Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Töre/Namus Cinayetleri-Kadınlar Katlediliyor!!!!!

Yanıt
Old 21-06-2004, 13:15   #31
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın hykayar,

Söylediklerimi sadece uslup açısından eleştirmeniz beni sevindirdi.

Söylediklerimin sözel şiddet içerdiği iddianız ilginç. Bazı bağnazlar hemen bir sözden tahrik olup söyleyeni öldüruyorlar. Bahriye Üçok gibi değerli bilim adamlarından Gümüşhane Barosu Başkanı gibi değerli meslektaşımıza kadar uzanan, uzun bir "tahrike dayalı cinayet" listeleri var. Umarım sizin "kadına yönelik sözel şiddet" konusundaki soğukkanlılığınızı kaybettiren bağnazlığınız cinayete kadar uzanmaz.

****

Diğer yazdıklarınız arasında "Baroların yasayla belirlenmiş bu sorumluluk ve niteliklerini hangi yolla ve yöntemle kullanacağı konusunda hareket ve karar özgürlükleri vardır ." ifadeniz dikkatimi çekti. Bu özgürlük elbette vardır. Ama ""Kadın uygulama merkezinin talimatları ile usul hukukuna aykırı talepte bulunma özgürlüğü"" diye bir özgürlük var mıdır? Eğer ille de var derseniz, ben bu özgürlüğün kullanılmamasından yanayım.

****

"Yargının vereceği kararı birlikte izleyeceğimizi " yazmışsınız. Hakimlerimizin sırtına bir yük daha bindirmek yerine bu işi Meclis'te tartışmak daha iyi olmaz mı? Yasa koyma yetkisi ve görevi Meclis'te olduğuna göre "kadın hakları uygulama merkezinin" Meclis'in bu yetkisini gasp etmeye hakkı olmadığı kanısındayım.

*****

"Barolar hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını nasıl savunur" sorusu güzel. Ama "nasıl savunmamalı" sorusu, sayenizde, daha güncel hale geldi. Önce bu elimizdeki tartışmayı bitirelim de sonra diğerini ilgilileri tartışır.

Saygılarımla

Bir Dost
Old 21-06-2004, 18:11   #32
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn.Dost,

Söz söyleme ustalığı konusunda siz kutluyorum.)

Ama konu ile ilgisi bakımından "bağnazlık" cinayet"vb gibi sözlerin alanda hiç de yerinin olmadığını,güzel ve ustalıkla yazılsa bile bu ilginin kurulamayacağını düşündüğümden yanıt verme gereği duyamıyorum.


Barolarda çok önemli işlevler üstlenen merkezlerin görüş ve önerilerini yönetime iletmeleri oldukça doğal bir durum.Bu baroların kadın merkezlerinden talimat aldığı anlamına gelmiyor bilindiği gibi.

Yasalar uygulanarak yaşayan hukuk haline gelirler ve zaman içerisinde uygulamaların ,anlayışların değişmesi kaçınılmazdır.Bu nedenle yasanın doğmatik olarak yorumlanması yerine amaca uygun yorumu uygulamaya daha çok yarar sağlayacaktır.

Yasanın bazen olduğu ve alışıldığı şekliyle uygulanması,bazen yasanın hiç de öngörmediği sonuçlara yol açabilir.Bu nedenle esneklik konunun özelliği gereği gerekebilir.

Bir örnek vermek istiyorum.
Eğer yasa ,yönetmeliki olduğu gibi uygulansa ve başkaca hiç bir yorum şansı bırakılmasa neler olacağına ilişkin bir örnek bu.Trajik hatta.

Olay:

Kadın,namus cinayeti tehtidi ile evini terkeder.Bir sığınmaevine sığınır.Ailesi savcılığa başvurarark kadının kaçırılmış olduğunu,hayatından endişe duyduklarını söylerler.Kadın arananlar listesinde yer alır.Aile bu arada kadının sığınmaevine gittiği duyumunu alır.8 kişi sığınmaevinin etrafında elinde silahlarla dolaşmaya başlar.Ailenin başvurduğu savcılık sığınmaevini arar ve bu isimdeki bir kadının sığınmaevinde olup olmadığını sorar.

Sığınmaevi yetkilisi bu durumda ne yapsın?

Evet ,bu kadın bizde mi desin?

Savcının talebi üzerine ifade vermeye göndersin mi?

Dışarıya çıktığında öldürülmesi durumunda sorumlu kim olacak?

Yasanın aynen uygulanması gereği ile gidilmek istenen sonuç bu mu?


Sığınmaevinden İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi aranır.Merkez yasa ve adli yardım yönetmeliğine göre ,hukuki yardım için şu belgelere ihtiyaç duymaktadır:

Nüfus Cüzdan sureti
İkametgah ilmuhaberi
Muhtarlıklatn fakirlik kağıdı.

Merkez ne yapsın?
Yasa ve yönetmeliklerin aynen uygulanması gerekiyorsa kadına ,sığınmaevinden çık, öldürülme tehliken de olsa sığınmaevinin dışında dolaşan kişilerin oluşturduğu ölüm çemberini geç,ikamet ettiğin yere dön ve muhtara git gerekli evrakları tamamla,hiç hasar vermeden aynı şekilde baroya gel.Başvurunu yap.Başvurun yönetimce 1 hafta içinde yanıtlanacak.

Usul böyle mi denmeli?
Siz olsanız ne yaparsınız?

Çok uzunca anlattım.

Ama bu olay sırasında dakikalar çok kısaydı.
Toplam 1 saat içinde baro yönetimi ile iletişim kurulur,kadına avukat atanır,valilik araç ve ekip temini ile kadın bir başka sığınmaevine nakledilir ve kadının güvenliği sağlandıktan sonra gerekli hukuki süreç devam eder.

Ertesi gün gazetelerin 3 sayfasında bir namus cinayeti haberi böylece yer almaz.

Tartışmayı burada bitirip" ilgililere" havale etmek sn.Dostun tercihi ve önerisi.Aynen katılıyorum.

Çünkü bu konunun tam da içinde olan bizler" ilgili"yiz.

Saygılar..
Old 22-06-2004, 17:42   #33
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Birleşmiş Milletler

Elli-yedinci Oturum
Üçüncü Komite
Günden maddesi 102

Kadınların Konumunun Geliştirilmesi


Almanya, Andora, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Belçika, Benin, Bolivya, Botsvana, Brezilya, Bulgaristan, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı, Cape Verde, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Dominik Cumhuriyeti, Eritre, Ermenistan, Estonya, Etiyopya, Fiji, Finlandiya, Fransa, Gambiya, Gana, Guinea-Bissau, Güney Afrika, Gürcistan, Hırvatistan, Hollanda, İrlanda, İspanya, İsrail, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Kanada, Kıbrıs, Kosta Rika, Latviya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, Malavi, Malta, Meksika, Moldova Cumhuriyeti, Monako, Nikaragua, Norveç, Panama, Polonya, Portekiz, Romanya, Samoa, San Marino, Slovakya, Slovenya, Surinam, Şili, Tayland, Türkiye, Uganda, Ukrayna, Yeni Zelanda, Yunanistan, ve Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti, Vanuatu, Venezüella, Yugoslavya : gözden geçirilmiş karar taslağı



Gözden Geçirilmiş Karar : Namus adına kadınlara karşı işlenen suçların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışma



Genel Kurul,



Bütün devletlerin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde[1] beyan edildiği gibi, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı da dahil olmak üzere, insan haklarını ve temel özgürlükleri geliştirme ve koruma yükümlülüklerini tekrar teyit ederek, ve taraf Devletlerin insan hakları belgeleri, özellikle Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Misakı[2], Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Misakı2, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi[3] ve Çocuk Hakları Sözleşmesi[4] bağlamındaki yükümlülüklerini de yine teyit ederek,





Viyana Deklarasyonu ve Eylem Planını ve Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’ni[5] ve de Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nda kabul edilen Beijing Bildirgesi’ni[6] ve Eylem Platformu’nu[7] ve “Kadınlar 2000 : yirmi birinci yüzyılda toplumsal cinsiyet eşitliği, gelişme ve barış”[8] başlıklı Genel Kurul özel oturumu sonuç belgesini hatırlayarak,



Kadınlara karşı namus adına işlenen suçların bir insan hakları sorunu olduğunu ve Devletlerin bu tür suçları önleme, soruşturma ve faillerini cezalandırma ve mağdurlara koruma sağlamak için gereken özeni gösterme yükümlülükleri olduğunu, ve bu yükümlülükleri yerine getirmemenin kadınların insan hakları ve temel özgürlüklerini ihlal ettiğini ve bunlardan yararlanmalarına zarar verdiği veya bu hak ve özgürlüklerini hükümsüz kıldığını akılda tutarak,



Namus adına işlenenler suçlar da dahil, kadınlara ve kızlara karşı her türlü şiddetin, yasalarca cezalandırılabilir bir suç olarak muamele görmesi gerekliliğini vurgulayarak,



Namus adına işlenen suçlar da dahil, birçok farklı biçimde gerçekleşen kadınlara karşı her türlü şiddetin temelindeki nedenleri anlamaya ilişkin yetersizliğin, ve bu şiddete ilişkin yetersiz bilginin gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde, bilgiye dayalı bir politika analizini ve bu şiddeti ortadan kaldırma çabalarını engellediğinin farkında olarak,


İnsan Hakları Komitesi’nin, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’nin, Çocuk Hakları Komitesi’nin ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin raporlarının ilgili kısımlarında tanımlandığı gibi kadınların ve kızların bu suçların mağdurları olmalarından derin endişe duyarak, ve bu bağlamda İnsan Hakları Komisyonu’nun kadınlara karşı şiddet, bunun nedenleri ve sonuçları Özel Raportörü’nün raporunun[9] ilgili kısımlarını dikkate alır,



Bu tür suçların hiçbir dini ve kültürel değerle bağdaşmaz olduğunu vurgulayarak,



İnsan Hakları Komisyonu’nun 23 Nisan 2002 tarihli 2002/52 sayılı kararını[10] akılda tutarak,



Namus adına kadınlara yönelik işlenen suçların ortadan kaldırılmasının, inter alia, hükümet-dışı örgütler de dahil olmak üzere, uluslararası işbirliği çabaları ve sivil toplum aracılığıyla, Hükümetlerin ve uluslararası toplumun daha fazla çaba ve kararlılığını gerektirdiğini, ve toplumsal tutumda temel değişikliklerin gerekli olduğunu vurgulayarak,



Namus adına kadına karşı işlenen suçların ortadan kaldırılmasında ve önlenmesinde, temel araçlardan biri olarak kadınların güçlendirilmesinin ve karar alma ve politika oluşturma süreçlerine etkili katılımlarının öneminin altını çizerek,



1. (a) Devletlerin, namus adına kadınlara karşı işlenen suçlara ilişkin ulusal mevzuatta değişiklikler yapılması, bu mevzuatın etkili biçimde uygulanması, ulusal bilgilendirme ve bilinçlendirme kampanyaları da dahil olmak üzere eğitsel, sosyal ve diğer tedbirlerin alınması da dahil olmak üzere bu suçların ortadan kaldırılmasını hedefleyen faaliyet ve girişimlerini, ve yanı sıra devletlerin kadınlara karşı diğer tüm şiddet türlerini ortadan kaldırmayı hedefleyen faaliyet ve girişimlerini;



(b) Namus adına kadına karşı işlenen suçlara yönelik olarak, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu ve Birleşmiş Milletler Kadınların Kalkınması Fonu da dahil olmak üzere Birleşmiş Milletler organları, fonları ve programları tarafından yürütülen projeler gibi çabaları, bunların çabalarını koordine etmelerini teşvik ederek,



( c) Kadın örgütleri, taban hareketleri ve bireyler gibi hükümet-dışı kuruluşlar da dahil olmak üzere, sivil toplum tarafından bu suçlar ve bunların zararlı sonuçları hakkında bilinç yükseltmek üzere yürütülen çalışmaları memnuniyetle karşılar.



2. Kadınların namus adına işlenen suçların mağduru olmaya devam etmeleri ve dünyanın bütün bölgelerinde, birçok farklı biçim alan bu şiddetin sürekli olarak meydana gelmesi ve faillerinin takibatı ve cezalandırılması konusundaki zaafiyet ile ilgili olarak endişesini ifade eder;



3. Tüm Devletleri:



(a) İlgili uluslararası insan hakları belgeleri bağlamındaki yükümlülüklerini yerine getirmeye ve Beijing Bildirgesi6 ve Eylem Platformu7 ile Genel Kurul’un yirmi üçüncü özel oturumu sonuç belgesini8 uygulamaya;



(b) Yasal, idari ve programa dayalı tedbirler aracılığıyla, birçok farklı biçimde gerçekleşen namus adına kadınlara karşı işlenen suçları önleme ve ortadan kaldırmaya yönelik çabalarını yoğunlaştırmaya devam etmeye;



(c) Namus adına kadınlara karşı işlenen suçları derhal ve derinlemesine soruşturmaya, etkili biçimde takibatta bulunmaya ve bu tür olayları belgelemeye ve failleri cezalandırmaya;



(d) Bu suçlara müsamaha edilmemesini teminat altına alacak gerekli tüm tedbirleri almaya;



(e) Bu suçların gerçekleşmesine izin veren tutum ve davranışların değiştirilmesi amacıyla, inter alia, topluluk önderlerini dahil ederek, namus adına kadınlara karşı işlenen suçların önlenmesi ve ortadan kaldırılması gerekliliğine ilişkin bilinç yükseltme çabalarını yoğunlaştırmaya;



(f) Medyanın bilinç yükseltme kampanyalarına girişmeye yönelik çabalarını teşvik etmeye;



(g) Namus adına kadına karşı işlenen suçların nedenleri ve sonuçları hakkında, polis, adli ve hukuki personel gibi, hukuku uygulamakla görevli olanlara eğitim vermek de dahil olmak üzere, bilgi ve anlayışı artırmaya yönelik tedbir ve programları teşvik etmeye, desteklemeye ve uygulamaya ve bu kişilerin bu suçlara ilişkin şikayetleri tarafsız ve etkili biçimde ele alma ve gerçek ve potansiyel mağdurların korunmasını güvenceye almak için gerekli tedbirleri alma kapasitelerini güçlendirmeye;



(h) Hükümet-dışı örgütler de dahil olmak üzere, sivil toplumun bu soruna ilişkin çalışmalarını desteklemeye devam etmeye ve hükümetler arası ve hükümet-dışı örgütlerle işbirliğini güçlendirmeye;



(i) Mümkün olduğunda , gerçek ve potansiyel mağdurların ihtiyaçlarına yanıt vermek üzere, inter alia, onlara uygun koruma, güvenli barınma, danışma, adli yardım, sağlık-bakım hizmetleri, rehabilitasyon ve toplumla yeniden bütünleşme olanakları sağlayarak destek hizmetleri kurmaya, güçlendirmeye veya kolaylaştırmaya;



(j) Namus adına kadınlara karşı işlenen suçlara ilişkin şikayetleri, inter alia, mağdurların ve başkalarının bu suçları güvenli ve gizli bir ortamda bildirebilmelerini sağlayacak kurumsal mekanizmalar kurarak, bunları güçlendirerek veya kolaylaştırarak etkili biçimde ele almaya;



(k) Yaşa göre sınıflandırılmış bilgi de dahil olmak üzere, bu tür suçların gerçekleşmesine ilişkin istatistiksel bilgiyi toplamaya ve yaymaya;



(l) Rapor yükümlülükleri kapsamındaysa, uygun olduğunda, namus adına kadına karşı işlenen suçların önlenmesi ve ortadan kaldırılması çabaları çerçevesinde kabul ettikleri ve uyguladıkları hukuki ve politik tedbirlere ilişkin bilgiyi, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi de dahil olmak üzere, sözleşme organlarına sundukları raporlara dahil etmeye



çağırır.





4. (a) Uluslararası toplumu, ilgili Birleşmiş Milletler organları, fonları ve programları da dahil olmak üzere inter alia, teknik yardım ve danışma hizmeti programları aracılığıyla, talepleri üzerine, bütün ülkelerin namus adına kadına karşı işlenen suçların önlenmesi için kurumsal kapasitelerinin artırılmasına yönelik ve bu tür suçların temel nedenlerine işaret eden çabalarını desteklemeye;



(b) Tüm ilgili insan hakları sözleşme organlarını, uygun olduğunda, bu konuyu ele almaya devam etmeye;



( c) Kadının Statüsü Komisyonu’nu, bu konuyu, kırk yedinci oturumunda “Kadının insan hakları ve Beijing Eylem Platformu ve Genel Kurul’un özel oturumunun, “Kadınlar 2000 : yirmi birinci yüzyılda toplumsal cinsiyet eşitliği, gelişme ve barış” başlıklı sonuç belgelerinde tanımlandığı şekilde, kadınlara ve kızlara karşı her türlü şiddetin ortadan kaldırılması” öncelikli konusu altında ele almaya



davet eder,



5. Genel Sekreter’in, namus adına kadınlara karşı işlenmiş suçların ortadan kaldırılması doğrultusunda çalışmaya ilişkin raporunu[11] dikkate alır.



6. Genel Sekreter’in, elli-dokuzuncu oturumunda Genel Kurul’a sunulacak olan, kadına karşı şiddetin ortadan kaldırılması konusundaki raporuna, bu kararın konusuna ilişkin, elde olan tüm bilgileri temel alan, bu suçların temelindeki nedenlerin bir analizini, mevcut bulunuyorsa destekleyici istatistiksel bilgiyi, ve Devletlerin girişimlerine ilişkin bilgiyi içeren müstakil bir raporu dahil etmesini talep eder.




--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakınız Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı 217 A (III).

[2] Bakınız Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı 2200 A (XXI), ek.

[3] Karar 34/180, ek.

[4] Karar 44/25, ek.

[5] Bakınız karar 48/104.

[6] Dördüncü Dünya Konferansı Raporu, Beijing 4-15 Eylül 1995 (Birleşmiş Milletler Yayını, Satış No. E.96.IV.13), bölüm I, karar 1, ek I.

[7] Age., ek II.

[8] Karar S-23/3, ek.

[9] E/CN.4/2002/83.

[10] Ekonomik ve Sosyal Konsey Resmi Kayıtları, 2002, Ek No.3 (E/2002/23), bölüm II, kısım A.

[11] A/57/169
Old 29-06-2004, 19:39   #34
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Dün Güldünyanın duruşması vardı.



Sanıklar ilk ifadelerini verdıler ve alışıldığı şekliyle yaşı küçük sanık
eylemi üstlendi.

Baro adına 4 avukat gerekçeleriyle müdahale talebini belirtti. Birleşmiş milletler ve ilgili uluslarası belgeleri ve bu konuda başka bir baro talebi ile verilmiş müdahale emsal kararı sunuldu.Savcının görüş bildirmesi ve konuyu incelemesi için karar sonraki celseye bırakıldı..En azından hemen reddetmediler talebi.

Şimdilik bu kadar..

Saygılar
Old 24-07-2004, 23:11   #35
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Uluslararası kadın hakları örgütü Terre Des Femmes, 14 ülkede 5 bin kadının öldürüldüğü namus cinayetlerine karşı bir kampanya başlattı.



‘Namus Cinayetlerine Hayır’

Uluslararası kadın hakları örgütü Terre Des Femmes, "Namus Cinayetlerine Hayır" kampanyası başlattı. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 14 ülkede her yıl yaklaşık 5 bin kadının "namus" cinayeti sonucu yaşamını yitirdiğine dikkat çeken Terre Des Femmes, 2004-2005 kampanyası çerçevesinde başta yasal değişimler olmak üzere birçok talebi de gündeme alacak. Birleşmiş Milletler'in (BM) verilerine göre, aralarında Türkiye, Ürdün ve Pakistan'ın da bulunduğu en az 14 ülkede resmî olarak 5 bin kadının "namus" cinayeti mağduru olması Terre Des Femmes'i harekete geçirdi.

Terre Des Femmes, 2004-2005 kampanyası çerçevesinde, "Namus Cinayetlerine Hayır'' sloganıyla kadınlara yönelik insan hakları ihlallerine karşı kampanya başlattı.
Bilinmeyen vakaların sayısının ise bu rakamdan çok daha yüksek olduğuna dikkat çeken Terre Des Femmes, "namus" cinayetlerinin çoğunlukla Müslüman ülkelerde gerçekleştiğinin altını çiziyor. "Namus" cinayetlerinin dinle doğrudan bağlantılı olmadığını da belirten Terre Des Femmes, Brezilya, Ekvador ve İtalya'nın da bu tür vakalarla öne çıkan ülkeler arasında olduğunu kaydediyor. Almanya'da ise bu suça göçmen aileler arasında rastlandığı vurgulanıyor. Zorla evlilik ve "namus" cinayetleri arasındaki bağın güçlü olduğuna dikkat çeken Terre Des Femmes, "Bir kadın eğer ailenin seçtiği kişiyle evlenmeyi kabul etmiyorsa, ailesinin namusunu kirletmekle suçlanıyor" tespitine yer veriyor. Kadın örgütü, cinayetlerin çoğununun kadının babası, kardeşi veya eşi tarafından gerçekleştirildiğine de işaret ediyor.

Terre Des Femmes, kampanya kapsamında 2004-2005 yılını kapsayan bir dizi eylem ve etkinlik düzenleyecek. Namus cinayetlerine karşı bir imza kampanyası yürütülecek ve toplanan imzalar BM'ye teslim edilecek. Kampanya kapsamında uluslararası alanda birçok organizasyon ile ilişki geliştirilerek ortak çalışmalar yapılacak. 25 Kasım 2004'de Bonn'da etkinlik düzenlenecek ve "namus cinayetleri" broşürleri basılacak. 8 Mart 2005 Dünya Kadınlar Günü'nde Uluslararası Af Örgütü ile beraber uzmanlarla halka açık bir tartışma platformu organize edilecek. Almanya genelinde fotoğraf sergileri açılacak.


"Namus" cinayetlerinin önüne geçilmesi için Terre Des Femmes kampanya kapsamında birtakım talepleri de sıralıyor:

- Yargıç, polis, öğretmen, devlet dairelerinde çalışan memurların ve kamu çalışanlarının bu problemler üzerine aydınlatılması.
- Namus suçu kurbanlarına özel danışma merkezlerinin kurulması.
- Belirli ülkelerde namus cinayetlerini az veya hiç ceza öngören yasalara karşı stratejilerin geliştirilmesi.
- Namus cinayetlerinin yaşandığı ülkelerdeki toplumların bu tür cinayetleri doğal olarak görmeleri engellenmeli.
- Kampanyalarla İslam'ın "namus" cinayetlerine karşı çıktığı anlatılmalı.
Old 25-07-2004, 14:56   #36
devran

 
Varsayılan İngiltere ve Galler'de 2003 yılında 61 bin tecavüz olayı..

İngiltere ve Galler'de 2003 yılında 61 bin tecavüz olayı
MHA/LONDRA

2003 yılında İngiltere ve Galler'de 61 bin tecavüz ve cinsel taciz vakası kaydedildi. İngiltere'nin başkenti Londra özelinde ise son 12 ayda 10 bin 200 olay yaşandığı, bunların 2 bin 971'inde gözaltı veya yasal cezalandırma uygulandığı açıklandı.

İngiltere İçişleri Bakanlığı verilerine göre 2003 yılında İngiltere ve Galler'de 61 bin tecavüz ve cinsel taciz vakası kaydedildi. Bakanlık açıklamalarında en dikkat çekici yön ise bu suçların büyük bir bölümünün de rapor edilmediği gerçeği.

Londra'nın doğusunda bulunan Whitechapel bölgesinde bulunan ve bu tür suçlara maruz kalan mağdurlara hizmet verecek olan merkezin geçen hafta yapılan açılışında yapılan açıklamada şaşırtıcı rakamlar verildi. Londra özelinde son 12 ayda 10 bin 200 olay kaydedildiği ve bunların 2,971'inde gözaltı veya yasal cezalandırma uygulandığı vurgulandı.

Ulusal Sağlık Hizmetleri NHS ve Metropolitan Polis işbirliğiyle kurulan merkezin açılışında konuşan polis teşkilatının başındaki isim olan Sir John Stevens, tecavüz olaylarının bir çoğunun raporlara yansımadığına dikkat çekerek, mağdurların bu tür merkezler aracılığıyla destek alabileceklerini kaydetti.
Old 09-09-2004, 21:40   #37
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Güldünyanın öldürülmesine ilişkin yargılama yarın( 10 Eylül) Bakırköy 5.Ağır Ceza Mah.de yapılacak.

Gelişmeleri yarın yeniden aktaracağım.

Saygılar
Old 10-09-2004, 19:48   #38
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Bir yurttaş ,bir kadın olarak müdahale talebi

Merhaba,
Bu gün Güldünya duruşması yapıldı.
Duruşmaya İstanbul Barosu adına müdahale talebinde bulunan
avukatlar,Gökkuşağı ve Amargi Kadın kuruluşları adına müdahale talebinde bulunan avukatlar,Morçatı gönüllüsü avukatlar katıldı.

Müdahale talebinde bulunan İstanbul Barosu avukatları müdahale isteklerinin gerekçelerini yazılı ve sözlü olarak yeniden sundular.C.Savcısı,CMUK 365 maddesine göre suçtan doğrudan zarar gören kişilerin müdahale talebınde bulunabileceği belirtildiğinden talebin reddi yönünde görüş belirtti.

Başkan aynı yönde karar vererek Hem İstanbul Barosunun hem de Amargi-Gökkuşagı adına yapılan müdahale talebini reddetti.

Talebin reddi üzerine,avukatlar,cübbelerini çıkararak bir yurttaş
olarak,bir kadın olarak müdahale talebinde bulundular.

Bireysel müdahale talebi konusunda karar gelecek celseye kaldı.
Duruşma 03.11.2004 10.20 ye ertelendi.

Ek:


Müdahale talep eden İstanbul Barosu avukatlarının müdahale gerekçeleri aşagıdaki gibidir.


Gerekçelerde,

1.28.06.2004 tarihli celsede, İstanbul Barosu Başkanlığı’nın müdahale istemini içeren dilekçeyininmahkemeye sunulduğu belirtilerek aşağıdaki gerekçeler sunuldu.:

2. İstanbul Barosu Başkanlığı’nın davada müdahil olmak istemesinin asli nedeni, mahkemenizde görülmekte olan “insan öldürme” fiilinin “sıradan” insan öldürme fiillerinden farklılık taşımasıdır. Olayda, ülkemizde yaygın bir biçimde görülmekte olan kadına yönelik şiddetin vahim bir boyut kazandığı “töre” ve/veya “namus” adı altında işlenen kadınların en
temel hakkı olan yaşama hakkına saldırı sözkonusu dur .

3.Nüfusun yarısını oluşturan kadınların “yaşama hakları” devletin güvencesi altında bulunmamaktadır. Kadınlar, evde, okulda, işyerinde kısaca özel ve kamusal alanda şiddete maruz kalarak ve/veya şiddet tehdidi altında yaşamaktadırlar. Türkiye’nin geleneksel yapısı, kadına yönelik şiddete
karşı duruş getirmediği gibi bu şiddeti töre, namus vb gerekçelerle onaylama eğilimindedir. Daha gerçekçi bir anlatımla, kadınlar toplumsal; hatta yakın bir geçmişe kadar hukuki onayla KATLEDİLMEKTEDİR.

4-Kadına yönelik şiddet Türkiye’de vahim boyutlara ulaşmasına rağmen, bu mağduriyeti bertaraf edecek hukuki mekanizmalar yeterli olmadığı gibi; mevcut mekanizların önünde de sosyo-ekonomik eşitsizliğin yarattığı güçsüzlük, kadını toplumun ve ailenin malı olarak gören ve birey olarak
kabul etmeyen değer yargıları bulunmaktadır. Kadını birey kabul etmeyen bu değer yargıları sonucunda, kadına ailesi ya da toplumun uyguladığı şiddet bir İNSAN HAKKI İHLALİ OLARAK kabul edilmemekte, mülkiyet hakkını doğal sonucu olan her türlü şiddeti uygulama hak ve iradesi kabul görmektedir.

5.Töre ve namus gerekçesiyle öldürülme tehdidi altında bulunan kadınların sosyal ve hukuki hiçbir güvencesi bulunmamaktadır. Yine bu kadınların yasal yollara başvurması da neredeyse imkansızdır. Töre ve namus gerekçesi ile öldürülen kadınlar için ise koruyucu hukuki mekanizma bulunmamaktadır.Yargılama konusu olayda olduğu gibi, aile meclisi kararı ile harekete geçen sanık eylemini gerçekleştirip kadını öldürdükten sonra toplum ve ailesi tarafından sıkıca korunup gözetilmekte ve hatta ödüllendirilmektedir.

6.“Töre” ve/veya “namus” cinayetlerinde, öldürme kararı genelde öldürülenin ailesi tarafından verilmekte olup, müşteki-müdahil olabilecek kişilerle suça azmettiren ve fiili işleyen kişiler aynı olduğundan bu tür davalarda müdahil tarafında genellikle hiç kimse olmamaktadır. Sanığın/ların beyanları dışında “maddi gerçeğin ortaya çıkmasında” müdahil tarafında kimse bulunmadığından sanığın savunmasıyla yetinilmekte, savcıya
bu konuda yardımcı olunamamakta verilen kararlar da savcılık makamınca temyiz edilmezse Yargıtay denetiminden geçmeksizin kesinleşmektedir. Bu durum kadınların namus adına işlenen suçların mağduru olmaya devam etmelerine ve şiddetin sürekli olarak meydana gelmesine ve faillerinin takibi ve cezalandırılması konusunda zafiyete yol açmaktadır.

7- Kadına yönelik şiddet, açıkça bir “insan hakkı” ihlali olup; bu
şiddetin önlenmesi konusunda devletin uluslararası platformlarda kabul ettiği ve deklare ettiği taahhütleri bulunmaktadır. Uluslar arası sözleşmeler gereği namus adına kadınlara karşı işlenen suçların derhal ve derinlemesine soruşturması , etkili biçimde takibatta bulunulması ve faillerin cezalandırması devletin görevleri arasındadır.Uluslararası belgeler açıkça kadınlara namus adı altında uygulanan suçları bir “insan
hakları” sorunu olarak tanımlanmıştır.

8-Yıllardır devam eden bu uygulama töre ve namus cinayetlerinin etkin biçimde önlenmesi kararlılığı için yeni hukuki yollar denenmesi,mevcut mevzuatın yorumunda insan hakları değerinin önemle vurgulanarak harekete geçilmesi, kadının insan haklarına işlerlik kazanmasının gereğidir.

9-İstanbul Barosu Yönetim Kurulu, Kadın Hakları Uygulama Merkezi’nin önerisi üzerine dosya içerisinde mübrez kararı ile Güldünya Tören olayına müdahale kararı vermiştir. Yönetim kurulu bu kararı Avukatlık Kanununun vermiş olduğu yetkiye dayanarak almıştır.

Aşağıda madde metni bulunan Avukatlık Kanunu’nun 76 ve 95. maddesi gereği İstanbul Barosu Başkanlığı müdahil olmak konusunda GÖREVİNİ YERİNE GETİRMEK
AMACIYLA talepte bulunmuştur.
Anılan maddeler şöyledir.:

SEKİZİNCİ KISIM/BAROLAR/BİRİNCİ BÖLÜM/GENEL HÜKÜMLER
BAROLARIN KURULUŞ VE NİTELİKLERİ

Madde 76 - (Değişik 1. fıkra: 4667 - 2.5.2001 / m.46) Barolar; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleri ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını,"""" hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak"""", avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten, tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik
ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır.

YÖNETİM KURULUNUN GÖREVLERİ

Madde 95 - Yönetim kurulu, kendisine kanunen verilen görevleri yerine getirmekle, yükümlü olup, baronun işlerini kovuşturur ve menfaatlerini korur.
Yönetim kurulunun başlıca görevleri şunlardır:
21. (Ek: 4667 - 2.5.2001 / m.55) Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak...”

Baroların bu yetkileri kağıt üzerinde kalan ve uygulamaya geçmeyecek hak ve görevler değildir. Barolara insanlar hakları mücadelesinde aktif rol olmasını sağlayacak hak ve yükümlülük getiren maddelerdir.

10- Kadına yönelik şiddet, töre ve namus cinayetleri Türkiye’nin kabul ettiği uluslararası sözleşmelere göre İNSAN HAKLARI İHLALİDİR. Olayımızda
Güldünya Tören kadına yönelik şiddetin milyonlarca mağdurlarında sadece biridir. Güldünya Tören ölmemek için mücadele etmiş, devletin sığınağına sığınmış ancak devlet yeterli güvenceyi sağlayamadığı için öldürülmek üzere ailesine teslim edilmiştir. Mahkemenizde görülmekte olan davada Güldünya
Tören’in YAŞAMA HAKKI/İNSAN HAKKI devletin sorumluluklarını yerine getirmemesi nedeniyle İHLAL EDİLMİŞTİR.

11- İstanbul Barosu Başkanlığı Kanunun kendisine vermiş olduğu yükümlülüğü yerine getirmek amacıyla, müdahil olarak davaya kabulüne talep etmektedir. Bu baronun bir hakkı olmayıp, insan hakları mücadelesinde açık bir yükümlülüğüdür. İnsan hakkı ihlalinin olduğu her yerde baronun müdahil olma hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu konuda emsal kararlar olarak :

a- İdarecilere bekaret kontrolüne “imkan” veren Sağlık Meslek Yüksek Okulları Yönetmeliğinin kamuoyunca bilinen adıyla Bekaret yönetmeliğinin iptali için İstanbul Barosu Başkanlığı iptal davası açmış ve idarenin İstanbul Barosu’nun taraf ehliyeti olmadığı yönündeki tüm itirazları rağmen baronun aktif husumet ehliyeti İdare Mahkemesi tarafından kabul edilmiş ve
Danıştay tarafından da karar husumet yönünden onaylanmıştır. (Ek.1)


b- Şanlıurfa Barosu Başkanlığı, Bozova Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan işkence davasında, işkence ve kötü muamelenin insanlık suçu olması nedeniyle insan haklarının ihlal edildiğinden bahisle Avukatlık Kanunu 76. maddeye göre müdahale talebinde bulunmuş ve mahkeme Suçtan zarar
görme ihtimaline binaen Ş. Urfa Barosu Başkanlığının davaya müdahil olarak kabulüne karar vermiştir.


Sonuç ve istem : Yukarıda açıklanmaya çalışıldığı üzere, mahkemenizde görülmekte olan davada maktule Güldünya Tören’in en temel insan hakkı olan YAŞAMA HAKKI ihlal edilmiş ve müdahil sandalyesinde hiçbir yakını oturmamaktadır. Avukatlık Kanununun 76 ve 95. maddesine göre İstanbul
Barosu Başkanlığı’nın davaya müdahil ve vekilleri olarak bizlerin müdahil vekili olarak kabulünü dileriz.

Ek:temel alınan sözleşmeler:
1-B.M özel oturumu
2-Cedaw
Old 03-11-2004, 23:01   #39
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Berrin Delikçi nin Güldünya duruşmasına ilişkin notlarıdır.

Evlilik dışı ilişkiden hamile kalarak bir çocuk dünyaya getirdiği belirtilen Güldünya Tören'in önce silahla yaralanması, ardından da tedavi gördüğü hastanede öldürülmesine ilişkin 2 kardeşi ile amcasının yargılanmasına devam edildi.


Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuklu sanıklar İrfan ve Ferit Tören katıldı. Gıyabi tutuklu sanık Mehmet Tören ise yakalanamadığı için duruşmada hazır edilemedi.

Mahkeme Heyeti Başkanı İlhami Yılmaz, Prof. Dr. Nur Centel, Yrd. Doç. Dr. Hamide Zafer ve Yrd. Doç. Dr. Özlem Cakmut tarafından hazırlanan hukuki mütalaanın dosyaya konulduğunu tutanağa yazdırdı.

Başkan Yılmaz, İstanbul Barosu'nun müdahil olarak davaya katılma isteminin reddine ilişkin söz almak isteyen avukat Habibe Yılmaz Kayar'a söz hakkı vermedi.

Avukat Elif Ece Emre de, Amargi ve Gökkuşağı Kadın Derneği adına davaya müdahil olma taleplerinin reddedildiğini hatırlatarak, kendi adına ve derneğin 8 üyesi adına müdahil olma talebinde bulunduklarını söyledi.

Avukat Filiz Kerestecioğlu da, kadın haklarını savunanlar olarak Güldünya Tören'in oğlunun velayetine ilişkin sessiz sedasız bir dava yürüttüklerini belirterek, bu davanın dün karar duruşmasının yapıldığını kaydetti.

Kerestecioğlu, ?Bu davada Güldünya Tören'in ailesinden kimse bulunmadı. Biz vardık. Çocuğun velayeti konusundaki ilk girişimi yapan da bizdik? dedi.

Bu sırada Başkan Yılmaz, avukat Filiz Kerestecioğlu'na mahkemeye sunduğu dilekçesindeki konulardan bahsetmesini istedi.

Avukat Kerestecioğlu'nun anlattığı konunun müdahil olma istemleriyle ilgili olduğunu söylemesi üzerine Başkan Yılmaz, Kerestecioğlu'nun konuşmasına izin vermedi.

Durumu tutanağa yazdıran Başkan Yılmaz, avukat Kerestecioğlu'nun ?Siz de tarihe geçeceksiniz hakim bey? şeklindeki ifadesini de tutanağa geçirdi.


MÜDAHİLLİK İSTEMLERİ REDDEDİLDİ


Mahkeme Heyeti, suçtan doğrudan zarar görmedikleri gerekçesiyle müdahil olma taleplerinin reddine karar verdi.

Bunun üzerine müdahil olmak amacıyla duruşmaya katılan bayan avukatlar ile kadınlar salonu terk etti.

Mahkeme Heyeti Başkanı İlhami Yılmaz, İrfan Tören'e hakkında ?adam öldürmeye iştirak? suçundan ek iddianame hazırlandığını belirterek, sanığa ek savuma hakkı verdi.

Bunun üzerine Tören, kardeşinin Güldünya Tören'i öldüreceğinden haberi olmadığını, bilgisi olsa engelleyeceğini söyledi.

Duruşmada tanık olarak dinlenen İbrahim Akyol, olay günü hastanede bulunduğunu, önce bir patlama sesi duyduğunu, daha sonra kaçan birkaç kişi gördüğünü ancak bu kişileri teşhis edemeyeceğini bildirdi.

Sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar veren mahkeme heyeti, dosyadaki eksikliklerin giderilmesi için duruşmayı erteledi.


HUKUKİ MÜTALAA


Dava dosyasına konulan hukuki mütalaada, Güldünya Tören'in öldürülmesi olayında hayatın genel akışına göre suçtan zarar görmesi beklenen kişilerin onu öldürmekle suçlandığı belirtildi.

Bu noktada ?suçtan zarar görme? kavramının dar yorumlanmasının amaca uygun olmadığı belirtilen mütalaada, Filiz Kerestecioğlu ve meslektaşlarının müdahil olmasının maddi gerçeğin bulunması yönünden büyük katkı sağlayacağı
gibi, bu tür olayların ne denli kınandığı ve meşru görülmediği hususlarında kamuoyuna önemli mesaj teşkil edeceği anlatıldı.

Suçtan zarar görenin belirlenmesinin hakimin takdirine bağlı olduğu belirtilen mütalaada, şu ifadeler yer aldı:

Dava konusu olayda, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunma ve koruma amacıyla faaliyet gösteren Baro'nun, kadın ayrımcılığını önlemek amacıyla çalışan kadın derneklerinin ve bağımsız adalet organı olarak avukat kadınların haklı menfaatlerinin ihlal edildiği ve kamu davasına müdahale
açısından öngörülen anlamda suçtan zarar görenler oldukları kuşkusuzdur.?
Old 08-12-2004, 09:38   #40
nursel citil

 
Varsayılan

Koca dayağından bıktığı için çocuklarıyla evden kaçan Ayşe Gökalp (22), ‘babam ve erkek kardeşim beni öldürecek. Lütfen beni koruyun, iki çocuğum var’ dedi.

AİLESİNİN zoruyla 12 yaşında nikáhsız evlendirilen ve 20 yaşında resmi nikáhı kıyılan 22 yaşındaki Ayşe Gökalp, eşinin dayağından bıkınca, iki çocuğuyla evden kaçtı. Yaklaşık 1.5 yıldır izini kaybettirmek için kent kent dolaşan Ayşe Gökalp, ‘Babam ve erkek kardeşim namus temizleme adına beni öldürecek. Devlet büyüklerime sesleniyorum: Lütfen beni koruyun, iki çocuğum var’ dedi.


Kaçak hayatı yaşamaktan bıktığını ve çocuklarına iyi bir gelecek sağlayamaktan korktuğunu söyleyen Ayşe Gökalp, büyük oğlu S.’nin İzmir Menemen’deyken bir yıl okuduğunu, kaçmaya başladıktan sonra bir daha okula gönderemediğini belirtti.

Töre gereği öldürüleceğini bildiğini, buna rağmen yaşamak için direneceğini kaydeden Ayşe Gökalp, ‘Eşim, daha ilk geceden itibaren beni dövmeye başladı. Evine, çocuklarına bakmaz, kira birikir, ödemezdi. Onun yanında kaldığım sekiz yıl boyunca her gece dayak yedim. Yüzümdeki şişlikler ve vücudumdaki morluklar yüzünden sokağa çıkamazdım. Dayanacak gücüm kalmayınca da çocuklarımı alıp kaçtım’ dedi. Gökalp, şöyle devam etti:

‘Annemi arayarak peşimi bırakmalarını istedim. Bana, ‘Mezara da girip saklansan seni yaşatmayacaklar. Öldüğünü öğrenirsem, mezarını açıp bir kurşun da ben sıkacağım. Ancak öyle inanırım öldüğüne. Bizi rezil ettin’ dedi. Birkaç ay önce töre gereği İstanbul’da öldürülen Güldünya Tören gibi öldürüleceğim. Beni ya evimde, ya mahkeme salonunda öldürecekler.’

Babasına ve yetkililere çağrıda bulunan Ayşe Gökalp, ‘Baba, namusunu kirletecek bir şey yapmadım. Geçinemiyordum, ayrıldım. Artık dayanacak gücüm yoktu. Lütfen beni öldürmeyin. Devlet büyüklerime de sesleniyorum: Lütfen beni koruyun, iki çocuğum var ve onlara bir gelecek sağlayın.’
Kentin varoşlarında, güvenlik nedeniyle adını açıklamadığı mahallede tek odalı bir gecekonduya yerleşen ve evlere temizliğe giderek geçinmeye çalışan Ayşe Gökalp’e mahalle halkı ev eşyası verdi. Ailesinin kendisini bulmasından korkan Ayşe Gökalp, bu arada savcılığa giderek ‘töre cinayeti’ne kurban gitmekten korktuğunu bildirdi ve suç duyurusunda bulundu. Gökalp ayrıca Aile Mahkemesi’ne başvurup boşanma davası da açtı.
Hürriyet gazetesi
Old 08-12-2004, 15:12   #41
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Alıntı:
Dava konusu olayda, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunma ve koruma amacıyla faaliyet gösteren Baro'nun, kadın ayrımcılığını önlemek amacıyla çalışan kadın derneklerinin ve avukat kadınların haklı menfaatlerinin ihlal edildiği ve kamu davasına müdahale


Sayın hykayar,

Kadın hakları konusunda gösterdiğiniz çabalara saygı duyuyorum.
Ancak yapılan yanlışları savunduğunuzu görmek üzücü:

Söz konusu davada müdahil olmak isteyenlerin listesini ve gerekçeyi buraya aktarmışsınız :

- Barolar
- Kadın dernekleri
- kadın avukatlar

Kadın dernekleri ile kadın avukatların müdahale etmek istemelerinin haksızlığı konusunda, beni hiç ilgilendirmediği için, bir yanıt vermeyeceğim. Ama Baro'nun görev alanını çizerken usul kurallarının dışına taşılmaması gerektiği kanısındayım.

Ve bunca yıllık meslek hayatımda ilk kez sayenizde KADIN AVUKAT - ERKEK AVUKAT ayırmını yaşadım. Haksız da olsa müdahale hakkını nasıl olup da yalnızca kadın avukatlara tanıdığınızı anlayamadım.

Erkek avukat olarak kendimi bir haktan mahrum hissettim. Kadın hastaların kadın doktora muayene ettirilmesi kadar vahim bir ayrımcılık yapmışsınız.

Bu da mı POZİTİF AYRIMCILIK ? Bu da mı olumlu ?

Olumsuz her kavramın başına, avrupai bir eda ile "POZİTİF" yazmakla olumlu hale getirmek mümkün mü? Yoksa bu sadece kadın haklarına tanınan bir ayrıcalık mı ?

Saygılarımla

Bir Dost (erkek)
Old 08-12-2004, 23:43   #42
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn Dost,

Baroların insan hakları ihlallerinde müdahale kararı vermelerini çok yerinde buluyorum.

İstanbul Barosunun Töre (Namus) cinayetlerini ,yaygın insan hakkı
ihlali olarak değerlendirip müdahale kararı vermesini çok doğru buluyorum.

Kadın derneklerinin müdahale talebini çok doğru buluyorum.

Ve kadınların müdahale taleplerini çok doğru buluyorum.

Yanlış bulduğum tek şey,töre(namus) cinayetleri karşısında "bazı erkeklerin" takındığı tavır.

Haklısınız yalnışı düzeltmek ve müdahale edenleri kadınlarla sınırlamamak gerek.

Buyrun,bir yurttaş olarak siz de müdahale talebinde bulunun.Çünkü bu tür katliamlar sadece kadınları değil,herkesi ilgilendiriyor.

Yoksa ilgilendirmiyor mu?

Efendim?????
Old 09-12-2004, 18:14   #43
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın hykayar,

Ben sadece kadınların değil, herkesin öldürülmesinden rahatsız oluyorum. Ama bütün cinayet davalarına koşup müdahil olmuyorum:

Usul kurallarına göre "suçtan zarar gören gören "
kavramı varken böylesi, "duygusal müdahalelerin" reddedilmeye mahkum ölü talepler olduğunu düşünüyorum.

***

Bu müdahale talepleri basında gözükmek isteyen bazı marjinal kimseler tarafından; ya da hukuku hiç bilmeyen bazı kadınlar tarafından yapılabilir. (Kaldı ki dava hastası olarak bilinen kimseler veya en bilgisiz kadınlar bile müdahale etmemiş)

"hukukun üstünlüğünü savunan" Baro tarafından ve kadın avukatlar tarafından usul kurallarının çiğnenmesi bana çok yanlış geliyor.

Saygılarımla

Bir Dost
Old 09-12-2004, 23:01   #44
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn Dost,

Bu konuda aynı düşünmediğimi daha önce de belirtmiştim.Farklı düşünmek konusunda da ısrarlıyım.

Benim gibi düşünmeyenleri,"duygusal cevap verenler" olarak tanımlamadığım gibi,benim gibi düşünenlere " basında gözükmek isteyen bazı marjinal kimseler ; ya da hukuku hiç bilmeyen bazı kadınlar "denmesini de doğru bulmuyorum.

Bu tür söyleyişlerin ilgiyi dağıttığını düşünüyor ve asıl konumuza dönüyorum.


Prof.Dr.Nur Centel,Y.Doç.Dr.Hamide Zafer ve Y.Doç.Dr.Özlem Çakmut (Marmara Ünv.Hukuk Fak.Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri)

tarafından bu konuda hazırlanan hukuki mütaladan ilgili bölümleri aşağıya aktarıyorum.

HUKUKİ MÜTALAA
Prof.Dr.Nur Centel,Y.Doç.Dr.Hamide Zafer ve Y.Doç.Dr.Özlem Çakmut
iSTANBUL 28.10.2004
....
Müdahaleye hakkı olanlar:
....Suçtan zarar gören Yasa'da tanımlanmamıştır.Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasındaki "suçtan zarar görenler" kavramına geleneksel yaklaşım,suçtan zarar görenin "suçtan doğrudan doğruya zarar gören" olabileceğidir.Bu kişi,suçun olumsuz etkilerini doğrudan doğruya üzerinde hisseder.Buna karşılık,suç tanımı ile korunan hak ve menfaatin dışında kalan
hak ve menfaatlerin ihlal edildiği hallerde,bu hak ve menfaatin sahipleri dolaylı olarak suçtan zarar görenler olarak adlandırılır ve kamu davasına müdahale talepleri kabul edilmez.

Ancak günümüzde suçtan zarar gören kavramının artık suçtan doğrudan doğruya zarar görenlerle sınırlandırılmadığını,çünkü bunun her zaman adil ve isabetli olmadığını,çağdaş gelişmelerde suçtan dolaylı zarar görmenin de "zarar gören" kapsamına dahil edildiğini görmekteyiz.Müdahale,sadece şahsi haklara kavuşmaya hizmet eden bir kurum değildir.Bu yolun asıl,adaletin gerçekleştirilmesinde,maddi gerçeğin bulunmasında ve suçluların cezalandırılmasında etkin rol alma konusunda işlevi büyüktür.Bu nedenle günümüz ceza muhakemesinde artık davanın konusuyla ilgili dernek,kuruluş ve diğer kişilerin de suçtan zarar gören kavramına dahil edildiği görülmektedir.
Örneğin,Fransız hukukunda,ırkçılıkla mücadele derneklerinin mevzuatta yer alan bazı suçlara müdahale etme haklarının bulunduğu kabul edilmektedir.Bu dernekler,savcı tarafından açılmış olan bir kamu davasına müdahale yoluyla katılabilecekleri gibi,dava açılmayan hallerde,şahsi dava da açabilmektedirler.Fransa'da tüzüklerinde,ırkçılıkla mücadeleyi,milli köken,ırk veya dinleri ile ilgili ayrımcılığa uğramış mağdurlara yardım etmeyi öngören dernekler,ayrımcılığın önlenmesi(Fr.Ceza Kanunu m.225-2,432-7) Bu konudaki kurum ve kütüklerin muhafazasının önüne geçilmesi( Fr.Ceza Kanunu m .226-19) konularında müdahale hakkına sahip oldukları gibi;önyargıyla bir kişinin milli kökenine,aidiyetine veya aidiyetsizliğine,gerçeğe yada tahmine dayalı bir köken,ırk veya belli bir din nedeni ile işlenen adam öldürme,müessir fiil,tehdit,cebir-şiddet ,korkutma,hırsızlık ve nası izrar suçlarında da müdahale hakkına sahiptirler.
Türk hukukunda bu gelişmelerin izleneceği kuşkusuzdur.Nitekim öğretide,ülkemizde ceza muhakemesi hukukunun çağdaş düzeye ulaşmasına sayısız eseriyle ışık tutan Kunter 'e göre,suçtan zarar gören kavramı ihtiyaca göre yorumlanmalıdır.Bazı kurumlar açısından dar anlamda suçtan zarar gören kavramını,diğer bazıları açısından da geniş anlamda suçtan zarar gören kavramını benimsemek doğru olacaktır.
Yurtcan ise suçtan zarar görenin saptanmasında,hakimin geniş takdir yetkisi bulunduğunu söylemektedir.Hakim,sanığa yüklenen ve cezalandırılması istenen fiille haklı bir çıkları zedelenen kişinin suçtan zarar gören niteliğini kişide fiilin işlenmesinden doğan tatmin edilme ihtiyacını gözönünde tutarak ve haklı gördüğünde tanımak durumundadır.Böyle bir ölçü matematik kesinlik göstermese bile,hakimin yaşadığı toplumda toplumsal hayatın doğal yasalarını kendi değerlendirmesine temel yaparak sonuca varmasını olanaklı kılacaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bir kararında"suçtan zarar gören her şahıs soruşturmanın her halinde müdahale yoluyla kamu davasına katılabilir.Zararı dar olarak anlamamak gerekir" demektedir.(YCGK 7.6.1982 5226/276) Bu doğrultuda Yargıtay 5.Ceza Dairesi 1998 tarihli bir kararında Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün ,haklarında koruma kakarı bulunan çocukların mağduru oldukları davalarda müdahil olabileceklerini kabul etmiştir.Yüksek mahkemeye göre,adı geçen Genel Müdürlük,korunmaya muhtaç çocuklara bakmak,iş ve meslek sahibi yapmak ve topluma yayarlı kişiler olarak yetişmelerini sağlamakla görevli ve yükümlü olduğundan,suçtan zarar görendir.
O halde ,öğretideki görüşler ve Yargıtay içtihatları,suçtan zarar görenler kavramının kapsamını artık genişletme eğilimindedirler.Mahkemelerin de bu yorum biçimini izlemeleri kaçınılmazdır.
Olaydaki durum
Dava konusu olayda maktule Güldünya Tören in öldürülmesinden genel yaşam deneyimine ve olayların olağan akışına göre zarar göreceği düşünülen kişiler onu öldürmekle suçlanmaktadır.Medyaya yansıyan haberlere göre,Güldünya Tören gayrımeşru çocuk dünyaya getirmiş,ailesi bu yüzden çevrelerinde aşağılanmış,baskılara maruz kalmış ve onu öldürme kararını alarak kardeşlerini bu eylemde görevlendirmişlerdir.Dolayısıyla,burada suçtan zarar gören kavramını dar yorumlamak amaca uygun değildir.Bu takdirde,davaya müdahale eden bulunmayacaktır.Kuşkusuz,kamu adına savcılık iddia görevini yerine getirecektir.Ancak,bu davada İstanbul Barosunun ve av.Filiz Kerestecioğlu ile meslektaşlarının müdahil olması maddi gerçeğin bulunması yönünden büyük katkı sağlayacağı gibi;bu tür olayların ne denli kınandığı ve meşru görülmediği hususlarında kamuoyuna önemli bir mesaj teşkil edecektir.Fransız Hukukunda ırkçılıkla mücadele derneklerine kamu davasına müdahale yetkisinin tanınması da bu amaca yönelik olsa gerekir.Kunter ‘in dediği gibi,bu kavramı ihtiyaca göre yorumlamalıdır.
Dava konusu olay,sıradan bir aile kavgası veya bir insan öldürme olayı değildir.Olay ülkemizde hiç de seyrek rastlanmayan,hatta Avrupa Birliğine giriş sürecinde yasal önlem almamız Birlik Ülkelerince talep edilen töre ya da namus cinayeti denilen insan öldürme olaylarının bir örneğidir.Böyle bir olayda sivil toplum örgütlerinin,Baro’nun veya müdahil olmak isteyen avukat kadınların zarar gören kavramına dahil sayılması kaçınılmazdır.Bu şekilde ,Kadına Ayrımcılığının Önlenmesine Dair Sözleşmeden kaynaklanan yükümlülükler yerine getirilmiş olacaktır.
Suçun haklı menfaatlerini ihlal ettiği herkesin,suçtan zarar gördüğünü kabul etmek gerekir.Namus ya da töre cinayetlerinin engellenmesi,bu suçların yargılanmasında maddi gerçeğe ulaşılması,suçluların cezalandırılması konusunda,binlerce kadın üyesi bulunan ve Avukatlık Kanununa göre hukukun üstünlüğünü,insan haklarını savunma ve koruma amacıyla çalışan Boronun veya kadın derneklerinin haklı menfaatlerinin bulunduğu kuşkusuzdur.Bu kurumların davalarda aktif rol alması,bu suçların engellenmesine katkı sağlayacaktır.

Sonuç
Suçtan zarar gören,Yasa’da tanımlanmamıştır.Suçtan zarar görenin belirlenmesi hakimin takdirine bağlıdır.Hakim,suçtan zarar gören kavramını ihtiyaca göre yorumlamalıdır.Yargıtay içtihatları ve öğreti,bu kavramın kapsamını genişleme eğilimindedir.
Günümüzde geçerli değer yargılarına göre,suçtan zarar gören kavramının dar yorumlanmasının bir kenara bırakılması zarureti vardır.Suçun maddi unsuru ile korunan menfaatle yakın ve haklı görülecek bir ilgisi bulunan herkes,suçtan zarar görendir.Bu ilgi,sadece bir maddi menfaat ilgisine indirgenemez.Sanığın cezalandırılması sureti ile karşılanacak bir tatmin arzusunun uyandığı her kurum ve şahıs,suçtan zarar görendir.Bu anlamda,töre cinayetlerinde ,aslında toplumumuzdaki her kadın suçtan zarar görendir,faillerin yargılanmasında aktif ve etkin rol oynamak istemeye hakları vardır.

Kanaatimizce,dava konusu olayda,hukukun üstünlüğünü,insan haklarını savunma ve koruma amacıyla faaliyet gösteren Baro’nun,kadın ayrımcılığını önlemek için çalışan kadın derneklerinin veya bağımsız adalet organı olarak avukat kadınların haklı menfaatlerinin ihlal edildiği ve kamu davasına müdahale açısından CMUK m 365/1 de öngörülen anlamda suçtan zarar görenler olduğu kuşkusuzdur.

Prof.Dr.Nur Centel,
Y.Doç.Dr.Hamide Zafer
Y.Doç.Dr.Özlem Çakmut

(Marmara Ünv.Hukuk Fak.
Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı
Öğretim Üyeleri)
Old 09-12-2004, 23:28   #45
Admin

 
Varsayılan

Alıntı:
Kanaatimizce,dava konusu olayda,hukukun üstünlüğünü,insan haklarını savunma ve koruma amacıyla faaliyet gösteren Baro’nun,kadın ayrımcılığını önlemek için çalışan kadın derneklerinin veya bağımsız adalet organı olarak avukat kadınların haklı menfaatlerinin ihlal edildiği ve kamu davasına müdahale açısından CMUK m 365/1 de öngörülen anlamda suçtan zarar görenler olduğu kuşkusuzdur.

Bir iki nokta ilgimi çekiyor:

1- CMUK anlamında suçtan zarar gören kişi aynı zamanda "taraflı"dır. Zira bir suçtan zarar gördüğünü iddia ederek davaya katılan kişinin aynı zamanda davada tartışılan suçun varlığını ve sanığın suçlu olduğunu kabul etmesi gerekir. Zira aksi taktirde suçtan zarar görmüş olması düşünülemez.

Oysa ceza hukukun en temel ilkesi suçu ispatlanıncaya kadar sanığın masum olduğu karinesidir ve bir baronun da bir ceza davasında yargılanan sanığın suçlu olup olmadığını bilmesi düşünülemez. Bu durumda nasıl oluyor da barolar kendileri ile hiç ilgili olmayan bir davada yargılanan bir sanığın suçlu olduğu iddiasına olabiliyorlar? Ya suçlu değilse? Ya şikayetçi yalan söylüyorsa? Ya sanığın cezai ehliyeti yoksa?

Burada denilebilir ki, avukatların zarar gördüğü davalara müdahil olan Barolar için de aynı durum geçerli ve evet benim bu davalar için de düşüncem bu şekilde. Bence Baro bir davaya ancak suçtan fiilen kendisi zarar görmüşse taraf olabilmelidir (örneğin bir baro yönetim kurulu üyesine görevi sırasında bir suç işlenmesi vs.)

2- Bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere Baronun tek görevi kadın haklarını korumak değildir, görev anlayışı bundan daha geniş olup, genel anlamda hukuk düzenini ve tüm insan haklarını korumayı içerir. Bu durumda eğer Baroların kadın hakları ile ilgili ceza davalarına suçtan zarar gören olarak katılmaları kabul edilebiliyorsa, diğer insan hakları ile ilgili tüm ceza davalarına da katılmaları mantığın bir sonucu değil midir? Mesela bu mantıkla tüm adam öldürme davalarına da baroların müdahil olması gerekir, çünkü "yaşam hakkı"nın ihlali söz konusudur ve kadın haklarını korumak Baronun görevi ise yaşam hakkını korumak daha önemli bir görev olmalıdır.

3- Baro bu görevi yerine getirmek için bu davalara müdahil oluyorsa, Cumhuriyet Savcılığının davadaki fonksiyonu nedir?

4- Bu bilirkişi raporuna imza atan Sayın Bilirkişilerin üçünün birden "kadın olması" tesadüf müdür ve Sayın Bilirkişiler karısı tarafından kasten müessir fiile maaruz kalan bir kocanın açtığı ceza davasına Baronun müdahil olması konusunda da aynı görüşte midirler?
Old 10-12-2004, 02:19   #46
Armağan Konyalı

 
Varsayılan

Sayın hykayar,

Alıntı:
bu tür olayların ne denli kınandığı ve meşru görülmediği hususlarında kamuoyuna önemli bir mesaj teşkil edecektir


Bu alıntı, hukuk dışı kaygılarla girişilen hukuk işlemlerinin hukuka ne kadar zarar vereceğinin özetidir.

''Duygusal müdahale'' işte budur...

Alıntı ''Basında yer almak isteyen'' sözümü de doğrulamaktadır.

Hukuka müdahale ile kamu oyu üzerinde sağlanmaya çalışılan etki mahkeme üzerinde de sağlanmaya çalışılmıştır. ''Devam eden davalar hakkında yayın yapmama'' ilkesi de unutulmuş görünmekte.

Kadın dernekleri baskı yöntemi uygulayabilirler. Barolar ve kadın avukatlar da kamu oyunda birer baskı grubu olabilirler. Ama mahkemede ancak ve ancak hukukçu olmalılar. Mahkemelerde sadece hukuk olmalı. Mahkemenin havası her türlü hukuk dışı kaygıdan arındırılmış olmalı. Adalet her türlü toplumsal faydadan önce gelir.

Doktrinde devrim yapacak teoriler üretmek akademisyenlerin görevidir. Hukukçuların görevi ise hukuku bilirkişilerin eline bırakmadan kuralları uygulamaktır. Toplumda devrim yaparken mahkemede usul kurallarını devirmemeliyiz. Usul olmadan adalet olmaz.

Bilimsel kimlikler ile imzalanmış metinde ileri sürülen görüşleri saygıyla sonuna kadar okudum. Fransız hukukundaki gelişmeleri öğrendiğim için memnun oldum. Ancak fransız hukukundan da ileri gidildiğini hayretle gördüm: Bazı Fransız derneklerine kendi konularında bazı davalara müdahale hakkı tanınmış. Halbuki metinde 'Sayın Kerestecioğlu ve meslektaşlarına' da sınırsız müdahale hakkı veriliyor. Hatta sadece kendilerine değil, 'herkese' aynı hak cömertçe bahşediliyor.

Usul kanunu ''Herkes her davaya müdahale edebilir'' biçiminde değiştirilmedikçe bize (hatta mahkemeye) sunduğunuz metin hukuki nitelikte kabul edilemez. Bir temenniden ibarettir. Ben de bu temenniye katılıyorum.

Suç topluma karşı işlenmiştir. Geniş anlamı ile herkes suçtan zarar görmüştür. Herkesin müdahale edebilmesine karşı değilim. İsteyen gelip davaya katkıda bulunsun. Ama kural buna izin vermiyorsa önce kural değişmeli.

Ayrıca müdahalede bulunanın amacı davaya katkıda bulunmak olmalı; basın yolu ile kamu oyunu etkilemek ya da mahkemeyi kuru kalabalığı ile baskı altına almak olmamalı.

SON SÖZ : Toplumdan en alacaklı ve en haklı kesim olan kadınlar bile haklarını hukuk içinde aramalı. Hukuk dışına çıkıldıkça hak sararmakta.

Hak hukuktadır; gak gugukta... Karıştırmayalım...

Saygılarımla

Bir Dost
Old 10-12-2004, 22:19   #47
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Sn Dost,

Yasal düzenleme saymaca yolu ile kimlerin müdahil olabileceğini belirtmemiştir.Her bir olayda müdahale talebi durumun özelliğine göre değerlendirilecektir .

Baroların müdahale taleplerinin kabul edildiği örnekler önceki sayfalarda yer almıştır.Demek ki her durumda mevcut yasa aynı şekilde yorumlanmıyor.

Aynı konuda farklı düşünüyoruz.İyi ki farklı düşünüyoruz.

Saygılar
Old 12-12-2004, 20:42   #48
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Gerekçe İle Cezanın Ağırlaştırılmış Düzenlemesinden Kaçınmak Olanaklımıdır?

Gerekçe ile cezanın ağırlaştırılmış düzenlemesinden kaçınmak olanaklımıdır?

Bilindiği gibi 5237 sayılı TCK ile Hayata Karşı Suçlar bölümünde bazı yeni ilaveler yapılmıştır.Halen yürürlükteki TCK da mevcut bulunan ağırlaştırcı sebepler nitelikli hal olarak aynen korunmuş buna “töre saikiyle” ilave edilmiştir.

Yasanın bu maddeye ilişkin gerekçesinde ise sadece “haksız tahrikin varlığı durumunda bu madde uygulanmaz” şeklinde satırlar yer almıştı.

Yasakoyucu bu şekilde düzenleme yaparak ne yapmak istemiştir?

Bu düzenleme ,sanığı nitelikli öldürme eyleminin ağırlaştırcı sonuçlarından mı korumaya çalışmaktadır?

Gerekçe hakime talimat mı vermektedir?

Gerekçe ile cezanın ağırlaştırılmış düzenlemesinden kaçınmak olanaklımıdır?


Ne anlamalıyız?

Saygılar
Old 18-12-2004, 21:44   #49
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Namus Adına işlenen Suçların Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Karar B.M..

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun Üçüncü Komitesinin geçen haftalarda namus suçları ile aldığı kararın Türkçe tercümesi aşağıdadır. 59. Oturumda alınan kararın geleneksel ana sponsoru Hollanda, Avrupa Birliği dönem başkanlığı nedeniyle kararı masaya yatır(a)mamıştır. 2000 yılından beri masaya yatırılan kararın bu yıl iki tane ana ortak sponsoru bulunmaktadır: İngiltere ve Türkiye. Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığımızın 81 yıllık tarihinde kadın konusunda yaptığı ilk girişim çok başarılı olarak sonuçlanmıştır. Kararın 8 tane de İslam Konferansı Örgütü ülkesinden ortak sponsoru bulunmaktadır.

Bütün dünya kadınlarına hayırlı olmasını dilerim.

Barış ve Dostlukla,

Leyla Pervizat


Elli-dokuzuncu OturumÜçüncü Komite
Gündem maddesi 98

Kadınların Konumunun Geliştirilmesi

Almanya, Avustralya, Avusturya, Azerbaycan, Belçika, Brezilya, Büyük Britanya ve
Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, El Salvador,
Estonya, Finlandiya, Hırvatistan, Hollanda, İrlanda, İspanya, İsrail, İsveç, İsviçre, İtalya, Japonya, Kanada, Kıbrıs, Kolombiya, Latviya, Lüksemburg,Macaristan, Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, Nijerya, Norveç, Polonya,Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti, Türkiye, Uganda, Uruguay, Vanuatu ve Yunanistan: karar taslağı


Namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen suçların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışma

Genel Kurul,

Bütün devletlerin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde[1] beyan edildiği gibi,yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı da dahil olmak üzere, insan haklarını ve temel özgürlükleri geliştirme ve koruma yükümlülüklerini tekrar teyit ederek, ve taraf Devletlerin insan hakları belgeleri, özellikle Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi[2], Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi2, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi[3] ve Çocuk Hakları Sözleşmesi[4] bağlamındaki yükümlülüklerini de yine teyit ederek,

Viyana Deklarasyonu ve Eylem Planını[5] ve Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’ni[6] ve de Dördüncü Dünya Kadın Konferansı[7]’nda kabul edilen Pekin Bildirgesi’nin ve Eylem Platformu’nun içerdiği amaçlar ve taahhütleri ve “Kadınlar 2000 : yirmibirinci yüzyılda toplumsal cinsiyet eşitliği, gelişme ve barış”[8] başlıklı Genel Kurul özel oturumu sonuç belgesini de yine teyit ederek,

18 Aralık 2002 tarihli 57/179 sayılı ve 22 Aralık 2003 tarihli 58/147 sayılı kararlarını ve de İnsan Hakları Komisyonu’nun 20 Nisan 2004 tarihli 2004/46 sayılı kararını[9] hatırlayarak,

Namus adına işlenen suçlar da dahil kadınlara karşı şiddete ilişkin kapsamlı bir çalışma çağrısında bulunan 22 Aralık 2003 tarihli 58/185 sayılı kararını ve de çocuklara karşı şiddete ilişkin kapsamlı bir çalışma çağrısında bulunan 18 Aralık 2002 tarihli 57/190 sayılı kararını da hatırlayarak,

Devletlerin kadınlara ve kızlara karşı namus adına işlenen suçları önleme, soruşturma ve faillerini cezalandırma ve mağdurlara koruma sağlamak için gereken özeni gösterme yükümlülükleri olduğunu, ve bu yükümlülükleri yerine getirmemenin kadınların insan hakları ve temel özgürlüklerini ihlal ettiğini ve bunlardan yararlanmalarına zarar verdiğini veya bu hak ve özgürlüklerini hükümsüzkıldığını akılda tutarak,

Namus adına işlenen suçlar da dahil, kadınlara ve kızlara karşı her türlü
şiddetin, yasalarca cezalandırılabilir bir suç olarak muamele görmesi
gerekliliğini vurgulayarak,

Özellikle namus adına işlenen suçlar olmak üzere, birçok farklı şekil alan kadınlara karşı şiddetin temel nedenlerini tanımlama ve etkili biçimde ele almanın gerekliliğini de vurgulayarak,

Namus adına işlenen suçlar da dahil, kadınlara karşı şiddete ilişkin yetersiz bilginin gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde, bilgiye dayalı bir politika analizini ve bu şiddeti ortadan kaldırma çabalarını engellediğinin farkında olarak,

İnsan Hakları Komitesi’nin, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’nin, Çocuk Hakları Komitesi’nin ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi’nin raporlarının ilgili kısımlarında tanımlandığı gibi kadınların ve kızların bu suçların hâlâ mağdurları olmalarından derin endişe duyarak, ve bu bağlamda İnsan Hakları Komisyonu’nun kadınlara karşı şiddet, bunun nedenleri ve sonuçları Özel Raportörü’nün müteakip raporlarını[10] dikkate alır,

Bu tür suçların hiçbir dini ve kültürel değerle bağdaşmaz olduğunu vurgulayarak,

Namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen suçların ortadan kaldırılmasının, inter alia, hükümet-dışı örgütler de dahil olmak üzere, uluslararası işbirliği çabaları ve sivil toplum aracılığıyla, Hükümetlerin ve uluslararası toplumun daha fazla çaba ve kararlılığını gerektirdiğini, ve toplumsal tutumda temel değişikliklerin gerekli olduğunu da vurgulayarak,

Namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen suçların ortadan kaldırılmasında ve önlenmesinde, temel araçlardan biri olarak kadınların güçlendirilmesinin ve karar alma ve politika oluşturma süreçlerine etkili katılımlarının öneminin altını çizerek,

1. (a) Genel Sekreterin kadınlara karşı şiddetin önlenmesine ilişkin
raporunu[11];

(b) Devletlerin, namus adına kadınlara karşı işlenen suçlara ilişkin ulusal mevzuatta değişiklikler yapılması, bu mevzuatın etkili biçimde uygulanması, ulusal bilgilendirme ve bilinçlendirme kampanyaları da dahil olmak üzere eğitsel, sosyal ve diğer tedbirlerin alınması da dahil olmak üzere bu suçların ortadan kaldırılmasını hedefleyen faaliyet ve girişimlerini, ve yanı sıra devletlerin kadınlara karşı diğer tüm şiddet türlerini ortadan kaldırmayı hedefleyen faaliyet ve girişimlerini;

(c) Namus adına kadına karşı işlenen suçlara yönelik olarak, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu ve Birleşmiş Milletler Kadınların Kalkınması Fonu da dahil olmak üzere Birleşmiş Milletler organları, fonları ve programları tarafından yürütülen projeler gibi çabaları, bunların çabalarını koordine etmelerini teşvik ederek;

(d) Kadın örgütleri, taban hareketleri ve bireyler gibi hükümet-dışı kuruluşlar da dahil olmak üzere, sivil toplum tarafından bu suçlar ve bunların zararlı sonuçları hakkında bilinç yükseltmek üzere yürütülen çalışmaları memnuniyetle karşılar.

2. Kadınların namus adına işlenen suçların mağduru olmaya devam etmeleri ve dünyanın bütün bölgelerinde, birçok farklı biçim alan bu şiddetin sürekli olarak meydana gelmesi ve faillerinin takibatı ve cezalandırılması konusundaki zafiyet ile ilgili olarak endişesini ifade eder;

3. Tüm Devletleri:



(a) İlgili uluslararası insan hakları belgeleri bağlamındaki yükümlülüklerini yerine getirmeye ve Pekin Bildirgesi6 ve Eylem Platformu7 ile Genel Kurulun yirmi üçüncü özel oturumu sonuç belgesini8 uygulamaya;

(b) Yasal, idari ve programa dayalı tedbirler aracılığıyla, birçok farklı biçimde gerçekleşen namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen suçları önleme ve ortadan kaldırmaya yönelik çabalarını yoğunlaştırmaya devam etmeye;

(c) Namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen suçları derhal ve
derinlemesine soruşturmaya, etkili biçimde takibatta bulunmaya ve bu tür
olayları belgelemeye ve failleri cezalandırmaya;

(d) Bu suçların gerçekleşmesine izin veren tutum ve davranışların
değiştirilmesi amacıyla, inter alia, topluluk önderlerini dahil ederek, namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen ve göz yumulan suçların önlenmesi ve ortadan kaldırılması gerekliliğine ilişkin bilinç yükseltme çabalarını yoğunlaştırmaya;

(e) Erkeklerin, özellikle kadınlara ve kızlara karşı namus adına işlenen suçların önlenmesindeki rolleri dahil olmak üzere, cinsiyet eşitliğinin yaygınlaştırılması ve cinsiyete ilişkin klişelerin önlenmesi için tutumların değiştirilmesine ilişkin sorumlulukları hakkında bilinç yükseltme çabalarını yoğunlaştırmaya;

(f) Medyanın bilinç yükseltme kampanyalarına girişmeye yönelik çabalarını teşvik etmeye;

(g) Namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen suçların nedenleri ve sonuçları hakkında, polis, adli ve hukuki personel gibi, hukuku uygulamakla görevli olanlara eğitim vermek de dahil olmak üzere, bilgi ve anlayışı artırmaya yönelik tedbir ve programları teşvik etmeye, desteklemeye ve uygulamaya ve bu kişilerin bu suçlara ilişkin şikayetleri tarafsız ve etkili biçimde ele alma ve gerçek ve potansiyel mağdurların korunmasını güvenceye almak için gerekli tedbirleri alma kapasitelerini güçlendirmeye;

(h) Hükümet-dışı örgütler de dahil olmak üzere, sivil toplumun bu soruna ilişkin çalışmalarını desteklemeye devam etmeye ve hükümetler arası ve hükümet-dışı örgütlerle işbirliğini güçlendirmeye;

(i) Mümkün olduğunda , gerçek ve potansiyel mağdurların ihtiyaçlarına yanıt vermek üzere, inter alia, onlara uygun koruma, güvenli barınma, danışma, adli yardım, cinsel sağlık ve üreme sağlığı, psikolojik sağlık ve diğer ilgili alanlar da dahil olmak üzere sağlık-bakım hizmetleri, rehabilitasyon ve toplumla yeniden bütünleşme olanakları sağlayarak destek hizmetleri kurmaya, güçlendirmeye veya kolaylaştırmaya;

(j) Namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen suçlara ilişkin
şikayetleri, inter alia, mağdurların ve başkalarının bu suçları güvenli ve gizli bir ortamda bildirebilmelerini sağlayacak kurumsal mekanizmalar kurarak, bunları güçlendirerek veya kolaylaştırarak etkili biçimde ele almaya;

(k) Cinsiyete ve yaşa göre sınıflandırılmış bilgi de dahil olmak üzere, bu tür suçların gerçekleşmesine ilişkin istatistiksel bilgiyi toplamaya ve yaymaya, ve bu tür bilgiyi Sekreterliğin 58/185 sayılı karar gereğince hazırlayacağı kadınlara karşı şiddete ilişkin kapsamlı raporunda ve 57/190 sayılı karar gereğince hazırlayacağı çocuklara karşı şiddete ilişkin kapsamlı raporunda kullanılmak üzere sunmaya;

(l) Uygun olduğunda, namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen
suçların önlenmesi ve ortadan kaldırılması çabaları çerçevesinde kabul ettikleri ve uyguladıkları hukuki ve politik tedbirlere ilişkin bilgiyi insan hakları sözleşme organlarına sundukları raporlara dahil etmeye
çağırır.
4. (a) Uluslararası toplumu, ilgili Birleşmiş Milletler organları, fonları ve programları da dahil olmak üzere inter alia, teknik yardım ve danışma hizmeti programları aracılığıyla, talepleri üzerine, bütün ülkelerin namus adına kadınlara ve kızlara karşı işlenen suçların önlenmesi için kurumsal kapasitelerinin artırılmasına yönelik ve bu tür suçların temel nedenlerine işaret eden çabalarını desteklemeye;

(b) Tüm ilgili insan hakları sözleşme organlarını, ve kadınlara yönelik şiddet, nedenleri ve sonuçları Özel Raportörünü, uygun olduğunda, bu konuyu ele almaya devam etmeye davet eder,

5. Genel Sekreterin, altmışıncı oturumunda Genel Kurula sunacağı kadınlara karşı şiddete ilişkin raporunda, mevcut kararın uygulanmasına ilişkin rapor vermesini talep eder.


---------------------------------

[1] Karar 217 A (III).

[2] Bakınız Karar 2200 A (XXI), ek.

[3] Karar 34/180, ek.

[4] Karar 44/25, ek.

[5] A/CONF. 157/24 (Kısım I), bölüm III.

[6] Bakınız karar 48/104.

[7]Dördüncü Dünya Konferansı Raporu, Pekin 4-15 Eylül 1995 (Birleşmiş Milletler Yayını, Satış No. E.96.IV.13), bölüm I, karar 1, ekler I ve II.

[8] Karar S-23/3, ek.

[9] Bakınız Ekonomik ve Sosyal Konsey Resmi Kayıtları, 2004, Ek No.3
(E/2004/23), bölüm II, kısım A.

[10] E/CN.4/2002/83, paragraflar 21-37.

[11] A/59/281.

L.Pervizat'ın Ek Açıklamasıdır:

Daha önceki karar 2 yıl öncesine aitti. Bu yenisi. Daha bir kaç hafta önce onaylandı (28 Ekim 2004) ve 20 Aralık 2004 itibarıyla BM ECOSOC da resmileşecek.

İlk bakışta gözden kaçabilir ancak arada çok önemli farklar var:
Erkeklerin rolüne değiniliyor. Kadına yönelik Şiddeti sona erdirmek için....
Kadınlar ifadesinin yanına kızlar kelimesi eklendi. Kızlar derken 18 yaşın altındaki kız çocuklarından bahsediliyor.
Belki de en önemli gelişme 3 yıldır hiç bir dökümana girmeyen/giremeyen cinsel haklar ve üreme sağlığı ile ilgili ifade girdi.

Sponsorun açıklamasına gelince.....

Ana sponsor: Birleşmiş Milletlerde kararın masaya yaıtırlmasına liderlik eden ülke anlamındadır.
Ortak sponsor ise kararı benimseyerek eşit katılımcı olmuştur.

Bir önceki mesajda da açıkladığım gibi Türkiye ve İngiltere ana sponsordurlar. Yani kararın masaya yaıtırlmasına liderlik etmişlerdir. 8 İslam Ülkeside eşit katılımcı olarak karara girmiştir.
Old 26-12-2004, 21:48   #50
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Namus Adına Şiddet Odaklı Kadına Yönelik Ataerkil Şiddetle Mücadele Konferensı

Namus Adına Şiddet Odaklı Kadına Yönelik Ataerkil Şiddetle Mücadele Konferensı

Feride Acar: ’Kadınlar çok yönlü ayrımcılığa uğruyor’


“Namus Adına Şiddet Odaklı Kadına Yönelik Ataerkil Şiddetle Mücadele” Konferansı 7-8 Aralık tarihlerinde Stockholm’de yapıldı. BM CEDAW Komite Başkanı Prof. Feride Acar da konferansa konuşmacı olarak katıldı.

Tülin Uygur’un haberi.

Uçan Süpürge Haber Merkezi- İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen “Namus Adına Şiddet Odaklı Kadına Yönelik Ataerkil Şiddetle Mücadele” konulu konferans, 7-8 Aralık 2004 tarihlerinde yapıldı. Konferansta kadına yönelik şiddet bütün boyutlarıyla tartışıldı.

Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre; her yıl dünyada 1500 ile 5000 civarında kadın, “geleneklere uygun davranmadıkları” gerekçesiyle namus adına şiddet sonucu aile bireylerinden veya akrabalarından birisi tarafından öldürülüyor.

Erkek çocuk doğurmayan Pakistanlı kadınların intihar etmesi bekleniyor, hatta bu kadınlar intihara teşvik ediliyor. 7 yaşındaki kız çocuklar 50-60 yaşındaki erkekler ile evlendirilmek isteniyor; kabul etmezlerse, aile, kız çocuğunu öldürüyor. Afganistanlı kadınların insan hakları diye bir şeyden haberdar olmadıkları belirtiliyor. Ürdün’de kadınları namus adına şiddetten koruyabilmek için hapishaneler sığınma evi gibi kullanılıyor. Müslüman, Musevi, Katolik, Ortodoks ve Protestan liderler suskun.

Kendi ülkesindeki baskılara dayanamayarak başka ülkelerden sığınma istemek zorunda kalan kadınların özellikle Avrupa ülkelerinde ataerkil düzen adına bir kez daha sorgulanması çok zor, ve nadiren oturma izni alabilmeleri konferansta sık sık dile getirilen bir konu. Bu kadınların ve genel olarak korunma için devlet kurumlarına başvuran kadınların ikinci kez mağdur durumuna düşürüldüğü ve bunun kadınları suskunluğa ve kabullenmeye ittiği gerçeği defalarca belirtiliyor.


Konferansın havası ağır


Konferansın ev sahibi İsveç’te geçen yıl 16 kadın, yakını olan bir erkek tarafından uğradığı şiddet sonucu hayatını kaybetti. Mevcut kadın sığınma evleri belediyeler yeterli ekonomik desteği sağlamadığı için kapanma tehdidi altında. Göçmen kızların ve kadınların ataerkil baskılara başkaldırmasını destekleyebilecek, onlara her türlü kısa ve uzun vadeli psikolojik, hukuksal, ekonomik güvence sağlayabilecek şartlar mevcut değil; tartışmalar sürüyor, problemin boyutu ile ilgili sorular var. Sosyal hizmet görevlileri, polis, hakim, savcı, sağlık personeli gibi, kadına yönelik ataerkil şiddet ve namus adına şiddet konusunda doğrudan çalışan meslek gruplarında eğitim açığı çok fazla. Sorunu tanımlamakta ve ortak dil kullanımında, çözüm üretmekte çok fazla yol alınmadı. Sorunun “İslam” sorunu olduğu veya belli gruplarda yaygın olduğu anlayışı var. Hükümetin bu konular ile ilgili sivil toplum kuruluşlarına ayırdığı bütçe çok az. Göçmen Dairesi çalışanları kadına yönelik şiddeti tanıyabilmekten ve adını koymaktan çok uzaklar, hatta namus adına şiddeti küçük, belli bir etnik gruba bağlı sorun gibi görerek kavram olarak dahi soruşturmalarında kullanmıyorlar.
Bütün olumsuzluklara rağmen İsveç’in konferans ile birlikte esas çabası uluslararası bir grubun oluşturulması ve bu konuda çalışma yapılması şeklindeydi ve bu yaklaşım, kulislerde bazı katılımcılar tarafından “prestij kazanma” olarak nitelendirildi. Konferans salonunda da böyle bir çalışmanın zaten CEDAW olarak yapıldığı vurgulandı.

Konferansın birinci günü BM Din ve İnanç Özgürlüğü Raportörü Asma Jahangir’in konuşması ile devam etti. Asma Jahangir kadın haklarının ve adaletin her şeyden önce demokratikleşme sorunu olduğunu belirtti ve dinî liderlerin suskunluğunu eleştirdi. Pakistan’da yürürlüğe giren yeni yasayı da eleştirerek yasanın mahkemelerde uzlaşma kapısını açtığını söyleyen Jahangir, “kadının iffeti” tartışmalarına son verilmesi gerektiğini ve kadının yaşama hakkının merkezî ve vazgeçilmez bir hak olduğunu belirtti. Kadınların karar mekanizmasında yer almadığı sürece bunun gerçekleşmesinin güç olduğunu, örneğin canını kurtarmak için devlete sığınan kadınların bu kez de devlet baskısı altına girdiklerini ve devletin sığınma evlerinde bu kadınlara tutucu bir yaklaşımla bakıldığını vurguladı. Sorunun kadının sorunu olmaktan çıkarılıp erkeklerin mutlaka aydınlatılmasının gerekli olduğunu, demokratikleşme önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini ve siyasi yapının bu mücadeledeki önemini anlattı. Dinin hiçbir şekilde bu tür cinayetlere onay vermediğini, ancak, “canilerin hep aynı gerekçeyi öne sürdüklerini” belirtti.


‘Şiddet konusu sivil toplum kuruluşlarına bırakılıyor ama...’





Konferans, BM CEDAW (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) Komitesi Başkanı Prof. Dr. Feride Acar, Toronto Üniversitesi Kadın Çalışmaları ve Cinsiyet Enstitüsü’nden Prof. Shahrzad Mojab, İnsan Hakları İzleme Komitesi’nden LaShawn R.Jefferson ve Ürdünlü gazeteci Rana Husseini’nin katıldığı ikinci bir panel ile devam etti.

BM CEDAW Komitesi Başkanı Prof. Feride Acar, dünya çapında kadınlara yönelik şiddetin büyük bir sorun olduğunu, buna rağmen CEDAW’ın birçok ülkede ilerleme sağladığını ve birçok ülkenin de reformlar yaptığını belirtti. CEDAW’ın üzerinde durduğu cinsiyet temelinde şiddet tanımını açıklayan Prof. Acar, kadınlara yönelik şiddetin henüz ulusal düzeyde, hükümet masasında gereken yeri alamadığını, yeterli kamuoyu bilinci yaratılamadığını söyledi. Birçok ülkede kadınların toplumsal hayattan soyutlandığını kadın özgürlüklerinin ve kişisel seçim yapma haklarının ciddi bir şekilde kısıtlandığını da sözlerine ekledi. Birçok ülkedeki ekonomik, sosyal ve kültürel yapıda kadınların geleneksel rollerinin ağırlıkla vurgulanmasının sonucu olarak erkeklerin “ailenin reisi veya eve ekmek getiren” olarak tanımlandığını ve kalıplaşmış kadın-erkek tanımlamasının kadını bazı meslek gruplarının ve dolayısıyla iş piyasasının dışına ittiğini ifade etti. Aynı zamanda kadının hem ırksal, etnik, ulusal veya azınlık durumununa göre hem de göçmen kadınlar, iltica talebinde bulunan kadınlar, mülteci kadınlar, yerinden edilmiş kadınlar durumununa göre daha fazla cinsiyete bağlı şiddete uğradığının CEDAW Komitesince tespit edildiğini, üstelik bu kadınların çok yönlü ayrımcılığa uğradıklarını belirtti. Ayrıca, CEDAW Komitesi’nin çokkültürlü ve etnik çeşitliliğin olduğu ülkelerde “azınlıkların geleneklerine, kültürüne ve dinlerine saygı” adına kadının insan haklarının engellendiğini ve yanlış yönlendirilen “kültürel relativizm” tartışmalarının da Komitece eleştirildiğini sözlerine ekledi.

Prof. Acar, hâlâ birçok ülkede kadınlara yönelik şiddet konusunun sivil toplum kuruluşlarına bırakıldığını ve uluslararası alanda kopan fırtınaların ulusal düzeyde etkin olmadığını söyledi. Ülkelere göre farklılıklar gösteren şiddet uygulamalarının tanımlanması, izlenmesi ve bilgi akışının sağlanması ile CEDAW’ın veri tabanının güçlendirilmesi gerektiğini belirtti. CEDAW’ın kadınlar üzerinde her türlü baskı ve kontrolüne, egemenliğine karşı çalışmalarını sürdüreceğini belirterek halen birçok ülkede kralların, kraliçelerin, önemli kişilerin bu konuda açık tavır almadıklarını ve kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığını ve şiddeti lanetlemediklerini vurguladı.

Ürdünlü gazeteci Rana Husseini ise ülkesindeki kadınların sesini duyurmaya çalıştığında herkesin kendisini “boşuna uğraşıyorsun” diyerek engellemeye çalıştığını, ancak, şimdi kadın sorunlarının Ürdün’de tartışılan bir konu haline geldiğini daha yapılması gereken çok şey olduğunu belirtti. Ürdün’de 2004 yılında 18 kadının öldürüldüğünü ve erkeklerin de sistemin kurbanı olduğunu vurgulayan Rana Husseini, bu erkeklerin suça neden ve nasıl itildiklerini mutlaka anlamak zorunda olduğumuzu, ancak o zaman mücadele imkanlarımızı arttırabileceğimizi söyledi. Sadece Müslüman değil, Hıristiyan ailelerde de namus adına şiddet uygulandığını, artık toplumsal tartışmaların bu tür şiddeti tanımaya yardımcı olduğunu ve hükümetinde bu konuda çalışmaya istekli olduğunu belirtti. Din görevlilerinin bu tür şiddete karşı mutlak tavır almasının gerekli olduğunu, şimdilik Ürdün’de birkaç imamın tavır aldığını ve bu konuda konuştuğunu söyleyen Husseini, din insanlarının sorunun boyutunun farkında olduklarını ama sorun yokmuş gibi davrandıklarını sözlerine ekledi.

İnsan Hakları İzleme Komitesi’nden LaShawn R.Jefferson, konuşmasında, kanunların gerekli ama yeterli olmadığını vurgulayarak bu konuda uluslararası ve ulusal seviyede sessizliğin kırılması gerektiğini, kadın haklarına saygı göstermeden, kadınlara yönelik ataerkil şiddete son verilmesini ve kadın-erkek eşitliğini savunmadan politika yapılamayacağını belirtti. İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin her türlü bilgiyi kaydettiğini ve kendilerine bilgi ulaştırılmasını istediklerini sözlerine ekledi.

Toronto Üniversitesi Kadın Çalışmaları ve Cinsiyet Enstitüsü’nden Prof. Shahrzad Mojab ise konuşmasına, kendisinin “feminist ve ırkçılık karşıtı bir eğitmen” olduğunu söyleyerek başladı. Eğitim ve öğrenmenin en önemli unsurları ve mekanizmalarının farkında olma, dayanıklılık ve önleyici politikalar geliştirme olduğunu ve bunun toplumun her düzeyine yayılması gerektiğini belirtti. Kısaca toplumun ırkçılık karşıtı, homoseksüel- islam- korkusu karşıtı, feminist bir eğitim sistemine ihtiyacı olduğunu vurguladı. Bu tür çalışma guruplarının kurulmasının zorunlu olduğunu belirterek ırkçılık karşıtı, homoseksüel- İslam- korkusu karşıtı, feminist bir eğitim sisteminin 5 temel unsuru olduğuna değindi. Prof. Mojab, hükümetlerin yeniden organize edilmesi, toplumun mobilize edilmesi gerektiğini belirtti ve CEDAW’ın elde ettiği ilerlemelerden ve ülkelerdeki bazı kanunsal değişikliklerden söz ederek, kanunların tanımına uygun olarak otomatik olarak kamu politikaları haline gelmediğini ve yine otomatik olarak aksiyon haline dönüşmediğini ve bu tür bir aksiyonun yalnızca bürokrasi dışında harekete geçebileceğini ve ilerleme için bunun şart olduğunu sözlerine ekledi.

Konferans daha sonra çalışma grupları kurularak devam etti ve bu çalışma gruplarının raporlarını konferansın ikinci günü tartışmaya açmaları ile devam etti. (TU/SD)


Cuma, 17 Aralık 2004

www.ucansupurge.org sayfasından alınmıştır
Old 25-02-2005, 10:40   #51
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

“TÖRE” CİNAYETLERİ BİTMİYOR!
Bugüne dek “töre” cinayetlerinde çok kadın hayatını kaybetti. Birçoğunun davası hala sonuçsuz. Yasalar hala bu konuda yetersiz, kadınlar, kadın kurumları çaresiz..
Kadınlar kurban ediliyor, en iyimser ihtimalle bir suçlu bulunuyor ama bu vahşetinin kararını alanlar yargılanmıyor, bu vahşi kararların önü kesilemiyor.
Mahkemelerde kadın kurumlarının bu davalara müdahil olmaları, “suçtan kadınların direkt etkilenmediği” görüşüyle kabul edilmiyor.

Bu ülkede bu gerekçeyle bir tek kadının bile öldürülmesi, öldürülme ihtimali tüm kadınları direkt olarak etkilemektedir. Bu ülkede milyonlarca kadın bu vahşetin tehditi altında. Davaya konu olması için İlla kadınların ölmesi mi
gerekiyor? Milyonlarca kadın bu tehdit yüzünden ölmeseler de hayatlarını istedikleri gibi sürdüremiyorlar. Ve kendi mahvolan hayatları karşısında başka hayatları kurtarmak için kadın kuruluşları içerisinde haykırıyorlar.

Kadın kuruluşlarının, “töre” vahşetinden direkt etkilenmediği görüşü devam ettiği sürece “töre”nin kararlının alınmasının, bu anlayışların önünün kesilmesi de mümkün olmayacaktır. Çünkü böyle bir anlayış sonuçta hala gerici, feodal, erkek egemen zihniyetlere kapı açmaktadır. Yani erkeğin vurmasına, devletin korumasına neden olmaktadır.

“TÖRE” Cinayetlerinde Kadın Kuruluşlarının Müdahil Olabilmesine Cılız Bir Işık

17 Aralık 2004 tarihinde Bursa’da bir akşam saat 20 sıralarında sokak ortasında kurşun yağmuruna tutuldu 17 yaşındaki F.E.. 17 yaşındaydı. İstemediği biriyle, kendi ailesinden zengin, güçlü olan bir akrabasıyla Çetin Eryılmaz’la evlendirilmek istendi. Kaçmak ya da evlenmek ikilemi içerisinde iki sonuda ölüm diye görerek kaçmaya karar verdi.
F.E bir kadındı. Reddetme hakkı, kendi hayatı üzerine söz sahibi olma hakkı yoktu. Araya aracılar girdi, kan dökülecekti ve F.E.’nin babası 15 yaşındaki M.E.’yi F.’nın yerine Çetin Eryılmaz’a verdi. Böylelikle kan dökülmesini önleyeceğini düşündü.
Evet hayatı kararan ikinci bir kadın. 15 yaşında M.E. imam nikahıyla Çetin Eryılmaz’a Diyarbakır’a gönderildi. Olayın kapandığı düşünülürken, kurşunlar F.E.’yi Bursa’da buldu.
22 Şubat 2005 günü Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesinde duruşması yapıldı. Duruşmaya F.E. ve daha önceki ifadelerden teşhil edilen Cetin Eryılmaz’ın tutuklu kardeşi Rıza Eryılmaz ve aileside katıldı. Duruşmaya ayrıca Bursa Günyüzü Kadın Dayanışma Kooperatifi adına da Ayşe Batumlu, Ayla Yıldırım,
Aslı Altıntepe ve Gülay Soğan müdahil olmak için dilekçe verdi.

Duruşmada daha önceki tanıklar gibi, F.E.’de baskı ve kardeşinin
hayatınından duyduğu endişe ile vuranı görmediğini beyan etti.
Günyüzü Kadın Dayanışma Kooperatifi’nden Av. Ayşe Batumlu ve Ayla Yıldırım’da daha önceki süreçte yaptıkları özel görüşmelerde kendilerine aktarılan bilgilerin farklı olduğunu ve şuan baskı sonucu beyan değiştirildiğine inandıklarını belirttiler. Mahkeme heyeti Günyüzü adına müdahillik talebinde bulunan kişileri dinlemeye uygun bulması sonucu ilgili
kişilere tek tek söz verildi.

Dava 22 Mart’a ertelenirken, Rıza Eryılmaz’ın tutukluluk halinin devamına ve Günyüzü Kadın Dayanışma Kooperatifi adına müdahillik talebinde bulunanlarında bir sonraki celseye kuruluşta yetkili olduklarına dair belgelerini ibraz etmelerine karar verdi.

Bugüne dek müdahillik talepleri aynı duruşmada reddedilirken, belki de bir ilk gerçekleşti ve mahkeme yetki belgelerinin ibraz edilmesini istedi. Umut ediyoruz ki 22 Mart’ta bir başka ilk gerçekleşecek ve Günyüzü’ne müdahillik tanınmış olacak. Böylelikle töre vahşetine karşı mücadelede vuran erkeğin
arkasından yargının desteğinin çekilmesinin de adımı olabilecek...

Bursa Günyüzü Kadın Dayanışma Kooperatifi
Old 06-04-2005, 21:54   #52
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

BM Kadına Karşı Şiddet Özel Raportörü Prof. Yakın Ertürk’ün BM İnsan Hakları Komisyonu 61. Oturumuna Raporu

...............

Türkiye


İddia Mektubu

445. Özel Raportör, 28 Nisan 2004 tarihinde Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü’yle ortaklaşa yolladığı mektupta Hükümeti, yerel yetkililerin 22 yaşındaki namus cinayeti kurbanı Güldünya Tören’in ölümünü engellemek için gereken özeni göstermediklerine dair iddiaların kendisine ulasştığı konusunda bilgilendirmiştir. Edinilen bilgiye göre Tören’e, Bitlis’teki köyünde amcasının oğlu tarafından tecavüz edilmiş ve bunun sonucunda hamile kalmıştır. Söylendiğine göre Tören’i kuma olarak almayı reddeden fail köyden ayrılmıştır. İddiaya göre evlilik dışı hamile kalan Tören, aşiret töresine uygun olarak ölüme mahkum edilmiştir. Raporlar Bitlis’te polis koruması talep ettiğini, ancak söylendiğine göre ailesinin yanına geri gönderildiğini göstermektedir. İddiaya göre ailesi ölümünü çocuğun doğumuna kadar ertelemeye karar vermiş; yine iddiaya göre Tören köyünü terk ederek çocuğu doğana kadar İstanbul’da amcasının yanında kalmaya zorlanmıştır. Söylendiğine göre bebek, doğduktan sonra, Tören’in erkek kardeşleri tarafından başka bir aileye verilmiş ve Tören bir odaya kilitlenerek kendisini asması için bir kablo verilmiştir. Raporlara göre kaçmayı başarmış ve iddiaya göre korunma talebiyle Şehremini Karakolu’na sığınmıştır. Ancak, söylendiğine göre polis iddialarla ilgil görüşmek üzere erkek kardeşiyle amcasını karakola çağırmış ve genç kadını öldürmeyecekleri taahhüdüne istinaden Tören, amcasının nezaretinde serbest bırakılmıştır.

446. Tören’in 25 Şubat 2004 tarihinde İstanbul’da erkek kardeşleri tarafından sokak ortasında vurulduğu ve Bakırköy’deki Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürüldüğü bildirilmiştir. Söylendiğine göre hastanede erkek kardeşlerini suçlamıştır. Tören, erkek karedeşinin cinayet teşebbüsü sonrasında hastanede tedavi görürken, yetkililerin Tören’i korumak için gerekli önlemleri almadığı iddia edilmektedir. Kardeşlerinden birinin daha sonra hastanede kaldığı odaya girerek Tören’i ikinci kez vurduğu bildirilmiştir. Bunun üzerine Tören komaya girmiş ve iddiaya göre doktorların ailesinin onayıyla yaşam desteğini kesmeleri üzerine yaşama veda etmiştir. 27 Şubat 2004 tarihinde de Güldünya Tören’in öldüğü açıklanmıştır.

447. Söylendiğine göre İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama ve Araştırma Merkezi Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştur (2 Mart 2004 tarihli Dosya No. 2004/10268). Cumhuriyet Başsavcılığı dava açmıştır ve olayla ilgili soruşturma devam etmektedir. Yine söylendiğine göre Güldünya Tören’in erkek kardeşleri için de tutuklama emri çıkartılmıştır. Ancak edinilen bilgiye göre, Devletin bu cinayeti önlemedeki yetersizliğiyle ilgili araştırmada hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir. Güldünya Tören’i korumakla görevli olup görevini ihmal etmiş olan her şahıs yargılanmalıdır.

448. Ayrıca, edinilen bilgiye göre Türkiye’de başka birçok kadın da toplum tarafından kabul gören namus cinayetlerinin tehdidi altındadır ve korumaya ihtiyaç duymaktadır. Raporlar mevcut yasaların, hükümet politikalarının ve uygulamaların kadınları namus cinayetleri karşısında koruyamadığını göstermektedir.

Hükümetin cevabı

449. Hükümet, 15 Aralık 2004 tarihli mektubunda Güldünya Tören’in koruma talebiyle Bitlis’te polise ya da jandarmaya sığınmadığını bildirmiştir. Tören, İstanbul’un Fatih ilçesindeki Şehremini Karakolu’na başvurarak amcası tarafından tehdit edildiğini ifade etmiştir. Aynı gün içinde Kadın Sığınma Evi’ne teslim edilmiştir. Bu arada amcası bulunmuş ve polis tarafından sorgulanmıştır. Erkek kardeşi tarafından bacağından vurulduktan sonra Tören, Doktor Sadi Konuk Hastanesi’ne götürülmüş ve sorgulanmıştır. Amcası aleyhinde şikayette bulunmayı reddetmiş ve hadisenin muhtemel sebepleriyle ilgili bilgi vermekten kaçınmıştır. Ancak yapılan tahkikat üzerine polis iki erkek kardeş için tutuklama emri çıkartmıştır. Kardeşler polis tarafından aranırken, 26 Şubat’ta kimliği meçhul bir şahıs Tören’in hastanedeki odasına girmiş ve başına iki kez ateş etmiştir. Kaçak şüpheliler 8 Nisan 2004 tarihinde üzerlerinde bir tabancayla birlikte yakalanmıştır. Daha sonra bu tabancanın her iki kurşunlama olayında da kullanılmış olduğu anlaşılmıştır. Tören cinayetinin failleri olduğu iddia edilen iki kardeş alyehinde açılan dava halen devam etmektedir. Davanın bir sonraki duruşması 29 Aralık 2004 tarihinde yapılacaktır. Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı görevlerini ihmal ettikleri gerekçesiyle polis memurları aleyhinde de soruşturma başlatmıştır. İlgili dosya idari soruşturma için ilgili mevzuatla birlikte İstanbul İl İdari Heyeti’ne gönderilmiştir. İdari yetkililer doktorlar ve diğer tıp personeliyle ve güvenlik görevlileriyle yaptığı görüşmelerden sonra sanıklara yüklenen suçun doğrulanamadığını, bu sebeple adli soruşturma açmak için gerekli izni vermelerinin söz konusu olmadığı sonucuna varmıştır. Ancak, Cumhuriyet Savcılığı ve şikayet sahipleri ilgili mahkemede bu kararı temyiz edebileceğinden karar henüz kesinleşmiş değildir.

Gözlem

450. Özel Raportör yeni Ceza Kanunu’nda sözde namus cinayetlerinin faillerini cezalandırmaya yönelik atılan olumlu adımları takdirle karşılamaktadır ve Hükümeti bu tip cinayetlerin işlenmesini önlemek amacıyla toplumu bilinçlendirmeye ve koruyucu önlemleri almaya davet etmektedir.
Old 27-05-2005, 14:57   #53
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

TBMM Karar 305;



Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik

şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken

Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis

Araştırması Komisyonu Kurulmasına

ilişkin Karar



Karar No. 849
Karar Tarihi : 18/5/2005

Töre ve namus cinayetleri ile kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98.mad.İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınce bir Meclis araştırması
açılmasına,bu araştırmayı yapacak komisyonun 12 üyeden oluşmasına Komisyonun çalışma süresinin Başkan,Başkanvekili,sözcü ve katip üye seçimlerinden başlamak üzere 3 ay olmasına ve gerektiğnde Ankara dışında da
Genel Kurulun 18/5/2005 tarihli 100 üncü Birleşiminde karar verilmiştir.

Resmi Gazeteden alınmadır
Old 02-06-2005, 13:04   #54
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Merhaba

Dün 1 Hazirandı. TCK yürürlüğe girdi. Bugün 2 Haziran hemen bir namus cinayeti.


Şırnak'ta töre gerekçeli vahşet

CNN TÜRK 1 Haziran, 2005 17:22:00 (TSİ)


Şırnak'ın Silopi ilçesinde, 16 yaşındaki bir genç kızın 14 yaşındaki kardeşi
tarafından öldürüldüğü iddia edildi.

Görgü tanıklarının ifadelerine göre, cinayet üç gün önce Silopi'nin Cudi
mahallesi'nde işlendi.

Doğan Haber Ajansı'nın haberine göre, yaşadığı ilişki sonucu altı aylık hamile
olan B.B'nin 14 yaşındaki kardeşi R.B. tarafından tabancayla vuruldu.

İki kurşundan biri karnındaki cenine, diğeri de kalbine isabet eden genç kız ile
bebeğin olay yerinde hayatını kaybettiği, kardeşinin de polise teslim olduğu
açıklandı.

R.B. ile çocuklarını cinayete azmettirdikleri gerekçesiyle baba ve anne
gözaltına alındı.

Adliyeye sevkedilen anne ve oğlu, tutuklandı. Babanın ise, kızını
öldüremeyeceğini söyleyerek, kısa süre önce ilçeyi terkettiği belirtildi.

Güldünya Tören cinayeti

Hafızalara kazınan bir başka olay ise geçtiğimiz yıl yaşanmıştı. 26 şubat
2004'te İstanbul Küçükçekmece'de yine bir töre gerekçeli cinayet işlenmişti.
Bitlis'te teyzesinin kızının kocası Servet Taş'tan hamile kalan 22 yaşındaki
Güldünya Tören, ailesi tarafından Küçükçekmece'de imamlık yapan Alaattin
Ceylan'ın yanına bırakılmıştı.

Güldünya Tören, burada kardeşleri tarafından silahlı saldırıya uğramıştı.
Olaydan yaralı olarak kurtulan Güldünya Tören, kaldırıldığı Dr. Sadık Ahmet
Hastanesi'nde yapılan ilk müdahalenin ardından Bakırköy Devlet Hastanesi'ne sevk
edilmişti.

Güldünya Tören'in tedavisi sürerken sabaha karşı hastaneye giderek Tören'in
odasına giren kardeşleri tabanca ile kafasına ateş ederek genç kadını
öldürmüştü.

Diyarbakır'da şiddet

Bir başka olay da 4 mayıs 2005'te Diyarbakır'da yaşanmıştı. 11 yaşında uğradığı
tecavüz sonucu bir çocuk dünyaya getiren ve kendisine tecavüz eden kişiyle imam
nikahıyla yaşamak zorunda bırakılan R.G., aile içi şiddete maruz kalmıştı.

Doğan Haber Ajansı'nın haberine göre R.G.'nin imam nikahlı eşi '7 yaşındaki bir
erkek çocuğa tecavüz etmesi sonucu' cezaevine girmişti. İmam nikahlı eşinin
ailesi de R.G.'ye sahip çıkmak yerine 'fazla dolaşıyorsun' diyerek şiddet
uygulamaya başlamıştı.

İddialara göre, R.G.'nin sık sık dışarı çıkmasından rahatsız olan Gezginci'nin
yakınları bir gece genç kızın el ve ayaklarını bağladıktan sonra ekmek bıçağıyla
burnunu kesmişti. Diyarbakır Devlet Hastanesi'ne götürülen R.G.'nin burnu
plastik cerrahlar tarafından ameliyat edilmiş, yüzüne 20 dikiş atılmıştı.
Old 18-06-2005, 17:07   #55
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

18 Haziran 2005, Radikal



Töreden çifte infaz



18 yasindaki N.K.'nin vücudu delik desik. 21 yasindaki Ferit Demir'i agabeyi öldürdü.



Yasak iliski yasadiklari öne sürülen iki genç, aile meclisi karariyla kursunlandi. Öz agabeyinin kursunladigi erkek öldü. 14'ünde çocuga vurdurulan kadin, agir yarali






SEYHMUS ÇAKAN


DIYARBAKIR - Merkeze bagli Kozan Köyü'nde yasayan 18 yasindaki N.K., imam nikâhli esini askere yollamisti. Bir süre sonra N.K. ile 21 yasindaki Ferit Demir arasinda bir iliski yasandigi dedikodusu yayildi. Bunun üzerine her iki tarafin ailesi toplanarak, iki sevgilinin öldürülmesine karar verdi.

Aile meclislerinin aldigi karar uyarinca askerdeki esin 14 yasindaki kardesi A.T., yengesi N.K.'yi, Ferit Demir'in agabeyi 25 yasindaki Remzi Demir de kardesini öldürmekle görevlendirildi.

14 yasindaki kayinbirader A.T., önceki aksam yengesi N.K.'ya kursun yagdirdi. Remzi Demir de ayri bir yerde sikistirdigi kardesi Ferit'e ates açti. 21 yasindaki Ferit Demir yasamini yitirirken, agir yaralanan N.K. Dicle Üniversitesi Tip Fakültesi'nde tedavi altina alindi. Doktorlar N.K.'nin vücunda 10 kursun yarasinin bulundugunu belirtti.



Agirlastirilmis müebbet

Olaydan sonra Jandarma köyde genis çapli operasyon baslatti. Töre geregi ellerini kana bulayan A.T. ile Remzi Demir gözaltina alindi. Yeni TCK'nin 'Kasten öldürme'yi düzenleyen 81. maddesinde, "Bir insani kasten öldüren kisi, müebbet hapis ile cezalandirilir" deniliyor. Maddede töre saikiyle islenmis cinayetler için ise 'agirlastirilmis müebbet' cezasi öngörülüyor.





N.K.'ya sıkı koruma

Agir yaralanan N.K.'nin hayati tehlikeyi atlattigi açiklandi. Yogun bakim ünitesi kapisinda bir polis ve bir asker, N.K.'nin güvenligini saglarken servise girenler tek tek arama ve kontrolden geçiriliyor.
Old 05-07-2005, 12:50   #56
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Güldünya Tören Davası Devam Ediyor
Teyzesinin kızının kocası tarafından hamile kaldığı için kardeşleri
tarafından vurulan ve hastanede öldürülen Güldünya Tören'le ilgili
davanın bugünkü duruşmasında sanık avukatı "töre cinayeti" nedeniyle "ağır tahrik indirimi" istedi. Dava ertelendi.



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
04/07/2005 Ahmet ŞIK ahmetxyz@yahoo.com
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Güldünya Tören'in, evlilik dışı ilişkiden hamile
kaldığı gerekçesiyle kardeşleri tarafından öldürülmesine ilişkin
davaya bugün devam edildi.

Tören'in iki kardeşi ile amcasının yargılandığı davada sanık avukatı
olayın kesinlikle bir "töre cinayeti" olduğunu belirterek ağır tahrik
indirimi uygulanmasını istedi.

Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada tutuklu sanıklar İrfan
Tören ile F.T. hazır bulundu.

Tutuklu sanıkların avukatı Mehmet Talat Seyhan yaptığı savunmada,
olayın bir töre cinayeti olduğunu belirterek, "Ancak cinayete aile
meclisi karar vermemiştir. Çünkü böyle bir kararı aile meclisi vermiş
olsa Güldünya'yı İstanbul'a göndermeden yapabilirlerdi" dedi.

Ailesinin, Güldünya'ya insancıl bir şekilde yaklaştığını ve çocuğu
aldırması için doktora götürdüğünü iddia eden avukat Seyhan, "Çocuk 7
aylık olduğu için alınamamıştır. Güldünya'nın ilk vurulduğu tarihte de
F.T'nin öldürme kastı yoktu. Çünkü Güldünya'ya sadece bir el ateş
edilmiştir.

Namus ve şeref kavramları üzerine çok düşündüm ve araştırdım. Vatanın
her parçası bizim için nasıl namus ve şeref gibi önemliyse, bir ilişki
için de namus ve şeref çok önemlidir.

Bu olay da namusla bağlantılıdır. Her ne kadar bu tür olayların
gerçekleşmesini istemesek de maalesef olmaktadır. İrfan Tören'in
olayda öldürmeye teşebbüsü yoktur. F.T. için ise 'ağır tahrik'
unsurunun uygulanmasını talep ediyorum'' dedi.

Duruşma, dosyadaki eksikliklerin giderilmesi amacıyla ertelendi.

Mehmet Tören yakalanamadı

22 yaşındaki Güldünya Tören, Bitlis'te teyzesinin kızının kocası
Servet Taş'tan hamile kaldığı için ailesi tarafından Küçükçekmece'de
imamlık yapan akrabaları Alaattin Ceylan'ın yanına bırakılmış ancak
kardeşleri İrfan Tören ve F.T. tarafından 26 Şubat 2004 günü silahla
yaralanmış ardından da tedavi gördüğü hastanede öldürülmüştü.

Olayla ilgili açılan davada, F.T'nin olay tarihinde yaşının küçük
olması da dikkate alınarak 28 yıldan fazla olmamak üzere ağır hapis
cezasına çarptırılması isteniyor.

Sanık İrfan Tören'in de suça iştirakten dolayı 15 ile 20 yıl arasında
ağır hapis cezasına çarptırılması istenen iddianamede, henüz
yakalanamayan Mehmet Tören'in ise azmettirici olduğu gerekçesiyle
müebbet ağır hapis cezasına çarptırılması talep ediliyor.(AŞ/EÜ)
Old 16-08-2005, 21:50   #57
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan Töre,Tecavüz,Namus Üçgeni

B.S. de, Tecavüz Mağdurları Gibi Sahipsiz

İzmir'de evine giren hırsızın tecavüzüne uğrayan, işten atılan, nişanlısının terk ettiği B.S. ile ilgili konuşan milletvekili Arıtman, tecavüze uğrayan kadınların devlet korumasından ve desteğinden yoksun olduğunu söyledi.



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
09/08/2005 Ayşe DURUKAN --------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - İki kadın. Biri İzmir'de yaşayan B.S. Bir gece evine giren hırsızın tecavüzüne uğruyor ve medyanın diline düşüyor. H.İ. ise aşiretin ölüm emrinden kaçıyor. Bir töre kurbanı. Üç çocuğu var.

İkisinin de sosyal güvencesi yok. H.ya Bakan Nimet Çubukçu, B.S.'ye de Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı İzmir Milletvekili Canan Arıtman. sahip çıkıyor ve Sağlık Bakanlığını göreve çağırıyor. B.S.'nin gebelik riski taşıdığını söylüyor.

Arıtman, tecavüze uğrayan kadınlara, "hak etmiştir" önyargısıyla yaklaşılmasının da yeni bir olgu olmadığına işaret ediyor. Yasaların tecavüze uğrayanı korumadığını ve bunun da tecavüz edeni haklı kıldığı kanısında. "Bu konuda yasalar yetersiz" diyor.

Tecavüzcü haklı çıkıyor

Canan Arıtman, söyleşimiz sırasında bianet'e ilk müjdeyi veriyor:

"Sağlık Bakanlığı beni aradı ve B.S.'ye sahip çıktı. Kadın derneklerinin de sahip çıkması gerekiyor. Psikolojik ve psikiyatrik tedavi görmeli. Gebeliği önleyici tedavi görmeli. Toplum olarak, çok yürekli bir kadın olan B.S.'ye sahip çıkmalıyız" dedi.

Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun da B.S.'ye sahip çıktığı haberini verdiğimiz Arıtman, "Pek kadından yana bir bakanımız değil. Görevinin gereğini yerine getirir, diye umuyorum" diye konuştu.

Devlet mağduru korumuyor

Arıtman'a göre, psikolojik, psikiyatrik ya da gebeliği önleyici tedavi, B.S.'nin şu anda acil gereksinim duyduğu yardım. Genel anlamdaysa, B.S. adına yapılacak bir girişim de, tecavüz mağdurlarıyla ilgili olarak kurulacak bir birimle ilgili.

CHP milletvekili Canan Arıtman, bianet'e bu konuda şunları söylüyor:

"Tecavüze uğrayan çok az kadın kendisini kamuoyunun bakışlarına terk eder. Çoğu bu ayıbı kendileri yapmışçasına, toplumsal baskı nedeniyle gizlemek eğilimindedir. B.S.'yi bu nedenle desteklememiz gerek.

Bir başka husus da, tecavüze uğrayan kadınlarla ilgilenecek bir birimin olmaması. B.S. tecavüze uğruyor. Karakol ifadesini alıyor ve serbest bırakıyor.

Oysa Avrupa ülkelerinde, tecavüz mağdurlarıyla ilgilenen karakollarda özel bir birim oluyor. Öncelikle o kadınla kadın polisler ilgileniyor. Hastaneye sevk ediyorlar ve psikolojik destek veriyorlar."

B.S. kayıtdışı ekonomide sayılıyor

Arıtman'a göre tecavüze uğrayan kadınları bekleyen en önemli sorun toplumsal tepki:

"B.S.'yi takip etmemiz lazım. Toplum olarak, bu kadınlara, daha sonra karşılaşacakları toplumsal tepki için sahip çıkmalıyız. B.S. yürekli bir kadın ve yüreklice sahip çıkılmayı hak ediyor."

Arıtman, B.S.'nin işvereniyle de görüştüğünü söyledi. Genç kadının, nişanlısıyla birlikte sigortasız ve kayıt dışı ekonominin bir sayısal olgusu olarak çalışıyor.

Arıtman'a, G., "Ben işten atmadım. Nişanlısı burada çalışıyordu. Kendisi gelip gidiyordu. Yine de sahip çıktım, karakola elemanımı gönderdim" diyor.

Arıtman, B.S.'nin topluma kazandırılması için iş bulunması gerektiğini söylüyor. B.S. yalnız bir kadın. Babası vefat etmiş.

"Ona destek olduğumuzu görmeli. Ayakları üzerinde durabilmesi için iş bulunmalı. Yalnız olmadığını bilmeli. Bu aşamada kendisine verilecek her destek, tecavüz mağduru tüm kadınların da seslerini yükseltmesini sağlar, tecavüzcü için tehdit oluşturur."

Hastaneye bile götürülmemiş

Bugüne kadar kimse elinden tutmamış B.S.'nin. Karakolda da destek veren çıkmamış. Hastaneye bile götürülmemiş. Konunun uzmanlarına gösterilmemiş.

Arıtman, "Zaten nasıl gösterilecek ki? Devletimizin bu tür kurumları yok ki. İfadesini alıp sokağa bırakıyorlar. Bu tür olaylarda hep gönüllüler koşturuyor. Bizim gibi bir ülkede, bu tür konularda, kadınların koruma ve kollama altına alınması lazım. B.S. bir örnek. O, başka kente gidip, yaşamını yeniden kurmayı düşünüyor" diyor.

B.S. ve H. Türkiye'den iki kadın portresi. Biri tecavüz diğeri de töre mağduru. Birinin üç çocuğu var diğerinin ise sığınacak tek kapısı yok. Yıllarca sosyal güvencesiz, yaşar gibi yapan kadınlar her ikisi de. Eğer başlarına, yaygın medyanın ilgi gösterdiği olay gelmese, ne devletin ne de bizlerin onları fark edeceği yok. (AD)
.....
.....
Old 16-08-2005, 21:53   #58
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

KAMER'in "Namus Cinayeti" Kampanyasına Tepki

Diyarbakır ve Mardin'de yürütelen "Namus cinayetlerine göz yumma" kampanyasına olumsuz tepkiler var. KAMER'den Kardaş, "Afişlerimiz yırtıldı. Kimi 'namusumuz neden duvarlara asılıyor' derken, kimi de'ölümler dursun' diye bizi destekledi".



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
25/07/2005
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (Diyarbakır) - Kadın Merkezi (KAMER) Acil Yardım Hattı Sorumlusu Naime Kardaş, 2005 yılının Mayıs ayında Diyarbakır ve Mardin'de başlatılan "Namus kisvesi altında işlenen kadın cinayetlerine göz yumma" kampanyasına tepkiler olduğun söyledi.

Gün Tv'nin haberine göre, yürütücüler iki aydır sürdürülen kampanyaya toplumdan olumsuz tepkiler aldıklarını söyleyerek, kampanyanın Diyarbakır'da zayıf kaldığına vurgu yaptı.

Kadın Merkezi Acil Yardım Hattı Sorumlusu Naime Kardaş, kampanya ile kadının can güvenliğini sağlayarak, cinayetlere karşı toplumsal duyarlılık geliştirmek istediklerini belirtti.

Kampanya boyunca astıkları ilan, afiş ve televizyon duyuruları ile ölüm tehdidi alan kadınlara nasıl yardımcı olunabileceğini, gündeme getirmeye çalıştıklarını söyledi.

Kampanyanın Mardin'de hızlı yürüdüğünü ve daha fazla desteklendiğini söyleyen Kardaş, kampanyanın Diyarbakır'da ilk etapta etkili olduğunu ancak şimdi daha zayıf yürüdüğünü söyledi.

Duvarlara asılan afişlerden tepki aldıklarını da söyleyen Kardaş, "sabah asıp da akşam döndüğümüzde afişlerin yırtıldığını görüyorduk. İnsanlar 'namusumuz neden duvarlara asılıyor' gibi tepkiler veriyorlardı. Bunun yanında artık ölümler dursun diyerek destek verenler de oldu" dedi.

KAMER acil yardım hattına birebir başvuruda bulunan 2 binin üzerinde kadın olduğunu da belirten Kardaş, başvuranların yüzde 99'u psikolojik şiddet yaşadığını, çok büyük bir bölümünün de sözel, fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kaldığını söyledi.

1997 yılında kadına yönelik şiddeti engelleme çalışmaları çerçevesinde açılan Kadın Merkezi, 2003 yılında bölgede sayıları artarak işlenen "namus cinayetleri"ne karşı projeler geliştirmişti.

2005 yılının Mayıs ayından itibaren de KAMER, Mardin ve Diyarbakır'da Valilik Belediye, çeşitli kadın kurumları ve Sivil Toplum Kuruluşları'nın işbirliğiyle, "Namus kisvesi altında işlenen kadın cinayetlerine göz yumma"kampanyasını başlattığını duyurmuştu.(AD)
.....
.....
Old 30-08-2005, 23:27   #59
Av.Habibe YILMAZ KAYAR

 
Varsayılan

Kadın Kimsenin Namusu Değildir
Yeni yasama yılıyla birlikte "Töre ve Namus Cinayetleri" kavramının daha sık gündeme geleceğini söyleyen Gülbahar, Erbatur ve Çevik, namus cinayetlerinin Batıcı, töre cinayetinin ise Doğu ve Güneydoğu'ya ilişkin bir söylem olarak çıktığı kanısındalar.



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
30/08/2005 Ayşe DURUKAN aysedurukan@yahoo.com
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Kendisini TBMM Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu'nun gönüllü üyesi ilan eden CHP Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik, töre cinayetlerinin adının namus cinayetleri olarak değiştirilmesi kanısında.

Yeni Türk Ceza Kanunu'nda ağır hükümler getirilmesine karşın bir türlü önüne geçilemeyen 'Töre Cinayetleri'nin adının 'namus cinayeti' olarak değiştirilmesini önermesine gerekçesi olarak Melik, "töreler adam öldürmeyi emretmiyor" diyor.

Melik'in, Yeni Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) 'nitelikli adam öldürme' suçu sayılarak indirimden yararlanması önlenen 'töre cinayeti'ne ilişkin kadın kuruluşlarının söylemiyse 'namus cinayetleri' olarak gelişiyor.

Avukat Hülya Gülbahar, yeni TCK.da düzenlenen maddenin metninde "töre"; gerekçesindeyse "töre ya da namus cinayetleri" olarak.ifadesini bulmasına itiraz ediyor.

Gülbahar, "Yani, bu durum gösteriyor ki, yasa açısından artık her ikisi de bir sayılıyor. Kadınların çok dikkatli olması gerekiyor. Hukuk açısından töre değil, namus cinayeti tanımı net bir ifade" diyor.

Gülbahar, kadın örgütlerinin uygulamaları denetleyip yönlendirmesi gerektiğini söylüyor.

"Gerekçedeki haliyle yani "namus cinayetleri" haliyle uygulatmamız gerek. Bu mümkün. Bir de insanların, medyanın dilinden "töre cinayeti" lafını tamamen çıkartmamız gerek."

Melik'in girişiminin iyi niyetli olduğunu belirten Gülbahar, "yine de bu söylem, yasanın yorumu konusunda kadınların işini zorlaştıracak" diyor.

TBMM Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu'nun yeni yasama yılıyla birlikte ekimde çalışmaya başlayacağını söyleyen Gülbahar, hazırlıklı olunmasını öneriyor.

"Töre kelimesini unutmak istiyoruz. Töre dediğinizde namus cinayetlerinin üzerini örtmüş oluyorsunuz. Töre geri kalmışlığın, Kürtlerin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun sorunudur, şeklinde bir söylem geliştiriliyor" diyor.

"Töre, aile meclislerinin toplanıp erkek çocuklarına ve de yetişkin erkek çocuklarına yükledikleri suçun sorunudur, deniliyor. Batıdaki kadın cinayetleriyse 'namus' cinayetleri olarak adlandırılıyor" diyor

Gülbahar, adı ne olursa olsun, kadına yönelik cinayetlerin ve şiddetin kategorize edilmesine karşı olduğunu söylerken, TBMM Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu üyesi CHP milletvekili Gaye Erbatur, namus ve töre cinayetlerinin bu toplumun gerçeği olduğunun altını çiziyor.

Erbatur, namus gerekçesiyle işlenen cinayetlerin 'kadın benim namusumdur' anlayışından kaynaklanan 'onur suçları' arasına girdiğini belirtiyor:

"BM ve uluslararası anlaşmalar kız ve kız çocuklarına ilişkin işlenen bu tür suçları namus cinayetleri olarak benimsiyor."

Erbatur, araştırma komisyonun adının töre ve namus cinayetleri olmasının nedenini, ikisinin de kadına yönelik şiddetin adı olduğu için, bir zorunluluk olduğunu söyledi.

"Töre de namus cinayetleri de kadına yönelik şiddettir. Kadına yönelik alışkanlıklardır. Kendisini kadının sahibi sananlar, kadına şiddet uygulamaktadır. Komisyonun görevi kadını birey olarak tüm kadın insan haklarından yararlanmasını sağlamaktır."

CHP milletvekili Gaye Erbatur, yeni yasama yılıyla birlikte komisyonun önceliklerinin arasında konunun uzmanlarını dinlemek, olduğunu söyledi.

"Bilimsel olarak bunu açıklığa kavuşturmak gerek. Bu konuda yanlış yaklaşımlar var. Neredelerde, hangi yörede ne tür cinayetler işleniyorsa bunlar araştırılmalı ve önüne geçilmeli. Kadınlar daha özgürce iyi bir yaşamı hakkediyorlar."

Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Vakfı'ndan Liz Amado Çevik ise, töre ve namus cinayetleri kavramlarının TCK reform kampanyası sırasında çok tartışıldığını söyledi.

"Töre cinayeti yoktur, gibisinden bir çıkarımımız yok. Hepimizin çok iyi bildiği gibi namus tanımından yaratılmış bir şey. Kadının bedeni üzerinde eşin abinin ve toplumun, kadını mal gibi gören bir anlayışın ürünü bu tanım."

Çevik, ayrımın töre denildiğinde çıktığı düşüncesinde. "Töre cinayetleri denilince hepsi içine girmiyor. Zararlı törelere karşı harekete geçmek sorun değil. Sorun namusa kilitlenilince çıkıyor. Bekarete bakışla paralel bir düşüncedir" diyor.

Namus cinayetinin töre kavramının içinde irdelenmesi gerektiği kanısında Çevik. Adı ne olursa olsun, ister töre, ister namus, ister ahlak, kadının kimsenin namusu olmadığının altını çiziyor.

"Uluslararası tüm belgelerde, yasalarda kabul edilmiş bir suçtur namus cinayeti. Biz bu suçun başkalaştırılıp meşrulaştırılmasının doğru olmadığını savunuyoruz. Önemli olan bu adamların cinayetlere nasıl baktıkları. Töre cinayetiyle namus cinayetlerine aynı tepkiyi vermiyorlar." (AD)
.....
.....
Old 22-09-2005, 19:55   #60
Merhaba

 
Varsayılan İsveçli Heyet "Töre Cinayeti" İçin Geldi...

İsveç' li heyet " töre cinayeti " için geldi...

İsveç’te mülteciler arasında töre cinayetlerinin işlenmesi üzerine harekete geçen hükümet, konunun araştırılması için Türkiye’ye bir heyet gönderdi.


Mahmut Bozarlan
NTV-MSNBC
Güncelleme: 11:29 TSİ 22 Eylül 2005 Perşembe


DİYARBAKIR - En fazla mülteci alan Avrupa ülkelerinden olan İsveç’te, son yıllarda töre cinayetlerinin artması üzerine hükümet harekete geçti. İsveç’te bulunan Karolinska Üniversitesi halk sağlığı bölümünden 4 uzman, konuyu araştırmak üzere görevlendirildi. Uzmanlar önce İsveç’te, ardından da Güneydoğu’da araştırmalarına başladı.


Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Doç. Dr. Mazhar Bağlı ile birlikte, bölgedeki kadın kuruluşları ile görüşen ekibin hazırlayacağı rapor, İsveç hükümetine, töre cinayetleriyle ilgili politika oluşturma konusunda yardımcı olacak. Ekipte bulunan Karolinska Enstitüsü Aile Hekimliği Merkezi Öğretim üyesi Venüs Alizadeh, İsveç’ten Türkiye’den gelen çok sayıda mültecinin olduğuna dikkat çekerek, “Yaşadıkları sorunları, Türkiye’de yaşayanların sorunlarıyla karşılaştırmak istiyoruz. Buradakiler ve ordakiler arasında benzerlikler var”dedi.


‘ARAŞTIRMA İSVEÇ HÜKÜMETİ’NE FİKİR VERECEK’

Alizadeh, araştırma sonucunda hazırlayacakları raporun, İsveç Hükümeti’ne, töre cinayetleriyle ilgili politika oluşturma konusunda yardımcı olacağını ifade ederek, “Rapor, İsveç Hükümeti’nin konuyla ilgili fikir sahibi olmasına yardımcı olacak. İsveç’te üç kızın babaları tarafından öldürülmesinin ardından, hükümet bunu planladı. İsveç toplumunun bu konuda fazla fikri yok. Baba nasıl kızını öldürür? Hepimiz bu konuyla ilgili daha fazla bilgiye sahip olacağız. Amacımız hem çocuklara, hem gençlere, hem de ailelerine yardım edecek yeni politikaların üretilmesidir” diye konuştu.


"MANTALİTEYİ ANLAMAYA ÇALIŞIYORUZ"

Ekibin Entolojist Üyesi Marina Taloyan ise, İsveç’teki mülteciler arasında namus kavramını anlamaya çalıştıklarını anlattı.

Taloyan, “Namus konsepti nedir? Bunu anlamaya çalışıyoruz. Bu çok geniş bir konsepttir. Bizim amacımız bu mantaliteyi anlamaktır. Umarım bu çalışmalar hükümetin politikasın da etkiler” şeklinde konuştu.

Diyarbakır’ın ardından İstanbul’da da temaslarda bulunacak ekip, daha sonra rapor hazırlamak üzere İsveç’e dönecek.



Merhaba' nın notu:

Batı mantalitesi ve değer yargıları temelinde böyle bir araştırma sonucu İsveç' li heyetin hazırlayacağı raporun ilgi çekici ve dikkate değer bir rapor olacağını sanıyorum. Bu rapor tamamlandığında, içeriğine ulaşmaya ve yine burada yayınlamaya çalışacağım.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
'Namus' veya 'Töre' cinayeti... O.Albayrak Hukuk Sohbetleri 7 07-05-2008 12:14
Namus/Töre Cinayetlerinde Yargıçların Tutumu Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 11 01-05-2008 10:48
Töre Değil Namus Cinayetiymiş... niles82 Hukuk Haberleri 0 25-12-2006 11:26
Töre Ve Namus Cinayetleri Ile Kadınlara Yönelik Şiddet Olayları - İstanbul Valiliği Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 27-11-2006 18:42
Namus Ve Töre cinayetlerinde Kadınlar Daha Katı mı Davranıyor? Av.Habibe YILMAZ KAYAR Kadın Hakları Çalışma Grubu 0 29-05-2004 16:28


THS Sunucusu bu sayfayı 0,11121893 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.