Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Güveni kötüye kullanma suçunun kanıtlanması

Yanıt
Konuyu Değerlendirin Konu İçinde Arama Konu Araçları  
Old 13-12-2010, 20:35   #1
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan Güveni kötüye kullanma suçunun kanıtlanması

Yanıt aradığım soru: Güveni kötüye kullanma suçunda (TCK 155) "suça konu mal ya da paranın zilyetliğinin muhafaza etmek ya da belirli bir şekilde kullanmak için sanığa devredildiği" olgusu nasıl kanıtlanmalıdır? Burada HUMK'daki yazılı delille kanıtlama sınırı uygulanır mı? Yoksa sanığa teslim edildiği iddia edilen para tutarı ya da malın değeri ne olursa olsun tanıkla kanıtlanabilir mi?

Veriler:

Güveni kötüye kullanma suçu TCK 155'de şu şekilde düzenlenmiş:

Alıntı:
Güveni kötüye kullanma
MADDE 155- [1] Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.
[2] Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

Maddenin gerekçesi:

Alıntı:
MADDE 155.– Madde metninde güveni kötüye kullanma suçu tanımlanmıştır. Söz konusu suçla korunan hukukî değer kişilerin mülkiyet hakkıdır. Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır.
Güveni kötüye kullanma suçunun konusu, taşınır veya taşınmaz maldır. Bu mal üzerinde fail lehine zilyetlik tesis edilmiş olmalıdır. Güveni kötüye kullanma suçunda fail, suç konusu malın maliki değildir. Bu nedenle, müşterek veya iştirak hâlinde mülkiyete konu olan mallarla ilgili olarak, müşterek veya iştirak hâlinde malik olanlar birbirlerine karşı güveni kötüye kullanma suçunu işleyemezler. Fail, suç konusu şey üzerinde lehine zilyetlik tesis edilmiş olan kişidir. Ancak, bu zilyetliğin mutlaka malik tarafından tesis edilmesi gerekmez.
Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir. Bu hukukî ilişki, örneğin kira sözleşmesi, ariyet sözleşmesi, karz sözleşmesi, vedia sözleşmesi, istisna sözleşmesi, vekalet sözleşmesi, kefalet sözleşmesi, hizmet sözleşmesi, rehin sözleşmesi ile tesis edilmiş olabilir. Bu akdi ilişki, karma veya sui generis bir sözleşme ile de tesis edilmiş olabilir. Örneğin, bir bankada açılan carî hesaba veya bir “özel finans kurumu”nda açılan “katılım ortaklığı hesabı”na ilişkin sözleşme ile de bu hukukî ilişki tesis edilmiş olabilir. Keza, örneğin bir anonim şirket yönetim kurulu üyeleri ile şirket tüzelkişiliği arasındaki hukukî ilişki, hizmet ve/veya vekalet sözleşmesine dayanmaktadır. Hatta, mülkiyeti muhafaza kaydıyla satın alınmış olan eşyanın meselâ bir üçüncü kişiye satılması durumunda dahi, güveni kötüye kullanma suçunun oluştuğu kabul edilmelidir.
Bu zilyetlik devri, malik olmayan kişiye, aradaki hukukî ilişkinin niteliğine göre, şey üzerinde belli bazı tasarruflarda bulunma hak ve yetkisini vermektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için, failin suç konusu mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunması veya bu devir olgusunu inkar etmesi gerekir.
Güveni kötüye kullanma suçunun soruşturma ve kovuşturması mağdurun şikâyetine bağlı kılınmıştır.
Söz konusu suçun işlenmesi suretiyle bir yarar elde edilebileceği düşüncesiyle, yaptırım olarak hapis cezasının yanı sıra adlî para cezası da öngörülmüştür.
Maddenin ikinci fıkrasında güveni kötüye kullanma suçunun nitelikli hâli düzenlenmiştir. Buna göre, söz konusu suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da, hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi hâlinde, failin suçun temel şekline nazaran daha ağır ceza ile cezalandırılması gerekmektedir.


Benzer bir konuda Av.Mehmet Saim Dikici'nin görüşü
(http://www.turkhukuksitesi.com/showp...11&postcount=9 adresinden alıntı):

Alıntı:
Senetle ispat kuralı kapsamında alındığı iddia edilen para 550 TLden az değilse zaten aksi tanıkla ispatlanamaz. Bu manada güveni kötüye kullanma iddiasının sorun teşkil edeceğini sanmıyorum.

Ceza yargılamasında HUMK'da düzenlenen kanıtlama kurallarının uygulanmasına bir örnek oluşturan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı:
http://www.turkhukuksitesi.com/showp...10&postcount=2
Old 13-12-2010, 22:19   #2
Av.Ömer Güntay

 
Varsayılan

[quote=Av.Cengiz Aladağ]Yanıt aradığım soru: Güveni kötüye kullanma suçunda (TCK 155) "suça konu mal ya da paranın zilyetliğinin muhafaza etmek ya da belirli bir şekilde kullanmak için sanığa devredildiği" olgusu nasıl kanıtlanmalıdır? Burada HUMK'daki yazılı delille kanıtlama sınırı uygulanır mı? Yoksa sanığa teslim edildiği iddia edilen para tutarı ya da malın değeri ne olursa olsun tanıkla kanıtlanabilir mi?

Değerli Üstadım, ceza kanununun ve ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu amaca ulaşabilmek için ceza yargılaması delil serbestisi/geniş isbat esasını benimsemiştir. Zira, işlendiği iddia olunan bir suçun ve failinin ortaya çıkarılması; suçların cezasız kalmaması ve mağduriyetin giderilmesinin maddi olayın taraflarını çok aşan kamusal ve toplumsal tesirleri (inter omnes) bulunmaktadır. Bu durum ceza hukuku sosyolojisinde "her suçun faili ve mağduru devlettir." deyişiyle ifade ediliyor. Oysa, özel (medeni) usul hukukunda ihtilafın tarafı ve yargılamanın etkileri çoğu zaman, ceza hukukunun aksine, taraflar arasında (inter partes) bir etkiye sahiptir. İhtilafların birçoğunun parayla ölçülebilir kıymeti vardır. Hukuk usulünün bu nitelikleri gereği bu usulde belgesel ve yazılı delille isbat kuralı (sıkı/dar isbat kuralı) öngörülmüştür. Bu nedenle hukuk usulüne ilişkin yazılı delille isbat kuralının hem söz konusu suç hem de genel olarak ceza yargılamasına taşınması mümkün ve isabetli değildir.

Güveni kötüye kullanma suçunun işleyiş özellikleri dikkate alındığında; bu suçun işlenmesine tekaddüm eden bir özel hukuk ilişkisinin varlığı göze çarpar. Elbette, kişilerin ceza yargılamasına bu özel hukuk ilişkisinden kaynaklanan yazılı belge ve delilleri taşıması suçun sübutu zımnında olumlu etkiler taşır. Ancak, buna rağmen de görünen yani belgesel gerçekliğin aksi savunulabilir ve tarafların yargılamaya taşıdıkları belgelerin dışında bir amaç taşıdıkları yine muteber ve sıhhatine kanaat getirilen tanık beyanlarıyla ortaya konulabilir. Bu durumda, somut dosyanın özelliklerine göre tanık delilleriyle olay ve suçlama teyid edilmiş de olabilir, şüpheli hale getirilmiş de olabilir. Burada ceza hakimi CMK.m.217 uyarınca tüm bu delilleri serbetçe takdir edecektir. Önemli olan ceza mahkemesince tahkikatın eksiksiz yapılmış olması, ceza isbat ilmine ilişkin çeldirme kurallarının eksiksiz tatbik edilmiş olmasıdır. Elbette, her bir ceza yargılamasının delil durumu ve maddi gerçeklik düzeyi farklı olabilecektir. Ancak bahsettiğim kuralların tatbiki halinde sanığa suça konu malın teslimi olgusunun isbatının salt tanık beyanına istinadı imkan dahilindedir.

Burada, bu suçun (TCK.m.155) ihdasıyla korunan hukuki yarar da dikkate alınmalıdır. Ceza kanunu bireyler arasındaki güven ilişkisinin kötüye kullanılmasını yaptırıma bağlamak istemiştir. Zira, yasa koyucu tarafından, toplumsal/sözleşmesel ilişkilerin ve düzenin bütününde ve toplumsal atmosferde genelgeçer bir güven duygusunun hakim olmasında ciddi kamusal fayda mülahaza edilmektedir. (tıpkı karşılıksız çek keşide etmek suçunda olduğu gibi.) İşte bu kamusal faydadır ki, suçun isbatının, hukuka uygun elde edilmiş olmak koşuluyla, mahkeme huzuruna getirilmiş her tür delille yapılabileceğinin kabulünü sağlamıştır. (CMK.m.217/2) Tabiî olarak, savunmanın ortaya konulması açısından da bu kuralın ifadesi olan "suça ilişkin savunma; yani suçsuzluğun isbatı da hukuka uygun her tür delille yapılabilir." kuralı silahların eşitliği prensibi gereğince kabul edilmek gerekir. Yani, sanık da güveni kötüye kullanma suçunun oluşmadığını tanık delili ile savunabilir.

Bir örnek vermek gerekirse: satımını yaptığı malları devamlı surette bir ardiye deposuna bırakan tacirin, ardiye sahibi tarafından bu malların rızası dışında başkasına teslim edilmesi olayında, mal sahibi tacir, ceza yargılamasında şikayetini, ardiye ile güven ilişkisi (itimat nazariyesi) çerçevesinde yazılı belge olmaksızın çalışmış olsalar dahi , bu ardiye ile çalışan diğer tacirlerin tanıklıklarıyla isbatlayabilir. Yine aynı olaya, ardiyeci tarafından bakıldığında, ardiye sahibi ile tacir arasında yazılı bir ardiye (hizmet) sözleşmesi bulunsa dahi, ardiyeci mal sahibinin sözleşme dışında kalan veya belge ile isbat edemediği, belgelere yansımamış ve fakat beraatini müncer bir teslim beyan/talimatını tanık delili ile isbat edebilir.

Hülasa-i kelam ile başa dönersek, bir suçu ve bu arada güveni kötüye kullanma suçunu isbatı veya aksini isbatı HUMK. da geçerli sıkı isbat, yazılı delille isbat ile sınırlandırmak mümkün değildir kanaatindeyim.
Saygılarımla.
Old 13-12-2010, 23:32   #3
BALDIRAN

 
Varsayılan

Sayın Ömer Güntay'a katılıyorum. Ceza Yargılamasında serbest delil ilkesi geçerlidir ve kuraldır. Senetlerle ilgili verdiğiniz karar tam bir istisnadır ve muhalefet şerhlerinden de anlaşılacağı üzere oldukça tartışmalı bir oturum sonunda verilmiştir, doktrinde de eleştirilmektedir. İstisnalar olabildiğince dar yorumlanır, bu karar güveni kötüye kullanma suçu için emsal oluşturmaz her türlü delille ispatlanabilir kanısındayım.saygılar.
Old 13-12-2010, 23:39   #4
ATARAS

 
Varsayılan

Güveni kötüye kullanma suçunu ispat için, özel hukuktaki gibi yazılı belgeler sunmanıza gerek yoktur. Maddi gerçeğin ortaya çıkartılması için, ceza mahkemesine sunulması olanaklı her türlü delili sunabilirsiniz. Ceza mahkemesi de gerekli gördüğü delilleri kendiliğinden toplar. Güveni kötüye kullanma suçlarında bazen, taraflar arasındaki teslimin yazılı belgeye bağlanarak GÜVENCE ALTINA ALINMASI, taraflar arasında aslında güvenin olmadığını gösteren delil olarak kabul edilip suçun sübuta ermediğine de karar verilebiliyor. iyi çalışmalar.
Old 14-12-2010, 11:21   #5
halit pamuk

 
Varsayılan

Aşağıdaki içtihatta Ceza Dairesi "kesin delil"den bahsediyor, ilginizi çeker diye aktarıyorum:

T.C.
YARGITAY
11. Ceza Dairesi

Esas : 2002/13866
Karar : 2004/797
Tarih : 01.01.2004


Hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçundan sanıklar Yüksel Kurt ve Ahmet Çelikten'in yapılan yargılanmaları sonunda:TCK. nun 508 ve 522. maddeleri gereğince 9'ar ay hapis ve 136.890.000'er lira ağır para cezasıyla mahkümiyetlerine dair ANKARA 10. Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 19.07.2002 gün ve 2001/1386 Esas, 2002/948 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay'ca incelenmesi sanık ve sanık vekili tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığının bozma isteyen 28.10.2002 tarihli tebliğnamesi ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği görüşüldü:

6.500.000 lira değerindeki otonun 50 Amerikan Doları kaparo alınarak galeri sahibi olan şikayetçi tarafından sanığa satıldığına ilişkin kesin kanıt bulunmadığından, 15 gün kullanmak üzere otoyu alan sanığın eyleminin güveni kötüye kullanmak suçunu oluşturduğuna ilişkin mahkemenin kabul ve taktirinde bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki suç vasfına yönelik bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık Yüksel Kurt'un suçunun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin, cezayı artırıcı sebebin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin mazeretin kabul edilmemesi suretiyle savunma hakkının kısıtlandığına, suçun unsurları itibariyle oluşmadığı, eksik soruşturma yapıldığına, 647 Sayılı Yasanın 4-6. maddelerinin uygulanması gerektiğine yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,

Sanık Ahmet Çelikten'in temyizine gelince:

Sanık hakkında yasal süresi içinde herhangi bir şikayetin yapılmadığı gözetilmeden, takibi şikayete tabi güveni kötüye kullanmak suçundan açılan kamu davasına devamla yazılı şekilde mühkümiyet hükmü kurulması,

Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı istem gibi CMUK. nun 321 maddesi uyarınca BOZULMASINA, 16.02.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.
Old 14-12-2010, 11:57   #6
av.kadirpolat

 
Varsayılan

Bence Ceza yargılamasında delil serbestisi kuralı olmakla birlikte Hukuk usülündeki durumla bağdaştırmanın mümkün olmadığı konusundadır.

Bu anlamda şunu çok rahatlıkla söyleyebilirimki, "Ortada somut bir kanıt" olmadığı sürece, salt iddia ve soyut beyanların geçerli olmayacağıdır.

Eğer ortada güveni kötüye kullanıdığına yönelik iddia konusu "para", şüpheliye verildiğine dair somut bir delil yok ise, bu anlamda parayı veren kişinin tanıklığının herhangi bir önemi olamaz. Zira aksini düşünmek, toplumda kaos ortamının oluşması demektir. Zira "herkes, dilediğine bir iki tanıkla istediği isnatta bulunabilir" Bu da kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz.
Old 14-12-2010, 15:12   #7
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan BALDIRAN
Sayın Ömer Güntay'a katılıyorum. Ceza Yargılamasında serbest delil ilkesi geçerlidir ve kuraldır. Senetlerle ilgili verdiğiniz karar tam bir istisnadır ve muhalefet şerhlerinden de anlaşılacağı üzere oldukça tartışmalı bir oturum sonunda verilmiştir, doktrinde de eleştirilmektedir. İstisnalar olabildiğince dar yorumlanır, bu karar güveni kötüye kullanma suçu için emsal oluşturmaz her türlü delille ispatlanabilir kanısındayım.saygılar.

Blirtmek isterim ki, "tam bir istisna" olarak nitelediğiniz Cengiz Bey'in sunduğu Yargıtay kararı, bağlayıcı niteliği de bulunan İçtihadı Birleştirme kararıdır.

Diğer yandan senetle ispat kuralının, Ceza yargılaması bakımından geçerli olmadığını ileri sürdüğümüz vakit, elinde yazılı delil olmadığı için alacağını hukuk mahkemesinde ispatlayamayacağını bilen herkes bir şekilde tanık beyanlarıyla, iyiniyetli kişiler aleyhinde bile çeşitli iddialarla suç duyurusunda da bulunabilir ve bu şikayetleri büyük ekseriyetle senetle ispat kuralı dolanılarak, lehine sonuçlanabilir. Böyle bir ihtimalin gerçekleşebilmesini düşünmek bile herkese endişe verir.
Old 14-12-2010, 15:20   #8
Av.Ömer Güntay

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Mehmet Saim Dikici
Blirtmek isterim ki, "tam bir istisna" olarak nitelediğiniz Cengiz Bey'in sunduğu Yargıtay kararı, bağlayıcı niteliği de bulunan İçtihadı Birleştirme kararıdır.

Olsun, bir şey değişmez. Karşı oy yazılarında da hukuki açıdan sakınca ve isabetsizlikleri çok güçlü olarak ortaya konulmuş. İçtihadı birleştirme kararının ceza yargılamasının ana isbat kaideleri açısından tam bir ayrık karar niteliğinde olduğu kuşku götürmez durumda. Sizin bahsettiğiniz husus ise İBK.nın benzer konularda ilk derece ve Yargıtay dairelerini bağlayacağına ilişkin yasal düzenlemedir. Hukuk teorisi açısından hakikat değişmez. Saygılarımla.
Old 14-12-2010, 15:24   #9
Av.Mehmet Saim Dikici

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Ömer Güntay
Olsun, bir şey değişmez. Karşı oy yazılarında da hukuki açıdan sakınca ve isabetsizlikleri çok güçlü olarak ortaya konulmuş. İçtihadı birleştirme kararları ceza yargılamasının ana isbat kaideleri açısından tam bir ayrık karar niteliğinde olduğu kuşku götürmez durumda. Sizin bahsettiğiniz husus ise İBK.nın benzer konularda ilk derece ve Yargıtay dairelerini bağlayacağına ilişkin yasal düzenlemedir. Hukuk teorisi açısından hakikat değişmez. Saygılarımla.

Değerli meslektaşım,

Bağlayıcılık hususu zaten benzer davalar için ve mahkemeler bakımından olabilir. Başka türlü bağlayıcılık nasıl olabilir ki? Bir içtihadı birleştirme kararı benzer olaylarda mahkemeleri ve yargıtayı bağlıyorsa, dolaylı olarak sizi, beni velhasıl herkesi bağlıyor demektir.

Saygılarımla.

(*)YARGITAY KANUNU MADDE 45/5: "İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar."
Old 14-12-2010, 16:18   #10
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Adnan Koray
Aşağıdaki içtihatta Ceza Dairesi "kesin delil"den bahsediyor, ilginizi çeker diye aktarıyorum:

T.C.
YARGITAY
11. Ceza Dairesi

Esas : 2002/13866
Karar : 2004/797
Tarih : 01.01.2004


...

6.500.000 lira değerindeki otonun 50 Amerikan Doları kaparo alınarak galeri sahibi olan şikayetçi tarafından sanığa satıldığına ilişkin kesin kanıt bulunmadığından,
...

Bu kararda, sanığın "aracı şikayetçiden satın aldığı" yönündeki savunmasının kanıtlanması gerektiğinden sözediyor anladığım kadarı ile.
Benim yanıt aradığım husus ise, sanığa mal ya da paranın teslim edildiğinin kanıtlanmasına ilişkin hangi delillerin kullanılabileceğidir.
Örnek:
Şikayetçi A, oğluna verilmek üzere sanık S'ye para verdiğini ama S'nin parayı oğluna vermediğini iddia ediyor, sanık da savunmasında böyle bir paranın kendisine hiç verilmediğini iddia ediyorsa; paranın sanığa teslim edildiğine dair HUMK'daki senetle ispat kuralı uygulanmalı mıdır?
Old 14-12-2010, 16:22   #11
Av.Cengiz Aladağ

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan av.kadirpolat
Bence Ceza yargılamasında delil serbestisi kuralı olmakla birlikte Hukuk usülündeki durumla bağdaştırmanın mümkün olmadığı konusundadır.

Bu anlamda şunu çok rahatlıkla söyleyebilirimki, "Ortada somut bir kanıt" olmadığı sürece, salt iddia ve soyut beyanların geçerli olmayacağıdır.

Eğer ortada güveni kötüye kullanıdığına yönelik iddia konusu "para", şüpheliye verildiğine dair somut bir delil yok ise, bu anlamda parayı veren kişinin tanıklığının herhangi bir önemi olamaz. Zira aksini düşünmek, toplumda kaos ortamının oluşması demektir. Zira "herkes, dilediğine bir iki tanıkla istediği isnatta bulunabilir" Bu da kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz.

Evet, düşüncelerinize katılıyorum. Hukuk davasında iddia ettiği alacağı tanıkla kanıtlayamayacak kişilerin, var olduğunu öne sürdükleri hukuki ilişkiyi bir şikayete konu ederek tanıkla kanıtlaması ve sonrasında ceza davası sonucunu hukuk yargılamasında delil olarak kullanmaları tehlikeli sonuçlar doğurur.
Old 14-12-2010, 18:46   #12
halit pamuk

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Cengiz Aladağ
Bu kararda, sanığın "aracı şikayetçiden satın aldığı" yönündeki savunmasının kanıtlanması gerektiğinden sözediyor anladığım kadarı ile.
Benim yanıt aradığım husus ise, sanığa mal ya da paranın teslim edildiğinin kanıtlanmasına ilişkin hangi delillerin kullanılabileceğidir.
Örnek:
Şikayetçi A, oğluna verilmek üzere sanık S'ye para verdiğini ama S'nin parayı oğluna vermediğini iddia ediyor, sanık da savunmasında böyle bir paranın kendisine hiç verilmediğini iddia ediyorsa; paranın sanığa teslim edildiğine dair HUMK'daki senetle ispat kuralı uygulanmalı mıdır?


Örnek üzerinden gidersek, A ile S araSındaki hukuki ilişki kesin delillerle ispatlanmalıdır, kanaatindeyim. Çünkü, BK.m.53 ü hükmü dikkate alındığında ceza mahkemesi kararı hukuk mahkemesi kararını etkiler.Bu nedenle de ceza mahkemesinde de hukuk davası ile ilgili işlerde HUMK uygulanmalıdır.

Örnek olayınızın hukuk davası ile ilgili bir iş olması nedeniyle ispatında HUMK uyarınca olması gerekir. Yani olay mahkeme aşamasına gelmişse özel hukuku ilgilendiren iş olması nedeniyle "beraat" kararı verilmelidir.

T.C.
YARGITAY
7. Ceza Dairesi
Esas : 2003/9757
Karar : 2004/10166
Tarih : 23.09.2004


YARGITAY İLAMI

Tefecilik suçundan sanık Kemal Erbaş hakkında yapılan duruşma sonunda:

Hükümlülüğüne dair AMASYA Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 2.4.2002 tarihli hükmün Yargıtayca incelenmesi, sanık ve mahalli Cumhuriyet Savcısı tarafından süresinde istenilerek dava evrakı Cumhuriyet Başsavcılığının bozma isteyen 15.5.2003 tarihli tebliğnamesiyle daireye verilmekle dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

TCK.nun 509. maddesinde yazılı hürriyeti bağlayıcı ceza ile birlikte ağır para cezasına hükmolunmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

1- 24.3.1989 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere TCK.nun 509. maddesinden açılan davada eylemin HUMK.nun cevaz verdiği ayrık durumlar dışında tanıkla ispat edilemeyeceği, müştekinin de yazılı delil ibraz edemediğinden TCK.nun 509. maddesindeki suçun unsurlarının gerçekleşmediği, tefecilik yönünden ise dosyada mevcut takipsizlik kararında adı geçen Mustafa Yaman ve varsa başka tanıklarında dinlenerek sonucuna göre hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi,

Kabule göre de;

2- Yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden hürriyeti bağlayıcı cezanın teşdiden verilmesi,

Yasaya aykırı, sanık ve mahalli Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün isteme uygun olarak BOZULMASINA, 23.9.2004 günü oybirliğiyle karar verildi.
Old 15-12-2010, 00:31   #13
BALDIRAN

 
Varsayılan

Ben bu İBK nın bağlayıcı olduğunu ancak sadece bu olaya ilişkin olduğunu, burada çözümlenen olayın, boş olarak teslm edilen senedin anlaşmaya aykırı doldurulup doldurulmadığının yani bir hukuki işlemin suç olup olmadığını tespiti olduğunu, bu anlamda bu İBK nın istisna olduğunu, ceza yargılamasında asıl kuralın serbest delil ilkesi olduğunu düşünüyorum. saygılar
Old 19-05-2012, 17:29   #14
AV.TUNCER ÖZTÜRK-1948

 
Varsayılan

Avukatin Tck.155.maddesİ Nedenİyle Sanik OlduĞu Bİr Yargitay Karari Bİlen ArkadaŞlarin Bİldİrmelerİnİ Önemle Rİca Edİyorum.teŞekkÜrler
Old 20-05-2012, 13:34   #15
özfn_34

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan AV.TUNCER ÖZTÜRK-1948
Avukatin Tck.155.maddesİ Nedenİyle Sanik OlduĞu Bİr Yargitay Karari Bİlen ArkadaŞlarin Bİldİrmelerİnİ Önemle Rİca Edİyorum.teŞekkÜrler

Esas :2008/21856
Karar:2009/9433
Tarih:13.07.2009

Yasal koşulları bulunmadığından sanık müdafiinin vaki duruşmalı inceleme talebinin 5320 Sayılı Yasanın 8/1 inci maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK.nun 318 inci maddesi uyarınca reddine karar verilip incelenerek GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:

Katılan şirkette sözleşmeli avukat olarak çalışan ve işe başladıktan sonra 12.03.2002 tarihinde imzaladığı "Feragat ve Taahhütname" başlıklı yazıda katılan şirket adına girdiği dava ve takip ettiği icra dosyalarından doğacak vekalet ücretlerinden feragat ettiğine, katılan şirketin genel müdürünün takdir edeceği meblağı kabul edeceğine dair taahhütte bulunan ve dosyada mevcut "Avukatlık Ücretleri Bordrosu" fotokopisinden katılan şirket tarafından en son Şubat/2003'te 1.266.00 TL olarak takdir edilen vekalet ücretini aldığı anlaşılan sanığın, Beyoğlu 10. Noterliğinin 08.12.2003 tarih ve 37450 yevmye numarasıyla gönderdiği ihtarnamede de belirttiği üzere, hizmetinin ifası sırasında katılan şirket adına takip ettiği bir kısım dosyalardan tahsil ettiği 4.100.00 TL'yi, vekalet ücreti alacağına mahsuben elinde tuttuğuna dair savunmasına rağmen, mahkemece katılan şirketin iddiasına uygun olarak sanığın şirket vekilliğinden istifasından sonra takip ettiği dosyalardan tahsil ettiği paraları elinde bulundurduğunun kabul olunması karşısında, gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenebilmesi açısından, öncelikle sanığın tahsil ettiğini belirttiği paraların hangi dosya/dosyalardan, ne zaman tahsil edildiği araştırılarak, hizmet ilişkisi devam ederken ve katılan şirketten en son vekalet ücreti aldığı Şubat-2003'ten istifa ettiği 10.10.2003 tarihine kadar adına tahakkuk ettirilen vekalet ücretinden daha fazla tahsil ettiğinin anlaşılması halinde eyleminin 765 sayılı TCK.nun 510, 80. (5237 sayılı TCK.nun 155/2, 43.) maddelerindeki zincirleme biçimde hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gözetilmeksizin suç vasfında yanılgı sonucu unsurları itibariyle oluşmayan görevi kötüye kullanma suçundan hüküm kurulması,

Yasaya aykırı, o yer Cumhriyet Savcısı, katılan vekiliyle sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı yasanın 8/1 maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321 inci maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 13.07.2009 tarihinde OYBİRLİĞİYLE KARAR VERİLDİ.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Güveni kötüye kullanma Avguler Meslektaşların Soruları 2 20-05-2010 11:55
Zimmet mi? Güveni kötüye kullanma mı? onur97 Hukuk Soruları 3 04-05-2010 12:43
güveni kötüye kullanma ladre Meslektaşların Soruları 2 09-10-2009 11:10


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07353902 saniyede 16 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.