Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Yazdıklarımız - Yazdıklarınız. Üyelerimizin yazdığı ve bizlerle paylaştığı şiir, öykü, deneme ve diğer yazınsal türler.

İnsanlık Hallerİ

Yanıt
Old 29-05-2017, 16:02   #61
ersintoker

 
Varsayılan Renkler, sesler, kokular

Aslında belleğim geçmişi hatırlamak için değil, şimdi ve gelecekte ne yapacağıma karar verebilmem ve harekete geçebilmem için var! Ya olmasaydı? Sabah uyandığımda kim olduğuma ve nerede nasıl kimlerle yaşadığıma dair hiçbir fikrim olamayacaktı. Renkler, sesler, kokular, tatlar, kuşlar, böcekler, ağaçlar ve deniz, yabancı bir ormandan çıkıp gelmişim gibi şaşıracaklardı bana.

Sabah uyandığımda kim olduğuma dair bir fikrim de olmayacaktı, ben olmayacaktım. İşte her sabah Günaydın Hayat demem bu yüzden, kendimi hatırladığım için…
Old 22-08-2017, 16:47   #62
ersintoker

 
Varsayılan Ağustos

Ağustos deyince aklıma
düşünmek gelir
yaz sıcağında bir ağacın gölgesinde
Uzanıp sereserpe ama deniz kıyısında değil
çünkü aklı karışır orada
dalgalar kışkırtır
kendini kendinden çıkarır insanın
ağustos deyince koyu bir sıcak gelir aklıma
kıpırtısız
Asfaltlar nehre yansır
elektronlar uçuşur havada
ve sesler gelir ağaçların gövdelerinden
kanat kanata sevişmelerden
ateşler yanacak sanır susar sadece dinlerim
ağustos deyince yağmurlar gelir aklıma
sağanaklar ansızın gökgürültüsü ve şimşeklerle akar gider
üstümden
sonra unutmak ya da unutmamak arasında ıslanırım
şemsiyesiz ve çıplak olduğumu hatırlarım
bir rapsodi gelir aklıma
ağustos deyince işte
Old 25-10-2017, 12:42   #63
ersintoker

 
Varsayılan Elmanın yarısı kaldı

Bu hikâyeyi sonraları hatırladım, dalları yere sarkmış ağacın elmalarını toplarken,,, gün yeni doğmuştu, yerlerde, ağacın yapraklarında ve elmaların üzerinde çiyin ıslaklığı vardı, bir tarafı kızarmış elmalardan birini ısırdım, ona uzattım, ince uzun parmaklı eline çok yakışmıştı, ısırdı ama geri vermedi, sabahın buğusu üzerine taze elma kokusu yayıldı,,, demek gidiyorsun dedi durup dururken, nerden çıkardın bunu diye sordum, ben anlarım dedi, gideceksin,,, daha önce değil o anda ben de düşünmeye başladım, içimdeki kıpırtısızlığı dalgalandırmak isteğim demek benden çıkmış ona da kendini hissettirmişti, belki de o beni benden daha iyi tanıyordu, daldın dedi,,,

o sırada bahçenin çıngıraklı kapısı açıldı sütçü kadın elinde bir şişe sütle ceviz ağacının altından eğilip geçti az sonra yanımızdaydı, bez torbasından ekmek çıkardı, mısır mı dedim, kuzineden yeni çıkardım dedi, bırakıp gitti, elmanın yarısı ısırık kaldı, bir örtü serip otların üzerine oturduk, ekmek sıcaktı, süt ılıktı,,, bilmiyorum dedim, peki dedi, sustuk kaldık, böyle sessizlik anlarında denize uzaktan bakan tepedeki rüzgâr türbinlerinin sesi ürkütücü geliyordu insana, sarıl bana dedi, sarıldım, iki nehrin suları birbirine karışmış gibi oldu, hayat yine de ikisinin arasında akıp gidiyordu, dudaklarını kulağıma dayayıp, gidebilirsin dedi.

Rüzgâr şiddetini artırdı, denizin dalgaları kabardı kıyıya taştı, deniz ambulansı yanardönerli ışığıyla karşıdaki adanın ucundan döndü,,, bak dedi, parmağının ucuyla gösterdiği ıslak kumsalda yalnız bir leylek usul usul bize doğru geliyordu, kanadının biri hafifçe sarkmıştı, biraz uzağımızda durup bize baktı, göç etmediler mi bunlar diye sordu, çoktan dedim,,, gitti elinde ince bir battaniye ile geldi, leyleğe doğru yürüdük, bizi bekliyordu, battaniyeye sarıp kucağıma aldım, eve getirdik, soba yanıyordu, ısındık hep birlikte, dışarıda hava yağmura dönmüştü, hayat yanıbaşımızdaydı.
Old 05-12-2017, 16:18   #64
ersintoker

 
Varsayılan Kolay değil

istiyordu
kötü huylarından
ve zaaflarından
kıskançlıklarından
asık bir yüzle ortalıkta dolaşmaktan
herkese bir kusur bulmaktan
niyetini sorgulamaktan hemen karşısındakinin
gizli gizli kimselere hissettirmeden içinde büyüttüğü
küçük iktidarlardan
küçük görmelerden
doğrusunu söyleyip yanlışını yapmalardan
kurtulmak
istiyordu
ıssız kendiliklerinde değil
kalabalık bir meydanda olmalıydı
hani kaykay yapan çocukların akşama bıraktıkları
ve bir sabah kararlı adımlarla yürüyüp geldi
meydanın kürsüsünde
bir ayin gibi
bir bir çıkaracaktı üstündekileri
canı yanarak
doğum sancısında kıvranarak
kulaklarında uğuldayan
alkışlarla…
ama
son anda vazgeçti
hele dedi bugün de geçsin
bir daha düşüneyim
yarın sabah yine gelirim
belki…
Old 22-12-2017, 14:58   #65
ersintoker

 
Varsayılan Ah albayım ah!

Ah albayım,,, hele ben hele ben albayım, nasıl üşüyorum bir bilseniz,,, kadınlar daha mı çok mu üşüyor ne,,, dondum dün gece,,, tabii tabii sizi de tahmin edebiliyorum albayım,,, hem biliyor musunuz ben sıcağı çok severim albayım, sizi çok iyi anlıyorum o yüzden,,, geçen hafta iyiydi havalar birden soğudu,,, tamam albayım ben yoldayım şimdi, minibüste yani,,, yok, bir işim vardı da karşıya geçmiştim, ordan,,, ama biraz zaman alır, tamam anladım, ben şimdi arıyorum Cüneyt’i,,, Cüneyt kim mi albayım, apartmanın kalorifercisi,,, siz yöneticiyken de o vardı tanırsınız mutlaka,,, tamam ben size döneceğim albayım,,, ha evet geçen hafta Kıbrıs’taydım albayım,,, nasıl çıkartma mı? Anlayamadım albayım,,, ha şimdi oldu, Kıbrıs harekâtında,,, işte arada bir oraya kaçıyorum albayım, dedim ya sıcağı seviyorum,,, nasılsa yalnızım ya, akşam karar verip sabah uçuyorum,,, hem ada havası falan bir başka oluyor,,, yalnızlığa da iyi geliyor,,, efendim? Ha bilmem ki, ne desem şimdi,,, hiç beklemiyordum da şaşırdım birden,,, nasıl olur ki,,, ha ha ha, beni çok güldürdünüz albayım,,, neyse Cafer’i arıyorum ben şimdi hemen,,, hay allah Cafer de nerden çıktı,,, Cüneyt’i, Cüneyt’i,,, tamam albayım ben döneceğim size,,, hayır Kıbrıs’tan değil albayım,,, telefonla haber vereceğim dedim, hemen, birazdan,,, Tehlikeli Oyunlar’dan bir pasaj gibi oldu ya albayım,,, Oğuz Atay,,, albay değil albayım,,, Atay, Atay,,, neyse arayacağım ben sizi…
Old 03-01-2018, 14:17   #66
ersintoker

 
Varsayılan 7'yi 8 yaparken

Belki akşama doğru,,, ya da daha geç,,, ne bileyim sabaha doğru da olur,,, herkese uymaz tabii bu,,, belki de bir yerlerde oturup,,, birkaç kadeh bir şey içmek iyi gelir o zaman,,, kafaları açmak için önce bulmak gerekiyor onu çünkü,,, bazen…

Sabaha karşı,,, günün en soğuk anı,,, gecenin en koyu karanlığı… işte hayatı yeniden keşfetmenin ve dayanılmaz bir sancıyla yeniden doğurmanın zamanı…

Ey hayat!,,, Teslim olma,,, arsız ve zamansız hücre saldırılarına karşı yükselt direniş bayrağını,,, elegeçirilmeye hedef bedenleri silkele,,, toprağa sağlam bastır ayaklarını,,, zihinlerinde yeni tomurcuklar yeşert,,, eğilmelere fırsat verme, iradenin çelik korsesiyle sarıp sarmaladığın başlarını gökyüzüne doğrult ki mavilikten süzülüp gelen güneşin ışıklarıyla beslensinler,,, çünkü,,, ateşçiçeklerine boyanmanın zamanıdır şimdi…

Ey hayat!,,, Bak! Dışarıda yağmur başladı,,, karayel pusuda, Kafdağının ardında pusuya yatmış, karlarla uçup gelecek yine,,, sessiz çayırlar nasıl da şenlenecek o zaman,,, sardunyalar dans edecek komşu petunyalarla,,, o çıplakayaklı çocuklar bile sevinip çığlıklarla koşacak terk edilmiş sokaklarda, yüreklerinde muzip gülümsemeler…

Ey hayat!,,, yeni bir yılla birlikte uzat elini,,, daha seni görmemişlere,,, tanımamışlara,,, ilk ve saf ve tertemiz ve aşkile öpülmemiş dudaklarından henüz onların,,, ve asıl alacaklı onlardır ki senden,,, sen de unutma, utanma!

Ey hayat, ellerimizle yeniden yaratacağız seni, bekle bizi!
Old 02-03-2018, 15:12   #67
ersintoker

 
Varsayılan Mimozalar açtı

mimozalar açtı, çağırsana beni, adalardan birinde buluşalım, sen iskelede bekle, beyaz saçlarından tanıyım seni uzaktan, uzun ve rüzgârlı, beni gör, fark et ama el falan sallama sakın, öylece dur, gözlerini kapa ve bekle, faytonu falan boşver yürüyelim sahil yolundan, deniz konuşsun bizimle, üç kedi yanımızdan yürüsün, banklardan birinde öpüşen sevgililer utandırsın bizi, ellerimiz terlesin, hani bahçeleri çiçekli küçük baraka evlerinin önündeki yokuş var ya, işte tam orada sarıl bana, adı aşıklar yokuşu muydu, denize açılan ama paslı demirleriyle hep kapalı duran mezarlık kapısının önüne kıvrılıp yatmış ihtiyar köpek başını kaldırıp baksın sadece, karşı adadan kırlangıçlar göçsün birden çığlık çığlığa, daha biz görmeden dalları kırılmış bir mimoza ağacı hıçkırsın yukarılarda bir yerde, biz üşüyelim oracıkta ve içimizdeki insanlarla birlikte ağlayalım, kutup yıldızı doğmadan önce.
Old 21-03-2018, 14:52   #68
ersintoker

 
Varsayılan Seçmek ya da...

Seçmek ya da vazgeçmek,,, kendini denge durumundan çıkarmak, elini- gönlünü- aklını- fikrini, her neyse seçtiğine vermek,,, ve vazgeçtiğini geçmiş zamana terkeylemek,,,bir durumdan bir başkasına geçmek ki,,, gözünü arkana döndürdüğün, aklında bir çelme izinin kaldığını hissettiğin anlar da olur tabii,,, ama fazla sürmez, hayat bunun için sana uzun molalar tanımaz artık,,, seçtiğini sırtına alıp yürümekten başka bir şey gelmez elinden.

Seçtiğin her neyse yeni bir kabuk bağlar,,, inceden örülmüştür önce, sonra sarıp sarmaladıkça, dönüştüğü kozanın varlığını daha çok hissedersin,,, üzerine iliştirilmiş bir başkasını çağrıştırsa da bunun, kendinle özdeşleşmeye çalışan yeni bir sen olduğunu fark etmeye başlarsın yavaş yavaş,,, zamanla sindirebilirsen bu durumu, içselleştirirsen, huzura kavuşursun,,, gözlerin yeni bir hayal perdesi üzerinden okumaya başlar hayatı,,, yoksa, huzursuzluğun çarkında çırpınıp durmak vardır,,, ki bu yeni bir seçime doğru yola çıkmanın sancısıdır, vazgeçmeye hazırsan eğer…
Old 02-04-2018, 09:14   #69
ersintoker

 
Varsayılan Ülkü Tamer güle güle!

Onun kayıp gittiğini haber aldığımda son zamanlarda kulaklarını fazlaca çınlattığımı hatırladım, hiç karşı karşıya gelmedik, tanışmadık ama her zaman bu gerekmiyor ki… Çağdaş Latin Amerika Şiir Antolojisi ile selamlamıştım ilk kez onu, sonra Alleben Deresi Öyküleri geldi… Yıllar önce Antep’e giderken kılavuzum olsun diye yanıma almış, kitaptaki öykülerin izini sürmeye çalışmıştım…

Alleben deresi , incecik narin bir dere, Antep’i ortasından kesip giden, ben gördüğümde yatağını betonlamışlar, etrafını şehir parkı yapmışlardı. Kale surlarının altında rastladığım antepfıstığı satıcısı güzel çingene kadını kitapta yerini almadıysa da onun kahramanlarından biriydi… Karagöz caddesinde eski pavyonları aradım, önünde kıravat satan adamı bir türlü göremedim ama hayal ettim, yeraltındaki Amerikan pazarında kaçak sigara satılmıyordu artık gerek kalmamıştı çünkü… çarşı içinde yüksek tavanlı Tahmis kahvesinde oturup onunla bir bardak çay içmeyi ne kadar çok isterdim ya da kalenin karşısındaki Kürt mahallesinde dolaşıp antepfıstığı çıtlatan kadınların avlularına kaçamak gözler atarak dolaşmayı…

En son düşlerle ilgili kendime sırdaş etmiştim onu, şimdilik bana kalsın.

Şair, şiir emekçisi, güzellikler dokuyan Ülkü Tamer güle güle!
Old 28-05-2018, 16:43   #70
ersintoker

 
Varsayılan Son nokta kendini koymuş

Uyuyunca geçer derdi annem karnım falan ağrıyınca, hakikaten geçerdi, sabah uyandığımda ağrıdan eser kalmazdı, çocuktum o zaman. Artık uyuyunca geçmiyor ağrılar, yazarsan geçer diyor bu kez içindeki bilge, oturup yazmaya başlıyorum, tabii öyle kolay değil yani yatıp uyumak gibi, o karın ağrıları gösteriyor kendini, yaz sil yaz sil, olmadı kalk boş ve beyaz ekranın karşısından, o öylece arkandan baksın kalsın, odada volta at, git mutfağa sigara yak, yarıda söndür bırak, gel masaya otur, aklına ilk gelenleri yaz, kasma kendini, bak fena olmadı, böyle devam edebilirsin, başlamak önemli çünkü, köylüler yol seni çeker götürür demişlerdi, şimdi de yazı seni çekip götürsün, dizini dalayan çalılıkların arasındaki patikadan yürü, sonra birden dur, patika ikiye ayrılıyor çünkü, ne taraf gitmeli, kaldır başını güneşe bak, ağaçlara bak, havayı kokla, denizin kokusunu aldığın yöne ilerle, günler geçsin, geceler geçsin, bir sabaha karşı kırlangıçlar uçsun başından, takıl onların peşine, yorulunca bir kayanın başına otur dinlen, kekik kokularını çek içine, derken bulutlar koşup gelsin, yağmur bastırsın aniden, ne şemsiyen var yanında ne yağmurluğun, ıslan, sırılsıklam ol, sonra birden güneş çıksın, çalılıklarda sarı çiçekler açsın, sonra maviler, morlar, uzakta bir meşe ağacı görünsün, hafifçe yüksek bir yerde, her şey yolunda demek, altına geldiğinde denizi göreceksin sakın şaşırma, şaşırmam, biliyordum orada olacağını çünkü, patika bitiyor, deniz başlıyor, seni çağırıyor, kucaklaşıyorsun onunla, son nokta kendini koymuş, sözcüklerin, arabaşlıkların, bölüm başlıklarının bittiği yere, “seni tanıdım, mutlu oldum,” son cümlen olmuş.
Old 11-07-2018, 09:13   #71
ersintoker

 
Varsayılan Ahlat Ağacı

Komşu bahçelerde bizi çağıran, güzelim tozpembe şeftalilere, alyanaklı elmalara, karagözlü üzümlere, sararmış sulu armutlara randevuyu geceye verir, gündüzün aydınlığında dereboyunda çıktığımız yolculukların mola yerindeki ahlat ağacında gönlümüzü avuturduk. Ahlat, armut kurusu gibi bir şeydi, kumluydu, tadı kekremsiydi, insanın ağzını buruş buruş ederdi, yani henüz evcilleşmemiş yabaninin tekiydi ama olsun, bizi eğlerdi işte.

Ahlatı şehirliler bilmezdi ama biz şehrin kıyısında yaşayanlar bilirdik, köy değil, kasaba değil, şehrin bir kıyıcık mahallesinin çocuklarıydık, şehir çok uzakta değildi, köyler de öyle… Köyler hayatı tanımanın zenginliği içindeydi ama yüzümüz şehre dönüktü, zaten bir ayağımız hep oradaydı.

Kasabalılığın iki arada bir derede hayatlar demek olduğunu sonraları öğrendik. Kasabadan çıkıp şehri yaşayanlar geri döndüklerinde sığamazlardı kasabalarına, akılları fikirleri şehrin kalabalıklarında, orada varolmanın insanın önüne koyduğu olanakların cazibesinde kalırdı. İlk gözağrısı kasabaları giderek küçülür, içinde çırpınamadan bile kaldıkları bir kafes olup çıkardı. Bu kafesten kurtulmaya çalışanlar kendilerince yollar arar, başka hayatların ufuklarına gözlerini dikerdi. Bunu başaranlar olurdu elbet, diğerlerinin payına ise içinde bulundukları hayata teslim olmak ya da oradan yeni ve bambaşka bir hayat çıkarabilmenin umudunu yaratmak düşerdi. Yıllarca susuz kalmış kuyuyu suyla buluşturmak için yeniden kolları sıvamak ama önce bir kitap yazıp adını “Ahlat Ağacı” koymak gerekebilirdi.
Old 03-10-2018, 15:03   #72
ersintoker

 
Varsayılan Transit

Bilmiyordum. Yıllar önce bir dergi için Kaş yazısı yazmak için oraya gittiğimde ve dur şu Kaş’ı bir başka türlü yazayım da görsünler diye kolları sıvadığımda… “Transit”i bilmiyordum. Anna Seghers’i biliyordum birkaç romanını okumuşluğum vardı ama Transit yoktu içlerinde.

Pek çok kişinin bayıldığı bir tatil beldesi yanını bir kenara bırakarak, geçmişte, özellikle 12 Eylül’ün hemen sonrasında siyasilerin Meis üzerinden Yunanistan’a geçiş noktası özelliğini kaşımak istemiştim Kaş’ın. Yılmaz Güney’in de oradan geçtiğini, hatta otomobilinin uzunca bir süre Kaş Emniyet müdürlüğü bahçesinde kaldığını biliyordum.

Kaş’a ulaşan siyasilerin önemli bir kısmı, Meis’e geçmiş ama bir kısmı da orada kalmayı yeğlemişti. Bu bir kararsızlık hali miydi, yoksa geleceğe dönük düşüncelerini bir süre Kaş’ta kalarak gözden geçirme isteği miydi? Sanırım ikisi birdendi. Yoksa İ. Kaptan’ın dediğine göre; Kekova’ya gider gibi yapıp tekneden denize salınan bir şamrelle bile karşı kıyıya ulaşmak çok kolaydı.

Dün akşam “Transit” filmini izlemek için sinemaya giderken, kafamda bunların hiçbiri yoktu. Sakin ve hiç bitmeyecekmiş hissini veren bir zaman tünelinde akıp giden filmde yaşanan olaylar; sanki sinemanın açıldığı sokakta, onun kendini yokuş aşağı koyverdiği tramvaylı caddede, iskelede, meydanda, denizin karşı kıyısındaki kocaman şehrin herhangi bir yerinde hatta yassı bir yufka gibi açılmış ülkenin hiç gidilmemiş herhangi bir şehrinde ama özelikle sınırboylarında da yaşanıp gidiyordu.

Yönetmen, Fransa’nın Nazi işgali yaşadığı yılları, günümüz mekân ve kostümleriyle anlatırken mültecilerin sınır geçiş sendromlarını zaman yarılmasına uğratmadan gözler önüne sermeyi mi amaçlamıştı?

Terk ediliş haberini eşinin gönderdiği mektuptan öğrenen yazarın, arkasında bir kitap dosyası bırakarak otel odasının banyosunda intihar ettiğini öğrendiğimiz anda, sadece Georg değil, tüm izleyenler olarak Marsilya’ya doğru yola çıkmıştık, Marsilya rıhtımında bakalım bizi hangi gemi bekleyecekti?

Burada filmi anlatacak değilim, zaten buna gücüm de yetmez. Ancak altını çizmek istediğim bir şey var. İntihar eden yazarın kimliğiyle Marsilya’dan gemiyle Amerika’ya ve oradan da Meksika’ya geçmek için vize başvurusunda bulunan Georg’a Amerikan konsolosu, orada ne iş yapacaksın diye sorduğunda, kahramanımız bir dükkan açarak asıl mesleği olan radyo tv tamirciliğini yapacağını söyler. Konsolos, ee yazarlık ne olacak? dediğinde, Georg’un verdiği yanıt, biraz da kendi üstüme alındığım oldukça ağır bir taş gibidir: “Çocukken okul gezilerine giderdik. Bazıları gerçekten güzel olurdu. Her geziden sonra, öğretmenimiz bir kompozisyon yazmamızı isterdi. Tatile çıkardık ve her tatil okuldan istenen bir kompozisyon konusu olurdu. Noel de öyle… Sanki bütün bunları o kompozisyonları yazabilmek için yaşıyorduk. Daha sonra yazdıklarım için de böyle düşünmeye başladım. Artık, kompozisyon yazmak istemiyorum.”

Bu “kompozisyon” meselesine dair şimdilik bir şey söylemeyeceğim. Keşke “İnsanın yaşadığı değildir hayat, aslolan hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır" diyen Marquez hayatta olsaydı da yanıtı o verseydi.

Dün, bugün ve yarını bir arada yaşadığımızı söyleyebilirim ama… “Transit”in sorularından birini şurada bırakarak:
“Giden mi önce unutur, kalan mı?”

Transit
Anna Seghers’in aynı adlı romanından…
Yönetmen: Christian Petzold
Senaryo: Christian Petzold
Oyuncular: Godehard Giese, Franz Rogowski, Paula Beer
Old 05-02-2019, 11:03   #73
ersintoker

 
Varsayılan Bursa'da Zamansız

Bursa’da Zaman derken
Tanpınar’sız
bir otel odasında uyanır öğrenci gençliğim
Tahtalı çarşının ortasında
altında bir kahvehane vardır otelin
adı Derya’dır.
Arka bahçesinde iki ağaç bekler
iki ağacın arasında gerili bir ip durur
üzerinden eksilmeyen çarşaflar
Bulgaristan göçmeni Fatma ablanın çivit beyazında
dalgalanırlar.

Fatma abla güçlü kuvvetlidir
Bilekleri kalın
ama yüreği ipincedir
ne zaman onu görsem aklıma şu türkü gelir
“Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır
Bugün posta günü canım sıkılır”
Fatma ablanın yüreği bu türküyle delinir
çünkü Fatma ablanın garip oğlu memlekette-
dir

Bursa’da zamandaydım Tanpınar’sız
geçen gün
duruyordu yerliyerinde Derya otel
altında kahvehane
üstünde uyuyordu öğrenci gençliğim.
Old 26-04-2019, 14:00   #74
ersintoker

 
Varsayılan Belleklerimizi Alalım Yanımıza Yeter

Keditırnaklarıymış üç saksının ikisinden fışkıran en doğal halleriyle, tabii bunların, ortalıkta dolaşan senin ilk gaflet anında masaya fırlayarak önündeki peyniri kapıveren kedi canlılarıyla ilgileri yok, üstelik neden bu adı almışlar tuhaf geldi bana…

Uzun ahşap masadaki sandalyemi alıp evin arka tarafına dolandım, manzaralı bir terasa dahil ettim kendimi, göz hizamda enteresan bir şekilde lavantalar salınıyor, aralarda aşağıdaki setten boy vermiş ağacın dallarında göz kırpan birkaç çatlak nar… ya aşağıdaki bağ, üzümlerinden sağılmış çırılçıplak dallarıyla birbirine yaslanmış da horona durmuş gibi asmalar… ama sessiz, ama kıpırtısız, yani öyleyken donmuş kalmışlar sanki. Peki, az önce pantolon kotuma damlayan şarabın kırmızıyken mora kesilen damlasını nasıl çıkaracağım şimdi? Boşver diyor altı kişinin beşi, hadi yürüyüşe çıkalım rüzgâra karşı, sözlerimizi burada şu masanın üzerinde bırakalım, boş şarap kadehleri kalsın ama peynir tabağını kaldıralım, kapıları kapatalım ama kilitlemeyelim, belleklerimizi alalım yanımıza yeter, ama burada kimse yolunu yitirmez ki?

Yıllar önce buraya daha iskeleye ayaklarını basar basmaz; İşte bundan sonra yaşayacağımız yer! diyen, diyebilen ve öyle de yapan o dışarlıklı kadın ve adam olacak hali yok hiçbirimizin. Boşver, güneşi giymişiz ya sırtımıza, alıp götüren ıssız yolun yalnızlığında yokuş aşağı bırakalım hayallerimizi, nasılsa deniz uzaktan kuşatmış geçmişimizi, kaleye bile sığınmaya gerek yok, yerlere dökülmüş dost selamlarını toplasak yeter.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05264306 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.