Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

şüpheden sanık yararlanır soyut iddia

Yanıt
Old 25-01-2012, 13:50   #1
limpid

 
Varsayılan şüpheden sanık yararlanır soyut iddia

müvekkil aleyhine hakaret ve tehdit suçlamalarıyla kamu davası açılmıştır. ilk duruşmaadan haberdar olamadık, ikinci durulmaya tanıklarımızla beraber katılacağız. sormak istediğim hususlar şunlar:
1- dosyada müştekinin beyanı ve yanında sigortalı çalıştırdığı işçisinin beyanı dışında hakaret veya tehdit edildiğine dair en ufak bir delil yok. mahkemede dinlenen tanık şimdi hatırlayamadığım bir takım küfürler ve evine girerm, yıkarım vs. gibi tehditler etti diyor. tabi ki müşteki de.

2- olay esnasında orada bulunan iki tanığımızda bir tanesi kollukta ifade vermiş herhangi bir tehdit darp küfür olayı olmadığını belirtmiş. müvekkilde müşteki ile komşu olduklarını müştekinin evinden kaynaklanan bir sorunu görüştüklerini ancak herhangi bir küfür tehdit vs. olmadığını belirtmiştir. ayrıca bu soruna ilişkin hukuk davası da açmış bulunmaktayız. netice itibariyle ortada müşteki ve yanında çalışan işçisinin beyanına karşılık müvekkil sanığın ve olayda orada bulunan 2 tanığımızın dışında delil yok. savunma dilekçesi hazırlıyorum ve dilekçeme yargıtay kararı eklemek istiyorum. soyut iddialar karşısında şüpheden sanık yararlanır konusunu veya olayla ilgili olabilecek nitelikte yargıtay kararı olan meslektaşlarımdan yargıtay kararı ve yorumlarını rica ediyorum.
Old 25-01-2012, 14:09   #2
yeditepelişehir

 
Varsayılan

Şikayetçinin tek tanığının yanında sigortalı çalışan işçisi olması üzerine yoğunlaşıp bu tanığın baskı altında olabileceğini ve işveren işçi ilişkisinden dolayı tarafsız olamayabileceğini ileri sürebilirsiniz.Müvekkilinizin tanıklarının vereceği ifadeler de önemli tabi.Böyle bir durumda delil yetersizliğinden müvekkilinizin beraat edeceğini düşünüyorum.
Old 25-01-2012, 14:46   #3
limpid

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan yeditepelişehir
Şikayetçinin tek tanığının yanında sigortalı çalışan işçisi olması üzerine yoğunlaşıp bu tanığın baskı altında olabileceğini ve işveren işçi ilişkisinden dolayı tarafsız olamayabileceğini ileri sürebilirsiniz.Müvekkilinizin tanıklarının vereceği ifadeler de önemli tabi.Böyle bir durumda delil yetersizliğinden müvekkilinizin beraat edeceğini düşünüyorum.

cevabınız için teşekkürler. bende aynı doğrultuda dilekçemi hazırladım ancak bir kaç yargıtay kararına da ihtiyacım var.peki delil yetersizliğinden beraat durumunda benim anladığım aslında mahkemede suçu işlediğine dair kanaat uyanmış ancak delil bulamamış beraat vermiş şeklinde mi anlamak lazım. başka türlü beraat alamazmıyım?
Old 25-01-2012, 15:22   #4
Av. Seda Üstün Tuğ

 
Varsayılan

1. ********
213 sayılı Yasaya aykırı davranışta bulunmak suçundan sanık Ömer’in, aynı Yasanın 344/6. maddesi yollamasıyla 359. maddesi uyarınca 5.670.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, (Keskin Asliye Ceza Mahkemesi)nce 27.12.1989 gün ve 70-97 sayı ile verilen hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edildiğinden, dosyayı inceleyen Yargıtay Dokuzuncu Ceza Dairesi, 9.5.1990 gün ve 1260-1896 sayı ile;

(Savunma gözönüne alınarak, 23301-23350 A seri nolu fişlerin teslim edilip edilmediğinin matbaa yöneticilerinden sorulması ve gerektiğinde tanık olarak ifadelerine başvurulması, öte yandan vergi mahkemesine başvurduğu ileri sürülmesine göre bu davaların niteliği saptanarak, olayla ilgili bulunduğu takdirde sonucunun beklenmesi gerektiği düşünülmeden, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması) isabetsizliğinden bozmuş,

Yerel Mahkeme ise, 11.7.1990 gün ve 34-52 sayı ile; perakende satış fişlerinin basımı ve kullanımı ile ilgili esasların 213 sayılı Yasanın mükerrer 257. maddesinin 2. fıkrası gereğince hazırlanan ve 2.2.1985 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan Yönetmelikle düzenlenen 14. maddesindeki, "özel anlaşmalı matbaa işletmecisi, basıp teslim ettiği belge için en az üç nüsha bilgi formu düzenlemekte, teslim alan mükellefle birlikte imzaladıktan sonra mükellefin bağlı bulunduğu Vergi Dairesine ve Defterdarlığa 15 gün içinde birer nüshasını göndermek zorundadır" hüküm karşısında, satış fişlerini basan Ö...Matbaası satış fişi ile ilgili bilgi formunu Defterdarlığa gönderdiğinden, vergi kontrolörleri tarafından bu satış fişleri sanıktan incelenmek üzere istenmiş, sanık ise teslim etmemiştir. Bu nedenle savunma doğrultusunda soruşturmanın genişletilmesine gerek yoktur, biçimindeki açıklamalarla önceki kararda direnmiştir.

Bu hüküm de sanık müdafii tarafından süresinde temyiz edildiğinden dosya, Yargıtay C. Başsavcılığı’nın "bozma" istekli 12.3.1991 gün ve 9/3968 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

İncelenen dosyaya göre;

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, maddi gerçeğin araştırılması bakımından, sanığın savunması doğrultusunda soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunup bulunmadığı hususundadır.

Sanık aşamalarda değişmeyen savunmasında, Vergi Kontrol Memurları tarafından incelenmek üzere 23301-23350 A Seri nolu satış fişlerinden ibaret cildin kendisinden istendiğini, ancak bu numaraları taşıyan A Seri nolu bir ciltten ibaret satış fişlerini Ö.....Matbaası’ndan teslim almadığını, idare ile uzlaşmaya gittiğini, uzlaşamadıkları konuyla ilgili olarak Vergi Mahkemesine dava açtığını, ileri sürmektedir.

Yerel Mahkeme ise, 2.2.1986 gün ve 18654 numaralı Resmi Gazete’de yayımlanan "Vergi Usul Kanunu Uyarınca Vergi Mükellefleri Tarafından Kullanılan Belgelerin Basım ve Dağıtımı Hakkında Yönetmelik" 14. maddesinde; "Bilgi formu düzenleme ve bildirim" hususunun düzenlendiğini, buna göre; "Matbaa işletmecileri basım ve dağıtımını yaptıkları belgelerle ilgili olarak örneği ekli bilgi formundan en az üç nüsha düzenleyecekler ve bu formu belgeyi teslim alan ile birlikte imzaladıktan sonra bunlardan bir nüshası kendilerinde kalmak üzere, birini mükellefin bağlı bulunduğu vergi dairesine, diğerini ise anlaşmayı yapan Defterdarlığa belgelerin teşmilini izleyen 15 gün içinde vereceklerdir" hükmünün getirildiğini belirterek, vergi kontrolörlerinin istedikleri suça konu satış fişlerinin Vergi Dairesi ve Defterdarlığa bildirilmesi nedeniyle, satış fişlerinin sanığa teslim edildiğinde kuşku bulunmadığından, vergi mahkemesindeki davanın ise bu davayı etkilemesinin söz konusu olamayacağından savunma doğrultusunda araştırma yapılmasına gerek bulunmadığını, benimseyerek önceki hükümde direnmiştir.

Ceza yargılamasında kanıt serbestliği ilkesi başlığı altında toplayabileceğimiz ve yasanın gerekçesinde açıklanan temel prensiplere göre;

a) Herşeyin kanıt olabileceği,

b) İlgililerin kanıt ileri sürebilecekleri,

c) Hakimin kendiliğinden kanıt araştırabileceği, (Hatta zorunlu olarak araştırması gerektiği),

d) Kanıt ileri sürmede zaman kısıtlaması olamayacağı,

e) Kanıtlama külfetinin sanığa yüklenemeyeceği,

f) Kanıt değerlendirmede hakimi bağlayan üstün kanıtın söz konusu olmayıp, hakimin tüm kanıtları serbestçe değerlendirebileceği, (Vicdani kanaat) ceza yargılamasının temel ilkeleridir. Bu ilkelerin birinden dahi vazgeçmek, ceza yargılamasının temel felsefe ve yapısına aykırı davranmak anlamını taşır.

O halde, bazı hususların yönetmelikte şu veya bu biçimde düzenlenmesi gerektiğine ilişkin hükümlere bağlı kalınarak, o hususta başkaca kanı toplanamayacağını benimsemek yukarda açıklanan ilkelere aykırı davranmak demektir.

Uyuşmazlık konusu olayda, satış fişlerini Vergi Dairesi ve Defterdarlığa bildirilmesini düzenleyen Yönetmeliğin 14. maddesi uyarınca, baskı işini yapan matbaaca işlem yapıldığından bahisle bu konuda sanığın ileri sürdüğü kanıtların toplanmaması ceza yargılamasının kanıt serbestliği ve vicdani kanaat sistemine aykırıdır.

O halde, savunma doğrultusunda, 23301-23350 A Seri nolu fişlerin sanığa teslim edilip edilmediği matbaa yöneticilerinden sorularak, gerek görüldüğünde tanık olarak dinlenmeleri gerekir. Sanığın Vergi Mahkemesine açtığı dava, uyuşmazlık konusu olay bakımından bekletici ön sorun niteliğinde bulunmadığından sonucunun beklenmesine gerek yoktur.

Açıklanan doğrultuda soruşturma genişletilerek sanığın hukuki durumu değerlendirilmelidir. Bu itibarla direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklandığı üzere sanık müdafiinin temyiz itirazları ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden, direnme hükmünün (BOZULMASINA), 8.4.1991 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Kaynak={YKD. Ocak-1992 s: 115}

2. 4.CD.E. 1994/7095 K. 1994/9083, T. 2.11.1994: Vicdani kanaatin kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırılması hakkında karar.

3.T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 2003/2-262
Karar: 2003/277
Karar Tarihi: 18.11.2003

TEDBİRSİZLİK VE DİKKATSİZLİK SONUCU ÖLÜME SEBEBİYET VERMEK SUÇU - CEZANIN ERTELENMESİ - ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ - KUSUR ORANI - İNFAZ YASASININ UYGULANMASI

ÖZET: Yasal, yeterli ve geçerli bulunmayan bir gerekçeye dayanılarak erteleme isteminin reddine karar verilmesi yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, cezanın kişiselleştirilmesi ilkesine de aykırıdır ve uygulamada keyfiliğe yol açabilir. Keyfiliği önlemek için sanığın olay öncesi ve sonrası davranışları gözönünde bulundurularak, gelecekteki yaşamı sezilmeli, suç işleme hususundaki eğilimi değerlendirilmelidir.

(647 S. K. m. 6) (765 S. K. m. 455)

Dava: Tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme neden olmak suçundan sanık Kağan'ın TCY'nın 455/1-son maddesi uyarınca 1 yıl 6 ay hapis ve 68.445.000 TL ağır para cezasıyla cezalandırılmasına, sürücü belgesinin 1 yıl 6 ay süre ile geri alınmasına ilişkin Erzurum 3. Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 25.09.2001 gün ve 457-530 sayılı hüküm sanık vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 20.6.2002 gün ve 9609-12025 sayı ile;

"Üniversite öğrencisi olan ve sabıkası bulunmayan sanığın geçmişteki halinde nasıl bir olumsuzluk belirlendiği, suç işleme eğiliminin varlığının kabul nedenleri açıklanıp tartışılmadan yasa metnindeki ibarelerin tekrarı ile ertelemeye yer olmadığına karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel Mahkeme 22.10.2002 gün ve 589-491 sayı ile;

"Duruşmalarda hazır bulunma zorunluluğundan vareste tutulmadığı halde sanığın duruşmalara katılmaması, olaydan sonra sanığın müşteki tarafın şahsi haklarının temini yönünde çaba göstermeyip müşteki tarafın şikayetinin devam etmesi ve duruşmada sanığın sorgusu sırasındaki müşahede edilen kişiliği gibi nedenlerle sanığın suç işleme hususundaki eğilimi yönünden olumsuz kanaat edinildiğinden, cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir." gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de sanık vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli 17.10.2003 günlü tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Sanığın 6/8 oranındaki kusurlu davranışı ile tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme neden olmak suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilirken gösterilen gerekçenin yasal ve yeterli olup olmadığına ilişkindir.

Ancak uyuşmazlığın çözümü için davanın esası tüm yönleriyle ele alınıp değerlendirildiğinde;

1- Sanığın olay günü saat 15.45 sıralarında yönetimindeki otomobille Erzurum şehir merkezinde bulunan bölünmüş karayolu niteliğindeki Cemal Gürsel caddesinde gidişe ayrılan çift şeritli yolda seyir halindeyken sağdaki otobüs durağından yolcu alan araçların önünden aniden yola çıkıp karşıya geçmek isteyen 68 yaşındaki müteveffaya yol üzerinde çarparak ölümüne neden olduğu anlaşılmaktadır.

22.6.2000 günlü Trafik kazası Tespit Tutanağında da kazanın oluşumu yukarıdaki biçimde açıklanıp olay yerinin krokisi çizilerek ölçümler gösterilmiş, ayrıca fren izi görülmediği belirtilmiş, ancak krokide yaya geçidi gösterilmediği gibi Tutanağın "Yol ve Çevre Özellikleri"nin yazıldığı bölümünde de yaya geçidinden söz edilmemiştir.

Sanık aşamalardaki savunmalarında; duraktaki araçları geçtiği sırada en baştaki minibüsün önünden yaşlı bir adamın koşarak önüne fırladığını, onu gördüğü anda direksiyonu sola kırıp kurtarmaya çalıştığını, ancak bu kişinin aracın sağ çamurluğuna çarparak yere düştüğünü, kendisinin de soldaki refüje çarptığını belirtmiştir.

Mahkemenin olay yerinde yaptığı keşifte hazır bulunan teknik bilirkişi Ahmet Karagöl tarafından çizilen krokiye göre, çarpma yaya geçidinin az ilerisinde gerçekleşmiştir.

Yargılama sırasında Yerel Mahkemece dört ayrı bilirkişi raporu aldırılmış, bunlardan olay yerindeki keşifte hazır bulunan trafik polis memuru Ahmet Karagöl tarafından düzenlenen 20.11.2000 günlü rapor ile İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyelerinden seçilerek oluşturulmuş üç kişilik bilirkişi kurulunun düzenlediği 21.5.2001 günlü raporlarda; olayın müteveffanın duran taşıtların önünden ve kontrolsüz yaya geçidinin az ilerisiden yolu kontrol etmeden aniden koşarak karşıya geçmek istediği sırada meydana geldiği kabul edilerek, sanık sürücü ile ölen yayanın hareketlerinin trafik kurallarına aykırılık oluşturan yönleri irdelenip, kazanın oluşumundaki etki düzeyleri ayrı ayrı değerlendirildikten sonra sanık sürücünün 3/8 oranındaki kusurlu davranışı, ölen yayanın ise 5/8 oranındaki kusurlu davranışı ile olayın oluşumuna etkili bulundukları belirtilmiştir.

Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden verilen 2.3.2001 gün ve 2141 sayılı rapor ile Karayolları Trafik Fen Heyeti mensup ve emekli görevlilerinden oluşturulan üç kişilik bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen 13.7.2001 günlü raporda ise; kazanın, ölenin yaya geçidinden geçtiği sırada meydana geldiğinden hareketle, bu kabul doğrultusunda yapılan değerlendirme sonucu sanık sürücünün olayda 6/8 oranında, ölen yayanın ise 2/8 oranında kusurlu olduğu ifade edilmiş, Yerel Mahkeme de bu oluş biçimini esas alarak sanığın olayda 6/8 oranında kusurlu bulunduğunu kabul etmiştir.

Görüldüğü üzere, bilirkişi raporlarında kusur dağılımı yönünden ortaya çıkan ve sanığın sorumluluk düzeyini etkileyen bu farklılık, oluşun kabul ediliş biçiminden kaynaklanmaktadır.

Amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olan ceza yargılamasının en önemli ilkelerinin birisi de "kuşkudan sanık yararlanır" ( in dubio pro reo ) ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın cezalandırılması bakımından taşıdığı önemden dolayı gözönünde tutulması gereken herhangi bir meselede başgösteren kuşkunun, sanığın yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda kuşku belirmesi halinde uygulanacağı gibi, dava koşulları bakımından da geçerlidir. Bunun gibi, sanık hakkında cezayı kaldıran veya hafifleten nedenlerin bulunup bulunmadığı hususlarındaki kuşku da sanık lehine hüküm vermeyi gerektirir.

İnceleme konusu olayda, görgü tanığı bulunmamaktadır. Trafik Kazası Tespit Tutanağında, kazanın, ölenin yaya geçidinden geçtiği sırada vuku bulduğuna ilişkin bir bilgiye yer verilmediği gibi, krokide yaya geçidi gösterilmemiş, olay yerinin özelliklerinin tanımlanmasına özgü bölümde yaya geçidi seçeneği de işaretlenmemiştir. Yerel Mahkemenin gerçekleştirdiği, sanığın da hazır bulunup kaza yerini gösterdiği keşif sonrasında teknik bilirkişi tarafından düzenlenen kroki ve raporda çarpmanın yaya geçidinin ilerisinde meydana geldiği belirtilmektedir. Buna göre, sanık sürücünün müteveffaya, kontrolsüz yaya geçidinden karşıya geçtiği sırada çarptığı hususu kanıtlanamamış ve kuşkulu kalmıştır.

O halde, eylemin oluş biçimine ilişkin ve sanığın sorumluluk düzeyinde etkili olan bu husustaki kuşku sanık lehine değerlendirilmeli, müteveffanın kontrolsüz yaya geçidinin ilerisinden karşıya geçmek istediği sırada kazanın meydana geldiği kabul edilerek, sanık sürücü ile ölen yayanın kusur dağılımlarını bu oluş çerçevesinde değerlendirip, benzer olaylardaki kusur dağılımı ve yerleşik uygulamalarla uyumlu bulunan 20.11.2000 ve 21.5.2001 günlü bilirkişi raporlarına itibar edilerek, olayda sanığın 3/8, ölenin ise 5/8 oranında kusurlu bulunduklarının kabulüyle, sanığın cezasından TCY'nın 455/son fıkrası ile yapılan indirimde bu oranların dikkate alınması gerektiğinden, Yerel Mahkeme hükmünün isabetsiz görülen bu yönü itibariyle bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Kurul Üyesi; "Yerel Mahkemenin sanığın kusur oranını belirlerken yaptığı değerlendirmenin dosya içeriğine uygun ve gösterilen gerekçenin yerinde olduğunu belirterek" karşı oy kullanmışlardır.

2- Öte yandan, yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere "erteleme", cezasının doğrudan doğruya sanığın kişiliğine uydurulmasını öngören yargısal bir kişiselleştirme kurumudur. Bu hususta karar verilirken mahkemece gerekçe gösterilmeli ve bu gerekçe sanığın kişiliği ile ilgili bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli olmalıdır.

Yasal, yeterli ve geçerli bulunmayan bir gerekçeye dayanılarak erteleme isteminin reddine karar verilmesi yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, cezanın kişiselleştirilmesi ilkesine de aykırıdır ve uygulamada keyfiliğe yol açabilir. Keyfiliği önlemek için sanığın olay öncesi ve sonrası davranışları gözönünde bulundurularak, gelecekteki yaşamı sezilmeli, suç işleme hususundaki eğilimi değerlendirilmelidir.

Bu belirlemelerdeki amaç, 647 sayılı Yasanın 6. maddesinde öngörülen yasal nedenlere dayandırılmak kayıt ve şartı ile gerekçede konuya ilişkin olarak gösterilen nedenlerin yalnızca yargıcın soyut kanılarını değil, ölçünün isabetle seçildiğini doğrulayıp açıklayan, olaya ve dosyanın içeriğine, sanığın duruşmada gözlenen haline uygun bir değerlendirme sonucu, takdir hakkının yerinde kullanılıp kullanılmadığının saptanmasıdır.

Somut olayda Yerel Mahkemece sanığın cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilirken; "sanığın duruşmalara katılmaması, şikayetçinin şahsi haklarının temini yönünde çaba göstermemesi, hakkındaki şikayetin devam etmesi ve sanığın sorgusu sırasında gözlenen kişiliği karşısında, sanığın suç işleme hususundaki eğilimi ile ilgili olumsuz kanaat edinildiği" şeklindeki gerekçeye dayanıldığı görülmektedir. Dosyadaki belge ve bilgilere göre sanık 19 yaşında olup, geçmiş sabıkası bulunmamaktadır. Kazadan sonra yaralıyı hastaneye götürerek hayatının kurtulması için çaba sarf ettiği anlaşılmaktadır. Tutuksuz yargılandığı davada Mahkemenin çağrısına uyarak müdafii ile birlikte ilk oturumda ve keşifte hazır bulunmuş, bu süreci yansıtan tutanaklarda da sanığın kişiliği ve davranışlarını olumsuz olarak nitelendirmeye yarayacak hususlara yer verilmemiştir. Üniversite öğrencisi olup başka şehirde okuduğu anlaşılan ve müdafii aracılığıyla Mahkemeye sunduğu belge ile bunu kanıtlayan sanık diğer oturumlara katılmamışsa da, müdafii takip eden oturumlarda hazır bulunmuştur. Öte yandan, katılan, ceza davasında şahsi hak isteminde bulunmadığı gibi, bu hususta ayrıca hukuk davası açtığını gösterir bir bilgi de dosyaya yansımamıştır.

Kaldı ki, katılanın şikayetinden vazgeçmesi ya da sürdürmesi, kişisel hakkının karşılanıp karşılanmaması, sanığın suç işleme hususundaki eğilimini değerlendirmede doğrudan etkili konulardan değildir.

Bu itibarla, sanık hakkında tayin olunan cezanın, dosyadaki bilgi ve belgelere uymayan, yasal ve yeterli bulunmayan gerekçeyle ertelenmesine yer olmadığına karar verilmesi isabetsiz olup direnme hükmünün bu nedenden dolayı da bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Kurul Üyesi; "Yerel Mahkeme kararında gösterilen gerekçenin haklı nedenlere dayandığını ve yeterli bulunduğunu" belirterek bu yönüyle isabetli bulunan direnme hükmünün onanması gerektiği yolunda karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç: Yerel Mahkeme direnme hükmünün, sanığın kusur oranı belirlenirken hatalı değerlendirme yapılması ve cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilirken gösterilen gerekçenin yasal ve yeterli olmaması nedenleriyle BOZULMASINA, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 18.11.2003 günü kısmen tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak oyçokluğuyla karar verildi. (¤¤)

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları





T.C. YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas: 1993/6-81
Karar: 1993/110
Karar Tarihi: 19.04.1993

HIRSIZLIK SUÇU - SANIĞIN SUSMA HAKKI - SÜKUT İKRARDAN GELMEZ - SUÇUN SÜBUTU ŞARTI

ÖZET: Ceza Yargılamasının amacı hiç bir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Sanığın savunmasının aksini kanıtlaması ondan beklenemez, kaldı ki CYUY.nın 135. maddesi uyarınca sanığın susma hakkı bulunmaktadır. Susma hakkını kullanan sanığın "sükut ikrardan gelir" deyişine dayanılarak suçu kabul ettiği söylenemeyeceği gibi, savunmasını kanıtlaması da istenemez. Sanığa yüklenen suçun sübuta erdiği yapılan yargılama sonucunda kuşkuya yer vermeksizin ortaya çıkarılmalıdır. Ceza Yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkumiyet kararına yer yoktur. Bu ilke evrenseldir. O halde, sanığın üzerine yüklenen suçtan cezalandırılmasına yeterli ve inandırıcı kanıtlar elde edilmediğine göre direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.


(765 S. K. m. 491, 522) (1412 S. K. m. 135)

Dava: Hırsızlık suçundan sanık Aziz Ali Tokmakoğlu'nun TCY.nın 491/ilk, 522, 647 sayılı Yasanın 4. maddesi uyarınca 67.500 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Beyoğlu 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nce 30.11.1990 gün ve 142-1561 sayı ile verilen hükmün, sanık müdafii tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen;

Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nce 12.12.1991 gün ve 7636-8382 sayı ile;

(Sanığın savunmasının aksine yüklenen suçu işlediğine dair kesin ve inandırıcı kanıt bulunmadığı gözetilmeden hükümlülüğüne karar verilmesi) isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel Mahkeme ise 1.5.1992 gün ve 77-466 sayı ile; Olay yerindeki inşaatın müteahhidi olan sanığın yandaki yıkılmış binaya ait 5.6.1985 günü kapatılan tesisattan bağlantı yaparak kaçak su kullandığının sabit olduğu, görüşüyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükümde sanık tarafından süresinde temyiz edildiğinden dosya, Yargıtay C. Başsavcılığının "Onama" istekli 5.3.1993 gün ve 62851 sayılı tebliğnamesiyle, Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: İncelenen dosyaya göre;

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın üzerine yüklenen suçun sübuta erip, ermediği hususundadır.

Sanık aşamalarda tutarlı ve samimi görülen savunmasında, "müteahhitliğini yaptığı Kastelli inşaata ait binanın inşaatında kaçak su kullanmadığını, inşaatın arası içerisinde açılan kuyudan çıkarttığı su ile inşaatı tamamladığını ve 1986 yılında teslim ettiğini" ileri sürmüştür.

Sanığın bu savunması, tanıklar Mustafa Kaval, Haydar Yaraman, Fevzi Ediz, Mustafa Aktaş tarafından da doğrulanmaktadır.

25.3.1987 günlü suç tutanağında, inşaatın yanındaki yıkık binaya ait tesisattan kaçak su kullanıldığı saptanmış ise de sanığın bu şebekeden su borusu çektiği veya çekilmesini azmettirdiği ya da çekilmiş borudan su kullandığı saptanamamıştır.

Ceza Yargılamasının amacı hiç bir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Sanığın savunmasının aksini kanıtlaması ondan beklenemez, kaldı ki CYUY.nın 135. maddesi uyarınca sanığın susma hakkı bulunmaktadır. Susma hakkını kullanan sanığın "sükut ikrardan gelir" deyişine dayanılarak suçu kabul ettiği söylenemeyeceği gibi, savunmasını kanıtlaması da istenemez. Sanığa yüklenen suçun sübuta erdiği yapılan yargılama sonucunda kuşkuya yer vermeksizin ortaya çıkarılmalıdır. Ceza Yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkumiyet kararına yer yoktur. Bu ilke evrenseldir.

O halde, sanığın üzerine yüklenen suçtan cezalandırılmasına yeterli ve inandırıcı kanıtlar elde edilmediğine göre direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden direnme kararının isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 19.04.1993 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programları
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Şüpheden sanık faydalanır ilkesi Disiplin Hukukunda da geçerlidir. üye19576 Anayasa ve İdare Hukuku Çalışma Grubu 1 21-12-2018 10:50
Şüpheden Sanık Yararlanır İse "vicdani Kanaate Göre Hüküm Kurulabilir Mi? " Av.Mehmet Saim Dikici Hukuk Sohbetleri 12 25-08-2013 21:37
rüşvet suçunda soyut ikrarın hükme etkisi nedir, Av.Dostum Ceza Hukuku Çalışma Grubu 4 10-10-2007 01:01
Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi E_m_r_E Ceza Hukuku Çalışma Grubu 7 14-07-2007 14:43
Oy Çokluğu İle Verilen Kararlar "şüpheden Sanık Yararlanır" İlkesine Ne Kadar Uygun? Av.Fahri ALİMOĞLU Hukuk Sohbetleri 3 21-09-2004 11:46


THS Sunucusu bu sayfayı 0,03071594 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.