Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

yabancıların Türkiyede açtıkları davada teminat muafiyeti

Yanıt
Old 19-01-2007, 13:39   #1
saadet

 
Varsayılan yabancıların Türkiyede açtıkları davada teminat muafiyeti

Alman vatandaşının açtığı bir hukuk davasında mahkeme teminat muafiyeti olup olmadığı hakkında sözlşeme veya yargıtay kararı istiyor. 1930 tarihli olan bu sözleşmeyi nereden bulacağımı veya alman vatandaşları hakkındaki teminat muafiyeti hakkında kararlara ihtiyacım var.
Old 19-01-2007, 15:24   #2
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan Konuyla İlgili Karar

13. HUKUK DAİRESİ
E. 1990/4485
K. 1990/8676
T. 13.12.1990
• ALACAK DAVASI ( Yabancı Mahkemelerce Verilen Kararlar )
• YABANCI MAHKEME İLAMI ( Türkiye'de İcra Olunabilmesinin Yetkili Türk Mahkemesi Tarafından Tenfiz Kararı Verilmesine Bağlı Olması )
• TENFİZ ( Yabancı Mahkeme Tarafından Verilen Kararın Türkiye'de İcra Olunabilmesi İçin Yetkili Türk Mahkemesi Tarafından )
• TÜRK MAHKEMESİNİN TENFİZ KARARI VERMESİ ( Yabancı Mahkeme Tarafından Verilen Kararın Türkiyede İcra Olunabilmesi İçin )
• KARŞILIKLILIK KOŞULU ( Tenfiz Kararı Verilmesi İçin aranılan Koşul Olması )
2675/m.34, 38
ÖZET : Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların Türkiye'de icra olunabilmesi yetkili Türk Mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır. Tenfiz kararının verilebilmesi için aranılacak koşullar 38. maddede açıklanmıştır. Bu koşullardan "karşılıklılık ilkesi" temel koşuldur. Diğer bir ifadeyle, karşılıklılık koşulu gerçekleşmediği takdirde tenfiz istemi diğer koşullar incelenmeden reddedilmelidir.

DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Dava, davalı kardeşinden alacaklı olduğu 5000 Alman Markı'nın tahsiline ilişkin olarak Federal Almanya Berlin Mahkemeleri'nden verilen ve kesinleşen kararın 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuk Kanunu hükümleri gereğince tenfizine karar verilmesini istemiştir.

Davalı; davacıya borcu olmadığını savunmuş, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece; Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Almanya Devleti arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut Federal Alman Devleti'nde Türk Mahkemelerinden verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiili uygulamanın bulunmadığı kabul edilmiş, davanın reddine karar verilmiştir.

Hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanunun 34. maddesinde; "yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların Türkiye'de icra olunabilmesi yetkili Türk Mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır" hükmü yeralmaktadır. Tenfiz kararının verilebilmesi için aranılacak koşullar 38. maddede açıklanmıştır. Bu koşullardan "karşılıklılık ilkesi" temel koşuludur. Diğer bir ifadeyle, karşılıklılık koşulu gerçekleşmediği takdirde tenfiz istemi diğer koşullar incelenmeden reddedilecektir.

Anılan Yasanın 38. maddesinin ( a ) bendinde belirtilen koşullardan: a ) "Türkiye Cumhuriyeti ile ilamın verildiği devlet arasında mahkeme kararlarının karşılıklı olarak tenfizini temin eden bir ikili sözleşme, b ) Yabancı Devlette Türk Mahkeme kararlarının tenfizini mümkün kılabilecek yasal bir düzenleme, c ) Fiili uygulamadan birinin bulunması halinde "Karşılıklılık ilkesi"nin gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerekir.

Türkiye ile Federal Almanya arasında mahkeme kararlarının karşılıklı olarak tenfizini temin eden bir ikili sözleşme mevcut değildir. Öyleyse karşılıklılık koşulunun gerçekleşmiş olup olmadığı öncelikle Alman tenfiz hükümlerinin Türk Mahkeme kararlarının Almanya'da tenfizini mümkün kılabilecek bir düzenlemeye sahip olup olmadığına bağlı kalmaktadır.

Alman Hukuku, yabancı mahkeme kararlarının Almanya'da tanınması ve tenfizini kabul eden kanuni bir düzenlemeye sahiptir. Şöyleki, Alman Hukuk Yargılamaları Kanunu ( ZPO ) ( zivil prozessordnung )nun 722. maddesi; "bir yabancı mahkeme kararının tenfizi, yalnız tenfizin caiz olduğuna ilişkin bir tenfiz kararı verilmesi ile" gerçekleşeceğini açıkca hükme bağlamıştır.

Alman Hukukunun yabancı kararların tenfizi için aradığı koşullardan biri de Türk Tenfiz Hukukunda olduğu üzere "Karşılıklılık" "Mütekabiliyet" koşulunun gerçekleşmiş olmasıdır ( ZPO Par. 328/5 ). Nitekim, 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanunun 23.11.1982 gününde yürürlüğe girmesinden önce Türkiye'de yabancı mahkeme kararlarının tenfizi sadece ve sadece milletlerarası sözleşmelere bağlı olduğundan karşılığın mevcut bulunmaması nedeniyle Türk Mahkeme Kararlarının Almanya'da tenfizi reddedilmekte idi. Ancak, 2675 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle bu Kanunun 38. maddesindeki Karşılıklılık koşulu ile ( ZPO )nun 328/5. maddesindeki aranan karşılıklılık ilkesi aynı doğrultuda birleştiğinden artık Türk yargı kararlarının Almanya'da tenfizini önleyecek yasal hiç bir engel kalmadığında kuşku ve duraksamaya yer kalmamıştır. Özetle ifade etmek gerekirse, MÖHUK.un 38 ve gerekse ZPO.nun 328/5. maddesinde kabul edilen temel ilke karşısında "Karşılıklılığın" gerçekleştiği kabul edilmelidir.

Nitekim, Alman Mahkemeleri tarafından da "Karşılıklılık" koşulunun Türkiye bakımından gerçekleşmiş olduğunun kabul edildiği ve böylelikle Türk Mahkeme Kararlarının Almanya'da fiilen de tanınıp tenfizine gidildiği izlenmektedir.

( OLG Nümberg, 20.9.1983: IPRax S. 162 ( LS ); OLG Oldenburg, 10.4.1984: Ndsrp FI 1984 S. 145; Fam Rz 1984 S. 109 ( LS ); AG Gummersbach 9.8.1985: IPRax 1986 S. 235; OLG Köln, 15.12.1986. IPRax 1988 S. 30, OLG Köln 15.12.1986; 26 UF. 188/86; AG Gummersbach, 9.8.1981, 1519/85 sayılı Kararlar ).

Tüm açıklananların ışığı altında, mahkemenin Türkiye ile Almanya arasında mahkeme kararlarının tenfizi için aranan "Karşılıklılık" koşulunun gerçekleşmemiş olduğundan dolayı davayı red etmesi usule ve yasaya aykırı bulunmuştur.

Ne varki, davacı tenfiz isteminde, yabancı mahkeme ilamının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı ve onanmış tercümesine dayanmamıştır. Bu durumda 2675 sayılı Yasanın 37. maddesinde aranan koşulların mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Davacının tenfiz isteğinin bu nedenle reddi gerekir. Mahkeme kararı sonucu bakımından usul ve yasaya uygun görülmüş, gerekçesi ise doğru bulunmamıştır. Bu nedenle az yukarıda açıklandığı şekilde kararın gerekçesi değiştirilerek ve düzeltilerek onanması gerekir ( HUMK. MD. 438/9 ).

SONUÇ : Temyiz olunan kararın açıklanan nedenlerle düzeltilerek ( ONANMASINA ), peşin harcın onama harcından çıkartılmasına,13.12.1990 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Old 19-01-2007, 15:56   #3
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan Bir Karar Daha

.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 1986/9681
K. 1986/10741
T. 21.10.1986
• KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI ( Alman Medeni Kanun Hükmünün Uygulanması Talebi )
• YABANCI UYRUKLU KİŞİLERİN BAĞLI BULUNDUKLARI HUKUKİ DÜZEN
743/m.639


ÖZET : Yabancı uyruklu kişilere ait taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer aynî haklar malların bulunduğu yer hukukuna bağlıdır. Karşılıklılık ( mütekabiliyet ) için iki devlet arasında mutlaka bir sözleşme bulunması zorunlu değildir. Eylemli ( fiili ) biçimde de olabilir.

DAVA : Gerhard Joseph Ernest vekili Avukat Arif ile Hazine vekili, Avukat Yüksel, Belediye Başkanlığı vekili Avukat Yeta, Wilhem Paul Peter kayyımı, Avukat Gülşen, Elfriede Watts ve müşterekleri vekili Avukat Şehim aralarındaki tescil davasının reddine dair, ( İstanbul Dördüncü Asliye Hukuk Hâkimliği )nden verilen 4.3.1986 gün ve 84/52 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili Avukat Arif tarafından mahkemeye verilen 6.2.1984 tarihli dava dilekçesi ile; tapuda, ada 163 ( 1343 ), parsel 41, 133 ve 136 numaralarda, Federal Almanya uyruklu Paul Peter Danielsen adına kayıtlı üç parça taşınmaz ve köşkün, kayıt mâliki Paul Peter Danielsen'in ölümü tarihi olan 1958 tarihinden başlıyarak, dava tarihine kadar 20 yıldan fazla süreyle çekişmesiz, arasız ve mâlik sıfatı ile miras bırakan Federal Almanya uyruklu Hans Von Aulock ve onun 1980 yılında ölümü ile de, mirascı olan davacı Batı Almanya uyruklu Gerhard Joseph Ernest tarafından aynı suretle tasarruf edildiği, bu nedenlerle anılan tapu kayıtlarının hukuki değerlerini yeterdiği ileri sürülerek taşınmazların davacı adına tapuya tesciline karar verilmesi istenilmiştir.

Hazine vekili Avukat Mehmet tarafından verilen 3.11.1983 günlü cevap lâyihasında: "Almanya'da iktisabî müruruzaman 30 yıl olup, davacının bu süreyi doldurmadığı; Almanya'da tescil talebinde bulunabilmek için, tescil isteyenin isminin tapuda mukayyet olması şartının arandığı, oysa davacının adının tapuda mevcut olmadığı, tapuda mâlik gözüken Paul Peter Danielsen'in mirascısı Elly'nin Türkiye'de ikâmet edip dava konusu gayrimenkulde oturduğu, bu durumda davacının zilyetliğinin kesintiye uğradığı, yurt dışında yapılan satış vaadi sözleşmesinin geçerli olmadığı bildirilmiş ve yargılama sırasında da aynı hususlar tekrarlanmış ve ek olarak davacının Hans Von Aulock'un mirascısı olamayacağı ileri sürülmüş ve davanın bu sebeplerle reddine karar verilmesi istenilmiştir.

Belediye vekili ile, Paul Peter Danielsen kayyımı Avukat Gülşen de Hazine vekili tarafından savunulan hususları tekrarlayarak davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.

Mahkemece, kayyım ile davalı vekillerinin itiraz ve savunmaları yerinde görülerek; zilyetlikle kazanma bakımından iki ülke arasında mütekabiliyet bulunmadığı, davacının miras bırakanlarının zaman zaman yurt dışına çıkmış olmaları sebebiyle zilyetliğin fasılaya uğradığı, bir satış vaadi senedi mevcut ise de, bunun süreli olduğu, Almanya ile aktedilen ikâmet mukavelesinin savaş sebebiyle geçerliliğinin şüpheli olduğu gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içindeki Hagen-Eyalet Mahkemesince onaylanan 18.12.1982 tarihli belgeye göre, Paul Peter Danielsen'in mirascıları olduğu belirlenen Frau Elfriede Watts, Frau Anna Ries ve Martin Ries ( Kayyım Hermann Osenberg Engels )'in vekilleri olduğu anlaşılan ve bu sıfatla davayı izleyen Avukat Şehim; yargılama sırasında Mannheim Noterliğince düzenlenip, Hagen Asliye Mahkemesi Başkanı tarafından onaylanan 25.3.1982 tarihli belgede yazılı ( miras bırakan Paul Peter Danielsen; Kuruçeşme-Arnavutköy, Set Sokak, 10-12 numaralardaki evleri ve çevresindeki arsaları 1951 yılında ikâmet etmek, kullanmak ve bakmak üzere zilyet olarak Bay Hans Von Aulocok'a temlik etmiştir ) şeklindeki açıklamayı tekrarlamış ve olaya ilişkin beyanda bulunduğunu bildirmiştir.

Mahkemece davanın sadece Hazine ile İstanbul Belediyesi aleyhine açılması bir noksanlık şeklinde görülmüş ve kayıt mâlikinin mirascılarına yöneltilmesi istenmiş ise de, bu koşulun yerine getirilmesine ilişkin ara kararları izlenmemiş, Paul Peter Danielsen'in mirascılarının vekili olduğunu ileri süren Avukat Sehim'in kendiliğinden davaya müdahil vekili olarak girmesi üzerine de olduğu yerde bırakılarak davanın hâli hazır tarafları kayyım ve müdahillere göre sonuçlandırılması yönüne gidilmiştir.

Bu açıklamaya göre uyuşmazlık İstanbul'da Boğaziçinde vaki olup yabancı gerçek kişiye ait taşınmazların, yine yabancı bir gerçek kişi tarafından zilyetlik ve zamanaşımı yoluyla kazanılıp kazanılamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Tarafların statülerine göre, uyuşmazlık Milletlerarası karakter taşımaktadır. Devletler Hususi Hukuku, hangi Devletin özel hukukunun uygulanacağını gösteren hukuk kurallarının bütünüdür.

Eğer bir olay, veya ilişki hiçbir yabancı hukuk düzeni ile temas haline girmemişse, sadece Türk Hukuk düzeni içerisinde vukua gelmişse Türk Hukukunun bu olay veya ilişkiye uygulanacağında duraksama olmaz. Yabancı hukuk düzeninin böyle bir olaya uygulanması olasılığı akla bile gelmez.

Buna karşılık, uyuşmazlık konusu olayda olduğu gibi, olay veya ilişki yabancı bir veya birden çok hukuk düzeni ile de ilgili, yani bir yabancılık öğesi taşıyorsa, hangi hukuk düzenininin ve daha açık deyimle hangi Devletin maddi hukuk hükümlerinin uygulanacağı bir sorun olarak ortaya çıkabilir.

Olayımızda uyuşmazlıkla ilgili taşınmazlar Türkiye'de bulunmaktadır. Uyuşmazlığı yaratanlar ise Türk uyruklu olmayıp Batı Alman uyruklu gerçek kişilerdir.

Olay tamamen Devletler Hususi Hukuku ile ilgili bulunmaktadır. Devletler Hususi Hukukunun ana kaynağını, iç hukuka ait kanun, örf ve âdet hukuku ile belirli konularda yapılıp iç hukuk haline getirilen sözleşmeler teşkil eder.

Türk Devletler Hususi Hukukunun ana kaynağı, 22.11.1982 tarihine değin 1330 ( 1915 ) tarihli Türkiye'de bulunan Yabancıların Hukuk ve Vazifeleri Hakkında Muvakkat Kanun idi.

Bugün Türk Devletler Hususi Hukukunun ana kaynağını, 22 Kasım 1982 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 20.5.1982 tarihli 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usûl Hukuku Hakkındaki Kanun ( MÖHUHK ) oluşturmaktadır.

Şu hale göre, uyuşmazlığı Türk Devletler Hususi Hukuku kurallarını içeren ve az önce açıklanan hükümlere göre çözümlemek gerekmektedir. Uyuşmazlık miras ve eşya hukukuna ilişkindir. Milletlerarası Özel Hukukumuzun kaynağı olan 2675 sayılı Kanun’un 23. maddesine göre, aynî haklar malların bulunduğu yer Kanunu’na tâbidir. Bu kural 1330 tarihli Muvakkat Kanunda bulunan ve Milletlerası uygulamada da yer alan genel bir kuraldır. Anılan maddenin birinci fıkrasında taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer aynî haklar malların bulunduğu yer hukukuna tâbidir. Bu bir bağlama kuralıdır. Taşınmazlar yönünden Milli Kanun değil de "Mekân Kanunu" kuralının ön plânda tutulması, her hukuk düzenini kendi açısından ilgilendiren bir uygulama olması bakımından pratik bir ihtiyacın sonucudur.

Bir taşınmazın mülkiyetinin kazanılması, zilyetliğinin hukuki sonuç doğurması, bulunduğu yerin kamu düzeni ile ilgilidir. Onun içindir ki, kazanma ve kullanma kurallarını tesbit, tamamen malın bulunduğu yer hukukuna aittir. Mülkiyetin kazanılması, bir akti ilişkiye bağlı olabileceği gibi, bunun dışında başka bir olaya, örneğin, zilyetlik gibi fiili duruma da bağlı olabilir. Özellikle, taşınmazların zamanaşımı ve zilyetlik yolu ile kazanılmasında akdi ilişki söz konusu olmayabilir.

Taşınmazlarda mülkiyetin "kazandırıcı zamanaşımı" veya diğer fiilî yollarla kazanılması hallerinde, her halde "Mekân Kanunu" yetkili olacaktır.

Olayımızda, zamanaşımı yolu ile kazanıldığı ileri sürülen taşınmazlar Türkiye'de bulunduğuna göre uyuşmazlığı zamanaşımı yolu ile kazanmaya ilişkin Türk Kanunlarının uygulanması gerekir.

1982 tarihli Anayasa’nın 16. maddesinde, "Temel hak ve hürriyetler yabancılar için Milletlerarası Hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir" denildiğine göre, Anayasa yabancıların aynî hak sahibi olmalarını asıl olarak kabul etmiş, ancak hak edinmenin Milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini belirtmiştir.

2644 sayılı Tapu Yasası ile de, daha çok, taşınmaz mal edinmeye ilişkin hükümler getirilmiştir. Bu Yasa’nın 35. maddesinde: ( Tahdidi mutazammın kanuni hükümler yerinde kalmak ve karşılıklı olma şartı ile ) yabancı gerçek kişilerin Türkiye'de taşınmaz mallar edinebilecekleri ve mirascı olabilecekleri açıklanmakta, 36 ve 37. maddelerinde, bu mal edinmeleri nasıl uygulanacağı ve 38. maddesinde, yürürlükten kaldırılan yasalar ayrı ayrı gösterilmekte ve bu maddenin son fıkrasında başka yasaların bu Yasa’ya uygun olmayan hükümlerinin kaldırıldığı açıklanmaktadır.

35. maddede sözü geçen "Tahdidi mutazammın kanunî hükümlere ittiba" demek, yabancı gerçek kişilerin Türkiye'de taşınmaz mal edinebilmeleri için bu konudaki Türk yasalarına uymaları demektir ki, bunlar arasında 1062 sayılı Mukabele-i Bilmisil Kanunu, 6086 sayılı Turizm Endüstirisini Teşvik Kanunu, Askeri Yasak Bölgeler Kanunu, Köy Kanunu vs. bulunmaktadır.

Dava konusu taşınmazların iktisabına bu hükümler yönünden engel bir durum bulunduğu ileri sürülmemiştir.

35. maddede açıklanan karşılıklılık koşuluna gelince: Batı Almanya ile aramızda 26.5.1927 yılında yapılmış İkâmet Mukavelenamesinin Tasdikine Dair 26 Mayıs 1927 tarihli ve 1048 numaralı Kanun’a göre, Alman uyruklu olanlar Türkiye'de; Türkler de Almanya'da miras ve diğer yollarla taşınmaz mal edinebilmektedirler. Bu sözleşmenin 3. maddesinde, "Tarafeyni akideynden birinin ülkesinde, tarafın diğer teb'ası, memleketin kavanin ve nizamatına tevfikan her nev'i emvali menkule ve gayrimenkuleyi ihraz, tasarruf ve ferağ hakkını haiz olacaktır... Kanun mucibince veraset tarıkıyle yahut hibe ve vasiyet suretiyle dahi bunlara mâlik olabileceklerdir" denilmiştir. Bir ara Almanya'ya karşı savaş ilân edilmiş ve bu anlaşma askıya alınmış ise de, daha sonra 26.2.1952 tarihli ve 14511 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile bu anlaşma yeniden yürürlüğe konulmuşur. Demek oluyor ki, gayrimenkul iktisabında Almanya ( Federal Almanya ) ile aramızda anlaşmaya dayanan karşılıklılık vardır. ( Karşılıklılık ) mütekabiliyet için iki Devlet arasında mutlaka bir sözleşme bulunması da şart değildir. Karşılıklılık bazen fiili şekilde de olabilir. Anlaşma olmamasına rağmen bir Devlet diğer Devletin vatandaşlarına kendi ülkesinde taşınmaz edinme imkânı veriyor ve bunu fiilen gerçekleştiriyorsa mütekabiliyet var demektir.

Nitekim, Dışişleri Bakanlığı'nın dosya içindeki 23.6.1982 tarihli yazısında, Türk Vatandaşlarının Almanya'da fiilen taşınmaz sahibi olabildikleri, bu uygulamanın ilerden beri devam ettiği bildirilmiştir.

Dosya içindeki yazılara göre, Batı Alman uyruklu olan davacının miras bırakanının 1950 yılından bu yana Türkiye'de ikâmet ettiği ve arada bir, yurt dışına çıkış yaptığı anlaşılmaktadır.

15 Temmuz 1950 günlü ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye'de İkâmet ve Seyahatleri Hakkındaki Kanun’un 3. maddesine göre Türkiye'de bir aydan fazla kalacak olan yabancı, ikâmet teskeresi adındaki belgeyi almak zorundadır. Bu belgeyi alanlar Türkiye'de yerleşmek suretiyle kalabilirler. Yalnız bazı yerlerde ikâmet yabancıya tamamen yasaklanmış, ya da izne tâbi tutulmuştur. Özellikle askerî birinci ve ikinci derecede yasak bölgelerde yabancıların ikâmeti kural olarak yasaktır. Köylerde ikâmet Köy Kanunu’nun 88. maddesi hükmüne göre İçişleri Bakanlığı'nın iznine tâbi tutulmuştur.

Davacı ve murisi Türkiye'de ikâmet ve seyahat etme hakkına sahip kimselerdir. Dosya içindeki yazılar bu yönü belgelemektedir.

Dava, Medeni Kanun’un 639/2. maddesi ile ilgilidir. Bu madde hükmünce "tapu sicilinde, mâliki kim olduğu anlaşılmayan veya 20 sene evvel vefat etmiş yahut gaipliğine hüküm verilmiş bir kimsenin uhdesinde mukayyet olan bir gayrimenkulü aynı koşullar altında yedinde bulunduran kimse dâhi o gayrimenkulün mülkü olmak üzere tescilini talep edebilir.

Bu madde Türkiye'de bulunan bir taşınmazın zilyetlik ve zamanaşımı yolu ile hangi koşullar altında kazanılabileceğini göstermektedir.

Mütekabiliyet şartına uygun olarak, bir Türk Vatandaşı Almanya'da akdi şekilde, ya da zamanaşımı yolu ile taşınmaz edinebilmektedir. Olağanüstü zamanaşımı yolu ile kazanma koşulları her iki ülkenin mevzuatına göre değişik olsa bile, bu durum karşılıklılık ilkesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.

Örneğin, Medeni Kanun’un 639. maddesinde kazanma zamanaşımı süresi 20 yıl olduğu halde, Alman Medeni Kanunu’nun 927. maddesinde bu süre 30 yıldır. İç düzenlemeye ilişkin bu hükmün Türk Hukuku’nda öngörülen zamanaşımı süresini değiştirdiği kabul edilemez. Başka deyimle, Alman Hukuku’nun daha uzun olan zamanaşımı süresinin olayımıza uygulanması istenemez. Aksi düşünüş kabul edilirse, gayrimenkule ilişkin uyuşmazlıklarda yabancı hukukun uygulanması gerekir. Bu durum ise, Türk kamu düzenini katlanılmaz bir biçimde bozar. Buna mukabil yabancı hukukun iç hukuktaki zamanaşımı süresinden daha uzun ve daha kısa bir süre öngörmesi ise, kamu düzenini bozan bir durum sayılmaz. İlke olarak zamanaşımı yolu ile taşınmaz iktisabı Alman Hukuku’nda da kabul edilmiş ve karşılıklılık ilkesine uygun olarak Türk vatandaşları Almanya'da bu haktan yararlandıklarına göre, Batı Alman uyruklular da zamanaşımı yolu ile taşınmaz iktisabı hakkından yararlanırlar. Alman Hukuku’ndaki daha uzun olan zamanaşımı süresinin olaya uygulanması gerekmez. Bu genel açıklamalar karşısında mahkemenin karşılıklılık ilkesi bulunmadığına ve dolayısıyle davacının başka bir dava açamayacağına dair gerekçesine itibar etmek mümkün olamayacaktır.

Uyuşmazlığın dava şartları, taraf teşkili ve Medeni Kanun’un 639/2. maddesi açısından incelenmesi gerekir.

Davacı, Gerhard Joseph Ernest Alman uyruklu kişilerin mirascısı olduğunu ileri sürmüş ve İstanbul Sekizinci Sulh Hukuk Mahkemesi'nden alınan mirascılık belgesi ibraz etmiştir. Davalı Hazine vekili, yargılama sırasında davacının mirascı olamayacağını, çünkü miras bırakan Hans Von Aulock'un başka mirascıları bulunduğunu bildirmiştir.

Tapu Kanunu’nun 35. maddesine ve 2675 sayılı Kanun’a göre davacının, miras bırakan Hans Von Aulock'un mirascısı olduğunu isbatlaması gerekir. Mirascılık belgesi aksi isbat edilinceye kadar geçerli olan belgelerdendir. Gerek dava şartı yönünden, gerekse mirascının tesbiti yönünden Hans Von Aulock'un davacıdan başka mirascısı olup olmadığının saptanması zorunluluğu vardır. Bu itibarla aksini ileri süren Hazine’ye mevcut mirascılık belgesini iptal ettirmek ve gerçek mirascıları tesbit ettirmek üzere dava açması için gerekli mehil ve imkânın verilmesi icap eder. Miras bırakan Hans Von Aulock'un başka mirascıları varsa, Medeni Kanun’un 581. maddesi uyarınca bunların da davaya katılmaları veya miras ortaklığına Türk Kanunlarına göre bir mümessil tâyin ettirilerek onun huzuru ile davaya bakılması gerekir. Mahkemece bu yönün araştırılması, davanın gerçek mirascı tarafından açılıp açılmadığının denetlenmesi ile ilgilidir. Davacı mirascı değil ise, şüphesiz miras bırakanın zilyetliğinin maddi hukuk açısından davacıya intikali mümkün olamayacaktır. Medeni Kanun’un 539. maddesi hükmüne göre, diğer miras hakları gibi zilyetlik de ancak gerçek mirascılara intikâl eder.

Davada, eski deyimle husumetin kime yöneltileceği meselesi de çözümü gereken bir husustur. Gerçekten de Türk Hukukuna göre, hukuki değerini yitirdiği ileri sürülen bir tapu kaydının iptali davasının, kayıtda mâlik olarak gözükene mâlik ölmüşse mirascılarına yöneltilmesi gerekir. Bu yön hem maddi hukuk bakımından, hem de usûl hukuku bakımından yerine getirilmesi gereken bir ödevdir. Mesele bu açıdan incelendiğinde, belediyenin dava ile ilgisi bulunmadığı ortaya çıkar. Belediyenin davada hukuki yararı söz konusu bulunmamaktadır. O itibarla belediye hakkındaki davanın reddine karar verilmesi sonuç bakımından Yasa’ya uygundur. Davacı tarafın bu yöne ilişen temyiz itirazları yerinde bulunmadığından ( REDDİNE ), diğer davalıların durumuna gelince: Dava konusu taşınmazlara ait tapu kayıtlarında, mâlik olarak gözüken Paul Peter Danielsen 2.7.1958 tarihinde ölerek, kızlık adı Ries olan dul Elly Danielsen'i, bu da 30.4.1971 tarihinde ölerek Elfriedewatts, Wilhem Ries, Martin Ries'i ve bunlardan Wilhem Ries'in de 26.4.1974'de ölümü ile karısı Anne Viktoria Ries'i terketmiştir. Paul Peter'in mirascılarını tesbit eden ve Alman mahkemelerinden verilmiş olan mirascılık belgeleri Türk Hukuku’na göre tanınmamıştır. 2675 sayılı Kanun’un 22. maddesine göre Türkiye'de bulunan taşınmaz mallar hakkında Türk Hukuku uygulanır. Ayrıca aynı Kanun’un 23. maddesinde taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer aynî hakların, malların bulunduğu yer hukukuna tâbi olduğu, 30. maddesinde mirasa ilişkin davaların Türkiye'deki son ikâmetgahı mahkemesinde, son ikâmetgahının Türkiye'de olmaması halinde terekeye dahil malların bulunduğu yer mahkemesinde bakılacağı 38. maddesinin ( B ) bendinde "ilâmın Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması" şartı öngörülmüş 42. maddede de 38. maddenin ( A ) ve ( D ) bendlerinin uygulanamayacağı açıklanmıştır. Bu hükümlere göre, davanın gerçek mirascılara yöneltilmesi gerekmektedir. Kayıtda mâlik gözükenin gerçek mirascılarının tesbiti icap eder. Mirascıları belli olan kimsenin mal idaresine yetkili olan kayyımla temsili mümkün değildir. Yabancı mahkeme tarafından Türkiye'de bulunan gayrimenkullere ilişkin mirascılık belgesi tanınmadığı sürece kabul edilemeyeceğine göre bu mirascılık belgeleri ile yetinilmemesi ve mâlik gözükenin tüm nüfus kayıtlarının celbedilerek gerçek mirascılarının saptanması ve davanın bunlara yöneltilmesi için davacı tarafa mehil verilmesi ve bu suretle ilk aşamada dava şartı ve daha sonraki safhada davanın gerçek davalılara yöneltilmesi koşulları yerine getirildikten sonra uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekir. Türk hukukuna göre, dava şartı ve temsil kamu düzeni ile ilgilidir. Bu itibarla mahkemece davanın gerçek hasma yöneltilmiş olup olmadığını aramak zorunluluğu vardır.

Dava, 1567 sayılı Kanun ve bu Kanun’a göre çıkartılan tebliğler ve kararname hükümlerini bertaraf etmek amacı ile açılmış, yahut feragat, kabul, sulh gibi uyuşmazlığa son veren irade işlemlerine bağlanmış ise, kamu düzenini ilgilendiren veraset vergisi kanunu, 1567 sayılı Kanun ve bu Kanun’a göre çıkarılan tebliğler, Vergi Kanunları, Harçlar Kanunları gibi kanunların hükümlerinin gözönünde tutulması, bu hükümlerden kaçınmak maksadına yönelik davranışlara izin verilmemesi gerekir. Dava şartı ve husumet tevcihine ait şartlar çözümlendikten sonra, işin esasının incelenmesi, Medeni Kanun’un 639/2. maddesinde öngörülen diğer kazanma koşullarının oluşup oluşmadığının araştırılması, Türkiye'de ikâmet ve seyahat etmek hakkına sahip olduğu dosya içindeki belgelerden anlaşılan davacının ara sıra Türkiye dışına çıkışının süregelen zilyetliği ne yönde etkilediğinin açıklanması gerekir. Mahkemece açıklanan yönler üzerinde durulmamış eksik inceleme ve aksine düşüncelerle yazılı şekilde hüküm verilmiştir.

SONUÇ : Temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün ( BOZULMASINA ) Yargıtay duruşmasında vekil ile temsil olunan davacı için Avukatlık Ücret Tarifelerine göre takdir olunan 3000 lira avukatlık ücretinin davalı Maliye Hazine’sinden alınarak davacıya verilmesine ve 1500 lira peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI ( I )

Taşınmaza ilişkin konularda taşınmazın bulunduğu yer hukukunun uygulanacağı kuşkusuzdur. Sayın çoğunluk görüşünde açıklandığı gibi, ülkemizde bulunan bir taşınmazın herhangi bir hukuki nedenle kazanılmasında, yabancı uyruklu kişiler bakımından kesin bir imkânsızlık yoktur. Ne var ki, ülkemiz kanunlarının sınırlamayı gerektiren hükümlerinin yanıbaşında, esaslı bir unsur olan "karşılıklılık" ilkesinin yorumu ve uygulanması açısından sayın çoğunlukla aynı görüşü paylaşamadığımı belirtmek zorundayım. Medeni Kanun’un 639/2. maddesi uyarınca kazandırıcı zamanaşımı ve zilyedlikle taşınmaz edinilmesinde Federal Alman ve Türk Hukuku arasında gerçek anlamda karşılıklılık bulunduğu söylenemez. Federal Almanya'da Türkler için zilyedlikle kazanma müessesesinin var olduğu, ancak koşullarının Türk Hukuku’ndan farklı bulunduğu saptanmıştır. Özellikle Alman Hukuku’nda kazandırıcı zamanaşımı süresinin 30 yıl olması ve tescil isteyenin adının tapuda kayıtlı bulunması koşulları, hukukumuzla paralellik taşımadığı ve bu açıdan "karşılıklılık" esasının var olmadığı sonucuna götürür. Kuşkusuz, yabancı hukuktaki bu koşulların, kendi hukukumuzun uygulanmasında öncelik taşıyacağı ve üstü kapalı biçimde hukukumuzu değiştireceği savunulamaz. Bu konuda Türk Taşınmaz Hukuku esaslarının uygulanacağı doğaldır; ancak karşılıklı olmak koşulu ile!.. Yukarıda açıklanan farklı imkânlar, "karşılıklılık" ilkesini zedeler. Bu imkânın varlığından sözedilebilmesi için nasıl Alman uyruklu kişiler -diğer koşullar varsa- yirmi yıllık bir zilyedlikle tapuda isimleri olmasa dahi taşınmazın tescilini isteyebileceklerse, Türk vatandaşları da Almanya'da aynı süre ve koşullarda tescil istiyebilmelidirler. oysa yirmi yıl zilyedliği olan ve tapuda adı kayıtlı bulunmayan kimseler bu haktan yararlandırılmamaktadır. Demek oluyor ki, bu farklılık Türk vatandaşı zararına sonuç doğurmaktadır. Bu durumda "karşılıklılık" vardır denemez.

Öte yandan, yerel mahkemenin de kabul ettiği gibi zilyedlik kesintisiz olmayıp, aralıklıdır. Zaman zaman yurt dışında bulunmak suretiyle Türkiye'de ikamete ara verilmiş olması zilyedliği kesintiye uğratmış bulunmaktadır.

Her iki nedenle, diğer dava şartları ve husumet ehliyeti yönlerinden inceleme ve araştırma yapılması yolunda sayın çoğunluk görüşüne katılmadığımdan, yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiği görüşündeyim.

Cahit NALBANTOĞLU

Üye

KARŞI OY YAZISI ( II )

Karşılıklılık ilkesine göre Alman uyruklu davacının M.K.’nun 639/2. maddesi uyarınca zilyedlikle taşınmaz kazanması mümkün değildir. Sayın Üye Cahit Nalbantoğlu'nun sadece bu hususa ait düşüncesine aynen katılıyorum. Mahkeme kararının bu nedenle onanması görüşündeyim.

Fahri ILDIZ

Üye
Old 19-01-2007, 16:00   #4
Av.Suat Ergin

 
Varsayılan

Sayın saadet,

Hala Almanya ile mütekabiliyet arayan hakimlerimizin olması ilginç...Kazancı Bilişim'de yaptığım araştırmada 'teminat' ile ilgili bir karar bulamadım. Yukarıda sunduğum iki karara göre ilgili ülke ile aramızda mütekabiliyetin olduğu belirlenmiştir. Hakim buna rağmen 'teminat'ile ilgili bir mevzuat talep ederse, Adalet Bakanlığı'na sormasını talep edin.

Saygılarımla
Old 19-01-2007, 17:22   #5
attorneytalay

 
Varsayılan

Saadet Hanim ,

Yabincilarin Turkiye'de dava açarken teminattan muaf tutan sözleşme 1965 tarihli Lahey sözleşmesidir ( Hukuk Usulüne Dair La Haye) Almanya'da bu sözleşmeye bizim gibi taraf dolayısıyla Alman vatandaşı olan müvekkilinizle ilgili dava açarken teminat ödemenize gerek yok.

Sözleşmeyi internetten bulabilirisniz. Ayrıca hakimin bu sözlşemeyi istemesi ilginç çünkü kendilerinin bunu zaten bilmesi ve dikkate alması gerekir.

saygilarimla

Talay
Old 22-01-2007, 11:16   #6
saadet

 
Varsayılan İlginize teşekkürler

Alıntı:
Yazan Av.Suat Ergin
Sayın saadet,

Hala Almanya ile mütekabiliyet arayan hakimlerimizin olması ilginç...Kazancı Bilişim'de yaptığım araştırmada 'teminat' ile ilgili bir karar bulamadım. Yukarıda sunduğum iki karara göre ilgili ülke ile aramızda mütekabiliyetin olduğu belirlenmiştir. Hakim buna rağmen 'teminat'ile ilgili bir mevzuat talep ederse, Adalet Bakanlığı'na sormasını talep edin.

Saygılarımla

Sayı meslektaşım ilginize teşekkürler , ne yazıkki hakimlerimiz bu konuyu hala bilmiyorlar ve avukattan yardım istiyorlar. üstelik bunu talep eden hakim Alanya ' da . yani almanların çoğunlukta olduğu bir yer. bu konu hukukumuzda o kadar yerleşmiş ki tek bir karar dahi bulamadım. yine de değerli zamanınızı bu konuya harcadığınız için teşekkürler.
Old 22-01-2007, 11:20   #7
saadet

 
Varsayılan teşekkürler

Alıntı:
Yazan attorneytalay
Saadet Hanim ,

Yabincilarin Turkiye'de dava açarken teminattan muaf tutan sözleşme 1965 tarihli Lahey sözleşmesidir ( Hukuk Usulüne Dair La Haye) Almanya'da bu sözleşmeye bizim gibi taraf dolayısıyla Alman vatandaşı olan müvekkilinizle ilgili dava açarken teminat ödemenize gerek yok.

Sözleşmeyi internetten bulabilirisniz. Ayrıca hakimin bu sözlşemeyi istemesi ilginç çünkü kendilerinin bunu zaten bilmesi ve dikkate alması gerekir.

saygilarimla

Talay

sayın meslektaşım ilginize teşekkür ederim. 1965 tarihli Lahey sözlşlemesi tebligat hukuk ile ilgili bir sözleşme sanırım. Benim ihtiyacım olan 1930 tarihli ve Almanya ile yapılmış olan adli yardımlaşma sözleşmesi, alman vatadndaşlarının Türkideki davalarında teminat yatırma muafiyeti ile ilgili. yine de zaman ayırdığınız için teşekkürler.
Old 22-01-2007, 20:12   #8
Yücel Kocabaş

 
Varsayılan

Türkiye ile Almanya arasında " teminatttan muafiyet " konusunda iki anlaşma bulunmaktadir.

Bunlardan birisi Türkiye ile Almanya'nın katıldığı 1954 tarihli " Hukuk Usulüne Dair Lahey Sözleşmesidir. Sözleşmenin 17.maddesinin ilk iki fıkrasında akit devlet vatandaşlarından teminat istenmeyeceği hükme bağlanmıştır.

İkincisi ise 1929 tarihli " Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Devleti Arasında Hukuki ve Ticari Mevaddı Adliyeye Müteallik Münasebatı Mütekabiliye Dair Mukavelename " isimli sözleşmedir. ( Bu sözleşme 15.5.1930 T. 1622 sayılı kanunla onanmıştır. Resmi Gazete 4.6.1930 sayı 1511 , 3.tertip Düstur cilt 11 s.470 vd)
Sözleşmenin 2. maddesinde akit devlet vatandaşının kefaLet, teminat ile sorumlu tutulmayacağı belirtilmektedir.

Sözleşmelerin ilgili maddeleri (B.KURU , Hukuk Muhakemeleri Usulü 1991, c:3 sh:2976,2979 ) da yer almaktadır. Bu kitaptan yararlanılabilir. Sözleşme metinlerinin dosyaya konulması gereği duyulursa mahkemenin Adalet Bakanlığı vasıtasıyla Dışişleri Bakanlığından getirtmesi veya Ad.Bak. Uluslararası Hukuk ve Dış.İlş.Genel Md.lüğünden keyfiyeti sorması gerekir diye düşünüyorum.

Saygılarımla.

Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
Yabancıların Yatırması Gereken Teminat Miktarı onuralp Meslektaşların Soruları 1 12-02-2007 15:20
yabancıların mülk edinmesi arzaplı Hukuk Soruları Arşivi 6 28-05-2006 23:22
Yaşananlar Ve Türkiyede Hukukun İşleyişi II, Hak Huk Hukuk, Gak Guk Guguk Gemici Hukuk Sohbetleri 4 02-11-2004 15:22
Yabanci Uyruklularin Türkiyede Mal Almasi Müberra Avci Hukuk Soruları Arşivi 1 01-03-2002 23:59
Türkiyede tıp hukukunun yeri nedir? bülent Hukuk Soruları Arşivi 2 11-02-2002 02:12


THS Sunucusu bu sayfayı 0,06035709 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.