Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

KeŞİde Yerİ GÖsterİlmemİŞ Çek

Yanıt
Old 20-10-2007, 15:46   #1
stj.Ercan KILIÇ

 
Varsayılan KeŞİde Yerİ GÖsterİlmemİŞ Çek

Selam arkadaşlar..Ticaret Kanunu 693.maddesi yani: ''Keşide yeri gösterilmemiş olan çek,keşidecinin ad ve soyadı yanında yazılı olan yerde çekilmiş sayılır.'' İle ilgili Yargıtay Kararları arıyorum ...İlginiz için teşekkürler.
Old 20-10-2007, 16:25   #2
Av.Ergün Vardar

 
Varsayılan

T.C. YARGITAY
10.Ceza Dairesi
Esas: 2003/7637
Karar: 2004/294
Karar Tarihi: 20.01.2004
ÖZET : Çekte, keşideci imzasının bulunduğu şirket kaşesinde yazılı Balıkesir ibaresinin keşide yeri olarak kabulü gerekir. Suça konu çeklerin şirket adına şirket hesabından keşide edilmiş olmasına göre, sanığın keşide tarihlerinde bu hesaptan şirketi temsilen münferiden çek keşide etmeye yetkili olup olmadığının tespiti ile belgeleri de eklenerek sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiğinin gözetilmemesi, bozmayı gerektirir.
(3167 S. K. m. 16/a) (6762 S. K. m. 692, 693)
Dava: 3167 sayılı Kanuna aykırılık suçundan sanık Celil'in yapılan yargılanması sonunda; hükümlülüğüne ve bir kısım çekler yönünden beraatine ilişkin BALIKESİR 1.Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 19.03.2003 gün ve 2001/1080 esas, 2003/164 karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay'ca incelenmesi müdahil vekili tarafından istenilmiş olduğundan dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bozma isteyen tebliğnamesi ile 20.11.2003 tarihinde Daireye gönderilmekle incelenip gereği düşünüldü:
Karar: 1-Dava konusu 5.7.2001 keşide tarihli 3874980 seri numaralı ve 5.8.2001 keşide tarihli 3874981 seri numaralı çeklerde keşideci imzasının bulunduğu şirket kaşesinde yazılı Balıkesir ibaresinin keşide yeri olarak kabulü gerektiği gözetilmeden, unsurları yönünden çek niteliğinde olan belgeler yönünden beraat kararı verilmesi,
2-Suça konu çeklerin şirket adına şirket hesabından keşide edilmiş olmasına göre, sanığın keşide tarihlerinde bu hesaptan şirketi temsilen münferiden çek keşide etmeye yetkili olup olmadığının tespiti ile belgeleri de eklenerek sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiğinin gözetilmemesi,
3-08.03.2003 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 4814 sayılı Yasa'nın geçici 2.maddesinde öngörülen 3 aylık yasal süre beklenip bu süre içinde çek tutarının veya karşılıksız kalan kısmının % 10 tazminatı ve 3167 sayılı Yasa'nın 16/a.maddesine göre hesaplanacak gecikme faizi ile birlikte ödeyip ödemediği ve 8.maddesine göre düzeltme hakkını kullanarak hamilin zararını karşılayıp karşılamadığı araştırılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri yerine sözü edilen yasal süre beklenmeden ve eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmesi,
Sonuç: Yasaya aykırı, müdahil vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün istem gibi BOZULMASINA, 20.01.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
**************************************
Old 20-10-2007, 21:08   #3
ahmetyılmaz

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
Onikinci Hukuk Dairesi
Esas No
: 1982/06824
Karar No
: 1982/07151
Tarih
: 12.10.1982

KAMBİYO SENETLERİNE ÖZGÜ TAKİP
ÖZET:
Takip dayanağı belge keşide yerini taşımadığından çek niteliğinde değildir.
Merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 30.7.1982 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

Dosya münderecatına, tarafların iddia ve müdafaalarına ve merci kararındaki gerektirici sebeplere göre sair temyiz itirazları yerinde değilse de, takip dayanaklarından (100.000) TL. lık belge keşide yerini taşımadığından TTK.nun 692 ve 693. maddelerine göre çek niteliğinde olmadığı gibi, 68. maddede yazılı belge de olmadığından gerek haciz yolu ile gerekse kambiyo senetlerine mahsus özel yolla takibe konu edilemez. Ancak, borçlu (52.000) TL. lık borcu kabul ettiğinden (48.000) TL. lık kısma vaki itirazın kabulüne karar verilmek gerekirken İİK.nun 170/a maddesi de nazara alınmadan (48.000) TL. lık itirazın da reddi isabetsiz, temyiz itirazları yerinde görülmekle merci kararının İİK.nun 366. ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 12.10.1982 gününde, oybirliğiyle karar verildi.
Old 20-10-2007, 21:09   #4
ahmetyılmaz

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
Onikinci Hukuk Dairesi
Esas No
: 1976/05267
Karar No
: 1976/07559
Tarih
: 18.06.1976

KAMBİYO SENETLERİNE ÖZGÜ TAKİP
ÇEK
ÖZET:
Takip kambiyo senetlerine özgü yolla yapıldığına göre merci, usulen kendisine gelen işlerde senetlerin kambiyo senedi niteliğinde olup olmadığını ve bu yolda takip yapılıp yapılmayacağını doğrudan doğruya [re'sen] araştırmakla yükümlüdür.
Takip dayanağı çekte keşide yeri ve keşidecinin ad ve soyadının yanında adresi de yazılmadığından çek niteliğinde değildir.

Merci kararının alacaklı vekili tarafından temyiz olunması üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 20.5.1976 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü.

Takip kambiyo senetlerine mahsus yolla yapıldığına göre usulü veçhile kendine intikal eden işlerde merci İİK.nun 170/a maddesinin son fıkrası gereğince senetlerin kambiyo senedi niteliğinde olup olmadığını ve bu yolda takip yapılıp yapılamayacağını re'sen tetkik etmekle yükümlüdür. Bu açıdan takip dayanağı belgeler tetkik edildikte, bir kısmı (K) Konfeksiyon bir kısmı da (S) Firması lehine düzenlenmiştir. (K) Konfeksiyonun tüzel kişiliği bulunmadığı anlaşılmaktadır. (S) Firması Limited Şirket ise; bu şirketin beyaz cirosu ile senet (K) Konfeksiyona geçmiş ve onun tarafından teminat cirosuyla Akbank'a devredilmiştir. Bu senetlerden bir kısmının takip yapana ne şekilde geçtiği belli olmamakla beraber (K) Konfeksiyonun tüzel kişiliği bulunmadığından TTK.nün 688. maddesi gereğince bunların bono olup olmadığının ve takip yapanın gerçek hamil olup olamıyacağının halli mahkemeye ait bulunmuştur. Bu itibarla bu senetler hakkında takibin iptaline karar verilmesi bu yönden de doğru olduğu gibi takip diğer dayanak çek TTK.nun 692. maddesinin 5. bendi gereğince keşide yerini ve keşidecinin ad ve soyadı yanında adresi yazılmadığından 693. madde gereğince çek niteliğinde değildir.

Bu nedenle de itirazın kabulü gerekir idi. Borçlunun temyizi olmadığından bu hususa değinilmekle yetinilmiştir. Bu nedenlerle alacaklının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle temyiz olunan merci kararının İİK.nun 366 ve HUMK.nün 438 nci maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 15 lira onama harcının temyiz edenden alınmasına, peşin harcın mahsubuna bakiye kalmadığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 18.6.1976 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Old 20-10-2007, 21:10   #5
ahmetyılmaz

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme
Büyük Genel Kurulu
Esas No
: 1992/00001
Karar No
: 1992/00005
Tarih
: 14.12.1992

ÇEK
ÇEKLERDE KEŞİDE YERİ
ÖZET:
Çeklerde keşide yerinin, hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde anlaşılabilir olması koşulu ile kısaltılmış olarak yazılması halinde, çekin sadece keşide yerinin kısaltılmış olarak yazılmış bulunması sebebiyle geçersiz sayılamaz.
Avukat Murat Cano'nun çeklerde keşide yeri kısaltılmış olarak yazılı bulunan durumlarda keşide yerinin gösterilmiş sayılıp sayılmayacağı konusunda Yargıtay Altıncı Ceza Dairesi'nin kararları ile Yedinci Ceza Dairesi'nin kararları arasında aykırılık bulunduğundan bahisle bu aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi istemini içeren başvurusu üzerine, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nca; Altıncı Ceza Dairesi'nin 10.10.1991 gün ve 5163/6353 sayılı kararında çekteki "İst" yazısının keşide yerini tam olarak ifade etmediği esasının benimsendiği; buna karşılık Yedinci Ceza Dairesi'nin 20.12.1991 gün ve 9315/14690 sayılı kararında çekteki "İst" yazısını keşide yerini gösterir nitelikte kabul eden yerel mahkeme kararının onandığı, Onbirinci Hukuk Dairesi'nin 30.01.1987 gün ve 384/391 sayılı kararında da İstanbul yerine "İst" yazılmış olması keşide yerinin gösterilmesi açısından yeterli sayıldığı saptandıktan sonra Altıncı Ceza Dairesi ile Yedinci Ceza Dairesi ve Onbirinci Hukuk Dairesi kararları arasındaki aykırılığın Yargıtay içtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nda giderilmesi gerektiğine karar verilmiş olmakla; Yargıtay içtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu 14.12.1992 günü toplanarak konuyu usul ve esas yönlerinden incelemiştir.


USUL YÖNÜNDEN YAPILAN İNCELEME

Altıncı Ceza Dairesi'nin 20.02.1991 gün ve 8474/1305 sayılı kararında "… çekteki (İst) yazısının Reşide yeri olarak kabulünün mümkün olmadığı, bu itibarla özel evrak sayılması gerektiği dikkate alınmadan Türk Ceza Kanunu'nun 345. maddesi yerine 342/1. maddesi ile ceza tayini …" 26.02.1991 gün ve 762/1556 sayılı kararında "… çek metnindeki (Brs) harflerinin keşide yerini belirtemeyeceği gözetilmeden Türk Ceza Kanunu'nun 345. maddesi yerine 342/I. maddesiyle ceza tayini …" ve 10.10.1991 gün ve 5163/6353 Sayılı kararında "… keşide yerinin tam olarak çek üzerinde yazılmasında zorunluluk vardır. Olayımızda suça konu çekteki (İst) yazısının keşide yerini tam olarak ifade eder nitelikte bulunmadığı gözetilerek Türk Ceza Kanunu'nun 345., 80. maddeleri ile uygulama yapılması gerekirken 342., 80. maddeleriyle hüküm kurulmak suretiyle fazla ceza tayini …" denilmiş;

Yedinci Ceza Dairesi'nin; 19.06.1990 gün ve 10791/7859 sayılı kararında "… keşide yeri ibaresinin altında bulunan (I.S.T.) harfleri İstanbul kelimesinin kısaltılmış şekli olup keşide yerini ifade ettiği cihetle … 3167 sayılı Kanunun 16. maddesine muhalefet suçunun oluştuğu …" denilmiş, 20.12.1991 gün ve 9315/14690 sayılı kararı ile çekteki (İst) kısaltmasın) keşide yerini gösterir sayan yerel mahkeme hükmü onanmış;

Onuncu Ceza Dairesi'nin; 24.03.1992 gün ve 1201/3020 sayılı kararında "… anılan çeklerde keşide yeri de (ANT) olarak belirlendiği, çek üzerindeki kaşe damgalardan Antalya olduğunun açıkça anlaşıldığı, bu nedenle yasal unsurlarının tamam olduğu …" ve 25.06.1992 gün ve 9575/7508 Sayılı kararında "… suç konusu çekteki (İst) kelimesinin İstanbul ilini temsil ettiği …" vurgulanmış;

Onbirinci Hukuk Dairesi'nin; 30.01.1987 gün ve 384/391 sayılı kararında "… çekte keşideci kaşesi basılmış, kaşenin (…) ibaresinin altına matbu isimler arasına (İst) yazılmış bulunmasına ve keşide yeri gösterilmemiş olan çekin keşidecinin ad ve soyadı yanında yazılı yerde çekilmiş sayılacağına …" denilmiş;

Onikinci Hukuk Dairesi'nin 27.10.1980 gün ve 6054/7719 sayılı kararında "… keşidecinin imzasının yanında (B.köy) kelimesinin bulunmasına ve bu kelimenin Bakırköy olarak kabul edilmesinin gerekmesine ve diğer koşulları da kapsaması nedeniyle belgenin çek niteliğinde olmasına …" denilmiş;
Olduğu görülmekle Altıncı Ceza Dairesi'nin kararları ile Yedinci ve Onuncu Ceza, Onbirinci ve Onikinci Hukuk Dairelerinin kararları arasında içtihat aykırılığı bulunduğuna oybirliğiyle karar verildikten sonra esasın görüşülmesine geçilmiştir.


ESAS YÖNÜNDEN YAPILAN İNCELEME
Çek, Türk Ticaret Kanunu'na göre kıymetli evrak mahiyetinde bir kambiyo senedidir ve hukuki niteliği itibariyle bir havaledir. Bu havalenin yazılı şekilde yapılması, belli şekil şartlarını içermesi ve kayıtsız şartsız bir ödeme yetkisi biçiminde olması gerekir. Diğer kambiyo senetlerinde olduğu gibi çekte de sıkı sıkıya şekle bağlılık esası geçerlidir. Zorunlu unsurlardan birinin bile eksikliği çekin bu niteliğini ortadan kaldırır. Çekin zorunlu unsurları Türk Ticaret Kanunu'nun 692-693. maddelerinde gösterilmiştir. 3167 sayılı Çek Kanunu'nun 3. maddesi de dikkate alındığında; a) Banka tarafından mevzuattaki tanıma uygun şekilde bastırılmış çek yaprağı olması; b) Bu çek yaprağının: Çek kelimesini c) Hesabın bulunduğu muhatap banka şubesinin adı ve keşidecinin hesap numarasını; ç) Kayıtsız şartsız bir bedelin ödenmesi için havaleyi; d) Keşide gününü ve keşide yerini ihtiva etmesi zorunludur.

İçtihadı Birleştirmenin konusu çekte "keşide yeri" ile ilgilidir. Çekin yazıldığı, ihdas edildiği yerin çekin yüzüne yazılması zorunludur. Keşide yeri çekin zorunlu unsuru olduğu için, keşide yeri gösterilmeyen çek bu nitelikte sayılmamaktadır. Ancak Türk Ticaret Kanunu'nun 693. maddesinde "Yukarıdaki maddede gösterilen hususlardan birini ihtiva etmeyen bir senet aşağıdaki fıkralarda yazılı haller dışında çek sayılmaz … keşide yeri gösterilmemiş olan çek, keşidecinin ad ve soyadının yanında yazılı olan yerde çekilmiş sayılır" denilmiş ve çekle ilgili düzenlemeler Türk Ceza Kanunu'nda, Çekle ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında 3167 sayılı Kanunda, Türk Ticaret Kanunu'nda ve İcra İflas Kanunu'nda yer almaktadır. Türk Ceza Kanunu açısından çek resmi evrak sayılmaktadır. Türk Ceza Kanunu'nun 349/2. maddesine göre "Emre veya hamiline yazılı olarak tanzim edilen kambiyo senetleri resmi evrak hükmündedir." Bu nedenle çekler üzerinde işlenen sahtecilik suçları resmi evrakta sahtekarlık hükümlerine tabi olacağından, Türk Ceza Kanunu'nun 342. maddesinin uygulanmasını gerektirmektedir. Ayrıca çekin talimata aykırı olarak doldurulması Türk Ceza Kanunu'nun 509. maddesini de devreye sokabilecektir. 3167 sayılı Kanunda karşılıksız çek keşide edenler yönünden caydırıcı olabilecek cezai yaptırımlar getirilmektedir. Bu kanun Türk Ticaret Kanunu'na göre hem özel kanun, hem de daha sonraki kanun olması dolayısıyla öncelikle uygulanması gerekmekle beraber, kanunun 1. maddesindeki "Bu kanunda hüküm bulunmayan hallerde genel hükümler uygulanır" hükmü nedeniyle çek yasasında hüküm bulunmayan hallerde Türk Ticaret Kanunu'nun çekle ilgili hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Şunu belirtmek gerekir ki, bu kanunun uygulanması bakımından çek Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olmakta devam etmektedir. Karşılıksız bir çek dolayısıyla cezai takibat yapılabilmesi için ilk şart, şekil açısından Türk Ticaret Kanunu'na göre geçerli bir çekin bulunmasıdır. Çekle ilgili düzenlemelerin değişik kanunlarda yer alması, uygulamada bu işe bakan dairelerden değişik kararlar çıkmasına neden olduğundan, bu durum çeklerde özellikle keşide yerinin kısaltma biçiminde yazılması halinde gösterilmiş sayılıp sayılmayacağı konusunda içtihat birliğini sağlamayı zorunlu kılmaktadır. Bir belgenin çeşitli kanun uygulamaları bakımından, yine kanunda tanımı yapılmış ve unsurları gösterilmiş olan çek niteliğinde olup olmadığını tartışıp saptamanın hukuki bir sorun olduğu da kuşkusuzdur.

Sıkı şekilcilik kanunun aradığı zorunlu unsurları çek yaprağı üzerine yazmayı gerektirir. Zira çek keşideci ile lehtar arasında havale ilişkisi doğuran bir akittir. Keşideci çeki düzenlemekle o konudaki iradesini beyan etmiş olmaktadır. irade beyanı olmadan çekin vücut bulması mümkün değildir. Bu irade beyanının anlaşılabilir olması en önemli özelliğidir. Kanun beyan için yazılı olması dışında başkaca bir şekil şartı koymamıştır. Çekin bu niteliği dikkate alındığında. keşidecinin çekte kısaltma kullanmasını engelleyen bir düzenleme olmadığı söylenebilir. Bunun gibi keşide yerinin yazılması da bir irade beyanı olduğundan anlaşılabilir olması koşulu ile bu irade beyanının kısaltılarak yazılması da mümkündür. Okunduğunda hiçbir duraksama söz konusu olmaksızın anlamları belirlenebilen kısaltmaların keşide yeri olarak yazılması çeki sadece bu kısaltma sebebiyle geçersiz hale getirmez. G.antep, Ş.urfa, K.maraş, G.hacıköy, Ş.koçhisar ve ş.karahisar gibi kısaltmaların neyi ifade ettikleri kolaylıkla ve hiçbir tartışmaya yol açılmaksızın belirlenebilecek niteliktedirler. O halde anlamlarında hiçbir duraksama olmayan kısaltmaların keşide yeri olarak yazılması halinde çek bu niteliğini korumalı, buna karşın ne anlama geldiği bilinmeyen kısaltmaların yazılması halinde keşide yeri gösterilmemiş sayılmalıdır. Bu konudaki ölçü keşidecinin irade beyanının hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde anlaşılabilir olup olmamasıdır.

Medeni Kanunun 2. maddesindeki iyi niyet kuralı ve hukuk güvenliği de çeklerde keşide yerinin kısaltılmış olarak yazılmasına olumlu bakılmasını gerektirmektedir. öğretide de keşide yerinin aynen yazılması konusunda katı bir görüş yoktur.

Çekin önemi de yukarıdaki görüşü doğrulamaktadır. Çek ekonomik ve ticari faaliyetlerde çeşitli yararlar sağlamakta ve önemli ihtiyaçları karşılamaktadır. Her şeyden önce çek bir ödeme aracıdır. Gelişmiş batı ülkelerinde ödemelerin çok büyük bir kısmı çekle yapılmaktadır. Bu sayede de yatırımlar kolaylaşmaktadır. O nedenle ülkeler çek kullanımını yaygınlaştırmak amacıyla yasal düzenlemeler yapmaktadır. Ülkemizde 3167 sayılı Kanunun yürürlüğe konulması da bu ihtiyaçtan doğmuştur ve çek hamillerini koruyucu hükümler getirilmek suretiyle bu amaca ulaşılmak istenilmiştir. Böyle bir amaç keşidecinin iradesini ortadan kaldıracak yolda aşırı müdahaleciliğe cevaz vermemektedir.

Bu doğrultuda olmak üzere Türk Ticaret Kanunu'nun 693. maddesine göre keşide yeri gösterilmemiş olan çek keşidecinin ad ve soyadı yanında yazılı olan yerde çekilmiş sayılmaktadır.

Bu itibarla çeklerde keşide yerinin hiçbir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde anlaşılabilir olması koşulu ile kısaltılmış olarak yazılması halinde sadece bu nedenle çekin geçersiz sayılamayacağı doğrultusunda içtihatların birleştirilmesine karar verilmelidir.

Kararlar arasındaki içtihat aykırılığı, esas itibariyle hangi kısaltılmış yer adlarının geçerli olduğu veya olmadığı noktasında değildir. Aykırılık keşide yerinin kısaltılmış olarak yazılmış olmasının çekin bu özelliğini ortadan kaldırıp kaldırmayacağı, çekin sadece bu sebeple geçersiz hale gelip gelmeyeceği hususunda bulunduğundan kısaltılmış şekillerin nitelikleri, neden geçerli sayıldıkları veya sayılmadıkları hususları üzerinde durulmamış, çekte keşide yerinin kısaltılarak yazılmasının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde anlaşılabilir olması koşuluyla çeki sadece bu sebeple geçersiz hale getirmeyeceğinin belirtilmesi ile yetinilmiştir. Yukarıdaki bazı kısaltmalara da sadece konunun aydınlığa kavuşması için değinilmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle çeklerde keşide yerinin, hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde anlaşılabilir olması koşulu ile kısaltılmış olarak yazılması halinde, çekin sadece keşide yerinin kısaltılmış olarak yazılmış bulunması sebebiyle geçersiz sayılamayacağına, içtihatlar arasındaki aykırılığın bu yolda giderilmesine, 14.12.1992 gününde yapılan ilk toplantıda üçte İkiyi geçen çoğunlukla Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesi uyarınca karar verildi.


KARŞI OY
İçtihatları Birleştirme Yüce Kurulunda, ilkin iki görüş ortaya alınmış ve bunlar arasında aykırılık bulunduğu gerekçesiyle görüşmelere başlanmıştır.

Bu görüşlerden birincisine göre, çekte düzenleme yerinin adı, tüm harfleri içerecek biçimde eksiksiz yazılmalı; "Ank", "İst" dahil, tüm kısaltmalar geçersiz ve böyle bir çek de, kusurlu olduğundan, sahtecilik suçlarında, resmi değil, özel belge sayılmalıdır.

Karşı görüşe göre ise, "çekte düzenleme yerinin duraksamaya yol açmayacak biçimde anlaşılabilir olması yeterli" görülmek gerekir.

Birinci görüş benimsenseydi ve bu konuda sahtecilik ve karşılıksız çek suçlarıyla, icra ve ticaret hukukunu kapsayıcı bir karar alınsaydı, kuşkusuz, uygulamada Ank (Ankara) ve İst (İstanbul) gibi kısaltmalarla düzenlenen bütün çekler; çek olmaktan çıkacak, sıradan belgelere dönüşeceklerdi.

Görüşmeler sonunda benimsenen ikinci görüş ise, ilk bakışta birinci görüşle çelişir görünmektedir. Ancak, aslında "Ank, İst" kısaltmaları dışında kalanları geçersiz kılmakta ve son çözümlemede, geniş bir uygulama alanı içinde ilk çözümle birleşmektedir. Gerçekten, benimsenen görüşe göre, "Çnk", Çanakkale, Çankırı, Çankaya anlamlarını gelebileceğinden; "Brs", (Bursa), kapalı olduğundan duraksamaya yol açacak, o yüzden de geçersiz çek, sıradan bir belge sayılacaktır.

Görülüyor ki, ileri sürülen görüşler arasındaki çelişki yalnızca görünüştedir ve uygulamada iki il dışında her ifa görüş de aynı sonucu doğurmaktadır.

Dahası, uygulamada yaygın biçimde kullanılan kısaltmaların bütünüyle ya da bir kesiminin geçersiz olacağı yolunda bir karar, yasa koyucunun yerine geçerek yeni bir kural yaratmaktır; var olan bir kuralı yorumlamak değildir. Yargıtay bunu yapmakla, "çeklerde düzenleme yeri gösterilir" yolundaki yasa hükmünü, yetkisini aşarak, "çeklerde düzenleme yeri duraksamaya yol açmayacak biçimde gösterilir" biçiminde değiştirmiş ve bir olay sorununu çözerek, aşağıda değineceğini gibi, saymaca (kazuistik) yönetimin kapısını açmıştır.

Bu beklenmeyen ve mantığa uymayan sonuçların doğmasının başat nedeni şudur: Yargıtayımız, eski Roma'dan beri bilinen olay/hukuk ayrımını ve Yüksek Yargı organımızın kuruluş ve yargılama yöntemlerini örnek aldığı batı Yargıtaylarında ve benzerlerinde uygulanan ilkeleri göz ardı etmiştir ve etmektedir. Bunlar; olaya ilişkin sorunlarda içtihat yaratılamaması ve Yargıtay'ın ilk mahkemenin yerine geçerek bu sorunları çözememesi ilkeleridir.

Oysa Yargıtay, ne yasa organın yerine geçebilir, ne de olay sorununu çözmeye yetkilidir. Uygulamanın yarattığı ve olaya ilişkin bu sorunun nasıl çözüleceği ise bellidir. Çekte düzenleme yerinin uyuşmazlığa yol açtığı ve çekin bu yüzden kusurlu olduğu ileri sürülürse, duruşma yapan yerel mahkeme, ister yurt içi, ister yurt dışı olsun, o çevrede, o tür kullanımın yaygınlaşıp yaygınlaşmadır maddi olayını, o yöredeki tacir, ticaret odası başkanı gibi yetkililerden sorarak; keşidecinin iş ya da oturma yerinin orada olup olmadığını araştırarak saptayıp çözebilir ve eğer bu saptama olumlu sonuçlanırsa, çekte çek olarak kalabilirde kalmalıydı da.

Görülüyor ki, sorun bir hukuk sorunu değil, bir olay (olgu, eylem) sorunudur ve bu sorunu, ilk mahkemelerin yerine geçerek çözmek, Yargıtay'ın yetkisi dışındadır. Hukuk kuralları ve kurumları yüzlerce, hatta binlerce yıldan bu yana süzülüp gelen deneyimlerin ürünüdür ve kimileyin matematik formüller gibi kesin sonuçlar doğururlar. Bu kurallar ve formüllerden ayrılındığı zaman, doğacak, sonuçlar, hiç bir zaman sağlıklı olamazlar. Nitekim içtihatları birleştirme kararıyla ulaşılan çözüm, bunun tipik bir örneğidir.

Yargıtay Yasasının 45/5. madde ve fıkrasında ancak "benzer hukuksal konularda" içtihatların birleştirileceği belirtilmesine karşın; görüşmeler sırasında, Yargıtay'ın olaya ilişkin sorunları çözmede de yetkili olduğu ileri sürülebilmiştir. Esasen Yargıtayımız, yıllardan beri, dünyada örneği görülmemiş bir biçimde duruşma yapmadığı ve istinaf yetkisini haiz olmadığı halde ilk mahkemelerin yerine geçerek, olay sorunlarını çözmüş ve bunu sürdüregelmiştir.

Tıpkı ilk mahkemeler gibi a'dan z'ye duruşmayı yeni baştan yapabilme ve dolayısıyla istinaf yetkisini haiz olan yüksek mahkemeler bile, bu yetkilerini kullanmadıkça, yani duruşma yapmadıkça, ilk mahkemenin yerine geçerek olay sorunlarını çözmemektedirler. Yüksek mahkeme sistemleri bir yana bırakılırsa; dünyada hiçbir Yargıtay'ın (bozma mahkemesi = Cour de Cassation, corte di cassazione) esasen bu anlamda duruşma yapma yetkisi yoktur. Bu yokluğun nedenleri ve sonuçları ise herkesçe bilinmektedir.

Gerçekten duruşma yapmanın nedeni; bir olayın gerçekten olup olmadığı, sözgelimi, bir suçun işlenip işlenmediği, geçimsizliğin bulunup bulunmadığı, bir tanığın doğru söyleyip söylemediği gibi olayları, kanıtlarla ve bulgularla doğrudan ilişki kurarak saptamaktadır. Olaylar doğrudan, yüksek sesle yapılan duruşma (tartışma) sonucu saptanacak; ardından da gizli görüşmede olaya hukuksal tam konacak, yazılı hukuk normlarına göre olay nitelendirilecektir, işte Yargıtay yargıçları, bu işin birinci evresinde, yani duruşmada bulunmadıkları için, olayı çözme konusunda yetkisiz; ama hukuksal tanı, yani varlığı kabul edilen olaya tanı (niteleme) konusunda ise kesinkes yetkilidirler.

Bunun doğal sonuçlarından biri de şudur: Hukuk kuralları, onların yorumları ve hukuksal lamlar, ülke çapında tek olacaklarından, Yargıtay her ülkede tektir. Bir başka deyişle, Yargıtay tek olduğu için değil; yorum, kurallar ve tanılar tek olduğu ve bunlarda, yani içtihatta birlik istediği için, Yargıtay tektir.

Buna karşılık olaylar, asla tek ve benzer olamazlar. Aynı hukuk kalıbına, (sözgelimi, hırsızlık suçunun tipine) giren sayısız olaylardan hiçbiri asla birbirine benzemezler, çalışmazlar. Zira, aynı akarsuda iki kez yıkanılamaz; bu konuda tarih tekerrür etmez. O yüzden de olayı duruşma laboratuvarında saptayan mahkemeler her ülkede tek değil, çoktur ve bunlar içtihat mahkemeleri değildirler.

Eğer bir ülkede bir yargı organı olay sorununu çözüyorsa, o artık Yargıtay değildir; duruşma yapmadığı için de istinaf değildir.

Yukarıda belirtilen nedenlerle, temyiz yoluna başvurmanın davayı aktarıcı yetkisi (effef devolutif), yalnızca olaya konulan hukuksal tanı bölümünde sonuç doğurur. Yargıtay bu hukuksal tanıyı inceler ve ilk mahkemenin yerine geçerek bu konuda karar verebilir. Ancak, olayların olup olmadığına ilişkin bölüm, duruşma yapmayan Yargıtayda çözülemeyeceğinden; Yargıtay bu konuda ancak gösterilen gerekçeyi denetlemekle yetinir; eylemin varlığı/yokluğu, kanıtların yeterliliği/yetersizliği gibi değerlendirici yargılarla olay sorunlarını, duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçerek çözemez. Yargıtayın bu konudaki denetimim; ilkin olayların Yargılama Yasasına uygun bir duruşmayla saptanıp saptanmadıklarının; ikinci olarak da, maddi olayların doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uygun, çelişkisiz gerekçeyle yansıtılıp yansıtılmadığını inceleyerek yapar. O yüzden Yargıtay yargıcı; davanın değil, yalnızca hükmün yargıcıdır. Böylece Yargıtay birinci yolla (niteleme, hukuk kurallarının yorumu, uygulaması …) normatif denetim; hükmün gerekçesini inceleyerek de disipliner denetim işlevlerini yerine getirmiş olur. Ancak, yineleme pahasına belirteyim ki, asla ilk mahkemenin yerine geçerek olay sorununu çözemez. Bu konuda, istinaf yetkisini haiz yüksek mahkeme olmayan ve fakat Yargıtayımız gibi bozma mahkemesi olup, bozmadan sonra yollama yargısı ve bozma öncesi gibi duruşma yapılması sistemim benimseyen üç anakara, Avrupa, Latin Amerika, Afrika ülkelerinden, öğretilerini ve uygulamalarını incelediklerimin yalnızca adlarını vermekle yetiniyorum: Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, ispanya, İsviçre, İtalya, Lüksemburg, Dominiaue, Guatemala, Kolombiya, Meksika, Peru, Şili, Uruguay, Venezüella, Fas, Kongo (Belçika) v.b. öğreti ve uygulama bu konuda görüş birliği içindedir. Nitekim, Fransız ve İtalyan Yargıtay da bir çok kararlarında; Yargıtayın olaya ilişkin sorunlarında ilk mahkemenin yerine geçerek onun yetkisine el atamayacağını, bu konuda gerekçe denetimiyle yetineceğini belirtmişlerdir. Son kararlardan kimileri şunlardır: sez. IV. 31.03.1990 (Rivista penal,. Şubat 1991, s. 193; 24.04.1990, s. 193, 194; 09.03.1989, s. 138; sez. I. 07.06.1989, n. 8115, R.P. Nisan 1990, s. 384; 17.11.1989, n. 16011, R.P. Eylül 1990, s. 796; sez. IV. 08.06.1989, n. 8184, R.P. Nisan 1990, s. 384; sez. VI. 20.06.1989, n. 8727, R.P. Nisan 1990, s. 398; sez. I. 31.09.1988, R.P. 1990, s. 666; sez. VI. 30.10.1989, n. 14699, R.P. 1990, s. 666; sez. V. 21.06.1989, R.P. 1990, s. 666; sez. I. 22.02.1990, n. 2544, R.P. Ocak 1991, s. 76; S. IV. 11.02.1990, n. 87. R.P. Kasım 1990, s. 989; sez. IV. 20.12.1989. n. 17678, R.P. Ekim 1990, s. 892; sez. I. 06.12.1989, n. 17096, R.P. Ekim 1990, s. 893, v.b.).

Buna karşılık Yargıtayımız, küreselleşme olgusunun tersine, hukuksal hinterlantımız olan ve yasalarımızı esinleyen Batı ülkelerindeki öğreti ve uygulamayı hiç gözetmemiş ve Anayasanın 141/3; Hukuk Yargılama Yasanının 240, 388/3, 427, 428; Ceza Yargılama Yasanının 32, 254, 268, 307, 308/7; Yargıtay Yasasının 45/5. maddelerini göz ardı ederek ve ilk mahkemelerin yerine geçerek olay sorunlarını kökten çözmeyi sürdürmüştür. Zaman zaman da, maddi olay değişmediği halde, ikinci ya da üçüncü oylamada, aynı yönde birleşen oyların çokluğuna karşın, son oylamada basit çoğunluk istendiğinden, azınlık oylarının sonucu belirlemesi ve adli yanılgı katsayısını artıracak biçimde insanların alın yazılarının rastlantılara bırakılması gibi paradokslar yaşanmıştır (örneğin, C. Genel Kurulu, 11.03.1991, 335-75).

Oysa hukuk, insanların alın yazılarının rastlantılara bırakmayan bir disiplinin adıdır. Kimi kararlarda ise, bütün Türk yazar/arının batılı yazarlar gibi Yargıtayın maddi olayları yalnızca denetleyebileceği yolundaki tutarlı görüşleri, Yargıtayın ilk mahkemelerin yerine geçerek bu konuları çözeceği biçiminde algılanmış (örneğin, Ceza Genel Kurulu, 07.10.1991, 227-255; 23.11.1992, 252-308) kavramlar ve kurallar birbirleriyle karıştırılmıştır.

İlk kurulduklarında Yargıtaylar, maddi olayları denetlemiyorlardı. Daha sonraları, ilkin Fransız Yargıtay maddi olayları, gerekçe açısından denetlemeye başlamış, Almanya'da bu gelişmeyi yazarlardan Fezer "genişletilmiş temyiz yetkisi" olarak adlandırmıştır. Ancak, hiç bir Yargıtay, hiç bir ülkede, ilk mahkemelerin yerine geçerek, maddi olayları çözmeye kalkışmamıştır, Yargıtayımız bu konuda tek örnek olma durumunu sürdürmektedir. Bu benzersiz kurumlaşmanın yarattığı sonuçların başlıcaları şunlardır: Duruşma evresinin gereksizleşmesi ve duruşmayı yön veren vazgeçilmez ilkelerin anlamsızlaşıp dışlanmaları, duruşma ve duruşmadaki izlenim yerine davanın tutanaklaşması ve buna göre karar verilmesi ve böylelikle de daha iyi araçlara (kanıtlara) sahip olan ilk mahkeme yargıçlarının hükümlerinin yerine daha kötü araçlara (tutanaklara) malik olan yargı organı yargıçlarının hükümlerinin geçmesi, dolayısıyla "ne kadar yargılarsan, o kadar sonuç çıkar (tantum judicatum, auantum conciusum)" ilkesinin çiğnenmesi, gerekçe disiplininin sağlanmaması, Yargıtayın mahkeme yargıçlarını eğitme işlevini yerine getirememesi, temyiz yolunun içtihatta birlik yaratma gibi kamusal yarardan uzaklaşması, duruşma öznelerinin seyirci durumum düşmesi ve karara etkin katılamadıkları için hükmün ortaklaşa olmadıktan soyutlanması, bu nedenle kesin hüküm saygınlığının örselenmesi, içtihat kavramının, eşyanın doğasını zorlayıcı benzerlikler arayışına yol açarak, olaylar içtihadına koymasıdır. Bu kayma, saymaca (kazuistik) yöntemi benimseyen hukuk sistemlerinin ve nesneleşmeye (reification) duran hukuk anakronizminin doğmasına yol açmıştır (Yargıtay Dergisi, Ocak - Nisan 1992, s. 19-44).

Görüşmeler sırasında, Yargıtayın geçmişte de olay sorunlarını içtihatları birleştirme boyutunda çözdüğü belirtilmiştir. Fransız Yargıtayının eski başkanlarından Bellet'in dediği gibi, Yargıtayın gerekçe bahanesiyle ilk mahkemenin yerine geçerek, eşyanın doğası gereği, asla olay sorunlarını çözemeyeceğinin savunulduğu bir dünyada; olay sorununu, içtihatları birleştirme kurumu gibi olağanüstü bir katta çözmek; yanılgıyı yalnızca sürdürmek değil, geleceğin yargıçlarını bu yanılgıya boyun eğmeye zorlamak demektir. Bildiğimce, erkler ayrılığına ve de yargıç bağımsızlığına aykırı olan içtihatları birleştirme kurumu, yalnızca Türkiye'de vardır. Kaldı ki geçmişte bu yolla çıkarılan içtihatların, bugün, değiştirilmelerinde güçlükler çekildiği ayrı bir gerçektir. Uygulamada süreğenleşen bir yanlışı savunmak ve sürdürmek, bu yanlışlığı doğruya dönüştüremez. Yanlış uygulamanın bilimselleştirilmesi olanaksızdır. Doğru yöntem, bilimin uygulamaya dönüştürülmesidir.

Nitekim, içtihatları birleştirmeye konu yapılan sorunda, yukarıda belirtilen sakıncaların bir bir yaşanacağı anlaşılmaktadır.

Gerçekten Yargıtay'ın benimsendiği, "duraksamaya yol açmayacak" gibi görece ve normatif (değerlendirici) ölçüler getiren görüşe göre, "Ank, İst" dışındaki kısaltmalar, il il, ilçe ilçe gittikçe büyüyen ve gelişen Türkiye'de, duraksamalara yol açacak ve bir çok çek, bireylerin iradelerine karşın, geçersiz sayılacaktır. Bunu aşmak için, belki de hangi kısaltmaların hangi anlama geleceğini belirten listeler yayınlanmasına girişilecektir. Bu ise, yukarıda değindiğimiz saymaca yönteme ve normatif öğelerin yarattığı keyfi sistemlere dönüş demektir. Oysa, bir hukuk, ne denli bu yöntemlerden ve sistemlerden sayılabilirse, o denli çağcıl olur. Çağdaş hukukun özellikle reddetiği saymaca sistem, hukuktaki gelişmeye terstir ve tipik bir anakronizmdir. Bu anakronizm ise, elbette olgulan/olaylan/eylemleri içtihat boyutunda a priori olarak çözmenin dayattığı kaçınılmaz bir sonuçtur.

Benimsenen görüşle, ayrıca, kötü niyetli keşideciler korunmuş, iyi niyetli hamiller ise silahsız bırakılmıştır. Bu sonuç ise, 3167 sayılı Çekle ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Yasasının temel mantığını (ratio legis) aykırıdır.

Esasen, raporda değinilen ve Yüce Kurulca da benimsendiği anlaşılan çek tanımının, özellikle ceza hukukunu, öbür hukuk dallarının yaptırımcısı olarak kabul eden 18. ve 19. yüzyıldaki anlayıştan esinlendiği açıktır. Oysa, günümüzdeki anlayışa göre, ceza hukuku, öbür hukuk dallarından yararlanabilir; ancak, amacına ters düşen sonuçlar doğarsa, kavramları kendi amacı doğrultusunda yeniden tanımlamak zorundadır ve bu nedenle de özerktir. Nitekim Türkiye'de içtihat, 3167 sayılı Yasada öngörülen çek kavramının tanımını T. Ticaret Yasasından olduğu gibi aldığı halde, bu yasayı esinleyen Fransa'da öğreti ve uygulama bunun tersi bir görüşü benimsemiştir. Çünkü, T. Ticaret Yasasından alınan bir çek tanımı, çekin biçimsel koşullarından birini bilerek eksik bırakan kötü niyetli ve hilekar keşidecileri korumak, kirli elleriyle haklılık iddiasında bulunanlar karşısında, iyi niyetli hamilleri silahsız ve çaresiz bırakmak gibi insan mantığını sarsan bir sonuç doğuracak; çek kullanımına güven sarsılacak, yasanın çek kullanımım yaygınlaştırma ve özendirme amacı gerçekleşmeyecektir. Bunu gözeten Fransız Yargıtay, çeki çek yapan çek sözcüğünü (09.10.1940, 30.04.1949, 27.07.1964, 11.11.1966) ve düzenleme tarihini (26.11.1974, 26.12.1961, 15.10.1958, 05.06.1956, 08.03.1951, 03.05.1939) içermeyen çekleri bile, hem kusurlu çek ve hem de karşılıksız çek düzenleme suçlarında çek saymış ve cezalandırmıştır. Sonuçta, hem çek kullanımı yaygınlaşmış, hem de hilekar keşideciler değil, iyi niyetli hamiller korunmuştur. Ayrıca bu kararlar, öğretide ceza hukukunun özerkliğini vurgulayan görüşlerin örneği olarak gösterilmiştir.

Görülüyor ki, Türk uygulaması, daha önceki içtihatlar ve tartışma konusu içtihatları birleştirme kararıyla bambaşka bir yönde gelişmiş; ceza hukukunun özerk ve fragmanter niteliklerini birleştirip gözetecek yerde dışlamıştır (Tullio Padovani, Diritto penaie, Milano, 1990, s. 3-5; Giovanni Fiandaca - Enzo Musco, Diritto penale, p. generale, Bologna, 1989, s. 43-47). Bu anlayış ise, elbette çağı yakalamayı engellememiştir.

Bundan başka içtihatları birleştirme görüşmeleri sırasında üç görüş ortaya atılmış ve fakat hepsi birden oylanmıştır. Oysa, genelden özele doğru oylama yapmak ve dolayısıyla ilkin, olaya ilişkin olması nedeniyle bu konuda içtihatları birleştirme yoluna gidilemeyeceğini ileri süren görüş oylanmak; gidilebileceği görüşü istenilen çoğunluğa ulaştığı takdirde, öbür görüşle oylanmak gerekirdi. Bu kurala da uyulmamıştır.

Belirttiğim nedenlerle sayın çoğunluğun görüşünü ve oylama biçimini paylaşamamaktayım.


KARŞI OY
Özel Hukuk ve Ceza Hukuku olarak, her ifa disiplinin kendi kuralları, kavramları içinde değerlendirilmesi gerektiğini inanıyoruz. Zira, bu hukuk kottan, çok farklı yapı, görev ve amaçlara sahiptirler. Ceza Hukukunun temeli sadece kanundur. Bu nedenle foyasın, hukukun genel ilkelerinin, örf ve adetin ceza hukukunda yeri yoktur. "Kanunsuz suç ve ceza olmaz" kuralı uyarınca, kanunun açıkça suç saymadığı bir fiilden dolayı kimse cezalandırılamayacağı gibi, kanunun açıkça cezayı arttırıcı veya azaltıcı saymadığı bir sebepten dolay da kimsenin cezası ne arttırılabilir ne de azaltılabilir. Anayasa'nın 38, ve TCK.nun 1. ve 29. maddelerinin emri budur. "… herhangi bir niteliğe veya ölçüye dayanılarak insanlar arasında ayrım yapılamayacağı ve insanlar arasında kanunların uygulanması açısından da hiçbir fark gözetilemeyeceği …" gerekçesiyle vazedilen Anayasa'nın 10. maddesindeki (Kanun önünde eşitlik) kuralını da hatırlamakta yarar vardır.

Bilindiği gibi bazı özel evrak, sosyal ve özellikle ticari hayatta çok önemli bir yer tutmakta ve ciro vs. ile tedavül etmekledir. Kuşkusuz anılan belgelerin bu işlevim yani ispat gücünü sağlıklı biçimde sürdürebilmesi her şeyden evvel bir güven ortamının varlığını gerektirir. Filhakika, "Kamunun güveni, hukuk düzeninin her hangi bir hukuki olayı ispat kabiliyetini tanıdığı şeylerle, doğruluk ve gerekliliğine herkes tarafından güvenilmesini emrettiği dış şekil ve alametlerin sahtekarlıktan korunmalarını görmek ve bilmekten ibaret genel ve toplumsal bir hak ve menfaattir" (Prof. Dr. Sahir Erman, Sahtekarlık Suçtan, İstanbul-1987, Sh. 9). Bu güvenin korunmasında özel hukuk ve sair müeyyidelerin yetersiz kalabileceğini düşünen kanun koyucu daha etkin müeyyide öngörmüş ve bu amaçla TCK.nun 349. maddesini düzenlemiştir. Anılan madde hükmüne göre, konumuza hasren, kambiyo senetleri ve bu arada çek resmi evraka eşit sayılmıştır.

Bilindiği üzere, memur olmayan kişilerin resmi evrakta yaptıkları sahtecilik fiilleri TCK.nun 342. maddesine uyan suçu oluşturur. Bu maddedeki ceza, gerek nev'i gerek miktar bakımından, özel evrakta sahtecilik suçuna ilişkin 345. maddedeki cezadan daha ağırdır.

Tamamen sahte bir çek düzenlemek veya sahih bir çeki tahrif etmek suretiyle işlenmiş bir sahtekarlık olayında, TCK.nu uygulayacak olan ceza hakimi, bu belgede TTK.nun 692, 693. maddelerinde öngörülen unsurların, hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde, bulunup bulunmadığını araştırmak zorundadır. Hakimin bu araştırması "kanunilik " kuralının doğal sonucudur ve bu faaliyette kıyas vs. gibi ceza hukukuna yabancı olan yöntemlere başvurmaya olanak yoktur.

Hiç kuşku yok ki ceza hakiminin bu faaliyeti sadece ceza kanununun uygulanması ile sınırlıdır.

Herkes tarafından bilinen yerler olmaları nedeniyle (İst) harflerinin İstanbul'u, (Ank) harflerinin Ankara'yı temsil ettiğinden hareketle çeklerde keşide yerinin bu şekilde belirtilmesi halinde keşide yeri unsurunun varlığının kabulü, bunun dışındaki hallerde kabul edilmemesi yolundaki görüşe katılamamaktayız. Bu görüş, özel hukuk uygullamasında geçerli olabilir fakat ceza uygulamasında bir çok sakıncayı da beraberinde getireceğinde de kuşku yoktur.

TCK.nu, konumuza hasren, ülke düzeyinde her yerde ve buradaki insanlar hakkında eşit olarak uygulanma yeteneğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilecektir. Ayı fiili işleyenlere, fiilin işlendiği yerin coğrafi konumuna göre, farklı uygulamalar yapılabilecektir. Yani, bir kısmı TCK.nun 342. maddesiyle, bir kısmı da TCK.nun 345. maddesiyle cezalandırılabileceklerdir. öte yandan, İstanbul'un ancak (İst) kısaltması ile gösterilebileceği yönünde bir kural yoktur. Bu keyfiyet kişinin isteğine bağlıdır, İstanbul'un (İst) yerine örneğin (İbl) kısaltması ile belirtilmeği durumunda da aynı sakınca ortaya çıkabilecektir, İstanbul mu, İnebolu mu duraksaması gündeme gelecektir.

Açıklanan sebeplerle çoğunluk kararına karşıyım.


KARŞI OY
İçtihadı Birleştirme kararına konu olan olay, çek üzerine keşide yerinin açık olarak yazılmayıp kısaltılmış şekliyle (İst-Ank. gibi) yazılmasından kaynaklamıştır.

Yargıtay Büyük Genel Kurulu çoğunluk oylarıyla "şüpheye yer bırakmayacak biçimde olan ve herkesçe bilinen kısaltmalar için keşide yerinin var sayılacağı" sonucuna ulaşmıştır.

Konuyla ilgili değerlendirmede sağlıklı bir sonuca ulaşabilmek için öncelikle sorunun niteliği" üzerinde durulmalıdır. Bir inanç (içtihat) aykırılığından söz edebilmek için sorunun olgu (vaha) değil hukuki nitelikte olması gerekir. Çünkü "olgu sorununda tetlik ilkesi hukuki sorunda ise genellik" söz konusudur.

Bilindiği gibi "bir hukuk normuna ait unsurları karşılayacak olan dış alem veya insanın fikri ve ruhi sahasında oluşan zaman ve yer bakımından belirli durum ve koşullar olgu olarak nitelendirilir.

Diğer taraftan "yargılama çalışmalarında olgulara uygulanacak hukuk normunun belirlenmesi ve hukuk normlarından olgulara uygun hukuksal sonuçlar çıkarılmasında ise hukuki sorun" söz konusudur.

Bu tanımlardan hareket edildiğinde; çek üzerinde keşide yerinin açık olarak (Ankara - İstanbul gibi) yazılmayıp kısaltılmış şekliyle yazılmasının (Ank. - İst. gibi) nitelendirilmesi" hukuki sorun değildir, bir olgu sorunudur. Çünkü yargılama dışında oluşan koşulların değerlendirilmesi söz konusudur; hukuk normlarından olgulara uygun hukuksal sorunların çıkarılmasıyla oluşan bir hukuk sorunu bulunmamaktadır. Nitekim inançların birleştirilmesiyle yapılan nitelendirilmede "hukuk normlarından olgulara uygun sonuç çıkarılmamış" yargılama dışında oluşan belirli durumun değerlendirilmesi nitelendirilmesi yapılmıştır. Bu nedenle bir hukuki sorunla değil olgu (vaha) sorunu ile karşı karşıya kalma söz konusudur.

Yargıtay Kanunu'nun 45/5. maddesince açıkça "içtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, daireleri ve adliye mahkemelerini bağlar" kuralı ile içtihadı birleştirmenin konusunun "Hukuki sorunla sınırlı olduğunu" ortaya koymuştur.

Ortaya çıkan olgu ile ilgili çelişkili sorunun varlığı da tartışılamaz; kanun çözümlenmesine içtihadları birleştirme yoluyla değil Yargıtay'ın çalışmasında yapılması zorunlu olan yeni düzenlemelerle çözüm aranmalıdır: Daire sayısını azaltmak (kuşkusuz istinaf mahkemelerini kurarak), sorunlara karşılıklı tartışmaların ürünü olacak uzlaşmaların çağdaş yüksek mahkemelerde var olan yöntemlerin uygulamaya sokulması ve Yargıtay Başkanı'nın bu konularda aktif görev yüklenmesi gibi.

Bu nedenle "sorunun hukuki olmadığı ve olgu (vakıa) sorununda inançların birleştirilmesi söz konusu olamayacağı" gerekçesiyle inançların birleştirmesine yer olmadığını karar verilmeliydi; Yargıtay Kanunu'nun 45. maddesine aykırı olan çoğunluk görüşüne bu nedenlerle katılmıyorum.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
KeŞİde Tarİhİnden Önce Bankaya İbraz Edİlerek Arkasi Yazilan Çek Ve Şİkayet SÜresİ kenan iskender Meslektaşların Soruları 7 26-11-2008 14:25
Sahte Kİmlİk Bİlgİlerİ Kullanilarak Çek KeŞİde Edİlmesİ Av.Selma Eker Karakuş Meslektaşların Soruları 1 07-09-2007 14:53
KeŞİde Yerİnİn YazilmaiŞ Olmasi, Bankanin Sorumlu OlduĞu MeblaĞi Etkİler Mİ? advokat34 Meslektaşların Soruları 3 14-04-2007 20:00


THS Sunucusu bu sayfayı 0,05451989 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.