Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Hukuk Sohbetleri Hukuki yorumlar, görüşler ve tartışmalar.. Soru niteliği taşımayan her türlü hukuki sohbet için.

Hakimin önceliği devleti korumak değildir

Yanıt
Konu Notu: 4 oy, 4,50 ortalama. Değerlendirme: Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 12-12-2007, 23:16   #31
Av. Şehper Ferda DEMİREL

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan fikirbay
Adaletin en basit ölçüsü "gerçeğe ve doğruya" değer vermek olmalıdır.


......


Ve gerçek şu ki, hukuku siyasetten ayırarak veya başka konulardan (hayatın gerçeklerinden) soyutlayarak ve aslında konu ne olursa olsun konuları birbirinden soyutlayarak tartışamayız. Tartışırız da "somut" netice alamayız. Çünkü, hayatın gerçeği budur. Gerçek hayatta siyaset ve hukuk iç içedir. Bunun aksi, bir şekilde "sanal" ve "göstermelik" olur.


Sayın Fikirbay,

Herkesin gerek "Adalet" ve gerek "Gerçek" tanımı farklıdır.

Size göre hayatın gerçeği odur, yine size göre siyaset ve hukuk mütemmim cüzdür, olabilir, bu size göre böyledir, başkasına göre böyle değildir.

Veya belki başkasına göre de öyledir de, kabul etmek istemez. Sükut ikrardan gelir sözü, halk arasında alışılagelmiş ve kabul görmüş tanımının aksine, "HUKUKTA" ikrardan değil, "İNKARDAN" gelir.

Kişisel olarak bu tür sessizlikleri/inkarları anlamlı bulurum. Zira içli dışlı olmayı da reddeder, çünkü içli dışlılığın her türlüsü, bir tür kabullenmeyi, tanımayı da bünyesinde barındırır.

Kişisel görüşümün bir önemi yok, ancak bünyesinde bulunduğumuz THS nin bir ilkesi/kuralı var, o da şu ki, Hukuk her türlü değerin üzerindedir. Mevcudun eleştirisini hukuk düzleminde yapar, yaptırımını da, olması gerekeni de, hukuk düzeninde ararız. Yanıtları siyasette aramak veya hukukla siyasetin kardeşliğini kabule boyun eğmek, THS nin mizacına taban tabana zıttır.

Siyaset ve hukukun ayrılmaz bir ikili olduğunu dile getirenler için bu bakış açısı, soyut, ütopik, gerçek dışı ve anlamsız görünebilir.

Ama şu da bir gerçek ki, bu ikilinin ayrılmaz bütünlüğünü kabul ettiğimiz noktada, bugünün siyasi söylemi bugünün hukukuna, yarının siyasi söylemi yarının hukukuna talip olur.

Bu red ve amacı ütopikse, adaletin de bir idea olduğunu, hukukun da adalet yolunda bir aracı olduğunu anımsamakta ve anımsatmakta, fayda olduğu inancındayım.

Saygılarımla...
Old 13-12-2007, 00:38   #32
özali

 
Varsayılan

yargı organı devletin unsurunu oluşturan bir kurumdur.ancak devletten ayrı devletten bağımsız ayrıca devletin üstünde yer alan bir kurumdur.bu parlementer sistemin doğasından kaynaklanmaktadır ancak bugüne baktığımızda yargı organı yürütme organı olan adalet bakanlığına bağlı olup atamalar adalet bakanlığı gözetiminde yapılmaktadır bu yargı bağımsızlığını zedeleyen unsurdur.osmanlı imparotorluğunda şöyle bir kural vardır ADALET olmazsa halkın sana olan güveni azalır güven azalırsa halkın sana vergi vermez halkın sana vergi vermez asker vermez asker vermezse ordun olmazsa devlet olmaz.bu yüzden yargının dolayısıyla yargıcın bağımsızlığı devlet için hayati önem taşır
Old 13-12-2007, 10:30   #33
fikirbay

 
Varsayılan gerçek, adalet, hukuk, devlet...

Hukukun anlamı, adaletin tecellisini sağlamaya çalışırken, gerçeklere ve doğrulara bağlı kalarak hareket etmekse, gerçek olmayan ve doğru olmayan, yani gerçek dışı ve yanlış olan üzerinden adalete erişmeye çalışmanın adı hukuk değil de başka bir şey olmalı derim.

“Adaleti Arayan Hukuk”un ilk adımı, “gerçek ve doğru olan” üzerinden, gerçeklere ve doğrulara bağlı kalarak konuyu araştırmak, incelemek ve irdelemek olmalıdır.

Örneğin, dava dosyalarına sunulan resmi yazılarda doğru olmayan (yalan olan) beyanlar var ise ve Hakimler, gerçekleri bile, bile ve resmi beyanların yalan olduğu evrensel hukukta kabul edilen yöntemlerle kanıtlanabildiği halde, doğru olmayan (yalan olan) beyanları esas alırlarsa, gerçeklerden kopmuş ve gerçeğe ihanet etmiş olacakları için, ortaya çıkan ürün bir “Hukuk Ürünü” olmaktan çıkar ve adalete götürmez demek istiyorum. Böyle yapıldığı ve bu yapılanlar da sessizce kabullenildiği takdirde, Hukuk, adaletin tecellisi için “gerçek” bir araç olmaktan çıkar ve birşeylerin üstünün örtülmesi için kullanılan bir kılıf ve adalet alanında oynanan bir tür oyun haline gelir. O zaman “Örtbas Hukuku” veya “Görmezden Gelme Hukuku” adını verebileceğimiz yeni bir Hukuk türünden bahsetmek durumunda kalırız ve Devlet içerisinde “dokunulmazlığı olan çetelerin” yerini sağlamlaştırmış ve adalet temeli üzerinde yükselen bir Devlet yerine, çeteleri ve çetecileri korumuş oluruz.

Aslında kural basit, gerçeklerden sapıldığı oranda adaletten ve adaletten sapıldığı oranda da Devleti koruma ülküsünden sapılmış olmaktadır.

Örneğin, bir polis bir avukatı veya bir avukat bir polisi öldürmüş ise, olaya zanlı ve mağdurun sosyal statüleri, mevkileri, makamları açısından değil de, hiçbir nüfuz altında kalınmayarak salt gerçekler ve doğrular açısından dürüstçe bakılabilmelidir.

Adaletin tecellisi için “Hukukun Üstünlüğü”nü de bir kenara bırakınız, “Hukukçunun üstünlüğü" söz konusu ise ve üstünlüğe sahip hukukçular da ancak belirli bir ideolojiye hizmet eden bir sistematik ile bir yerlere gelebilen veya getirilen hukukçularsa, bir ideolojinin esiri haline gelmemek mümkün müdür? Hangisi olursa olsun, herhangi bir ideolojinin “Mutlak Gerçekler”e ulaştıran “Mutlak Doğrular”ı bulduğunu varsayabilir miyiz? Bunu varsayamıyorsak eğer, en azından gerçeklere bağlı kalmak gibi bir şansımız vardır.

Burada benim kastettiğim “gerçekler”, hayat görüşü veya hayat anlayışı bağlamında insan beyninde var olabildiği düşünülen ve kişiden kişiye elbette değişen “felsefi gerçekler” değildir. Hayatın basit ve bire bir gerçeklerinden, subjektif yargılamaya bağlı olmayan objektif ve nesnel olgulardan, faktlardan, “kendi halinde olan biten”den söz ediyorum.

İşte bu basit gerçeklere, kendi halinde olan bitene, saygı gösterilmiyorsa ve “bu anlamda” gerçeklerden ve doğrulardan, “Devleti veya bilmem hangi kutsalı koruma adına” sapılıyorsa eğer, adalet tecelli etmez diyorum ve bu korunan kutsalı da yer bitirir günün birinde.

Hiçbir şey, gerçeğe bağlı kalınmasından daha adil olamaz.

Suçlular bile, “gerçeklere bağlı kalınarak” yargılanıp hüküm giydiklerinde içten içe adalet sistemine saygı duyacaklardır ki, işin özü de budur bence.

Aksi takdirde, suçlu, vicdanen “suçunu çok iyi bilse bile”, yargılama sırasında “gerçeklere ve doğrulara aykırı korumacılık” yüzünden hüküm giydiğini veya yargılama sırasında gerçeklere bağlı kalınmadığını aklına takarak, işi Devlet düşmanlığına kadar götürebilir.

Devlet, en ağır suçluların bile içten içe hayranlık ve saygı duyabilecekleri bir yargılama ve hukuk sistemi sayesinde ayakta kalabilir ancak ve böyle ideal bir sistemde ise, adaletin tecellisi adına, sanıklar veya müştekiler ne kadar yüksek bir statü, mevki, makam veya nüfuz sahibi olurlarsa olsunlar, yargılama sırasında sadece gerçeklere ve doğrulara itibar edimelidir. Gerçeğin üstün tutulduğu taraflara hissettirilmelidir.

İnsanların vicdanına “gerçeklerden” daha fazla tesir edebilecek bir gerçeklik yoktur.

Gerçeklere bağlı kalmaktan daha gerçek ve daha adil bir sistem düşünülebilir mi?

En sıradan bir insan bile, en başta “ölüm gerçeği” olmak üzere, gerçeklere saygı duymak zorunda olduğunu içten içe kabul eder ve çaresizlik nedeniyle de olsa “gerçeklere duyulan saygı”, her türlü iç isyanı bastırabilen, çok yüksek bir duygudur. Üstelik, bu şekilde “kaleler içten fethedilmiş” olur.

Bir suçlunun kısmen de olsa gerçeklerden sapılarak mahkum edilmesi, suçlunun vicdanına bir çıkış kapısı aralayacaktır. Belki de, bozuk hukuki sistem sayesinde kendisine uzatılan bu “tutunacak dal” sayesinde, kendi vicdanını besleyerek durup dururken rejime ve Devlete musallat olacak ve belki de, dış güçlerin hiçbir müdahalesi olmadan, adi bir suçludan, kendi ellerimizle, bir “Devlet Düşmanı” yaratılmış olacaktır.

Hiçbir “dış güç” adaletsizliğe ve hukuksuzluğa uğradığını düşünen bir beyin kadar bir insanı besleyemez.

Düşünsenize, haklısınız ve “Devleti korumak” adına hakkınız yok ediliyor ve gideceğiniz başka bir yer yok. Devlet düşmanlığı ve Devlet düşmanları yaratmanın yegane yolu, bence, Devleti koruma adına Devlet karşısında bireyi ezmekten geçmektedir.

Hem, ne pahasına olursa olsun (kıyamet kopsa da), gerçeğe bağlı kalınarak adaletin tecelli ettirilmesi fikrini Devletten üstün tutmak niçin Devlete zarar versin ki?

Devleti korumak adına "Adaleti" boğmak, öldürmek, yok etmek.

Bence Türkiye'de sürekli yaşanan "PARADOKS" budur.

Tıpkı, Osmanlı Devletinde Padişahların Devlet için kardeşlerini boğdurması gibi...

Bu olayın, bu sitede yarattığı tartışmalar da bunu bir kez daha ispatlamaktadır.

"Devleti korumak adına" birilerinin hukuka aykırı fiilleri himaye edilmekte ve böyle olunca da "Devletin Temeli Adalet" olduğu için ve adalet de tepetaklak olduğu için, Devleti korumak adına tam tersine Devleti çoküşe, kargaşaya, vatandaşları da infiale, isyana sevkeden, sönmüş volkanların dahi lav püskürtmesine yol açan bir ortam yaratılmaktadır. Devletin bindiği dal kesilmektedir.

Verilen "adil olmayan" tüm kararların "Devleti korumak adına" verildiğine hiç şüphem yok. Ama, böylelikle, “kutsal olan” veya öyle olduğu varsayılan “gerçek olan”dan ve adaletten üstün tutulmuş olmaktadır. Bu bir paradokstur.

Adaletin amacı, “kutsal olanı korumak” değildir.

Adaletin amacı, gerçeklere bağlı kalarak, doğruyu yanlıştan ve haklıyı haksızdan ayırt edebilmektir. Aslında, adaletin tecellisi için gayret edildiğinde ve Devleti temsil edenler kayırıldığında Devletin korunmasız kalacağını ve zarar göreceğini varsaymak en büyük yanılgıdır.

Yanılgı, Devleti temsil edenlerin Devletin kendisi zannedilmesidir.

Devleti korumak adına, “Devleti temsil edenler” karşısında “Devleti kuranlar”ın (yani milletin fertlerinin) haklarından, hem de Devleti kuranlar adına (yani Türk Milleti Adına) feragat edilmesi ne büyük paradokstur yarabbim!

Hem de tüm kararların “TÜRK MİLLETİ ADINA” karar verildiği söylenerek, Türk milletinin değerli fertlerine karşı yine o fertlerin kurduğu bir Devleti sadece “temsil etmekle” görevlendirilmiş olan birilerini yüceltip kutsayıp kayırmaya çabalamak.

Bu paradokstan kurtulamadığımız müddetçe "VARSIN ADALET YERİNİ BULMASIN, AMA YETER Kİ DEVLETE ZARAR GELMESİN" çıkmazında debelenir dururuz ve gün gelir Devletin yıkıldığını hep birlikte görürüz. Sevdiğini koruyacağım diye kolunu bacağını kesen koparan ve sonunda onun ölümüne yol açan akıl hastaları gibi...

Polis, Savcı, Hakim, General, her ne ise, bunların hepsinin "Devleti Temsil Ettikleri" düşünülerek Devleti temsil edenler nezdinde Devletin korunmasına çalışılınca temel bir hataya düşülmüş oluyor ve "DEVLETİN TEMSİLCİLERİNİ" koruyalım derken "DEVLETİN BİZATİHİ KENDİSİNİ" yok ediyoruz. Yarın çok iyi korunan "Temsilcileri" kalacak ama "Devletin kendisi" yok olacak bu gidişle...

"ADALETİN TECELLİSİNİ VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ" SAĞLAMAK VE BUNU "SUÇ İŞLEYEN HER KİM OLURSA OLSUN" SAĞLAMAK ŞARTTIR...

DEVLETİN KORUNMASI İÇİN TEK DOĞRU BUDUR.

Kanun, kural, kaide, ilke, prensip ne derseniz deyiniz, bunların bizde pek kıymeti yok.

Bunlar gariban, güçsüz, kimsesiz kimseler için geliştirilmiş ve ancak gerektiği zaman kullanılmak üzere (her an değil) yürürlüğe konmuş yazılı metinlerdir.

Bizde:

Güçlü olan kural koyar,
Zayıf olan kurala uyar.

Kuzu kurdun suyunu bulandıramaz.

Bu ilkellikten başka birşey değildir ve her ilkel toplumda bu böyledir.

Cumhuriyetin ilanının 81. yılını kutlarken, ilan etmeyi bir türlü başaramadığımız "Ciddiyet" in ilan edilmesini ve o gün bayram yapılmasını öneriyorum.

Bir hukukçunun yegane "amacı" veya "hedefi" adaleti sağlamak mı olmalıdır?

Hakime tavsiye ve telkinde bulunulamadığına göre, hakim, vicdanı ile (varsayıma göre) başbaşadır.

Örneğin, "birey" karşısında "Devleti" korumak gibi bir hedef hakime yakışır mı veya böyle bir tutum hoş görülmeli midir?

Mesela, varsayalım ki, tam demokratik bir seçim sonucunda (barajın %5'in de altına düşürüldüğü bir seçimde) bir parti halkın geçerli oylarının yüzde 75'i gibi bir oranla iktidara gelse ve Anayasa'yı değiştirerek (örneğin, Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerini bile referanduma götürse, Atatürk ilkelerine sadakate son verse) komünist, faşist, dindar veya dinsiz bir rejim kurmaya yeltense, hukukçular, savcılar ve hakimler "Devletin ve mevcut rejimin korunmasını" esas kabul ederek hareket etmeli midirler?

Cüppelerini giyip Anıtkabir'e doğru yürümeli midirler?

Devletin yapısının ve rejimin değiştirilmesine müsaade etmeli midirler?

ve "TÜRK MİLLETİ ADINA..."
Old 13-12-2007, 16:42   #34
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

" Evet, yargıçların görevi, hukuka göre karar vermektir. Ülke koşulları ve yararları gibi safsatalara göre karar vermek değildir; yargıçların görevi hukuku kurtarmaktır, ülkeyi ve ulusu kurtarmak değildir. Eğer yargıçlar ülkeyi kurtarmaya özenirlerse hüküm kurmuş olmazlar, hükümet etmiş olurlar. O zaman rejimin adı demokrasi olmaz;-Yargıçlar hükümeti:dikastokrasi- olur. Yargıçlar da, ne hukuku ne de ülkeyi kurtarmış olurlar. Ama büyük olasılıkla ülkeyi batırırlar." (Beccaria'nın İnsanlığa Bildirisi, s.43, Sami Selçuk)

Saygılarımla
Old 13-12-2007, 21:14   #35
fikirbay

 
Varsayılan

Yaptığım küçük test hakkında size yazdıktan sonra siteye tekrar baktığımda yazımı sitede görünce "küçük test"i yorumlarken yanıldığımı anlayarak sevindim. Teşekkürler ve şikayetler bölümüne yazamadığım için seçeneği kullandım. Teşekkürler.


Alıntı:
Yazan Av.Şehper Ferda DEMİREL
Sayın Fikirbay,

Herkesin gerek "Adalet" ve gerek "Gerçek" tanımı farklıdır.

Size göre hayatın gerçeği odur, yine size göre siyaset ve hukuk mütemmim cüzdür, olabilir, bu size göre böyledir, başkasına göre böyle değildir.

Veya belki başkasına göre de öyledir de, kabul etmek istemez. Sükut ikrardan gelir sözü, halk arasında alışılagelmiş ve kabul görmüş tanımının aksine, "HUKUKTA" ikrardan değil, "İNKARDAN" gelir.

Kişisel olarak bu tür sessizlikleri/inkarları anlamlı bulurum. Zira içli dışlı olmayı da reddeder, çünkü içli dışlılığın her türlüsü, bir tür kabullenmeyi, tanımayı da bünyesinde barındırır.

Kişisel görüşümün bir önemi yok, ancak bünyesinde bulunduğumuz THS nin bir ilkesi/kuralı var, o da şu ki, Hukuk her türlü değerin üzerindedir. Mevcudun eleştirisini hukuk düzleminde yapar, yaptırımını da, olması gerekeni de, hukuk düzeninde ararız. Yanıtları siyasette aramak veya hukukla siyasetin kardeşliğini kabule boyun eğmek, THS nin mizacına taban tabana zıttır.

Siyaset ve hukukun ayrılmaz bir ikili olduğunu dile getirenler için bu bakış açısı, soyut, ütopik, gerçek dışı ve anlamsız görünebilir.

Ama şu da bir gerçek ki, bu ikilinin ayrılmaz bütünlüğünü kabul ettiğimiz noktada, bugünün siyasi söylemi bugünün hukukuna, yarının siyasi söylemi yarının hukukuna talip olur.

Bu red ve amacı ütopikse, adaletin de bir idea olduğunu, hukukun da adalet yolunda bir aracı olduğunu anımsamakta ve anımsatmakta, fayda olduğu inancındayım.

Saygılarımla...
Old 15-12-2007, 00:35   #36
Gemici

 
Varsayılan Hukuk Devleti

Bölüm I
„Hukuk Devleti“ kavramı yeniçağda ortaya çıkmıştır. 18.ci yüzyıl sonu ile 19.cu yüzyıl başında burjuva sınıfının mutlakıyetçi devlet tipine başkaldırısının bir ürünüdür. Temelinde vatandaşlara özgürlük ve devlet gücünün sınırlandırılması yatar.
Hukuk Devleti’nin, ifadesini anayasalarda bulan özelliği devletin vatandaşların özgürlüklerini, hukuki güvencelerini garanti altına almasında ve onları koruması altına almasındadır. Bunu gerçekleştirmesinin temel koşullarından birisi kuvvetler ayrılığıdır. Devletin hiçbir kuvveti anayasal düzenin dışında bir yetkiye sahip değildir.
Devlet anayasal düzeni ile vatandaşlarına, özgürlük, eşitlik ve adalet garantisi verir.
Yargı kuvveti/organı yargılama görevini yerine getirirken anayasaya, yasalara ve hukuka bağlı olarak çalışır. Herhangi bir yasanın anayasaya aykırılığı konusunda tereddüde düşerse anayasa mahkemesini devreye sokar.

Anayasa
MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

MADDE 138. – Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.

Bölüm II
“Ben devletçi hukukçuyum.”
“Önce devlet gelir.”
“Bir kere biz devletçi bir ekolden geliyoruz.”
“Her zaman devlet ön plana çıkıyor gibi geliyor.”
“Devlet olmazsa hukuk olmaz, biz de olmayız.”
“Yani mutlaka tabi hepimiz devletimizi seviyoruz, devletimizin güvenligi konusunda
azami özeni, dikkati göstermek durumundayız.”
“Diyelim devleti korumaya çalısırken adil olmayabilirsin, adaletten sapabilirsin. Veya
adaleti yerine getiriyorum diye devlete zarar verebilirsiniz veya devleti koruyorum diye
adalete zarar verebilirsiniz. Mümkündür.”
“Simdi devlet olmazsa demokrasi olmaz. Tabii, Cumhuriyet Savcısıyım, yani bu nasıl,
Cumhuriyeti denetlersiniz devleti korumak geregi … Bu gibi durumlarda devlet mi
öncelikli demokrasi mi önemli, yani çok fazla karsılastıgımız bir durum olmadı simdiye
kadar. Ancak tabii ben Cumhuriyet Savcısı olarak devleti ve rejimi korumam gerek.
Ben rejimin savcısıyım. Buna karsı olan bir seyde ben demokrasiyi, demokrasi dediniz,
göz ardı ederim. Yani siz benim devletime, milletime saldırırsanız, bu olmaz.”
“Benim ülkem söz konusu oldugunda hukuk mukuk dinlemem.”
“Devletim olmadıktan sonra benim bireysel özgürlügüm hiçbir ise yaramaz.”
“Yargılama faaliyetinin amacı, olmazsa olmazı nedir”, “hukuk öncelikli olarak hangi
degeri korumalıdır” gibi sorulara aldıgımız yanıtlardan biri ise su sekildeydi : “7nsan
hakları biraz abartılıyor”

Bu yaygın kanının dısında kalan ve görüsmeciler arasında azınlıgı olusturan hâkim ve
savcıların yaklasımları da su ifadelerde dile geldi:
“Devlet kutsal kabul edilmemeli.”
“Devletin nesini koruyacaksınız? Devletin önce yurttasını koruyacaksınız.”
“7nsana gereken degerin verilmesi, hakkının korunması, devlet tarafından korunması,
insanımızın hakkını korumadıgımız sürece devlet olmaz ki devletin hakkını koruyalım.”
“Devlet adına demokrasinin çignenmesine karsıyım.”
Bir görüsmeci, hâkim ve savcılar arasındaki yaygın kanıyı su sözlerle elestirdi:
“Seyh Edibali, hatırlarsınız onu, Bala Hatun’un babası. Bir sürü tavsiyelerde bulunmus
Osman’a ve en güzel tavsiyesi de insanı yasat ki devlet yasasın. Çok önemli yani.
Daha insan hakları Avrupa’da yok. Avrupa karanlık çagını yasıyor ki insana verdigimiz
deger buydu; ama sonradan ne hikmetse insan hakları dedigimiz zaman bazı insanlar
bundan çok rahatsız oluyorlar. Bence devletin en önemli görevi, ki savcının da en
önemli görevi, insanın hakkını korumak.”
Kaynak:
http://www.tesev.org.tr/etkinlik/alg...kasim_2007.pdf

Arslan, ''Hakimliğin temel ögesi tarafsız olmaktır. Ancak bazı kararlarınızda Türkiye Cumhuriyeti'nin korunması ve yaşatılmasında taraf olacaksınız. Buradaysak bu Cumhuriyetin kazanımları sayesindedir. Cumhuriyetin insan onur ve haysiyetine en uygun rejim olduğunu bilmelisiniz, bilmek zorundasınız. Demokratik, laik, hukuk devletine sahip çıkmada tarafsınız, ay yıldızlı bayrağa sahip çıkmada, o bayrağı daha yükseklere çıkarmada taraf olacaksınız. Buralarda tarafsız olma lüksünüz yok'' dedi. Yargıtay Başkanı Sayın Osman Arslan: Türkiye Adalet Akademisi'nin bu yılki açılış konuşmasından


Bölüm III
Bölüm I ile Bölüm II nin karşılaştırılmasını herkesin kendi hukuk anlayışına bırakıyorum.

Saygılarımla
Old 05-01-2008, 16:02   #37
fikirbay

 
Varsayılan adalet neden mülkün temelidir?

Her ülkede, elbette, her türlü haksızlık veya kötülük vardır. Ama haksızlığa veya kötülüğe uğrayanlar, şöyle düşünürler; ''Haksızlığa/kötülüğe uğradım ama, benim bir Devletim ve Devletimin bir ADALET/HUKUK ÖRGÜTÜ var ve bu sayede hakkımı mutlaka alırım veya bana kötülük edenlere bunun hesabını sorarım.''

Haksızlığa/kötülüğe uğrayanlar, sırf bu sebeple, yani biz bu Devletin çatısı altında haksızlığa/kötülüğe uğruyoruz diyerek, kendi Devletlerinden soğumazlar veya kendi Devletlerine karşı güven duygusunu yitirmezler. Çünkü, son bir umut vardır ve Devletin ADALET/HUKUK ÖRGÜTÜ sayesinde haklara kavuşma imkanı/ihtimali mevcuttur.

Amaaa, bizzat kendi Devletinin ADALET/HUKUK ÖRGÜTÜ'nün haksızlığına uğrayanlar veya ADALET ÖRGÜTÜ tarafından da ayırımcılık yapıldığının ve çifte standart kullanıldığının farkına varanlar, kendi Devletinden soğurlar ve kanımca; vatandaşların, kendi Devletlerine karşı güven duygusunu yitirmelerinin müsebbibi, o ülkede o vatandaşlara haksızlık/kötülük yapanlar değil, o vatandaşların son ümitlerinin de sönmesine, son kertede de haksızlık ve ayırımcılık yaparak yol açabilen ''hukukçu''dur.

Çünkü, haksızlığa/kötülüğe uğrarsanız koşacağınız/başvuracağınız son bir merci vardır.

Ama, ''hukuksuzluğa'' uğrarsanız ve bizzat Devletin hukukçuları da haksızlık/kötülük üretmeye başlamışlarsa, artık, o ülkede, gideceğiniz bir yer de yoktur, sıfırı da tüketmişsinizdir ve bu duygu/düşünceler, Devletinizden soğumanıza ve son ümidi de yitirmenize ve çaresizliğe sürüklenmenize sebep olduğu için, bir daha onarılamaz şekilde hınçlanmanıza ve hatta Devlet mekanizmasına karşı ''düşmanlık'' duygularına kapılmanıza ve husumet beslemenize yol açabilir ve bu durumun ''hukukçulardan'' başka bir sorumlusu da yoktur.

Kimse, haksızlığa/kötülüğe uğradığı için, Devletinden soğumaz veya Devletine güvenini yitirmez, ama ADALETSİZLİĞE / HUKUKSUZLUĞA uğrayınca iş değişmektedir.

AMAN ''DEVLETE VE DEVLET KURUMLARINA ZARAR GELMESİN'' GEREKÇESİ VEYA ''DEVLETİ KORUMA'' REFLEKSİ İLE HUKUKSUZLUĞA BİLEREK GÖZ YUMULUR VEYA SES ÇIKARILMAZSA, DEVLET, İŞTE, ASIL O ZAMAN, KORUNMASIZ KALIR.

ÇÜNKÜ, HUKUK DEVLETİN TA KENDİSİDİR.

HUKUKÇU, BEYNİNDEKİ ''DEVLETİ KORUMA İÇGÜDÜSÜ''NÜ ÖLDÜREREK, SADECE ''GERÇEK'' VE ''DOĞRU''YA İMAN ETMELİDİR. HUKUKÇU, GERÇEĞİ VE DOĞRUYU KORUYABİLDİĞİ ÖLÇÜDE, DEVLETİ KORUYABİLİR.

DEVLETİ KORUMA ADINA ASKERLERİN DEMOKRASİYİ YOK ETMESİ NE KADAR ZARARLI İSE, DEVLETİ KORUMA ADINA ADALETİ KATLETMEK DE AYNI ORANDA ZARARLI VE HATTA DAHA DA KÖTÜDÜR.

ÇÜNKÜ, ADALET MEKANİZMASININ ONARILMASI, DEMOKRASİNİN ONARILMASINDAN ÇOK DAHA ZORDUR.

HUKUK, GERÇEĞİN VE DOĞRUNUN KAZANMASI DEMEKTİR. GERÇEĞİ VE DOĞRUYU BİR KENARA BIRAKALIM VE NE PAHASINA OLURSA OLSUN, BİZ, DEVLETİ VE KURUMLARINI KORUYALIM DİYEN HUKUKÇULAR DEVLETİN İÇTEN ÇÜRÜMESİNE VE SON KERTEDE YIKILMASINA YOL AÇARLAR Kİ, BU NE TRAJİK BİR PARADOKSTUR.

HUKUKTAN TAVİZ VEREREK DEVLETİ KORUMAYA KALKIŞMAK, DEVLET MEKANİZMASINI ''TAM KALBİNDEN'' ÇÜRÜTEN BİR PARADOKS, İYİ NİYETLİ BİR DÜŞÜNCE YANILSAMASIDIR.

Tam da bu yüzden ''ADALET MÜLKÜN TEMELİ'' olsa gerektir.

Saygılar.
Old 16-02-2008, 13:29   #38
Av.Ömer KAVİLİ

 
Varsayılan "Apoletli Adalet"

Alıntı:
Yazan SNOW
Çok soyut, delilsiz ve ayağı yere basmayan bir tartışma.

Hakimlerin davaları çözerken hukuk kurallarını uygulamayıp da devleti korumaya yönelik kararlar verdiğini iddia eden katılımcılar. Bu konuyla ilgili bizlere yargıtay aşamasından da geçip kesileşmiş karar örnekleri gösterseler de kararlar üzerine konuşsak. acaba hukuka aykırı olarak devlet mi korunmuş???

Kriter yazan katılımcılarımız da hangi örnek uygulamalarla bu kriterlere ülkemizde uyulmadığına örnek verseler keşke tabi delil göstererek.

Bilgi edinmek isteyenlere:

http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=4445

http://www.bianet.org/bianet/kategor...poletli-adalet
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Şiir Nedir Ne Değildir... akdevrim Site Lokali 632 17-08-2021 12:51
tüketici korumak tahsindemirtas Meslektaşların Soruları 1 30-11-2007 22:30
Markada uzun süreli kullanım önceliği sözkonusumudur? ruze Meslektaşların Soruları 2 29-10-2006 19:35
Adalet'in önceliği borç ödemek ahmetsacit Hukuk Haberleri 0 23-10-2006 11:26
İlke, Kadını Birey Olarak Korumak...Prof. Dr. Feride Acar Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 22-11-2003 09:31


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07370806 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.