 3. maddesinin ve 3. maddesi ile birlikte 14. maddesinin ihlal edildiğine;
3.

a) Davalı Devlet tarafından başvurana, Sözleşme’nin 44 § 2 maddesi uyarınca, kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içerisinde, ödeme tarihindeki geçerli döviz kuru üzerinden davalı Devletin para birimine çevrilmek üzere:
i) Manevi tazminat olarak, ödenmesi gereken her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere, 19.500 (on dokuz bin beş yüz) avro ödenmesine; ii) Masraf ve giderler için, başvuran tarafından ödenmesi gereken her türlü vergi tutarı hariç olmak üzere, 4.000 (dört bin) avro ödenmesine;
b) Söz konusu sürenin bittiği tarihten başlayarak, ödemenin yapıldığı tarihe kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;
4. Adil tazmine ilişkin kalan taleplerin reddine karar vermiştir.
Fransızca olarak yazılan işbu karar Mahkeme İçtüzüğünün 77. maddesinin 2 ve 3. fıkraları gereğince 22 Mart 2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Abel Campos Julia Laffranque
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı Başkan
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Kadına Yönelik Şiddet Yargılamasında Bakanlık Müdahalesi Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 1 24-12-2011 14:06
KOnferans ;Şiddetin Ev Hali Kadına Yönelik Şiddet ve Ayrımcılık Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 15-12-2009 16:45
Kadına Yönelik Şiddet Ve Başa Çıkma Yöntemleri Av.Habibe YILMAZ KAYAR Adliye Duvarı 0 11-10-2003 08:36
Kadına Yönelik Şiddet Ve Hekimlik Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 2 04-01-2003 20:52


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05040789 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.