Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

trafik kazası ile açılan tazminat davasında ceza davasının bekletici mesele olması

Yanıt
Old 07-10-2009, 11:30   #1
Mehmet AYDEMİR

 
Varsayılan trafik kazası ile açılan tazminat davasında ceza davasının bekletici mesele olması

Ölümlü bir trafik kazası sonucunda asliye hukuk mahkemesinde maddi ve manevi tazminat davası açtık. Mahkeme ceza mahkemesi kararını bekletici mesele olarak kabul etti. Katılan olarak katıldığımız Ceza davası mahkemece sonuçlandırıldı. Karar lehimize çıktı (Dosyada adli tıp raporuda var). Sanık müdafii kararı temyiz etti. Burada asliye hukuk mahkemesi temyiz sonucunu beklemeden yargılamaya devam edebilir mi? Yoksa ceza davasının temyiz sonucunu mu beklemeli? Şayet elinizde yargıtay kararı da varsa gönderirseniz sevinirim.
Old 07-10-2009, 17:33   #2
Av. Taner BAŞ

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2003/7126
K. 2004/1571
T. 23.2.2004
• HAKSIZ EYLEM NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI ( Davalılara Ait Aracın Çarpması Sonucu Yaralanma Nedeniyle Yapılan Tedavi Giderleri ve Araçta Oluşan Zararın İstemi )
• BEKLETİCİ MESELE ( Ceza Davasında Kusurlu Bulunan Davalıya Karşı Açılan Hukuk Davasında Farklı Kusur Oranlarına Ulaşılmasının Önlenmesi Amacıyla Ceza Davasının Bekletici Mesele Yapılmasının Gerekmesi )
• CEZA DAVASI HÜKMÜNÜN BAĞLAYICILIĞI ( Hukuk Hakimi Her Ne Kadar Ceza Mahkemesi Kararı ile Bağlı Değilse de Adalete Olan Güven Açısından Ceza Davasının Bekletici Mesele Yapılmasının Gerekmesi )
• KUSURUN TESPİTİ ( Ceza Davasında Belirlenen Kusurun Hukuk Hakimini Bağlamaması-Ancak Adalete Olan Güven Açısından Ceza Davasının Bekletici Mesele Yapılmasının Gerekmesi )
• MADDİ HASARLI TRAFİK KAZASI ( Ceza Davasında Belirlenen Kusurun Hukuk Hakimini Bağlamaması-Ancak Adalete Olan Güven Açısından Ceza Davasının Bekletici Mesele Yapılmasının Gerekmesi )
• DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ( Hukuk Hakiminin Kusurun Taktiri ve Zararın Miktarını Tayin gibi Hususlarda Ceza Mahkemesi Kararıyla Bağlı Olmaması )
818/m.41,53
ÖZET : Hukuk hakimi kusurun varlığına karar verebilmek için ceza hukukunun mes'uliyete dair hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, kusurun taktiri ve zararın miktarını tayin gibi hususlarda da ceza mahkemesi kararı ile bağlı değildir. Somut olayda delillerde farklılık olmaksızın aynı kazada farklı kusur oranlarına ulaşılması adalete olan güveni sarsabileceğinden, bu ilkelere göre aynı maddi vakıalardan hareketle farklı kusur oranlarına ulaşılmasının önlenmesi amacıyla ceza davasının bekletici mesele yapılması gerekir.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada İzmir Asliye 3.Hukuk Mahkemesi'nce verilen 23.12.2002 tarih ve 2001/941 - 2002/1020 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili ile davalı E. Sigorta A.Ş. vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Deniz Biltekin tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkiline ait araca davalıların malik, sürücü ve trafik sigortacısı olduğu aracın çarpması sonucu, müvekkilinin yaralandığını ve aracının hasar gördüğünü ileri sürerek, 800.000.000.-TL hasar bedeli ve 200.000.000.-TL tedavi giderinin davalılardan faizi ile tahsilini talep etmiştir.
Davalı sigorta şirketi vekili, davanın reddini talep etmiştir.
Davalılar A. ve A. T. davanın zamanaşımına uğradığını, kusur ve tazminat miktarını kabul etmediklerini savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından davacının tam kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili ve davalı E. Sigorta A.Ş. vekili temyiz etmiştir.
1-Dava, haksız eylemden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Dosya kapsamından İzmir 13.Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2001/1393 Esas sayılı dava dosyası ile ceza davası açıldığı, bu dava dosyasında davalının 1/8 oranında kusurlu bulunduğu, davanın mahkumiyetle sonuçlandığı ancak temyiz aşamasında olup henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Mahkemece de bu dosyada alınan bilirkişi raporu dikkate alınmadan karar verilmiştir. Tazminat davalarında delillerin değerlendirilmesi hakime aittir. Borçlar Kanunu'nun 53 ncü maddesi hükmüne göre hukuk hakimi kusurun varlığına karar verebilmek için ceza hukukunun mes'uliyete dair hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, kusurun taktiri ve zararın miktarını tayin gibi hususlarda da ceza mahkemesi kararı ile bağlı değilse de, olgularda ve ortaya konulan delillerde farklılık olmaksızın aynı kazada farklı kusur oranlarına ulaşılması adalete olan güveni sarsabilecektir.
Bu ilkelere göre aynı maddi vakıalardan hareketle farklı kusur oranlarına ulaşılmasının önlenmesi amacıyla ve kaldı ki somut olayda ceza davasında kabul edilen kusur oranının farklılık arzetmesi nedeniyle ceza davasının bekletici mesele yapılmak suretiyle kusur durumu bakımından hasıl olacak sonuca göre değerlendirme yapılıp bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
2-Davalı E. Sigorta Şirketi vekilinin temyiz itirazlarına gelince; bozma sebep ve şekline göre bu davalının temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle bozma sebep ve şekline göre E. Sigorta Şirketi vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz eden taraflara iadesine, 23.02.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Old 07-10-2009, 17:35   #3
Av. Taner BAŞ

 
Varsayılan

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2004/6574
K. 2005/4675
T. 5.5.2005
• TRAFİK KAZASI NEDENİYLE KASKOLU ARAÇTA MEYDANA GELEN HASAR ( Kasko Sigorta Bedelinin Tahsili Talebi - Sigortalı Aracın Sürücü Belgesi Bulunmayan Yaşı Küçük Kişi Tarafından Kullanılırken Kaza Yaptığı İddiası/Ceza Davasının Sonucunun Beklenmesi Zorunluluğu )
• KASKO SİGORTA BEDELİNİN TAHSİLİ TALEBİ ( Sigortalı Aracın Ehliyetsiz Kişi Tarafından Kullanılırken Karıştığı Trafik Kazası Sonucu Meydana Gelen Hasar Nedeniyle - Sigortalı Aracın Sürücü Belgesi Bulunmayan Yaşı Küçük Kişiye Kullandırıldığı ve Kazanın Bu Sırada Meydana Geldiği İddiası/Ceza Davasının Sonucunun Beklenmesi Zorunluluğu )
• SÜRÜCÜ BELGESİ BULUNMAYAN KİŞİYE ARACIN KULLANDIRILMASI SIRASINDA KAZAYA KARIŞTIĞI İDDİASI ( Kasko Sigorta Bedelinin Tahsili Davasında - Ceza Davasının Bekletici Mesele Yapılması ve Sonucuna Göre Hüküm Kurulması Gereği )
• FAİZ BAŞLANGICI ( Kasko Sigorta Bedelinin Tahsilinde - Temerrüde Düşürme Şartı/Riziko Tarihinden İtibaren Faize Hükmedilemeyeceği )
• RİZİKO TARİHİNDEN İTİBAREN FAİZE HÜKMEDİLEMEMESİ ( Trafik Kazası Nedeniyle Açılan Kasko Sigorta Bedelinin Tahsili Davasında - Temerrüde Düşürme Şartı )

ÖZET : Davaya ait aracın sürücüsünün kaza sırasında ölen ve davacı çalışanı olan Akın olduğu yolunda trafik kaza tutanağı düzenlenmiş ise de, kaza sırasında araçta bulunan ve sürücü belgesi olmayan 16 yaşındaki N'nin kullanan kişi olduğu iddiası ile tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek suçundan hakkında açılan kamu davası sonucu beklenerek ceza mahkemesi kararı ile N'nin sürücü olduğunun belirlenmesi halinde, sigorta güvencesi dışında kalacak olan riziko ile ilgili kasko sigorta tazminatının tahsili davasının reddi yoluna gidilmesinin zorunlu olacağı düşünülmeden, N'nin gerçek sürücü olduğu sabit bulunsa bile sigorta ettirenin oluru ile aracı kullanmasından dolayı 3. kişi sayılamayacağı biçiminde sözleşme ve eklerinde yer alan ilkelere aykırı olarak yazılı olduğu gibi karar verilmesi isabetsizdir.
Öte yandan, davanın sözleşmeden doğan alacağa ilişkin olduğu gözden kaçırılarak, oluşan muacceliyet ve temerrüt hali dikkate alınmadan istem gibi riziko tarihinden itibaren temerrüt faizi işletilmesi doğru görülmemiştir.
DAVA : Taraflar arasında görülen davada verilen 12.3.2004 tarihli kararın Yargıtay'ca duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş olmakla, Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalıya kasko sigortalı olan müvekkiline ait aracın trafik kazası sonucu uğradığı hasarın tazmin edilmediğini ileri sürerek, ekspertizce belirlenen 5.000.000.000.-TL'nin reeskont faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, trafik kaza tespit tutanağında gerçek sürücünün gizlendiğini, sürücünün gayri reşit ve ehliyetsiz kişi olması nedeniyle rizikonun sigorta güvencesi dışında kaldığını savunmuştur.
Mahkemece, sunulan kanıtlara ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iddia ettiği kişilerin sürücü kabul edilmeleri halinde dahi sigorta ettirenin oluru bulunduğundan üçüncü kişi sayılamayacakları, aracı kullananın tespiti bakımından davalının şikayeti üzerine açılan ceza davası sonucunun beklenmesinin gerekmediği, davalının bilirkişice hesaplanan zarardan sorumlu olduğu gerekçesiyle TL.'nin kaza tarihinden itibaren avans faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Taraflar arasındaki kasko sigorta poliçesinin ayrılmaz parçası niteliğindeki Genel Şartları'nın 5.4. maddesi hükmünce sigortalı aracın sürücü belgesi bulunmayan kişilerin sevk ve idaresinde iken uğradığı rizikoların sigorta güvencesi dışında olduğu öngörülmüştür.
Davaya ait aracın sürücüsünün kaza sırasında ölen ve davacı çalışanı olan A. olduğu yolunda trafik kaza tutanağı düzenlenmiş ise de, kaza sırasında araçta bulunan ve sürücü belgesi olmayan 16 yaşındaki N'nin aracı kullanan kişi olduğu iddiası ile tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek suçundan hakkında açılan kamu davası sonucu beklenerek ceza mahkemesi kararı ile N'nin sürücü olduğunun belirlenmesi halinde, sigorta güvencesi dışında kalacak olan riziko ile ilgili kasko sigorta tazminatının tahsili davasının reddi yoluna gidilmesinin zorunlu olacağı düşünülmeden, N'nin gerçek sürücü olduğu sabit bulunsa bile sigorta ettirenin oluru ile aracı kullanmasından dolayı 3. kişi sayılamayacağı biçiminde sözleşme ve eklerinde yer alan ilkelere aykırı olarak yazılı olduğu gibi karar verilmesi isabetsizdir.
Öte yandan, davanın sözleşmeden doğan alacağa ilişkin olduğu gözden kaçırılarak, oluşan muacceliyet ve temerrüt hali dikkate alınmadan istem gibi riziko tarihinden itibaren temerrüt faizi işletilmesi doğru görülmemiş, re'sen temyiz nedenine dayanılarak kararın bu yön bakımından da bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına ( BOZULMASINA ), takdir edilen 400.00.- YTL duruşma vekillik ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 5.5.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Old 14-05-2012, 10:22   #4
Av.Selin AKSU

 
Varsayılan

Yukarıda bulunan kararlar bekletici mesele yapılmaması gerektiği yönünde. Peki ceza yargılamasının bekletici mesele yapılmasına dair bir karar elinizde mevcut mudur? yardımcı olabilirseniz çok sevinirim.Saygı ve sevgilerimle
Old 08-12-2013, 22:44   #5
av.mfk

 
Varsayılan

bu husus ile ilgili devam eden maddi/manevi tazminat talepli dava dosyamıza ceza davasının bekletici mesele yapılması ile ilgili Türkiye'nin mahkum edildiği bir AİHM kararını sunduk ve mahkeme dosyamızı karara çıkardı. AİHM kararları bağlayıcı olduğundan artık ceza davalarının hukuk davalarındaki bekletici mesele olması mümkün görünmemektedir.
Old 09-12-2013, 09:45   #6
ümitkar

 
Varsayılan

Üstad AİHM kararını yayınlama imkanınız varmıdır.
Old 21-12-2013, 14:02   #7
Av.Gülhan

 
Varsayılan aihm

İlgili AİHM kararını yayınlamanız mümkün müdür?
Old 22-12-2013, 00:50   #8
Av.Tümer

 
Varsayılan

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
İKİNCİ DAİRE


SEBAHATTİN EVCİMEN – TÜRKİYE

(Başvuru no. 31792/06)


KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ

STRAZBURG

23 Şubat 2010

İşbu karar AİHS’nin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Şekli düzeltmelere tabi olabilir.

USUL

Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 31792/06 no’lu davanın nedeni, Sebahattin Evcimen (“başvuran”) adlı T.C. vatandaşının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 1 Ağustos 2006 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin - AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

Başvuran İstanbul Barosu avukatlarından Z. Edebali tarafından temsil edilmiştir.

OLAYLAR

1959 doğumlu başvuran İstanbul’da ikamet etmektedir.

Başvuran 1989 yılında Ordu'da özel bir fabrikada işe girmiştir. 4 Şubat 1993 tarihinde işyerinde kaza geçirerek bacağından yaralanmıştır. 13 Ağustos 1993 tarihinde işveren başvuranın sözleşmesine 2 Ağustos-13 Ağustos 1993 tarihleri arasında sebepsiz olarak işe gitmediği gerekçesiyle son vermiştir.

4 Haziran 1996 tarihinde başvuran fabrika aleyhine Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde (“Asliye Hukuk Mahkemesi”) dava açmış ve geçirdiği kaza nedeniyle tazminat talebinde bulunmuştur. Bu arada, doktorlar başvuranın bacağında kötü huylu bir tümöre rastlamışlar, 1997 yılında başvuranın bacağı kesilmiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki dava görülmekte iken, başvuran 11 Kasım 1998 tarihinde Ordu İş Mahkemesi’nde (İş Mahkemesi) fabrika aleyhine başka bir dava açmıştır. Başvuran bu mahkemeden başına gelen kazanın "iş kazası" olarak tanımlanmasını istemiştir.

5 Şubat 1999 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesi, başvuranın talebi üzerine, İş Mahkemesi’nde görülmekte olan davayı bekletici mesele yaparak, tazminat talebinin incelenmesini ertelemiştir.

17 Aralık 1999 tarihinde İş Mahkemesi iki bilirkişi raporuna dayanarak kazanın iş kazası olduğuna hükmetmiştir. Ancak karar 17 Şubat 2000 tarihinde Yargıtay tarafından bozulmuş, kararda Sosyal Sigortalar Kurumu'nun da yargılamaya müdahil olması gerektiği belirtilmiştir.

İş Mahkemesi önünde yargılama tekrar başlamış, başvuranın talebi 17 Aralık 2000 tarihli kararla reddedilmiştir. Gerekçe olarak başvuranın aynı taleple 1994 yılında başka dava açtığı belirtilmiştir.

İş Mahkemesi 12 Ekim 2001 tarihinde verdiği kararla kazanın iş kazası olduğuna hükmetmiştir.

1 Şubat 2002 tarihinde Yargıtay sözkonusu kararı tekrar bozmuş, gerekçesinde başvuranın bacağında bulunan tümörle kaza arasındaki illiyet bağının saptanması gerektiğini, bunun için Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınması gerektiğini belirtmiştir.

26 Nisan 2002 tarihinde İş Mahkemesi davayı yeniden incelemiş, 12 Ekim 2001 tarihli kararını tekrarlamıştır. Karar gerekçesinde tümörle kaza arasında ilişki bulunmadığını, bu bağı kurma görevinin Asliye Hukuk Mahkemesi’ne ait olduğunu belirtmiştir.

3 Temmuz 2002 tarihinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, İş Mahkemesi'nin 26 Nisan 2002 tarihli kararını bozmuş ve Yargıtay'ın 1 Şubat 2002 tarihli kararını onamıştır.

18 Ekim 2002 tarihinde İş Mahkemesi Adli Tıp Kurumu’ndan rapor istemiştir. 8 Kasım 2002'de Adli Tıp Kurumu mahkemeden tüm tıbbi raporları talep etmiş, verilmemesi üzerine bu talebini iki kez daha yinelemiştir. Adli Tıp Kurumu’nun talebini yerine getirmeyen mahkeme, kurumdan raporu elindeki raporlara dayanarak hazırlamasını istemiştir.

Adli Tıp Kurumu 19 Mart 2004 tarihinde, çeşitli hastanelerin başvurana ilişkin 1993 ve 1997 yılları arasında verdiği raporlara dayanarak rapor hazırlamıştır. Başvuranın bacağında bulunan tümöre kazanın neden olduğunu tespit etmenin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır. Kurum, raporunda ayrıca, doktorların durumunun ciddiyetiyle ilgili uyarılarına karşın, başvuranın 1994 ve 1997 yılları arasında tıbbi kontrolden geçmediğini belirtmiş, başvuranın bacağındaki tümöre bunun da sebep olabileceğini kaydetmiştir.

1 Eylül 2004 tarihinde başvuran, İş Mahkemesine, Adli Tıp Kurumu'na yaptığı itirazlarını sunmuştur. Raporun kendi iddialarıyla ilgisi olmadığını ve yetersiz delille hazırlandığını ileri sürmüştür. Ayrıca, raporun gecikmesiyle ilgili olarak uzmanlar hakkında şikayette bulunduğu için, Adli Tıp Kurumu'nun olumsuz rapor hazırladığını savunmuştur.

İş Mahkemesi, Adli Tıp Kurumu'nun hazırladığı rapora dayanarak, 10 Eylül 2004 tarihinde tümörle kaza arasında illiyet bağı olmadığı gerekçesiyle başvuranın davasını reddetmiştir. 11 Ekim 2004 tarihinde başvuran kararı temyiz etmiş, Adli Tıp Kurumu'nun raporuna yaptığı itirazları yinelemiştir. Yargıtay başvuranın talebini 11 Nisan 2005 tarihinde reddetmiştir.

Yargıtay’ın kararını takiben, Asliye Hukuk Mahkemesi davayı yeniden görmeye başlamıştır. 17 Temmuz 2005 tarihinde, İş Mahkemesi'nin 10 Eylül 2004 tarihli kararına dayanarak başvuranın tazminat talebini reddetmiştir. Kararda, İş Mahkemesi’nin dava dosyasındaki tüm belgeleri, tarafların görüşlerini ve başvuranın bacağında bulunan tümörle kaza arasında illiyet bağı bulunmadığını tespit eden Adli Tıp Kurumu'nun raporunu incelediğini belirtmiştir. Sonuç olarak, İş Mahkemesi’nin kararına atıfta bulunarak, başvuranın tazminat talebini reddetmiştir. Yargıtay 14 Şubat 2006 tarihinde başvuranın tazminat talebini reddetmiştir.



HUKUK

I. AİHS’NİN 6/1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, ulusal mahkemelerin, olayların tespitinde ve kanunun yorumlanmasında yanıldığını ileri sürerek adil yargılanmadığından şikayetçi olmuştur. Ayrıca yargılama süresinin AİHS’nin 6/1 maddesinde öngörülen “makul süre” koşuluyla uyuşmadığını iddia etmiştir.

A. Ordu İş Mahkemesi’nde görülen dava

AİHM, davanın Yargıtay’ın 11 Nisan 2005 tarihinde nihai kararını vermesiyle sona erdiğini gözlemler. Mevcut başvuru 1 Ağustos 2006 tarihinde yapıldığı için, AİHM bu davaya ilişkin şikayetlerin altı aylık süre bittikten sonra sunulduğunu, AİHS’nin 35/1 ve 2 maddesi uyarınca reddedilmesi gerektiğini kaydeder.

B. Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava

1. Davanın adilliği

Başvuran, Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, tazminat talebini reddederken Adli Tıp Kurumu’nun hazırladığı ve yetersiz delile dayandığı iddia edilen rapora dayanması nedeniyle, AİHS’nin 6/1 maddesi uyarınca davasının adil olmadığından şikayetçi olmuştur.

Hükümet başvuranın iddialarına itiraz etmiştir. Öncelikle, tıbbi rapordaki tespitlerin iş mahkemesinde görülen dava esnasında başvurana açıklanması nedeniyle, ulusal mahkemelerin, tarafların eşitliği ilkesini ihlal etmediğini ifade etmiştir. Başvuran karşı iddialarını sunma fırsatına sahipti. Ayrıca, Hükümet, Adli Tıp Kurumu’nun, raporunu hazırlarken, başvuranın tıbbi hikayesi ile 1993 ve 1997 yılları arasında çeşitli hastanelerin hazırladığı tıbbi raporları göz önünde bulundurduğunu ifade etmiştir. Hükümet’e göre, Adli Tıp Kurumu etraflı bir incelemenin ardından başvuranın 1993 yılında düşmesiyle 1997 yılında bacağının kesilmesi arasında illiyet bağı bulunmadığı sonucuna varmıştır. Son olarak Hükümet ulusal yargılama esnasında keyfi davranıldığına ilişkin emare bulunmadığını ifade etmiştir.

AİHM, öncelikle, ulusal mahkeme kararları için temyiz mahkemesi veyahut kimi zaman da değinildiği gibi dördüncü derece mahkemesi olarak hareket etme görevi bulunmadığını yineler. İçtihadına göre, tanıkların güvenilirliğini ve davaya ilişkin hususlarla kanıtlar arasındaki bağlantıyı en iyi yerel mahkemeler değerlendirebilir (bkz. diğer içtihatların yanısıra Vidal – Belçika ; Edwards – İngiltere). AİHM ayrıca, adil yargılamanın daha geniş kapsamlı kavramlarının yalnızca bir unsuru durumunda olan tarafların eşitliği ilkesinin, taraflara, davalarını, karşı tarafla karşılaştırıldığında önemli ölçüde zarar uğramayacakları koşullarda sunmaları için makul bir fırsat tanınmasını gerektirdiğini yineler. Çekişmeli yargılama hakkı, bir ceza davasında, hem iddia makamına hem de savunmaya dosyada ileri sürülen savları ve diğer tarafça sunulan delillerden haberdar olma ve bunlar hakkında yorumda bulunma fırsat verilmesi anlamına gelmektedir (bkz. K.S. – Finlandiya, 29346/95).

Davanın olaylarına dönecek olursak, AİHM, başvuranın İş Mahkemesi’nin tamamlanmamış bir dosyaya dayandığı iddia edilen tıbbi rapora atıfta bulunmasına ilişkin şikayetinin, 11 Nisan 2005 tarihinde sona eren yargılamayla ilişkili olduğunu ve bu yüzden AİHS’nin 35/1 maddesinde öngörülen altı aylık süre sınırlamasını aştığını gözlemler. Dava dosyasından, Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 17 Temmuz 2005 tarihindeki kararını verirken yalnızca İş Mahkemesi’nin kararına atıfta bulunduğu ve bu kovuşturma sırasında yeni bir bilirkişi raporu istemediği anlaşılmaktadır. İş Mahkemesi başvuranın iş kazası geçirdiğini açıklayan bir tespit kararı vermeyi reddettiği için, Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi, başvuranın eski işvereninin maddi yükümlülüğü bulunmadığı sonucuna varmış, başvurana tazminat verilmemesine hükmetmiştir. Dava dosyasının etraflıca incelenmesinin ardından, AİHM, ulusal mahkemenin, olayların tespitinde ve kanunun yorumlanmasında keyfi veya makul olmayan bir biçimde davrandığı sonucuna ulaştıracak bir unsur bulunmadığı kanısına varmıştır.

Dava koşullarında, AİHM, Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın AİHS’nin 6/1 maddesinin adil yargılanma koşuluyla örtüştüğü kanısındadır. Buna göre bu şikayet açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle AİHS’nin 35/1 ve 2 maddesi uyarınca reddedilmelidir.

2. Yargılamanın süresi

AİHM Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın 4 Haziran 1996 tarihinde başlayıp 14 Şubat 2006 tarihinde sona erdiğini gözlemler. Dolayısıyla dava iki yargı aşamasında dokuz yıl sekiz ay sürmüştür.

AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir.

AİHM yargılama süresinin makul olup olmadığının, davanın koşulları ile davanın karmaşıklığı, başvuran ve ilgili makamların tutumu ve ihtilaf durumunda başvuran için neyin risk teşkil ettiği gibi ölçütlere bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğini yineler (diğerlerinin yanı sıra bkz. Frydlender – Fransa [BD], 30979/96). AİHM ayrıca, gösterilecek özel ihtimamın itilaflı durum için önem arz ettiğini yineler (bkz. Ruotolo - İtalya).

AİHM, mevcut davadakine benzer meselelerin ele alındığı davalarda sıklıkla AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir.

Mevcut davanın özel koşullarına döndüğümüzde, AİHM, başvuranın, 4 Haziran 1996 tarihinde Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde tazminat davası açtığını gözlemler. Bunu müteakiben, dava derdest iken, bu kez Ordu İş Mahkemesi’nde başka bir dava açmış, ihtilaflı durumun iş kazası olarak tanımlanmasını istemiştir. Ayrıca Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Ordu İş Mahkemesi’nde açılan diğer davanın sonucunu beklemesini talep etmiştir. Sonuç olarak, Asliye Hukuk Mahkemesi İş Mahkemesi’nde açılan davanın sonucunu yaklaşık yedi yıl beklemiştir. AİHM, ertelemeyi isteyenin başvuran olduğunu kaydederken, davaların ivedilikle ve etkili görülmesini sağlamanın ulusal mahkemelerin görevi olduğunu hatırlatır (bkz. Pélissier ve Sassi – Fransa [BD], 25444/94; Tibbling – İsveç, 59129/00; Mustafa Türkoğlu – Türkiye, 58922/00 ve Zöhre Akyol – Türkiye, 28668/03). Dolayısıyla AİHM ulusal mahkemelerin başvuran için neyin risk teşkil ettiğini göz önünde bulundurmayarak titizlikle davranmadıklarına kesin kanaat getirmiştir.

AİHM kendisine sunulan bilgi ve belgeleri dikkate alarak, Hükümet’in, mevcut davada farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayacak hiçbir delil veya görüş sunmadığı kanısına varır. AİHM konuya ilişkin içtihadını göz önünde bulundurarak bu davada yargılamanın uzun sürdüğü ve “makul süre” koşulunu yerine getirmediği sonucuna varmıştır.

Buna göre 6/1 madde ihlal edilmiştir.

II. AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran ayrıca yargılamanın uzun sürmesine karşı başvuracak iç hukuk yolu bulunmadığını iddia etmiştir. Başvuran AİHS’nin 13. maddesine dayanmıştır.

AİHS’nin 35. maddesinin 3. fıkrası çerçevesinde bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka bir gerekçe altında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir.

AİHM önceki başvurularda benzer şikayetleri incelemiş, Türk hukukunda, başvuranın yargılamanın uzun sürmesine itiraz edebileceği etkili iç hukuk yolu bulunmadığı gerekçesiyle AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. Daneshpayeh – Türkiye, 21086/04).

Mevcut davada bu sonuçtan farklı bir sonuca varmak için sebep bulunmamaktadır. Buna göre AİHS’nin 13. maddesi ihlal edilmiştir.

III. AİHS’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN DİĞER MADDELERİ

Başvuran, ulusal mahkemelerdeki yargılamanın sonucunda tazminattan mahrum bırakıldığından ve ağır hayat koşullarında yaşamaya mecbur kaldığından şikayetçi olmuştur. Bu bağlamda AİHS’nin 3. ve 8. maddeleri ile AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesine atıfta bulunmuştur.

Öte yandan AİHM dava dosyasında bu maddelerin ihlal edildiğine dair hiçbir emare tespit edememiştir. Buna göre, başvurunun bu kısmı açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. fıkraları çerçevesinde reddedilmelidir.

IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

Başvuran 105.000 Euro maddi, 50.000 Euro manevi tazminat talep etmiştir. Ayrıca avukatlık masrafları için 16.000 Euro, yargılama giderleri için 60 Euro talep etmiştir.

Hükümet bu taleplere itiraz etmiştir.

AİHM tespit edilen ihlal ile talep edilen maddi tazminat arasında illiyet bağı görememektedir. Bu nedenle bu talebi reddeder. Öte yandan AİHM, başvuranın manevi zarara uğradığı kanısındadır. Mevcut davanın koşulları ile başvuran için neyin risk teşkil ettiğini göz önünde bulundurarak, başvurana 8100 Euro manevi tazminat ödenmesine karar verir. Ayrıca avukatlık ve yargılama giderleri için 1000 Euro ödenmesine karar verir.

AİHM gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar vermiştir.



AİHM YUKARIDAKİ GEREKÇELERE DAYANARAK, OYBİRLİĞİYLE

1. Ordu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen yargılamanın uzun sürmesi ile etkili iç hukuk yolu hakkına ilişkin şikayetin kabuledilebilir, başvurunun geri kalan kısmının kabuledilmez olduğuna;

2. AİHS’nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine;

3. AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edildiğine;

4. (a) Savunmacı Devlet’in, başvurana, AİHS’nin 44. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme gününde geçerli olan kur üzerinden Türk Lirası’na çevirerek izleyen meblağları ödemesine:

(i) uygulanabilecek her türlü vergiyle beraber 8100 (sekiz bin yüz) Euro manevi tazminat;

(ii) uygulanabilecek her türlü vergiyle beraber yargılama masrafları için 1000 (bin) Euro;

(b) Yukarıda anılan üç aylık sürenin aşılmasından ödeme gününe kadar geçen süre için Avrupa Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredilere uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın gecikme faizi olarak uygulanmasına;

5. Başvuranın adil tazmin talebinin kalan kısmının reddine,

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar İngilizce hazırlanmış, AİHM İç Tüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkraları uyarınca 23 Şubat 2010 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.



Sally Dollé Françoise Tulkens
Zabıt Katibi Başkan
Old 22-12-2013, 00:54   #9
Av.Tümer

 
Varsayılan

AİHM
ZÖHRE AKYOL/TÜRKİYE


İçtihat Metni

ZÖHRE AKYOL/TÜRKİYE

2. DAİRE

(Başvuru no. 28668/03)

KARAR

STRAZBURG

KARAR TARİHİ: 4 Kasım 2008

Sözkonusu karar AİHS'nin 44/2 maddesi uyarınca kesinlik kazanacaktır. Ancak ,şekle ilişkin değişiklik yapılabilir.

USULİ İŞLEMLER

Davanın nedeni, Türk vatandaşı Zöhre Akyol'un ("başvuran"), 23 Temmuz 2003 tarihinde, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Sözleşme'nin ("Sözleşme") 34. maddesi uyarınca, Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptığı başvurudur (başvuru no. 28668/03).

OLAYLAR

I. DAVA OLAYLARI

Başvuran, 1958 doğumludur ve Ankara'da yaşamaktadır.

1 Kasım 1990'da Ankara'da bulunan Balıkçıoğlu İş Hanı'ndaki asansöre binerken kaza geçirmiştir. Başvuran bilahare, binada hiçbir uyarı levhası bulunmamasına rağmen sözkonusu tarihte asansörün onarım altına alındığını ve o durumda asansörü kullanmaya çalışmasının kazaya sebebiyet verdiğini öğrenmiştir.

Kazayı müteakiben başvuran, Ankara Numune Hastanesi'ne kaldırılmış ve burada tedavi görmüştür. 20 Ağustos 1991'de hastane ortopedistinin hazırladığı raporda, kaza nedeniyle başvuranın sırt omurgasının kırıldığı, 45 gün işgöremeyeceği ve 180 gün tedavi gerektiği belirtilmiştir.

Sözkonusu tarihte asansörü tamir etmekte olan iki işçi aleyhinde, mesleki ihmalkarlıktan yaralanmaya sebebiyet verme suçlaması ile cezai takibat başlatılmıştır (1990/986 nolu dava).

11 Mart 1993'te Ankara Ceza Mahkemesi, sözkonusu iki işçinin başvuranın yaralanmasından sorumlu olmadığına karar vermiş ve işçiler beraat etmiştir.

Ankara Cumhuriyet Savcısı müteakiben Balıkçıoğlu İş Hanı yöneticisi ve görevlisi aleyhinde mesleki ihmalkarlıktan yaralanmaya sebebiyet verme suçlaması ile cezai takibat başlatmıştır (1993/678 nolu dava).

8 Nisan 1992'de başvuran, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi önünde Balıkçıoğlu İş Hanı yönetimi ve Elmas Elektrik Sanayi Ticaret A.Ş. (asansör bakım firması) aleyhinde hukuk davası açmış (1992/284 nolu dava) ve kaza sonucu uğradığı maddi ve manevi zararın telafisini istemiştir.

Birinci derece mahkemesi Balıkçıoğlu İş Hanı yönetiminin tüzel kişiliği olmaması nedeniyle 4 Şubat 1993'te davayı reddetmiştir.

4 Şubat 1993 tarihli kararı müteakiben, 24 Mayıs 1993'te başvuran, Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi önünde Balıkçıoğlu İş Hanı'ndaki dükkan sahipleri ve yönetici aleyhinde ikinci bir dava açmıştır (1993/452 nolu dava).

Müteakiben 1993/452 nolu dava, 1992/284 nolu dava ile birleştirilmiştir.

Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, 2 Şubat 1994'te 1993/678 sayılı dava dosyasını talep etmiştir. Dosya mahkemeye ulaşmadığı için bu tarihten 22 Mart 1995'ye kadar olan duruşmalar ertelenmiştir.

22 Mart 1995'te, dosyayı aldıktan sonra, birinci derece mahkemesi cezai takibatın sonucunu beklemeye karar vermiştir.

3 Mart 2000'de başvuranın yasal temsilcisi, birinci derece mahkemesine, Ceza Kanunu'nun 102. maddesi kapsamındaki yasal sürenin dolması nedeniyle cezai takibatın 2 Kasım 1999'da sona erdiğini bildirmiştir.

3 Mart 2000 ve 21 Mart 2001 tarihleri arasında Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi yeni deliller toplamıştır.

21 Mart 2001'de birinci derece mahkemesi, başvuranın kaza nedeniyle uğradığı maddi zararın tayin edilmesi için dava dosyasını bilirkişiye göndermeye karar vermiştir.

25 Nisan 2001'de bilirkişi raporunu sunmuştur.

17 Ekim 2001'de başvuran, bilirkişinin 25 Nisan 2001 tarihli raporunda vardığı sonuçları yansıtmak için birinci derece mahkemesine, daha önce talep ettiği tazminat miktarında değişiklik yaptığı bir dilekçe sunmuştur.

21 Mayıs 2002'de Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, Elmas Elektrik Sanayi Ticaret A.Ş.'nin ve iş hanındaki dükkan sahiplerinin, başvurana uğramış olduğu maddi ve manevi zarar için tazminat ödemelerini öngörmüştür.

12 Mayıs 2003'te Yargıtay 21 Mayıs 2002 tarihli kararı bozmuştur. Tazminat ödemesi öngörülen şahıslardan birinin, olay tarihinde iş hanında dükkanı bulunmadığını ve birinci derece mahkemesinin, kararını vermeden önce dükkan sahiplerinin isimlerini belirlemesi gerektiğini kaydetmiştir. Ayrıca, başvuranın 17 Ekim 2001 tarihli dilekçesinin tüm davalılara tebliğ edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

10 Aralık 2003'te Yargıtay tarafların 12 Mayıs 2003 tarihli kararın düzeltilmesi taleplerini reddetmiştir.

22 Mart 2005'te Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi, Yargıtay'ın 12 Mayıs 2003 tarihli kararı ışığında yeni bir karar vermiş ve Elmas Elektrik Sanayi Ticaret A.Ş. ile olay tarihinde iş hanında dükkan sahibi olan yedi kişinin, başvurana 1 Kasım 1990'dan itibaren işlemeye başlayan faiz ile birlikte 3,145,941,990 Türk Lirası (TRL) tazminat ödemelerini öngörmüştür.

23 Haziran 2005'te Yargıtay, 22 Mart 2005 tarihli kararı onaylamıştır.

6 Aralık 2007'de başvurana, 21,032.60 yeni Türk Lirası (TRY) ödenmiştir.

HUKUK

I. AİHS'NİN 6/1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, AİHS'nin 6/1 maddesi bağlamında hukuki yargılama süresinin "makul süre" gereğine uymadığından şikayetçi olmuştur. Ayrıca, AİHS'nin 13. maddesi kapsamında, yargılama süresinin aşırı olması nedeniyle tazminat talepleri için başvurabileceği etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını ileri sürmüştür.

AİHM, başvuranın AİHS'nin 13. maddesi kapsamındaki iddialarının, yargılama süresine karşı başvurabileceği etkili bir iç hukuk yolu bulunmamasına ilişkin değil, makul bir süre içerisinde yargılanma hakkına ilişkin olduğunu kaydetmektedir. Bu nedenle AİHM, 13. madde bağlamındaki şikayetin yalnızca AİHS'nin 6/1 maddesi yönünden incelenmesi gerektiği kanaatindedir.

Hükümet, şikayete itiraz etmiştir. Davanın karmaşıklığı ve yükümlülük tespitindeki güçlük göz önüne alındığında mevcut davadaki yargılama süresinin makul olduğunu ileri sürmüştür. Hükümet ayrıca, ulusal mahkemenin duruşmaları, Ankara Ceza Mahkemesi önünde görülen ceza davasının sonucunu beklemek için başvuranın talebi üzerine ertelediğini ve ulusal mahkemelere atfedilebilecek bir gecikme süresi bulunmadığını belirtmiştir.

Göz önüne alınması gereken süre, başvuranın Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi önünde dava açtığı 8 Nisan 1992'de başlamış ve Yargıtay'ın, davaya ilişkin nihai kararını verdiği 23 Haziran 2005'te sona ermiştir. Bu nedenle, iki aşamalı yargılamada on üç yıl iki aydan fazla sürmüştür.

A. Kabuledilebilirlik

AİHS'nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru taşımadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru, kabuledilebilir niteliktedir.

B. Esas

AİHM, yargılama süresinin makul nitelikte olup olmadığının, dava koşulları ışığında ve davanın karmaşıklığı, başvuranın ve ilgili makamların tutumları ve başvuran için davada neyin tehlikede olduğu gibi kriterlere atfen değerlendirilmesi gerektiğini yinelemektedir (bkz., diğer hususlar meyanında, Frydlender/Fransa [BD], no. 30979/96, 43. paragraf, AİHM 2000-VII).

AİHM, mevcut davada duruşmaların, Ankara Ceza Mahkemesi önünde görülen ceza davasının sonucu beklemek için beş yıl süreyle ertelendiğini gözlemlemektedir (1993/678 nolu dava). Ancak AİHM, ne davanın karmaşıklığının ne de beş yıllık ertelemenin, takibatın uzunluğunu açıkladığını kaydetmektedir. Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi kararını, hukuki yargılamaya başlanmasından on yıl sonra vermiştir. Hükümet, sözkonusu aşırı gecikme için tatmin edici bir açıklamada bulunmamıştır. AİHM, Türk hukuku uyarınca, birinci derece mahkemesinin, ceza mahkemeleri kararlarına tabi olmadığını ve bu nedenle, ceza davasının sonucunu beklemek için yargılamayı bu kadar uzun bir süre ertelemek durumunda olmadığını kaydetmektedir (bkz. Mustafa Türkoğlu/Türkiye, no. 58922/00, 40. paragraf, 8 Ağustos 2006).

Sunulan delilleri inceleyen AİHM, Hükümet'in kendisini, mevcut yargılamanın uzunluğunun aşırı olmadığına ve "makul süre" gereğini ihlal etmediğine ikna edecek deliller ya da argümanlar ortaya koymadığı kanısına varmıştır.

Dolayısıyla AİHS'nin 6/1 maddesi ihlal edilmiştir.

II. 1 NO'LU PROTOKOL'ÜN 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuran, AİHS'ye ek 1 no'lu Protokol'ün 1. maddesine dayanarak mülkiyet hakkının, cezai yargılamanın aşırı uzun sürmesi nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Yargılama, makul bir süre içerisinde sonuçlandırılmış olsaydı, tazminat hakkını daha erken elde edeceğini ve ondan daha erken yararlanacağını iddia etmiştir.

AİHM, 1 no'lu Protokol'ün 1. maddesinin yalnızca mevcut mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkını kapsadığını hatırlatır (bkz. Marckx/Belçika, 13 Haziran 1979 tarihli karar, A Serisi, no. 31, 23. sayfa, 50. paragraf). AİHM, icraya konulabilirliği yeterince ispat edildiği takdirde bir "alacağın", 1 no'lu Protokol'ün 1. maddesi çerçevesinde bir "mülk" teşkil edebileceğini yinelemektedir (bkz. Burdov/Rusya, no. 59498/00, 40. paragraf, AİHM 2002-III, ve Poltorachenko/Ukrayna, no. 77317/01, 45. paragraf, 18 Ocak 2005).

Mevcut davada, başvuranın tazminat talebi, nihai ve icra edilebilir bir mahkeme kararı - ki bu karar, 23 Haziran 2005 tarihli Yargıtay kararıdır - ile icraya konulabilirliği ispat edildiği takdirde bir "mülk" teşkil eder (bkz., mutatis mutandis, Pravednaya/Rusya, no. 69529/01, paragraflar 37-39, 18 Kasım 2004). Sözkonusu tarihten önce başvuran, müdahale konusu olabilecek bir "mülke" sahip değildir. Bu nedenle başvuranın, tazminattan daha erken bir tarihte yararlanamamasının, kendisini 1 no'lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamındaki mülkiyet haklarından mahrum bıraktığı kabul edilemez.

Dolayısıyla sözkonusu şikayet, dayanaktan yoksundur ve AİHS'nin 35. maddesinin 3. ve 4. paragrafları bağlamında reddedilmelidir.

IV. AİHS'NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

AİHS'nin 41. maddesine göre:

"Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın adil tazminine hükmeder."

A. Tazminat

Başvuran, maddi tazminat olarak 250,000 EUR talep etmiştir. Manevi tazminat olarak da 50,000 EUR talep etmiştir.

Hükümet, bu taleplerin aşırı ve dayanaktan yoksun olduğunu ileri sürmüştür.

AİHM, başvuranın uğradığını iddia ettiği maddi zarara atfen, bu başlık altındaki talebini gerekçelerle desteklemediğini kaydetmiş ve reddetmiştir. Ancak, başvuranın yalnızca ihlal tespiti ile telafi edilemeyecek bir sıkıntıya uğramış olması gerektiği sonucuna varmıştır. Mevcut davada tespit edilen ihlalin niteliğini göz önüne alan ve hakkaniyet temelinde değerlendirmede bulunan AİHM, başvurana manevi tazminat olarak 10,000 EUR ödenmesine karar vermiştir.

B. Yargılama masraf ve giderleri

Başvuran, AİHM önünde yaptığı kırtasiye, fotokopi, çeviri ve posta masrafları için 670 YTL (yaklaşık 350 EUR) talep etmiştir. Toplam 170 YTL (yaklaşık 90 EUR) tutarında harcama yaptığını gösteren faturalar sunmuştur.

Hükümet, başvuranın iddialarını kanıtlarla destekleyemediğini belirtmiştir.

AİHM içtihadına göre, başvuran ancak gerçekten ve gerektiği için yapıldığını ve miktarın makul olduğunu kanıtlaması durumunda masraflarının tazmin edilmesine hak kazanır. Mevcut davada sahip olduğu bilgileri ve yukarıda kaydedilen kriterleri göz önünde bulunduran AİHM, başvurana yaptığı masraf ve harcamalar için 90 EUR tazminat ödenmesine karar vermiştir.

C. Gecikme Faizi

AİHM, Avrupa Merkez Bankası'nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.

BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM OYBİRLİĞİYLE

1. Yargılama süresinin uzun oluşuna ilişkin şikayetin kabul edilebilir ve başvurunun kalan kısmının kabul edilemez olduğuna;

2. AİHS'nin 6/1 maddesinin ihlal edildiğine;

3. (a) AİHS'nin 44. maddesinin 2. paragrafı gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden ulusal para birimine çevrilmek üzere Sorumlu Devlet tarafından başvurana aşağıda kaydedilen meblağların ödenmesine;

(i) Manevi tazminat olarak 10,000 EUR (on bin Euro) ve ödenebilecek her tür vergi;

(ii)Yargılama masraf ve giderleri için 90 EUR (doksan Euro) ve başvurana uygulanabilecek her tür vergi;

(b)Yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası'nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;

4. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddedilmesine;

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü'nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları gereğince 4 Kasım 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
Old 29-12-2013, 15:11   #11
Av.Selin AKSU

 
Varsayılan

Saygıdeğer meslektaşlarım,
Ben de ölümlü trafik kazası sebebi ile tazminat davası açacağım.
Şahıs 2010 yılında kendi aracıyla hız yaparak direğe çarpmış ve vefat etmiştir. Aile böyle bir hakları olduğunu bilmediği için bugğne kadar dava açmamıştır.
Şimdi dava açmak istiyorlar.
Fakat benim bu konuda takip ettiğim hiç bir dava yok. bir kaç sorum var şu şekilde:
1-Tazminat isteğimizi Kime yöneltmeliyiz
2-Zaman aşımı süresi var mıdır? Ne kadardır?
3-Tahminen ne kadar tazminata hükmedilir?
4-Örnek bir dilekçe gönderebilecek bir üstadım var mıdır ?

Bu konuda araştırmalarımı sürdürüyorum. Fakat meslek hayatım boyunca hep en detaylı ve doğru bilgisi bu site sayesinde sizlerden elde ettim.
Bana bu konu ile ilgili verebileceğiniz her türlü bilgiye ihtiyaç duyuyorum.Kısaca da olsa bir bilgi aktarabilirseniz, münnettar kalırım.
Şimdiden çok teşekkür ederim.Sevgi ve saygılarımla
Old 31-12-2013, 16:15   #12
fatihuc

 
Varsayılan zamanaşımına uğramış görünüyor

2010 senesinde tek taraflı ve %100 sürücünün kusurlu olduğu bir kaza ile ilgili kişinin kendi ölmüne sebebiyet olması cezayı gerektiren bir fiil olmadığından ceza zamanaşımına tabi olmayacağından dava açmanız muhtemel sigorta şirketi açısından iki senelik zamanaşımına uğramış kabul edilecektir kanaatindeyim.Bu cevabı araçta başka bir kişinin ölmediği ve yaralanmadığı varsayımına istinaden yazıyorum ayrıca aklıma sigorta şirketinden başka dava açılacak bir davalı gelmedi.Ama kazada sürücü harici başka kusurlu olan birileri var ise cevabım bambaşka olurdu
Old 31-12-2013, 16:20   #13
Av. Caner Arıcı

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan Av.Selin AKSU
Saygıdeğer meslektaşlarım,
Ben de ölümlü trafik kazası sebebi ile tazminat davası açacağım.
Şahıs 2010 yılında kendi aracıyla hız yaparak direğe çarpmış ve vefat etmiştir. Aile böyle bir hakları olduğunu bilmediği için bugğne kadar dava açmamıştır.
Şimdi dava açmak istiyorlar.
Fakat benim bu konuda takip ettiğim hiç bir dava yok. bir kaç sorum var şu şekilde:
1-Tazminat isteğimizi Kime yöneltmeliyiz
2-Zaman aşımı süresi var mıdır? Ne kadardır?
3-Tahminen ne kadar tazminata hükmedilir?
4-Örnek bir dilekçe gönderebilecek bir üstadım var mıdır ?

Bu konuda araştırmalarımı sürdürüyorum. Fakat meslek hayatım boyunca hep en detaylı ve doğru bilgisi bu site sayesinde sizlerden elde ettim.
Bana bu konu ile ilgili verebileceğiniz her türlü bilgiye ihtiyaç duyuyorum.Kısaca da olsa bir bilgi aktarabilirseniz, münnettar kalırım.
Şimdiden çok teşekkür ederim.Sevgi ve saygılarımla

Sayın AKSU;

Tek taraflı trafik kazası neticesi ölüm olayı 2010 yılında gerçekleşmiş. O halde 2918 S. Y. 109/1 gereği 2 yıllık zamanaşımı süresi dolmuştur.
Old 01-01-2014, 15:39   #14
Av.Selin AKSU

 
Varsayılan

Öncelikle ilginize teşekkür ederim.
A kişisi kendi aracı ile hız yaparak direğe çarpıp ölüyor. A kişisi araç sahibi ve o anda aracı kullanan şoför. Her ne kadar işime gelmese de ben de araştırmalarım sonucu burada uzamış bir ceza zaman aşımı süresinin uygulanamayacağı görüşündeyim. Karayolları kanununa göre de süre 2 yıl ne yazık ki o süre de geçmiş. Bu durumda benim sanırım başvurabileceğim hiç bir merci kalmamış oluyor. Peki öğrenmek amacı ile merak ediyorum: Eğer zamanaşımı gerçekleşmemiş olsa idi, bizim talep edebileceğimiz alacağın ismi ne olurdu?
Manevi tazminat mı? Destekten yoksun kalma mı?
Ve bunu kimden talep edebilirdik?
Şimdiden çok teşekkür eder, yeni yılın adil ve güzel bir yıl olmasını dilerim
Saygılarımla.
Old 22-05-2014, 20:34   #15
av.elvan

 
Varsayılan

Destekten yoksun kalan anne, baba, eş ve çocukları için destekten yoksun kalma tazminatını aracın trafik sigortasına yöneltebilirdiniz. Manevi tazminat talepleri maalesef Trafik poliçesi kapsamında yer almadığından bu yöndeki zararlarınızı isteyemezsiniz. Ayrıca Sayın Aksu tek taraflı trafik kazalarında Yargıtay'ın uzamış ceza zamanaşımı uygulanabileceği yönünde yeni bir kararı mevcut olduğunu duydum ancak meslektaşlarım çok paylaşımcı olmadığından edinemedim bu kararı, dolayısıyla gerekçelerini de bilemiyorum Siz de bir araştırın bakalım..
Old 23-05-2014, 10:29   #16
Av.Nevra Öksüz

 
Varsayılan

Alıntı:
Yazan av.elvan
... tek taraflı trafik kazalarında Yargıtay'ın uzamış ceza zamanaşımı uygulanabileceği yönünde yeni bir kararı mevcut olduğunu duydum ancak meslektaşlarım çok paylaşımcı olmadığından edinemedim bu kararı, ...

http://www.turkhukuksitesi.com/showpost.php?p=683806&postcount=30
http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=15509
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
trafik kazası sonucu açılan tazminat davasında faiz savunman85 Meslektaşların Soruları 3 27-02-2009 17:46
İzale-i şuyu davasında bekletici mesele Av.F.Karakurt Meslektaşların Soruları 4 06-03-2008 18:03
izale-i şuyu davasında bekletici mesele Av. Ş. Sevi Meslektaşların Soruları 6 30-01-2008 18:38
fuzuli işgal davasında bekletici mesele tozbek Meslektaşların Soruları 2 17-06-2007 20:03
Vasiyetnamenin Tenfizi Davasında, Tenkis Davasının bekletici mesele niteliği Av. Levent Kıray Meslektaşların Soruları 1 24-01-2007 18:23


THS Sunucusu bu sayfayı 0,07356906 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.