Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

kamu yararı nedeniyle iptal edilen kıyı tapuları

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 06-06-2008, 11:30   #1
figen can

 
Varsayılan kamu yararı nedeniyle iptal edilen kıyı tapuları

Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 23.10.2007 Tarih ve 2007/6214 E.-2007/9985 K.Sayılı Kararında kamu yararı nedeni ile tapu kaydı iptal edilenlerin , tapu kaydının iptalinden dolayı tazminat talebinde bulunabileceklerine ilişkin bir karar vermiş.Kararda tazminatın nedeni yasa dışı bir işlem değil hak dengesinin sağlanması olarak gösterilmiş. Aklıma takılan ise bu tazminat taleplerinde zamanaşımı olup olmadığı ; var ise hangi zamanaşımının uygulanacağı.Yanıt verecek arkadaşlara şimdiden teşekkür ediyorum.
Old 07-06-2008, 10:12   #2
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan BK.nun 125.maddesine göre 10 yıllık genel zamanaşımı süresi uygulanır

Yargıtay 1.HD.si; bu kararı ile konuya yeni bir açılım getirmiştir. Bir yandan eskiden olduğu gibi devletin hüküm tasarrufundaki kamu mallarının kamu yararı adına korunmasını sağlarken diğer yandan yeni bir görüş olarak hak dengesinin sağlanması kuralından giderek mülkiyet hakkı sahibine tazmini nitelikte bir bedelin ödenmesini de öngörmüştür. Kuşkusuz 1.HD.sinin içtihadındaki bu değişime AİHM. sinin mülkiyet hakkını koruyan kararlarındaki görüşler etkili olmuştur. Şimdi benim merak ettim husus diğer Yargıtay dairelerinin yeni kararlarında devletin hüküm ve tasarrufundaki yerler ve ormanlarla ilgili olarak bu yeni görüşlere yer verip vermeyeceği hususudur.

ZAMANAŞIMINA gelince ; 1.HD. sinin bu konudaki kararları çok yeni olduğundan zamanaşımına dair bir içtihadın henüz oluşmadığı kanısındayım. Bu nedenle kişisel görüş olarak şunları söyleyebilirim:
Kararda tazminatın nedeni "yasa dışı bir işlem değil hak dengesinin sağlanması” olarak gösterilmiştir. Ayrıca “ödenecek tazminat tam bir tazminat şeklinde değildir.”
Bu anlatımdan gidersek;
  1. Ortada haksız bir eylem ve işlem olmadığından BK.nun 60 maddesinde öngörülen 1-10 yıllık zamanaşımı süresi bu olaya uygulanamaz.
  2. İşlem ve eylem sebepsiz iktisap olarak ta değerlendirilemeyeceğinden 66 mad. belirtilen 1-10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulama yeri olduğu düşünülemez.
  3. Taraflar arasında maddede belirtilen şekilde bir sözleşme bulunmadığından 126 maddedeki 5 yıllık sürenin uygulanması düşünülemez.
  4. Hak dengesinin sağlanmasından kaynaklanan tazminat davaları için yasalarda özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
  5. Tazminat taşınmazın rayiç bedelini karşılayan tam bir tazminat olmadığından kamulaştırma bedeline benzetilip süreye tabi değildir denilemez.
  6. Bu durumda geriye bir tek çözüm kalıyor. Bana göre o da BK. nun 125 maddesindeki 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanmasıdır.
Diye düşünüyorum
Saygılarımla.

1.HD.sinin ve ilgili AİHM.sinin kararı içi bkn;

http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=22261

Old 09-06-2008, 15:59   #3
figen can

 
Varsayılan

Sn.Yücel Kocabaş ben de sizinle aynı düşüncedeyim.Tabi 10 yıllık zamanaşımı başlangıcının zararın doğumu olan tapu iptal ve tescil kararının kesinleşme tarihi olarak alınacağı kanaatindeyim.Fakat bu durumda , yerleşmiş yargı kararları nedeniyle taleplerinin kabul edilmeyeceği inancıyla 10 yıllık genel zamanaşımı süresi içerisinde dava açmamış olan vatandaşların hak kaybına uğrayacakları da muhakkaktır.Tabi zamanaşımı konusunda henüz Yargıtay'ın örnek bir kararı olmadığından bu durumu zaman gösterecek diye düşünüyorum.
Old 16-06-2008, 20:02   #4
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin; ormanlarla ilgili olup, kadastro ekibinin hatalı işlemleri neticesi 2.el durumundaki malikin uğradığı zararın tazmini hususunda aşağıya eklediğim kararı, karşı oy yazısı ile birlikte değerlendirildiğinde konumuzla paralellikler arzetmektedir.

Bahsi geçen kararda, karşı oy yazısındaki itirazlara rağmen, konu Anayasa m.40/3, 129/5, TMK m.1007, BK.m.55 hükümleri çerçevesinde çözümlenmiştir. Konunun kıyılarla ilgili olarak dahi bu kapsamda çözülmesi mümkündür. Ancak; foruma konu, kıyılarla ilgili içtihatta, TMK m.1007 ve BK.m.55 hükümlerinin ve tam tazminatın yerini, Türk Hukuku açısından yeni bir açılım olan “hukuka aykırı olmayan işlemde hak dengesinin sağlanması” gibi bir kavram ve ne kadar eksik olacağı tam olarak anlaşılamayan eksik bir tazminat ilkesi öngörülmektedir.

Oysa, kıyılarla ilgili içtihadın gönderme yaptığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2.Dairesi'nin 2002/1262 e. sayılı kararına bakıldığında;

Kıyıların devlete ait olduğu ve hiçbir zaman özel mülkiyet konusu edilemeyeceği, başvuranların tapularının iptal edilmesiyle aslında kanuna aykırı bir durumun düzeltildiği ve zaten devlete ait olan mülkün kamulaştırılması mümkün olmadığından başvuranlara tazminat ödenmesinin de sözkonusu olamayacağı savunulmasına rağmen, davaya konu arsanın 1965 yılından davanın açıldığı 2001 yılına kadar başvurucuların adına kayıtlı olduğu, arsanın alındığı tarihte kayıtlarda kişilere mülkiyeti yasaklayan herhangi bir uyarı veya arsanın kıyı şeridi bölgesi içinde yeraldığına dair bir ifadenin bulunmadığı, tapu iptalinin 2001 yılında meydana geldiği, bu nedenle tapunun iptaline ilişkin mahkeme kararının 1 nolu protokolün 1.maddesinin ikinci cümlesi anlamında başvuranları açıkça mülkiyetlerinden yoksun bıraktığı sonucuna varılmaktadır. Böyle bir sonucun Türk Hukukundaki karşılığı, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin ormanlarla ilgili, aşağıya alıntılanan kararında izah edildiği gibi olmalıdır. En azından; 2.el durumundaki maliklerin zararı, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin 2002/3549 e. sayılı içtihadında belirtildiği gibi karşılanmalıdır.

Bu açıklamalardan sonra, konu BK m.55 çerçevesinde çözümlenmiş olsaydı,zamanaşımı süresi de BK hükümlerince tayin edilebilirdi.

Ancak, Yargıtay Dairesi hukuka aykırı olmayan işlemde hak dengesinin sağlanması noktasından hareket ettiğini özellikle vurguladığına göre ve Borçlar Kanununda böylesine bir düzenleme sözkonusu olmadığından, Borçlar Kanununun herhangi bir zamanaşımı hükmünü uygulamanın mümkün olmayacağını düşünüyorum.

Kaldı ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise konuyu “Kamu yararına mülkten yoksun bırakan önlemin tazmini gereği” bağlamında ele almaktadır. Böyle bir gerek, herhangi bir zamanaşımına tabi olmamalıdır.

Saygılarımla.

.................................................. ........

T.C. YARGITAY
1.Hukuk Dairesi

Esas: 2002/3549
Karar: 2002/5807
Karar Tarihi: 07.05.2002

ÖZET: Dava konusu taşınmaz, sanki orman sınırları içerisinde değilmiş gibi, senetsizden kişi adına 1959 yılında tespit edilmiş, sonradan satım suretiyle el değiştirmiş; 1994 tarihinde davalı üzerine kaydedilmiştir.Bu arada hazine tespite ses çıkarmamıştır. 1982 tarihinde taşınmaz 1744 sayılı yasa ile orman dışına çıkarılmış, yine hazine davalının satın almasından sonra şerh koydurmuş; eldeki davayı ise, çıkarmadan itibaren 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra açmıştır.Kadastro ekibinin hatalı işlemleri sonucu davalıların ( karşı davacılar ) bayii adına tespiti ve kesinleştirilmesi, buna bağlı olarak sicil oluşturulması, sicile yerin orman tahdidinde kaldığına ilişkin bir şerhin verilmemesi nedeniyle ve sicile güven ilkesi uyarınca davalıların zarara uğradıkları yadsınamaz ( inkar edilemez ) bir gerçektir. Davalıların, akdine müracaat etme olanağının bulunması, kusursuz sorumluluktan ötürü hazineye karşı dava açmasını engellemez.Bu durumda uğranılan zararın hazine tarafından karşılanması gereği belirtilen ilkelerin bir sonucudur.

(2709 S. K. m. 40/3, 129/5) (4721 S. K. m. 1007) (818 S. K. m. 55)
(YİBK 1957/1E 1957/3K 27/3/1957) (YİBK 1966/7E 1966/7K 22/6/1966)

Dava: Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan tapu iptali, tescil, alacak davasının yapılan yargılamasında, mahkemece asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen karar karşı davacı vekili tarafından duruşma istemli temyiz edilmekle, duruşma günü olarak saptanan 7.5.2002 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vs.vekili avukat Ahmet ile temyiz edilen Hazine vekili avukat Gülderen geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı,bilahare dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Davacı hazine vekili, dava konusu taşınmazın öncesinin orman olduğunu hazine adına orman dışına çıkarılan yerde kaldığı halde tapu maliki adına tescil edildiğini, ormanların özel mülke konu olamayacağını ileri sürerek davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile hazine adına tescilini istemiştir.Davalı-karşı davacılar ise, tapu siciline güvenerek taşınmazın üzerinde şerh olmadan satın aldıklarını tapu iptal edildiği takdirde, zarara uğrayacaklarını ileri sürerek 15.374.000.000 TL. tazminat istemişlerdir.Toplanan delillere ve tüm dosya içeriğine göre, dava konusu taşınmazın 1938 yılında 3116 sayılı yasaya göre yapılan tahditte orman tahdit sınırları içerisinde kaldığı, orman sınırları içinde iken 1959 tarihinde yapılan arazi kadastrosu sonucu tahdit dışında imiş gibi senetsizden davalı ve karşı davacıların bayii üzerine tescil edildiği, 16.2.1977 tarihinde başlayıp 14.9.1982 tarihinde kesinleşen 1744 sayılı yasaya göre yapılan orman sınırları dışına çıkarma işlemi ile dava konusu taşınmazın orman sınırları dışına çıkarıldığı, 11.7.1994 tarihinde davalıların tapu kaydına güvenerek pay satın aldığı daha sonra 9.11.1995 tarihinde tapu kaydına orman şerhi konulduğu sabittir.

Gerçekten, taşınmaz orman sınırları içerisinde iken kadastro tespiti ile kişiler üzerine yapılan tescilin yolsuz olduğu kuşkusuzdur.Ne var ki, davalılar yolsuz oluşan tapu kaydına güvenerek taşınmazın bedelini ödemek suretiyle tapudan pay alan 2.el konumundadırlar. Taşınmazın tapu kaydı üzerinde ormandan çıkarıldığına ilişkin hiçbir şerh bulunmamaktadır.Başka bir anlatımla temlikten önce hazine tarafından tapunun yolsuz olduğundan bahisle açılmış bir dava yoktur.

Öncelikle belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 40 ncı maddesinin 3.fıkrasında "kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre Devletçe tazmin edilir." Hükmü öngörülmüş, 129 ncu maddenin 5 nci fıkrasında "memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği" açıklanmıştır.M.K.nun 1007 nci maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli ise de, eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez.Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur.Anılan ilke 27.3.1957 tarih ve 1/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş, B.K. nun 55 nci maddesindeki sorumluluğun kusura dayanmadığı 22.6.1966 tarih 7/7 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile de tekrarlanmıştır.Adam çalıştıran ( somut olayda devlet ) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur.Çalışanın seçiminde, talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk nedeniyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur.Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi yada yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır.Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir.Dayanaksız yada hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.

Somut olayda, dava konusu taşınmaz, sanki orman sınırları içerisinde değilmiş gibi, senetsizden kişi adına 1959 yılında tespit edilmiş, sonradan satım suretiyle el değiştirmiş; 1994 tarihinde davalı üzerine kaydedilmiştir.Bu arada hazine tespite ses çıkarmamıştır.1982 tarihinde taşınmaz 1744 sayılı yasa ile orman dışına çıkarılmış, yine hazine davalının satın almasından sonra şerh koydurmuş; eldeki davayı ise, çıkarmadan itibaren 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra açmıştır.Kadastro ekibinin hatalı işlemleri sonucu davalıların ( karşı davacılar ) bayii adına tespiti ve kesinleştirilmesi, buna bağlı olarak sicil oluşturulması, sicile yerin orman tahdidinde kaldığına ilişkin bir şerhin verilmemesi nedeniyle ve sicile güven ilkesi uyarınca davalıların zarara uğradıkları yadsınamaz ( inkar edilemez ) bir gerçektir. Davalıların, akdine müracaat etme olanağının bulunması, kusursuz sorumluluktan ötürü hazineye karşı dava açmasını engellemez.Bu durumda uğranılan zararın hazine tarafından karşılanması gereği belirtilen ilkelerin bir sonucudur.

Hal böyle olunca, davalı ve karşı davacının gerçek zararının miktarının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken karşı davanın reddine ilişkin hüküm kurulması doğru değildir.Davalı-karşı davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir.Kabulüyle hükmün yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 4.12.2001 tarihinde yürürlüğe giren Av.ücret tarifesinin 14.maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 250.000.000. TL. duruşma Av.parasının temyiz edilenden alınmasına ve peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 7.5.2002 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Medeni Kanunun önceki 917; yeni 1007.maddesi ile, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan ötürü Devletin doğrudan doğruya sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiştir.Anılan maddeye dayanılarak açılan davalarda zarar sicil tutma kavramına giren bir işlemden veya böyle bir işlemin yerine getirilmemiş olmasından doğabilir.Bu zararı doğuran işlemin veya yerine getirilmemiş olmasının hukuka aykırılığı da gereklidir.

Hemen belirtilmelidir ki, sicil tutulmasıyla ilgisi olmayan yasa yolları gösterilmiş olan ve yasal yollara başvurularak düzeltilmesi olanakları bulunan kadastro çalışma faaliyetleri ile nitelik yitirmeden dolayı orman rejimi dışına çıkarma işlemleri sicil tutma kavramı içersine girmez.

Ancak, kadastro sonucu kesinleşen tutanağın sicile yanlış işlenmesi halinde M.K.nun 1007.maddesi uygulanma olanağı bulur.

Öte yandan, Devlet ( kamu ) malı içinde kalan yer hakkında oluşturulan kadastral kayıt, hukuken geçersiz bir kayıttır.Nitekim, hazinece açılan tapu iptal ve tescil davası kabul edilmiştir.Çekişmeli taşınmazın sonradan nitelik yitirmeden ötürü orman rejimi dışına çıkarılması, gerçek kişiler yararına ayni bir hak doğurmuş değildir.Hazinenin kadastral parsel kaydına satış suretiyle el değiştirmeden sonra şerh koydurması ve kadastro tespitinden uzunca sayılabilecek bir süreyi takiben iptal ve tescil davasını açması, onun ( hazinenin ) tazmini sorumluluğunu ortaya çıkaramaz.Somut olayın oluşumu ve özellikleri nedeniyle, Borçlar Kanunu'nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerinin uygulanabileceği de söylenemez.Taşınmazı satın alan kişi, yalnızca akdine ( bayiine ) karşı dava ve talep hakkını kullanabilir.

Açıkladığım nedenlerden dolayı hükmün Onanması gerektiği kanaatini taşıdığımdan, sayın çoğunluğun bozma kararına katılamıyorum.

Kaynak : Sinerji
Old 18-06-2008, 17:54   #5
figen can

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

Esas : 2003/1-646
Karar : 2003/692
Tarih : 12.11.2003



KARAR METNİ :
Taraflar arasındaki "Tapu iptali, tescil ve tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sarıyer Asliye 2.Hukuk Mahkemesi'nce davanın asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 24.01.2002 tarih ve 2001/57 E- 2002/18 K. s. kararın tetkiki davalılar (karşı davacılar) vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin 07.05.2002 tarih ve 2002/3549-5807 s. ilamiyle; (...Davacı Hazine vekili, dava konusu taşınmazın öncesinin orman olduğunu hazine adına orman dışına çıkarılan yerde kaldığı durumda tapu maliki adına tescil edildiğini, ormanların özel mülke konu olamayacağını ileri sürerek davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile hazine adına tescilini istemiştir. Davalı-karşı davacılar ise, tapu siciline güvenerek taşınmazın üzerinde şerh olmadan satın aldıklarını tapu iptal edildiği takdirde, zarara uğrayacaklarını ileri sürerek 15.374.000.000 TL. tazminat istemişlerdir. Toplanan delillere ve bütün dosya içeriğine göre, dava konusu taşınmazın 1938 yılında 3116 s. kanuna göre yapılan tahditte orman tahdit sınırları içinde kaldığı, orman sınırları içerisinde iken 1959 gününde yapılan arazi kadastrosu sonucu tahdit dışında imiş gibi senetsizden davalı ve karşı davacıların bayii üzerine tescil edildiği, 16.02.1977 gününde başlayıp 14.09.1982 gününde kesinleşen 1744 s. kanuna göre yapılan orman sınırları dışına çıkarma işlemi ile dava konusu taşınmazın orman sınırları dışına çıkarıldığı, 11.07.1994 gününde davalıların tapu kaydına güvenerek pay satın aldığı daha sonra 09.11.1995 gününde tapu kaydına orman şerhi konulduğu sabittir.

Gerçekten, taşınmaz orman sınırları içinde iken kadastro tesbiti ile kişiler üzerine yapılan tescilin yolsuz olduğu kuşkusuzdur. Ne var ki, davalılar yolsuz oluşan tapu kaydına güvenerek taşınmazın bedelini ödemek suretiyle tapudan pay alan 2.el konumundadırlar. Taşınmazın tapu kaydı üzerinde ormandan çıkarıldığına ait hiçbir şerh bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla temlikten önce hazine tarafından tapunun yolsuz olduğundan bahisle açılmış bir dava yoktur.

Öncelikle belirtmek gerekir ki Anayasa'nın 40 ıncı maddesinin 3.fıkrasında "kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da yasaya göre Devletçe tazmin edilir." Hükümü öngörülmüş, 129 uncu maddenin 5 inci fıkrasında "memurlar ve sair kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının ancak idare aleyhine açılabileceği" açıklanmıştır. MK.nun 1007 nci maddesi bu bağlamda yorumlandığında, tapu sicillerinin tutulmasından ve bundan doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı ilkesinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Kanunun bu açık hükmünün kaynak olduğu devletin sorumluluğu tapu sicilinin tutulması sırasında, sicil memurunun hukuka aykırı işlemi ile sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekli ise de, eylem yada işlemin kusura dayanması gerekmez. Zira devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Anılan ilke 27.03.1957 gün ve 1/3 s. İnançları Birleştirme Kararı ile benimsenmiş, BK.nun 55 inci maddesindeki sorumluluğun kusura dayanmadığı 22.06.1966 gün 7/7 s. İnançları Birleştirme kararı ile de tekrarlanmıştır. Adam çalıştıran (somut olayda devlet) objektif özen eksikliğinin doğurduğu zarardan sorumludur. Çalışanın seçiminde, talimat vermede ve denetlenmesindeki eksiklik yada bozukluk sebebiyle çalışan çevre ve ilgililer için hakların kazanılması ve kullanılması açısından özel bir tehlike oluşturur. Kusursuz sorumluluk, tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescil sonucu sicile güven ilkesi yönünden değişmesi yada yitirilmesi bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden devlet, aykırı kayıtlardan doğan zararları da ödemeyi taahhüt etmektedir. Dayanaksız yada hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemek taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmak da aynı kapsamda düşünülmelidir.

Somut olayda, dava konusu taşınmaz, sanki orman sınırları içinde değilmiş gibi, senetsizden kişi adına 1959 yılında tesbit edilmiş, sonradan satım suretiyle el değiştirmiş; 1994 gününde davalı üzerine kaydedilmiştir. Bu arada hazine tespite ses çıkarmamıştır. 1982 gününde taşınmaz 1744 s. kanun ile orman dışına çıkarılmış, yine hazine davalının satın almasından sonra şerh koydurmuş; eldeki davayı ise, çıkarmadan itibaren 20 yıla yakın bir süre geçtikten sonra açmıştır. Kadastro ekibinin hatalı işlemleri sonucu davalıların (karşı davacılar) bayii adına tespiti ve kesinleştirilmesi, buna bağlı olarak sicil oluşturulması, sicile yerin orman tahdidinde kaldığına ait bir şerhin verilmemesi sebebiyle ve sicile güven ilkesi uyarınca davalıların zarara uğradıkları yadsınamaz (inkar edilemez) bir gerçektir. Davalıların, akidine müracaat etme olanağının bulunması, kusursuz sorumluluktan ötürü hazineye karşı dava açmasını engellemez. Bu halde uğranılan zararın hazine tarafından karşılanması gereği belirtilen ilkelerin bir sonucudur. Hal böyle olunca, davalı ve karşı davacının gerçek zararının miktarının araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken karşı davanın reddine ait hüküm kurulması doğru değildir. Davalı-karşı davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün yukarda açıklanan sebeplerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi uyarınca bozulmasına...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalılar (karşı davacılar) vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği gün itibariyle HUMK.nun 2494 s. Kanun ile değişik 438/II.fıkrası hükümü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı Hazine vekili dava konusu taşınmazın öncesinin orman olduğunu ve Hazine adına orman dışına çıkarılan yerde kaldığı durumda tapu maliki adına tescil edildiğini, ormanların özel mülke konu olmayacağını ileri sürerek davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya teciline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı (karşı davacı)lar, tapu kaydına güvenerek dava konusu taşınmazı satın aldıklarını, tapu kaydında herhangi bir beyan veya açıklamanın yer almadığını savunarak davanın öncelikle reddine, aksi durumda 15.374.000.000 TL.nın davacı (karşı davalı) Hazineden tahsiline karar verilmesini talep etmişlerdir.

Yerel mahkemenin asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair kurduğu hüküm karşı dava yönünden Yüksek Özel Daire tarafından yukarda belirtilen gerekçe ile bozulmuş olup, yeniden yapılan yargılama sonucunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Yanlar arasındaki asıl dava, taşınmazın öncesinin orman olduğundan bahisle tapu iptali ve tescil, karşı dava ise tapu siciline güvenerek satın alınan taşınmaz tapusunun iptali sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemine ait olup, devletin tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan birinci derecede ve objektif sorumluluk ilkesine göre alacağını düzenleyen Türk Medeni Yasasının TMK. 1007 (MK. 917.) ile iyiniyet ve sicile güven ilkelerini düzenleyen TMK. m.1023 (MK.m.931.) ve Türk Medeni Yasanın 3. maddelerinden kaynaklanmaktadır.

Türk Yasası Medenisinin 917. ve bu kuralı aynen benimseyen Türk Medeni Yasanın 1007. maddesinde düzenlenen sorumluluk, kusursuz sorumluluk olup, tapu sicilinin tutulması görevi ile yükümlü bulunan memurun yaptığı yanlış işlem ve kayıtta, kusursuz olması bile, devleti sorumluluktan kurtarmaz. Tapuda yapılan bir işlem sonucu bir zararın oluşması, bu işlem ile zarar arasında illiyet bağının bulunması Devletin sorumlu tutulması için yeterlidir.

Bu arada hemen belirtmek gerekir ki; tescilin olumlu ve olumsuz olmak üzere iki tür etkisi vardır. Tescilin olumsuz etkisi, Türk Medeni Yasasının m.1021 (MK.m.929) maddesinde açıklandığı üzere kurulması kanuni olarak tescile bağlı ayni haklar, tescil edilmedikçe varlık kazanamayacakları hususudur.

Bununla birlikte bu kural kesin bir kural değildir. Bu kurulan istisnası TMK.m.705 (MK.m.633/2) de hükme bağlanan miras, mahkeme kararı, kamulaştırma ve cebri icra durumlarıdır. Bu hallerde tescil, hakkın kazanımının koşulu değil, onun bildirim aracıdır. Ancak, malikin tasarruf işlemi yapabilmesi için mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olması zorunludur. Tescilin olumlu etkisi ise TMK.m.1023 (MK.m.931) de açıklanan iyi niyetli üçüncü kişilerin tapu sicilindeki hakların doğruluğuna olan güvenlerinin kanuni korunma altında olmasıdır. TMK.m.1022 (MK.m.930) da ayni hakların kütüğe tescili ile doğacağı prensibi benimsenmiştir. TMK.m.1023 (MK.m.931) de ise tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımının korunacağı düzenlemiştir. Buradaki iyi niyet TMK. 3. maddesinde yer alan subjektif iyi niyettir. Bu sebeple olayın özeliğine göre kendinden beklenen özeni göstermeyen kişi iyi niyetli olarak kabul edilemez. İyi niyet tapu kütüğüne yapılan tesciller hakkında söz konusu olur.

Tapu sicili ise, Tapu sicili Tüzüğü'nün 4. maddesinde, taşınmaz mal ile üzerindeki hakların durumlarını göstermek üzere Devletin sorumluluğu altında tescil ve açıklık ilkelerine göre tutulan sicil olarak tanımlanmış olup öğretide dar ve geniş anlamda olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. "Dar anlamda tapu sicili, kütük veya esas sicil diye de adlandırılan kısım olup mülkiyet, irtifak, rehin ve şerhleri kapsar; geniş anlamda tapu sicili ise, yevmiye defteri, evrakı müsbite, planlar vb. içerisine alır" (Prof.Dr.Gürsoy, Prof.Dr.Eren, Prof.Dr.Cansel Türk Eşya Hukuku Ankara 1978 sh.190 vd.). Tapu sicili Tüzüğü 60 ıncı maddesindeki "Kütüğün beyanlar sütununa mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususlar gün ve yevmiye numarası belirtilerek yazılır" düzenlemesinden, beyanlar hanesinin, dar anlamda tapu sicili kapsamında kalan kütük içerisinde, ayrı bir sütün olarak bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple uygulamada tapu kaydı üzerinde her hangi bir işlem yapılırken tapu kütüğüne bakıldığında, içinde bulunan beyanlar hanesinin ve bu hanede bulunan kaydın görülmemesi mümkün değildir. Çünkü uygulamada kullanılan tapu kütüğü bir şema halinde düzenlenmiş olup bu şema içinde beyanlar sütunu da bulunmaktadır. Kaldı ki, "beyanlar, üçüncü kişileri haberdar etmek maksadıyla gösterilir." (Prof.Dr.Gürsoy, Prof.Dr.Eren, Prof.Dr.Cansel Türk Eşya Hukuku Ankara sh.317).

İyi niyetten bahsedebilmek için kayden iktisap edenin geniş anlamda tapu sicilini inceleme yükümlülüğü olmasa da dar anlamda tapu kütüğünü inceleme yükümlülüğü bulunmaktadır. Kendisinden beklenen özeni bu biçimde göstermiş olur.

Somut olayda, dava konusu 699 parsel 09.11.1995 gününde 87 parselin ifrazı ile oluşmuş, 87 parsel ise 1938 yılında 3116 s. Orman Yasası Hükümlerine göre yapılan tahdit çalışmalarında Uskumru Devlet Ormanı sınırları içinde yer aldığı halde, 13.07.1959 gününde yapılan 26.12.1959 gününde kesinleşen kadastro çalışması sırasında orman tahdidi dışında gibi senetsizden ilk tapu malikleri olan Celalettin Güneysuyu ve arkadaşları üzerine tescil edilmiş, 16.02.1977 yılında başlayan ve 14.09.1982 gününde kesinleşen 1744 s. Yasa'ya göre orman sınırları dışına çıkarma işlemi ile Orman sınırları dışına çıkarılmış, tapu kaydına "6831 s. Orman Kanununun 2/B uygulamasına tabidir" şerhi ise 13.08.1993 gününde konulmuş ve 09.11.1995 gününde terkin edilmiştir. Oysa davalılar (karşı davacılar) dava konusu taşınmazı 11.07.1994 gününde satın almışlardır, yani iddialarının aksine satış gününde beyanlar hanesinde taşınmazın öncesinin orman olduğu yazılıdır. Kendilerinden beklenen özeni göstermiş olsalardı, iktisap gününde dava konusu taşınmazın geçmişte orman olduğunu tapu kütüğünden öğrenebilirlerdi. Bu sebeple davacıların iyi niyetinden bahsedilemez dolayısıyle tazminat talep hakları bulunmamaktadır.

O durumda mahkemenin direnme hükmünün sonuç itibariyle usul ve kanuna uygun olduğu anlaşıldığından onanması gerekir.

SONUÇ : Davalılar (karşı davacılar)'ın temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarda açıklanan sebeplerle ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı (403.750.000) TL. bakiye temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 12.11.2003 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

Kaynak : Corpus Arşiv

.................................................
.................................................. .

Benzer bir Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararı buldum.Burada durum biraz farklı ancak konunun irdeleniş biçimine baktığımızda olayın BK'nın 1007.ve 55.maddeleri çerçevesinde yorumlandığını görüyoruz.Bu şekilde düşünüldüğünde zamanaşımı 1 yıl olacaktır.Ancak ben bu değerlendirmeye katılmıyorum.Zira burada

Yargıtay 4.Hukuk Dairesi'nin E: 2002/14339 <> K: 2002/14717 <> Tarih: 26.12.2002 sayılı kararında da belirtildiği gibi:

Tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan devletin sorumlu olacağı Yeni Medeni Kanunun 1007. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Ancak devletin sorumluluğundan söz edilebilmesi için tapu sicilinin tutulmasında tapu sicil müdürü ya da memurunun hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekir. Kadastro çalışmaları ve faaliyetleri sırasındaki işlemler tapu sicili tutma kavramı içinde yorumlanamaz. O halde hazine kadastro tespiti sırasında yapılan hatalardan MK.´nun 1007. maddesine göre sorumlu tutulamaz.

Bu nedenle MK'nın 1007.maddesinden yola çıkılamayacağı kanaatindeyim.Konunun resmi görevlilerin haksız fiillerinden ileri geldiği düşünülecek olursa da Anayasa'nın 40/3 maddesi gereği devletin sorumluluğu söz konusu olacaktır ve bu zarar Devletçe tazmin edilecektir. Burada da BK'nunun 55 ve 60.maddeleri olaya uygulanacak ve maddi zararın doğmasına sebep olan işlem tarihinden itibaren (olayımızda tapu iptal ve tescil kararının kesinleşme tarihinden itibaren) 1 yıllık süre içerisinde dava açılabilecektir.

Ancak Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin 2007/6214 E.-2007/9985 K.Sayılı kararında da belirtildiği gibi :

AHİM tarafından oluşturulan 30.05.2006 Tarih 1262/02 sayılı kararda ifade edildiği üzere bir kişiyi mülkünden yoksun bırakan bir önlemin kamu yararına meşru bir amaç gütmesi gerektiği bu önlem alınırken başvurulan yollar ve gerçekleştirilmesi amaçlanan hedef arasında makul bir oransallık ilişkisi olması gerektiği kişinin kişisel ve haddinden fazla yük taşıma zorunda kalması halinde gerekli dengenin kurulamayacağı açıktır şeklindeki anlatımları ve

Aynı Yargıtay kararında devlet tarafından verilen ,doğru esasa ve geçerli kayda dayalı tapu ile sağlanan mülkiyet hakkına değer verileceği ,devletin verdiği tapunun geçersizliğinin ileri sürülerek ,hiçbir karşılık ödemeksizin iptalinin istemesi ,geçerli kayda dayalı mülkiyet hakkı ile bağdaşmayacağı gibi ,devletin saygınlığını zedeler nitelikte bir tutum olacağı vs.ve en önemlisi :

Tazminatın nedeninin yasa dışı bir işlemden değil hak dengesinin sağlanmasından kaynaklandığı belirtilmiştir.

Dolayısıyla olayda haksız fiile ilişkin hükümlerinin uygulanmayacağının belirtilmiş olduğunu düşünüyorum.Bu halde de mevzuatta bu konuda özel bir hüküm bulunmadığından olaya BK'nın 125.maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımının uygulanacağı kanaatindeyim.
Old 22-06-2008, 21:45   #6
Av. Ö.Erol Yavuz

 
Varsayılan

1) Cevabıma eklediğim, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi'nin 2002/3549 e. 2002/5807 k.sayılı kararının daha sonraki aşamasını ifade eden, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2003/1-646 e. 2003/692 k. sayılı kararındaki, daire kararının ortadan kaldırılması sonucunu doğuran gerekçe; konunun Anayasa m.40/3, 129/5, TMK m.1007, BK m.55 hükümleri çerçevesinde çözümlenemeyeceğine ilişkin olmayıp, davacıların tapu sicilindeki şerh nedeniyle, iyiniyetli sayılamayacakları işaret edilmektedir. Daire kararına ilişkin belirtilen görüş tartışma konusu yapılmamıştır.

2) Aslında, AİHM 2. Dairesi'nin kararı nedeniyle, bu karar ikinci planda kalmaktadır. Ancak konuyla paralel sayılabilecek bir tartışmada, aynı dairenin önceki görüşünü yansıtmak düşüncesi ve 2. el konumunda bulunan kişilerin ( ki bugüne kadar karşılaştığım hadiselerin çoğunluğunda tapu malikleri ikinci, üçüncü el konumundadır. ) “tam tazminat” isteyip isteyemeyecekleri konusunda, bir açılım olarak eklenmiştir.

3) Forum konusu olan zamanaşımı meselesine gelince;

Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin kıyılarla ilgili içtihadında, AİHM 2. Dairesinin kararına gönderme yapıldığını, önceki cevabımda belirtmiştim. Kamu yararı amacıyla, mülkten yoksun bırakan önlemin tazmini gereği, Borçlar Kanunu anlamında, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme yada sözleşmeden kaynaklanan bir alacak olmayıp, mülkiyet hakkı ihlalinin ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır.

Diğer yandan, mevcut Türk hukukuna göre mülkiyet hakkı ihlalinden bahsetmek mümkün değildir. Zira, kıyılar devlete ait olup, hiçbir zaman özel mülkiyete konu olamaz, tapuların iptali ile aslında yasaya aykırı bir durum düzeltilmektedir. Ayrıca devlete ait bir mülkün kamulaştırılması da mümkün olmayacağından tazminat ödenmesi dahi gerekmemektedir. Tüm bu hususlar, AİHM önündeki davada savunma olarak ileri sürülmüş, ancak AİHM mülkiyet hakkı ihlali olduğuna, ( 1 nolu protokolun, 1.maddesinin ikinci cümlesi anlamında ) Türk hukukunun, ihlalin sonuçlarını tam olarak gidermeye imkan tanımaması nedeniyle, adil tazminata karar vermiştir.

Yukarıda belirtilen çelişki kararın gerekçesine de yansımış olup, hukuka uygun bir işlem neticesinde, tam olmayan tazminat ödenmesi gerektiği belirtilmektedir. Bu gerekçenin ve eksik tazminata ilişkin sonucun, AİHS ve AİHM kararı gereklerini tam olarak karşılamadığını ve kendi içerisinde çelişkili bulunduğunu bir eleştiri olarak ifade etmek istiyorum. Özellikle tazminat miktarı eksik olmamalıdır.

Konuyla ilgili tazmin gereği, doğrudan doğruya mülkiyet hakkı ihlali sebebiyle olup, bu nedenle, alacak haklarına ilişkin genel zamanaşımı hükmünün ( BK m.125 )uygulanması, AİHS ve AİHM kararına da uygun olmayacaktır.
Evrensel hukukta, mülkiyet hakkının "zaman ötesi" bir niteliği bulunmaktadır.

Türk hukukunda, kamu yararı amacıyla mülkten yoksun bırakan önlem dendiğinde, akla kamulaştırma yada kamulaştırmasız el koyma düşünülmektedir. Bu müesseselerde dahi zamanaşımı ve hak düşürücü süre sözkonusu olmayıp, 2942 sayılı yasanın 38 inci maddesindeki hak düşürücü süre, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Anayasa mahkemesinin iptal kararı gerekçesi, mülkiyet hakkının niteliği konusunda oldukça doyurucu olup, mülkiyet hakkının “zaman ötesi” niteliği vurgulanmaktadır.

Diğer yandan, mülkiyet hakkına dayanılarak açılacak olan bir davada müruruzamanın bahis mevzuu olmıyacağı, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 1954/1 e. 1956/7 k. sayılı ve 16.05.1956 tarihli kararında açıkça belirtilmektedir. Karar aşağıya eklenmiştir.

Saygılarımla.

T.C. YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu

Esas: 1954/1
Karar: 1956/7
Karar Tarihi: 16.05.1956

ÖZET: Gayrimenkulü, istimlak edilmeksizin, yola kalbedilen malikin mülkiyet hakkı zeval bulmayıp baki kaldığı cihetle bu hakkına dayanarak her vakit meni müdahale davası açabileceği gibi, bunun yerine mülkiyet hakkının gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyetine devrine razı olarak, gayrimenkulünün bedelini de dava edebilir. Dava edeceği bedel gayrimenkulü üzerinde mülkiyet hakkının devrine karşılık olduğuna göre de mülkiyet hakkına dayanılarak açılacak olan bir davada müruruzamanın bahis mevzuu olamıyacağı ve bu itibarla da hadisede Borçlar Kanununun altmışaltıncı maddesinin tatbik edilemeyeceği neticesine varılmıştır.

(743 S. K. m. 643) (818 S. K. m. 66)

Dava: Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin, Devlet veya diğer bir amme hükmi şahsiyeti tarafından gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine, gayrimenkulünün bedelinin tahsili hakkında açacağı davanın Borçlar Kanununun altmışaltıncı madddesiyle kabul edilen bir senelik müruruzamana tabi olup olmadığı hususunda Temyiz Mahkemesi Üçüncü Hukuk Dairesinin 22.12.1952 tarih ve 13205/8949 sayılı ilamı ile Dördüncü Hukuk Dairesinin 22.5.1952 tarih ve 2401/2669 sayılı ilamı arasındaki içtihat aykırılığının halli istenilmiş olmakla 1221 sayılı kanunun muaddel sekizinci maddesi gereğince toplanan Hukuk Umumi Heyetinde mesele müzakere edilerek;

Neticede;

Usulüne tevfikan istimlak edilmeksizin gayrimenkulü Devlet veya diğer bir amme hükmi şahsiyeti tarafından yola kalbedilen malikin, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmü şahsiyeti aleyhine menu müdahale davasımı, yoksa bedel davasımı? acabileceği, bedel davası açtığı takdirde de, hükmedilecek bedelin gayrimenkulün fiilen yola kalbedildiği tarihteki değeri mi, yoksa dava tarihindeki değerimi? olması lazım geldiği hususlarındaki içtihat ihtilaflarının halline mutedair 16.5.1956 tarih ve 1956-1 E. 6 K. sayılı tevhidi içtihat kararında da tebarüz ettirildiği veçhile, Medeni Kanunun 643.maddesi gereğince gayrimenkul mülkiyeti ancak sicil kaydının terkini veya gayrimenkulün tamamiyle ziyaı halinde zail olur. Mezkur maddenin ikinci cümlesi, amme menfaatı için yapılacak istimlaklerde mülkiyet hakkının ne vakit zeval bulacağının tayinini hususi kanuna bırakmıştır. Halen meri olan istimlak kanunlarında da, Teşkilatı Eassiyye Kanununun yetmiş dördüncü maddesi hükmü ile hemahenk olarak, mülkiyet hakkının, usulü diresinde salahiyetli merciince ittihaz edilecek istimlak kararı ve bundan sonra gayrimenkule takdir olunacak bedelin gayrimenkul malikinin emrine amade kılınması anında zeval bulacağı kabul edilmiştir.

Böylece gayrimenkulü, istimlak edilmeksizin, yola kalbedilen malikin mülkiyet hakkı zeval bulmayıp baki kaldığı cihetle bu hakkına dayanarak her vakit meni müdahale davası açabileceği gibi, bunun yerine mülkiyet hakkının gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyetine devrine razı olarak, gayrimenkulünün bedelini de dava edebilir. Dava edeceği bedel gayrimenkulü üzerinde mülkiyet hakkının devrine karşılık olduğuna göre de mülkiyet hakkına dayanılarak açılacak olan bir davada müruruzamanın bahis mevzuu olamıyacağı ve bu itibarla da hadisede Borçlar Kanununun altmışaltıncı maddesinin tatbik edilemeyeceği neticesine varılmıştır.

Sonuç: Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın gayrimenkulünün bedelinin tahsili hakkında, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine açacağı bedel davasında müruru zamanın mevzuubahis olamıyacağına ve bu itibarla da hadisede Borçlar Kanununun altmışaltıncı maddesinin tatbik kabiliyeti bulunmadığna 16.5.1956 tarihli ilk toplantıda ittifakla karar verildi.

Kaynak Sinerji Mevzuat
Old 06-04-2012, 15:04   #7
adasakini

 
Varsayılan Mahkeme Kararı İle Tapusu iptal edilenler

YARGITAY
20. Hukuk Dairesi 2011/10548 E.N , 2012/222 K.N.

SIFAT
TAPU KAYDININ MAHKEME KARARI İLE İPTALİ NEDENİYLE TAZMİNAT
TAPU KAYITLARINDA YAPILAN HATALARDAN DEVLETİN KUSURSUZ SORUMLULUĞU
ZAMANAŞIMI

Özet
TMK'NIN 1007. MADDESİ GEREĞİNCE AÇILAN DAVADA, DAVALI SIFATI HAZİNE'NİNDİR. ALEYHİNE DAVA AÇILANLARIN DAVALI SIFATININ BULUNMAMASI HALİNDE DAVA, SIFAT YOKLUĞUNDAN REDDEDİLMELİDİR. DAVA DİLEKÇESİNDE TARAFLARIN VE VARSA KANUNİ TEM-SİLCİLERİNİN AD VE ADRESLERİNİN BİLDİRİLMESİ GEREKİR. BU BİLDİRİM ESNASINDA YAPILAN YANLIŞLIKLARDAN BAZILARI, DAVANIN SIFAT YOKLUĞUNDAN REDDİ SONUCUNU DOĞURMAYIP, OLUŞAN HATALARIN GİDERİLMESİ MÜMKÜN OLMAKTADIR. TAPU KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜ-ĞÜ'NÜN DAVALI GÖSTERİLMESİNİN VE HAZİNE VEKİLİ TARAFINDAN TEMSİL EDİLMİŞ OLMASININ TEMSİLCİDE YANILGI OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ, DAVANIN HAZİNE'YE YÖNLENDİRİLMESİ İÇİN DAVACI TARAFA OLANAK VERİLMESİ GEREKİR.

TAPU İŞLEMLERİ, KADASTRO TESPİT İŞLEMLERİNDEN BAŞLAYARAK BİRBİRİNİ TAKİP EDEN İŞLEMLER OLUP TAPU KÜTÜĞÜNÜN OLUŞUMU AŞAMASINDAKİ KADASTRO İŞLEMLERİ İLE TAPU İŞLEMLERİ BİR BÜTÜN OLUŞTURDUĞUNDAN, BU KAYITLARDA YAPILAN HATALARDAN DEVLETİN KUSURSUZ SORUMLULUĞU KABUL EDİLMELİDİR. BU İŞLEMLER NEDENİYLE ZARAR GÖRENLER, 10 YILLIK ZAMANAŞIMI SÜRESİ İÇİNDE ZARARLARININ TAZMİNİ İÇİN ADLİ YARGIDA DAVA AÇABİLİRLER.

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı şirket ile katılan şirket tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacı S… S… Sentetik Dokuma Sanayi ve Tic. A.Ş. 03.10.2005 tarihli dilekçesiyle, şirketlerinin önceki unvanının T… Sınai ve Ticari Yatırımlar A.Ş. olduğu, tapuda bu şirket adına kayıtlı Ç… köyü 409, 412, 414 ve 64 sayılı parselleri iyi niyetle tapuya güvenerek satın aldıkları, iyi niyetle ellerinde bulundurdukları, bu parsellerin Mayıs 1937 tarih 20, Aralık 1937 tarih, Mayıs 1937 tarih 22 sıra numaralı tapu kayıtlarından geldiği, tüm olarak bakıldığında S… B… V… H… Vakfı şerhi dışında başka şerh bulunmadığı, bu tapuların kapsamındaki 2296 hektar araziden sadece 100 paydan 28 payının kamulaştırıldığı, Hazine'nin tutunduğu Nisan 1954 tarih 12 sıra numaralı tapu kaydının mükerrer olarak oluşturulduğu, bu nedenle değer verilemeyeceği halde, Silivri Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 09.03.2004 gün ve 2003/427-380 sayılı, kendilerine ait tapu kayıtları kapsamında kalan taşınmazların kamulaştırılarak Hazine adına kayıt edilen Nisan 1954 tarih 12 sıra numaralı tapu kaydı kapsamında kaldığı, daha sonra kesinleşmiş 2/B uygulamasıyla Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı, devlet ormanı sınırları içinde kalan taşımazlara ait tapu kayıtlarının değerini yitirdiği gerekçesiyle tapu kayıtlarının iptali ve Hazine adına tesciline ilişkin kararının Yargıtay denetiminden de geçtikten sonra kesinleştiği, bu şekilde uğradığı 296.000,00 TL (YTL) zararın davalı yönetimlerden tahsili ile kendisine verilmesini istemiş, 28.07.2006 tarihli dilekçeyle davasını ıslah ederek faiz isteminde bulunmuştur. T… S… K… Bankası A.Ş. davacı S… S… Sentetik Dokuma Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile aralarındaki kredi sözleşmesi gereği davacı şirketin kendilerine borcu bulunduğu, davacı şirket hakkında icra takibi başlattıkları iddiasıyla davaya aslen katılma isteminde bulunmuştur. Mahkemece kesinleşmiş orman kadastro sınırları içinde kaldığı için değerini yitirmiş tapu kaydı esas alınarak oluşan tapu kayıtlarının hukuki değerinin bulunmadığı, uyuşmazlığın tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanmayıp, hatalı kadastro işlemlerinden kaynaklandığı, bu nedenle Medeni Yasa'nın 1007. maddesindeki tapu kaydının tutulmasından kaynaklanmadığı için 1007. madde hükümlerinin uygulanamayacağı gerekçesiyle davanın REDDİNE karar verilmiş, hüküm davacı şirket ile katılan şirket tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dilekçesindeki açıklamaya ve dosya kapsamına göre dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptali nedeniyle, Medeni Yasa'nın 1007. maddesi gereğince açılan tazminata ilişkindir.

Medeni Yasa'nın 1007. maddesi gereğince açılan tazminat davalarında davalı sıfatı Hazine'nin olup, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün davalı sıfatı yoktur. Yüksek Hukuk Genel Kurulu'nun HGK 2010/7-70-86 sayılı kararında da değinildiği gibi, aleyhine dava açılanların davalı sıfatının bulunmaması halinde dava, sıfat yokluğundan (husumet yönünden) reddedilecektir. HUMK 179/1. maddesi gereğince dava dilekçesinde tarafların ve varsa kanuni temsilcilerinin ad ve adreslerinin bildirilmesi gereklidir. Bu bildirim esnasında yapılan yanlışlıklardan bazıları, davanın sıfat (husumet) yokluğundan reddi sonucunu doğurmamakta, oluşan hataların giderilmesi, davalının temsilcisinde yanılmış olması halinde olduğu gibi olanak dahilindedir. Somut olayda, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nün davalı gösterilmesinin ve Hazine vekili tarafından temsil edilmiş olmanın temsilcide yanılgı olarak değerlendirilmesi, davanın Hazine'ye yönlendirilmesi için davacı tarafa olanak verilmesi gereklidir.

Diğer taraftan, mahkemece kesinleşmiş orman kadastro sınırları içinde kaldığı için değerini yitirmiş eski tarihli tapu kayıtları esas alınarak kadastro yoluyla oluşan tapu kayıtlarının hukuki değerinin bulunmadığı, uyuşmazlığın tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanmayıp, hatalı kadastro işlemlerinden kaynaklandığı, bu nedenle Medeni Yasa'nın 1007. maddesindeki tapu kaydının tutulmasından kaynaklanmadığı için 1007. madde hükümlerin uygulanamayacağı gerekçesiyle davanın REDDİNE karar verilmiştir.

Ne var ki; mülkiyet hakkı Anayasa'nın 35. maddesi ve bu maddeye uygun olarak çıkarılan yasalarla korunduğu gibi, 5170 sayılı Yasa ile değişik Anayasa'nın 90. maddesi ile kanun hükmünde olduğu kabul edilen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Numaralı Protokolün 1. maddesiyle de güvence altına alınmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM), TURGUT VE DİĞERLERİ-TÜRKİYE Davası kararında, Devlet tarafından tazminat ödenmeksizin taşınmazın geri alınmasının, orantısız bir müdahale olduğunu ve söz konusu davada tazminat ödememeyi gerektirecek istisnai şartların bulunmadığına işaret ederek, kamu yararı ile bireysel haklar arasındaki adil dengenin kurulamamasını ihlal nedeni olarak saymış, KÖKTEPE-TÜRKİYE davasında ise, başvuranlara uygulanan mülkiyetten yoksun bırakma işlemine gerekçe olarak, gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacının 1 No'lu Ek Protokol'ün 1. maddesi anlamında kamu yararı kapsamına girdiğine dikkat çekmekle birlikte, mülkiyetten yoksun bırakma halinde, ihtilaf konusu tedbirin arzu edilen dengeye riayet edip etmediğinin ve bilhassa da başvuranlara orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin belirlenmesi için, iç hukukta öngörülen telafi yöntemlerinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatarak, mülkün değerine karşılık gelen makul bir meblağın ödenmeden, mülkten mahrum bırakmanın aşırı bir müdahale teşkil edeceğini ifade etmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 18.11.2009 gün ve 2009/4-383 E., 2009/517 K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4-349 E., 2010/318 K. sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; tapu işlemleri kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK m. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, Borçlar Yasası'nın 125. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresi gözetilerek Medeni Yasa'nın 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için Hazine aleyhine adli yargıda dava açabilirler.

Diğer taraftan, tapusu iptal edilen taşınmazların arazi niteliğinde olduğu yönünde uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık bu taşınmazların değerinin ve dolayısıyla davacı şirketin gerçek zararının ne şekilde hesaplanacağına ilişkin olup, arazide değer net gelir esas alınarak belirlenmelidir.

Açıklanan hususlar gözetilerek, tarafların iddia ve savunmaları ile toplanan delillere göre karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeler ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

S o n u ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı şirketin ve katılan şirketin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının temyiz eden şirketlere iadesine 17.01.2012 günü oybirliği ile karar verildi.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
iptal edilen çek sonradan sahte çek olarak tedavüle çıkarılırsa... Aybüke Kağan Meslektaşların Soruları 1 28-03-2008 19:21
Mal beyanında bulunmamadan dolayı alınan ceza ve iptal edilen takip judgeee Meslektaşların Soruları 5 14-12-2007 05:45
İş Kanununda iptal edilen maddeler var! Adli Tip Hukuk Haberleri 0 29-11-2007 22:24
kabahatler kanununun iptal edilen 3. maddesi hakkında.. m.a.günay Hukuk Soruları 3 24-05-2007 04:08
ehliyetsizlik nedeniyle iptal Seher Meslektaşların Soruları 2 24-04-2007 12:31


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05896711 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.