Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Meslektaşların Soruları Hukukçu meslektaşların hukuki nitelikte sorularını birbirlerine yöneltecekleri mesleki yardımlaşma forumu. SADECE hukuk fakültesi mezunları ile hukuk profesyonellerinin (bilirkişi, icra müdürü vb.) yazışmasına açıktır. [Yeni Soru Sorun]

Aİhm BaŞvuru?

Yanıt
Old 07-09-2007, 15:43   #1
hukukcu34

 
Varsayılan Aİhm BaŞvuru?

Yargıtayca 10 ay önce onanarak kesinleşen bir ceza davasında AİHM başvuru için 6 aylık süre yani kabuledilebilirlik şartı geçirilmiş.Sorum: bu noktadan sonra AİHM ne hiçbir şekilde başvurma imkanı yokmudur.Sürenin kaçırılmış olmasının telafisi yokmudur.Ayrıca yargıtayın onama kararı sanık müdafiine tebliğ edilmemiş ise başvuru süresinin başlamadığından bahsedebilirmiyiz.Cevap yazacak tüm dostlara şimdiden teşekkür ederim.
Old 07-09-2007, 22:20   #2
OLCAYK

 
Varsayılan

Onama kararı tebliğ edilmemişse nasıl kesinleşecek? Yanlış mı biliyorum? Bu arada iç hukuk yollarının tüketilmesi şartının istisnaları mevcuttur, bu konuda bir çok karar vardır. Gelecek hafta sanırım bunları yollayabilirim, ya da kaynak gösterebilirim. Saygılar.
Old 07-09-2007, 22:35   #3
üye14540

 
Varsayılan

6 Aylık süre kararın yeterince açık bir tarzda öğrenilmesiyle başlar. Öğrenme ,çeşitli yollarla olabilecektir. Gerekçeli kararın resmi yolların dışında da elde edilmiş olması halinde süre yine başlamış olacaktır. Örneğin ;karar iç hukukun yazılı bildirim esaslarına göre henüz yapılmamış fakat ilgili ,kararı mahkeme kaleminden elde etmiş olması durumunda da süre işlemeye başlayacaktır. Önemli olan son kararın içeriği hakkında etkili ve yeterli bilgi sahibi olunduğunun belirlenmesidir. Karar duruşmasında açıklanmamış ve yazılı olarak bildirilmişse sürenin kararın yazılı bildirimi müteakip başlayacağı açıktır. Kararın içeriğinin öğrenilememesi durumunda , verildiği tarih ile yazılı bildirim sonucu öğrenildiği tarih arasında ne kadar süre geçmiş olursa olsun önem taşımaz .Çünkü ,bu alternatifte süre yalnızca yazılı bildirim tarihinden itibaren başlayacaktır. Bununla birlikte ,içeriğinin öğrenilmesinin yeterli olmadığı durumlarda kişi, kararı herhangi bir yolla öğrenmiş olsa da sürenin hesaplanmasında yazılı bildirim tarihi esas alınacağına göre ,kararın yazılı bildirimin yapılması için herhangi bir çaba içerisinde olunmayıp da uzunca bir süre geçtikten sonra elde edilen yazılı bildirime dayalı olarak yapılan başvuruda altı aylık süre geçirilmişse başvuru süre aşımı nedeniyle ret riski içermektedir.
Meseleye Türkiye uygulaması açısından baktığımızda sorun ,Yargıtay kararlarının tefhimi ve yazılı bildirimi ile ilgili sorunlardır. Uygulamada,Yargıtay Daireleri duruşmalı işlerde ,duruşmadan sonra kararın tefhim gününü bildirmekte ve tefhim gününde taraflar hazır ise gerekçesiz bir biçimde kararın onandığı veya bozulduğu şeklinde kararı tefhim etmektedirler. Yargıtay kararları da genellikle gerekçesiz olduğundan ,bu durumda bir zorlukla karşılaşmamak için , tefhimde hazır bulunulmuş ise,bu tarihten itibaren altı aylık süre içinde başvuruyu yapmakta yarar bulunmaktadır.
Yargıtay’daki inceleme duruşmasız yapılmış veya tefhimde hazır bulunulmamış ise ,sürenin başlangıcı kararın öğrenildiği andır. Yine uygulamada ,Yargıtay Ceza Daireleri’nin onama kararları ,yerel mahkemeler tarafından yazılı biçimde re’sen tebliğ edilmemektedir. Bu durumda da , kararın öğrenildiği anın tespiti güçleşmektedir. Yapılması gereken bir dilekçeyle kararın tebliğini sağlamak olmalıdır. Ancak, bu durumda altı aylık sürenin başlangıcının tespiti açısından ,Mahkeme’nin hassas olduğu da unutulmamalıdır. Dava dosyasının Yargıtay’dan yerel mahkemeye döndüğü tarih ile kararın öğrenildiğinin bildirildiği tarih arasında uzun bir süre varsa ,bu süre kararın öğrenilmesi için çaba sarf etme açısından makul değilse ve başvuru da nihai karardan altı aydan daha uzun bir sürede yapılmış ise ,kararın geç öğrenildiği noktasında Mahkeme’yi ikna etmek güçtür . Sizin anlattığınız olayda kararı öğrendiğiniz anlaşılıyor, ama tebliğ edilmemişse onama kararı o takdirde sizin öğrendiğiniz tarih esas alınacaktır.
Old 08-09-2007, 12:06   #4
Defi-Def

 
Varsayılan

Her ne kadar Dr.Şenoğlu'nun açıklamalarına kısmen katılsam da ben de 6 aylık sürenin tebliğ ile başlayacağını düşünüyorum. Siz bu süreyi esas aldığınızda hükümetin cevabının da büyük oranda Dr.Şenoğlu'nun açıklamalarına uygun düşeceği fikrindeyim. Ancak sizin süre konusundaki haklılığınızın daha baskın olacağını, özellikle uygulamadan ziyade usulün dikkate alınacağını, hatta bazı durumlarda Olcayk 'nın da belirttiği gibi acil, telafisi imkansız veya benzer özllik arzeden durumlarda sürenin veya iç hukuk yollarının tüketilmesinin elverişsiz olduğu da kabul edilmektedir.
Bunların dışında pratiğe ilişkin olarak şunu da eklemek isterim ki son dönemlerde Mahkeme eskiye oranla farklı ve şaşırtıcı kararlar verebilmekte. En son yaptığım başvurulardan birinde Mahkeme başvuruyu kabul edilemez buldu.İç hukukta çözümlenebilecek bir sorun olarak gördü.Kararın beni şaşırtan yönü ise mahkeme eski tarihlerde benzer bir kaç başvuruyu kabul edilebilir bulup ihlalin (ihlallerin)varlığına karar vermiş. Bu kunuya da özellikle dikkat etmenizi öneririm.
Saygılarımla...
Old 09-09-2007, 17:43   #5
aqua

 
Varsayılan

Sayın Şenoğlu'nun görüşlerine katılmakla beraber şunu eklemek istiyorum.Müvekkil tutuklu ise müddetnamenin müvekkile bildiriliş tarihi de mahkemece esas alınıyor.Mahkemenin onama kararını herhalükarda tebliğ alıp başvurunuzu yapın uygulamada en azından bende olumlu örnekleri var.
Old 09-09-2007, 19:25   #6
Av. Muzaffer ERDOĞAN

 
Varsayılan Aİhm BaŞvuru?

Benim yaptığım bir başvuruda onama tarihi esas alındı ve süre yönünden red kararı verildi

Saygılar
Old 19-07-2008, 22:39   #7
Referendaire

 
Varsayılan

Sayin meslektaslarim,
Forum cok once acilmis ve soru sorulali cok olmus. Ancak daha sonra bu sorulari kendi kendine sorabilecek arkadaslar da yardimci olmasi bakimindan asagidaki AIHM kararlarina bakilmasini tavsiye ederim. Bilindigi gibi AIHM bir ictihat mahkemesidir. Kararlarini daha once ayni konularla ilgili verdigi kararlara dayandirmaktadir. Bu anlamada, asagidaki kararlarin ortaya koydugu pratigin degistigini su ana kadar ben gormedim. Verdigim referanslar fransizca olacagindan, kisaca kurali hatirlatmak isterim. Internette yapilacak bir arastirmada bunlarin turkcesini de bulabilmenizin mumkun oldugunu dusunuyorum. Ilgili kurala gelirsek, sadece ve sadece ceza hukuku bakimindan ve ceza yargilamasi ile sinirli olarak (tutuklama, gozalti vs haric)alti ay kurali su sekilde islemektedir. 1. Karar duzeltme yolu AIHS m. 35 anlaminda etkili bir yol degildir (BERK contre la Turquie, 35084/97, 16 avril 1998). Dolayisiyla onama kararindan itibaren basvurmak gerekir.
2. Surenin baslangic tarihi onama kararinin ilk derece mahkemesine dondugu tarihtir. Bu da karar uzerindeki havale tarihi ile belli olur. Eger herhangi bir sebeple bu tarih belli degilse sizden resmi bir derkenar istenebilir (ilgili karar: Okul c. Turquie (déc.), 45358/99, 4 septembre 2003, Yıldız TACAR contre la Turquie,40524/98, 1er février 2005).
3. Basvuru tarihi olarak kural dilekcenizin tarihi (veya sure tutum icin iddialarinizin ozunu belirttiginiz bir faks gondermisseniz o faksin tarihi) esas olarak alinacaktir. Dilekcenizi imzaladiginiz tarihten sonra en gec ertesi gun gondermelisiniz. Aksi takdirde posta tarihi esas alinacaktir.
Hukuk davalarinda ve idari davalarda ise durum tamamen farklidir. Soru olmasi durumunda bu konuda da bilgi verebilirim.
Saygilar.
Old 23-11-2010, 21:26   #8
ebrus

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım hukuk ve idari davalar için de bir açıklama yazmanızı rica etsem çok şey istemiş olur muyum? Saygılarımla...
Old 24-11-2010, 09:33   #9
üye29588

 
Varsayılan

Değerli meslektaşım, başvurunun, altı aylık süreye bağlanmasının en önemli nedeni, hukuk güvenliğinin sağlanmak istenmesidir. Başvuru, iç hukuk yollarını tüketen son kararın alındığı tarihten itibaren altı ay içinde yapılmalıdır. Bu süre, kamu düzeni ile ilgili olduğundan hak düşürücü bir süredir ve bunun sonucu olarak mahkeme, süre koşuluna uyulup uyulmadığını kendiliğinden inceler, süresi içinde yapılmayanları reddeder ve bu ret kararı kesindir.Sürenin başlaması için önemli olan husus kural olarak kararın yazılı olarak tebliği değil, kararın herhangi bir şekilde öğrenilmesidir; ancak bazı durumlarda kararın yalnızca hüküm fıkrasının öğrenilmesi, başvuru için yeterli görülmemiş ve sürenin başlaması için yazılı bildirimin olması istenmiştir. Bunun nedeni olarak gösterilen de, yalnızca hüküm fıkrasının bildirilmesinin, işi mahkemeye götürmenin gerekliliğini değerlendirmek açısından ve yapılacak başvurunun dayanağını belirtme yönünden yeterli olmayacağı düşüncesidir.Ayrıca, kararın duruşmada açıklanmaması ve sonradan yazılı olarak bildirilmesi durumunda da, sürenin başlangıcı için yazılı bildirim aranmaktadır.Ayrıca sürekli ihlalde (tek fiilin devam etmesi) de, eğer iç hukuk yolu yoksa, başvuru süresi, hakkın çiğnenmesinin sona ermesinden itibaren başlar. Bu ihlal bir yasadan doğuyorsa ve iç hukuk yolu da yoksa, bu durumda altı ay kuralı uygulanmaz. Sürekli ihlalde yine de başvuru, makul bir sürede yapılmalıdır. Hakkı sürekli çiğnenen kişinin, şikayet başvurusunda bulunma olanağı varken bunu kullanmaması, başvurunun süre aşımından reddine neden olabilir.Birden çok çiğnemenin olduğu hallerde ise, gerek iç hukuk yolunun tüketilmesi, gerekse altı aylık başvuru süresinin hesabı için her ihlal ayrı ayrı değerlendirilir .Son mahkeme kararının tebliğ edilmesi iç hukuk bakımından gerekiyorsa ilgili kararın tamamının ya da belirli bir kısmının daha önce tefhim edilmiş olmasına bakılmaksızın altı aylık süre kararın tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlar.
Eğer içhukuk yollarının etkisiz olduğu anlaşılırsa bunun anlaşıldığı ya da anlaşılması gereken andan itibaren başlar.Ör:Başvuranın kocası öldürülmüş ve başvuran,savcılığa pek çok defa soruşturma hakkında bilgi almak için başvursa da henüz kimsenin kovuşturulmadığı cevabını almışlardır.Bu durumda iç hukuk yolunun etkisiz olduğu ortadadır.Bu andan itibaren süre başlar.Şikayet devam etmekte olan bir durumdan kaynaklanıyorsa altı aylık süre işlemeye başlamaz
Old 24-11-2010, 14:43   #10
Referendaire

 
Varsayılan

ALTI AY KURALI (*)
Madde 35 § 1 – Kabul Edilebilirlik Koşulları
"Mahkeme’ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir".
Kuralın Amacı
1. Altı ay kuralının varlık nedeni, hukuksal güvenliği sağlamak, Sözleşme’yi ilgilendiren sorunlara ilişkin davaların makul bir sürede incelenmesini güvence altına almak ve yetkililerin ve bireylerin uzun bir süre belirsizlik içinde kalmalarını önlemektir (özellikle bkz. P.M./Birleşik Krallık davası (dec.), no. 6638/03, 24 Ağustos 2004).
2. Bu kural aynı zamanda muhtemel başvuru sahibine, başvuruda bulunup bulunmamayı değerlendirmek ve başvuru yapması durumunda öne süreceği şikâyetleri ve somut delillerle gerekçelerini belirlemek için yeterli bir zaman dilimi sunmakta olup (O’Loughlin ve Diğerleri/Birleşik Krallık (dec.), no. 23274/04, 25 Ağustos 2005), zaman içinde ileri sürülen iddiaların adil bir şekilde incelenmesinde sorunlar çıkacağı için, ilgili davada olay ve verilerin ortaya konmasını kolaylaştırır (Nee/Ireland (dec.), no. 52787/99, 30 Ocak 2003).
3. Bu kural, Sözleşme organlarınca gerçekleştirilen denetimin zaman açısından sınırlarını çizmekte ve gerek bireylere gerekse devlet yetkililerine söz konusu denetimin hangi süreden sonra artık mümkün olamayacağını belirtmektedir (Tahsin İpek/Türkiye (dec.), no. 39706/98, 7 Kasım 2000).
4. Mahkemenin, altı ay kuralını uygulamamak gibi bir seçeneği yoktur (örneğin, ilgili hükümetin bu kurala dayanarak herhangi bir ön itirazda bulunmaması halinde olduğu gibi, (Belaousof ve Diğerleri/Yunanistan, no. 66296/01, 27 Mayıs 2004, § 38).
Altı Aylık Sürenin İşlemeye Başladığı Tarih
Nihai Karar
5. Altı aylık süre, iç hukuk yollarının tüketilme sürecinde alınan nihaî karardan itibaren işlemeye başlar (Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık (dec.), no. 46477/99, 7 Haziran 2001).
6. Bu çerçevede, sadece normal ve etkili iç hukuk yolları dikkate alınır; çünkü başvuru sahibi söz konusu şikâyetine ilişkin etkin bir çözüm sunacak yetkisi veya ehliyeti olmayan, süreci uzatacak nitelikte veya yararsız kurum ya da organlara başvurarak Sözleşme’nin öngördüğü kesin süreyi uzatamaz (Fernie/Birleşik Krallık (dec.), no. 14881/04, 5 Ocak 2006).
7. Kural olarak, Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. paragrafı, olağanüstü başvuru yollarının tüketilmesini gerektirmeyip, bu tür yollara başvurulması nedeniyle de altı aylık sürenin uzatılmasına izin vermez. Ancak, bu tür bir olağanüstü iç hukuk yolundan başka mevcut bir yargısal yol yoksa ‘altı aylık’ süre bu başvuruyla ilgili kararın verildiği tarihten itibaren hesaplanabilir (Ahtinen/Finlandiya davası (dec.), no. 48907/99, 31 Mayıs 2005).
8. Bir hukuk mahkemesinin verdiği kararın icrası için geçen süre, yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetler açısından hesaplanacak sürenin dışında tutulur (Malama/Yunanistan, no. 43622/98, 1 Mart 2001, § 34).
Kararın Tebliği
9. Başvuru Sahibine Tebliğ: başvuru sahibi, nihai kararın yazılı bir örneğinin kendisine ex officio (kendiliğinden) tebliğ edilmesi hakkına sahipse, altı aylık sürenin söz konusu yazılı tebliğ tarihinden başlatılması, Sözleşme’nin 35. maddesinin 1. paragrafının konu ve amacına daha uygundur (Worm/Avusturya, 29 Ağustos 1997, § 33).
10. Avukata Tebliğ: altı aylık süre, başvuru sahibi daha sonra haberdar olsa bile, başvurucunun avukatının iç hukuk yollarının tüketilmesini sağlayan karardan haberdar olduğu tarihten itibaren işlemeye başlar (Hatip Çelik/Türkiye (dec.), no. 52991/99, 23 Eylül 2004).
Kararın Tebliğ Edilmemesi Hali
11. Eğer iç hukukta tebligat öngörülmemişse, [altı aylık sürenin başlangıcı açısından], tarafların ilgili kararın içeriğini gerçekten öğrenebilecekleri tarih olan, yüksek mahkeme kararının ilk derece mahkemesi kalemine döndüğü tarih dikkate alınır (Papachelas/Yunanistan [BD], no. 31423/96, § 30).
12. Yargılama süresine ilişkin başvurularda dikkate alınacak sürenin son bulduğu tarih, nihaî kararın mahkeme kalemine konulduğu tarihtir (Lorenzi, Bernardini ve Gritti/İtalya, 27 Şubat 1992, § 13).
13. Başvurucu ya da avukatı, mahkeme kalemine bırakılan kararın bir örneğini elde etme konusunda üzerlerine düşen dikkat ve özeni göstermek zorundadırlar (Mıtlık Ölmez ve Yıldız Ölmez/Türkiye (dec.), no. 39464/98, 1 Şubat 2005).
14. Süresi geçirilerek yapılan bir başvurunun kabul edilebilmesi için, Mahkeme, altı aylık sürenin akışını kesintiye uğratacak veya askıya alınmasına yol açacak ve gecikmeyi haklı gösterecek nitelikteki özel koşulların varlığı konusunda ikna edilmelidir(ibidem).
15. Başvuru sahibinin nihai karardan hangi tarihte haberdar olduğunu ortaya koymak, başvurunun altı aylık süre içinde yapılmadığını iddia eden Hükümete aittir (Ali Şahmo/Türkiye (dec.), no. 37415/97, 1 Nisan 2003).
16. Mahkeme, aleyhine başvuruda bulunulan devletin belirttiği tarihten sonraki bir tarihi, altı aylık süre açısından başlangıç tarihi olarak belirleme yetkisine sahiptir (Tahsin İpek/Türkiye (dec.), no. 39706/98, 7 Kasım 2000).
İç Hukuk Yolunun Mevcut Olmaması Hali
17. Eğer herhangi bir iç hukuk yolu mevcut değilse, altı aylık süre, kural olarak şikâyet konusu eylemin vuku bulduğu veya başvuru sahibinin bu eylemden doğrudan etkilendiği, haberdar olduğu, ya da haberdar olabileceği tarihten itibaren işlemeye başlar (Gongadze/Ukrayna, no. 45678/98, 8 Kasım 2005, § 155).
18. Bununla birlikte, başvuru sahibinin, mevcut olduğu görünen ve kullandığı bir başvuru yolunun bilahare ortaya çıkan şartlar nedeniyle etkisiz kılındığının farkına varması gibi istisnaî durumlarda, özel mülahazalar göz önünde bulundurulabilir. Böyle bir durumda, altı aylık sürenin başlangıç noktası olarak, başvuru sahibinin söz konusu durumun ilk kez farkına vardığı veya farkına varması gerektiği tarihin dikkate alınması uygun olacaktır (Bayram ve Yıldırım/Türkiye (dec.), no. 38587/97, 29 Ocak 2002).
Devam Ede Gelen Durum (ihlal)
19. Gerçekleştiği iddia edilen ihlal, herhangi bir iç hukuk yolu mevcut olmayan devam ede gelen bir durumdan kaynaklanıyorsa, altı aylık süre, bu devam ede gelen durumun sona ermesinden itibaren işlemeye başlar (Ülke/Türkiye (dec.), no. 39437/98, 1 Haziran 2004).
Başvurunun Yapıldığı Tarih

İlk Mektup
20. Bir başvurunun yapıldığı tarih, başvuruda bulunma niyetini gösteren ve başvurunun mahiyetiyle ilgili bir takım bilgiler içeren ilk mektubun tarihidir (Chalkley/Birleşik Krallık (dec), no. 63831/00, 26 Eylül 2002).
Başvurunun Niteliği
21. Bir şikâyet, kendisinden yakınılan olaylarla birlikte anlaşılıp, sırf ileri sürülen hukukî gerekçe ve araçlardan oluşmaz (Guerra ve Diğerleri/İtalya, 19 Şubat 1998, § 44).
Yazılma Tarihi ile Postaya Verilme Tarihi Arasındaki Fark
22. Mektubun yazıldığı tarihle postaya verildiği tarih arasında (en azından birkaç günlük) bir zaman aralığı olması ve bununla ilgili bir açıklamanın olmaması halinde, mektubun postaya verildiği tarih başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilecektir (Arslan/Türkiye (dec.), no. 36747/02, 21 Kasım 2002, AİHM 2002-X).
İlk Yazışma ile Başvurunun Yapılması Arasındaki Süre
23. Başvuru sahibinin, yapma niyetinde olduğu başvuruya ilişkin ilk mektubu ile yapacağını belirttiği başvuruya ilişkin ek bilgiler sunduğu veya başvuru formunu mahkemeye [geri] gönderdiği tarih arasında önemli bir zaman aralığı bulunması halinde, Mahkeme, Sözleşme’nin 35. maddesinin emrettiği altı aylık sürenin hesaplanması açısından, başvurunun başlangıç tarihinin hangi tarih olması gerektiğine karar vermek üzere, davanın kendine özgü koşullarını inceleyebilir (P.M./Birleşik Krallık (dec), no. 6638/03, 24 Ağustos 2004).
24. Mahkemeye gönderilen herhangi bir ilk yazışma ile Sözleşme tarafından oluşturulan prosedürün başlatılması ve herhangi bir açıklama getirmeksizin ve belirsiz bir süre boyunca herhangi bir girişimde bulunmaksızın hareketsiz kalınması, altı ay kuralının amaç ve ruhuna uygun değildir. Bu nedenle, başvurular, başvuru sürecini mahkeme ile ilk teması kurduktan sonra makul bir süratle sürdürmelidir (ibidem).
Bilahare İleri Sürülen Şikâyetler
25. İlk başvuruya dâhil edilmeyen şikâyetler açısından bakıldığında, bir şikâyetin Sözleşme organlarından birine ilk kez sunulmasına kadar altı aylık süre kesintiye uğramaz (Allan/Birleşik Krallık (dec.), no. 48539/99, 28 Ağustos 2001).
26. Altı aylık sürenin dışında ileri sürülen şikâyetler, ancak söz konusu zaman diliminin içinde ileri sürülen şikâyetlerin özel veçhelerini oluşturmaları durumunda incelenebilir (Paroisse gréco-catholiques Sâmbata Bihor/Romanya (dec.), no. 48107/99, 25 Mayıs 2004).
27. Sözleşme’nin 6. maddesiyle ilgili olarak, bir başvurucun başvuru formunda [tüm] şikâyetlerini somut olarak açıklamadan ve bu madde bağlamında ileri süreceği ihlalin niteliği ve olaylara ilişkin verilere herhangi bir şekilde yer vermeden sırf 6. maddeyi belirtmesi, daha sonraki aşamalarda ileri süreceği ve bu maddeyi ilgilendiren diğer tüm şikâyetler açısından tek başına yeterli değildir (Allan/Birleşik Krallık (dec.), no. 48539/99, 28 Ağustos 2001).
28. İç hukukta yürütülen davaya ilişkin belgelerin sunulması, söz konusu davaya ilişkin diğer tüm müteakip şikâyetlerin yapılmış sayılması için yeterli değildir. Bir şikâyetin sunulması ve böylelikle altı aylık sürenin kesintiye uğratılması için, Sözleşme hükümlerine göre gerçekleştiği iddia edilen ihlalin en azından mahiyetine ilişkin özet bilgilerin sunulmuş olması gerekir (Bozinovski/Eski Yugoslavya Makedon Cumhuriyeti (dec.), no. 68368/01, 1 Şubat 2005).

Salt Türk Hukuku Bakımından idari davalarda ve hukuk davalarında: süre Yargıtay veya Danıştay onama kararının tebliğ tarihinden başlar. Eğer Karar Düzeltme yoluna başvurulmuşsa süre bu kararın tebliği tarihinden itibaren işlemeye başlar. Süre ertesi gün başlayıp altı ay sonra bir gün öncesinde dolar. Örnek: 24 Kasımda tebliğ edilen bir kararda süre 25 kasımda başlar ve 24 Mayısta dolar.

Altı ayın hesaplanmasına hafta sonu tatilleri ve diğer resmi tatiller de dahildir. Sürenin son günü cumartesi veya pazara denk gelirse başvuru süresi pazartesine veya bir sonraki iş gününe uzamaz.

Saygılarımla.

Av. Şefik KARAKIŞ

www.sefikkarakis.av.tr

(*) Kaynak: AİHM.
Uyarı : Bu yazı bilgilendirme amaçlıdır ve 2006 yılında oluşturulmuştur. Güncelliğinden ve uygulanmasından sorumluluk kabul edilmez.
Old 24-11-2010, 14:51   #11
Referendaire

 
Varsayılan

Sayın meslektaşlarım,

Ceza davaları ile ilgili bir hatırlatma da yapmak isterim. Yukarıdaki mesajlarda Türk Hukuku bakımından altı aylık sürenin başlangıcının Yargıtay onama kararının (karar düzeltme değil !) ilk derece mahkemesi kalemine döndüğü tarih olduğunu yazmıştık. Ancak eğer temyiz incelemesi duruşmalı olarak yapılmışsa ve karar duruşmada tefhim edilmişse süre tefhim tarihinden itibaren bir önceki mesajda yer alan kurallar dahilinde işlemeye başlar. Ancak tebliğ öngörüldüğü ve uygulandığı durumlar ayrıdır.

Saygılarımla.

Av. Şefik KARAKIŞ

www.sefikkarakis.av.tr
Old 25-11-2010, 01:34   #12
ebrus

 
Varsayılan

Bir şey daha sormak isterim. Benim İdari mahkemede açmış olduğum bir davada mahkeme İYUK. da belirtilen 1 yıl ve herhalde 5 yıl içinde başvurulmadığını belirterek süre aşımı sebebiyle davanın reddine karar verdi. Kararı temyiz ettim ancak maalesef onanmış sanırım ama halen tebliğ almadık. AİHM'nin idari mahkemelerde süre aşımından yada zamanaşımından reddedilen davalardaki kararları ne yöndedir? ve bizim olayımıza dönersek AİHM 'ne başvuru sürem Danıştay kararının tarafıma tebliğinden mi başlar? Cevaplarsanız çok sevinirim saygılarımla.
Old 25-11-2010, 12:20   #13
Referendaire

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım,

Salt yazdıklarınızdan yola çıkarsak başvurunuzun iç hukuk yollarını tüketmemeniz sebebiyle reddedilme ihtimali olduğunu üzülerek söylemek isterim. AİHM içtihatlarına göre iç hukuk yollarını tüketme sadece şekli bakımdan incelenmemekte, aynı zamanda iç hukukta öngörülen bir takım sürelere de uyulması aranmaktadır. Örneğin temyiz süresinin kaçırılması iç hukuk yollarını tüketmemektir. Aynı şekilde hak düşürücü diğer sürelerin de kaçırılması KURAL OLARAK yine iç hukuk yollarını tüketmemek olarak değerlendirilir. AİHM bazı kararlarında iç hukuk yollarını tüketme kuralının aşırı şekilcilikten kaçınarak uygulanması gerektiğini vurgulamaktadır. Kaldı ki kendisi de iç hukuk yollarını tüketmemeyi otomatik bir uygulama şeklinde ele almamakta, her davayı kendi şartları içinde değerlendirmektedir. Sizin örneğiniz yerleşik içtihada konu olacak şekilde iç hukuk yollarının tüketilmemesi olarak gözükmektedir. Meğerki dosyanızın kendine has bir takım özellikleri sizi bu kuralın uygulanması dışında tutusun.

Bütün bu açıklamalar genel nitelikteki açıklamalardır. Bazı ayrık durumlarda bu halde bile başvurunun belli yönleriyle, belli şikayetler bakımından (Sözleşme ihlalleri) incelenme imkanı vardır.

Süreye gelince o da elbette tebliğ tarihinden itibaren yukarıda açıklamaya çalıştığımız ölçütler çerçevesinde işlemeye başlayacaktır.

Saygılarımla.
Old 25-11-2010, 12:45   #14
Av.Fatih KISA

 
Varsayılan

Belki farklı bir konu ama yapılan Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesine başvuru hakkı getirildi ve bunun yeni bir iç hukuk yolu olduğu, bu yol tüketilmeden AİHM Mahkemesine başvurunun yapılamayacağı yönünde yorumlar var.Henuz uyum yasaları çıkartılmadığından bu uygulamanın ne şekilde yapılacağını şu anda kestirmek kolay değil.Eğer Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı bir iç hukuk yolu olarak kabul edilirse, hem birinci derece mahkemlerinin hem Yüksek Mahkemenin hem de Anayasa Mahkemesinin önünden geçmek gerekecek. Mevcut yargılama şekli ve kültürünün ne kadar mağdur edici olduğunu da gözeterek yeni uygulamanın doğrudan adil yargılanma hakkını engelleyeceği ve mağduriyete neden olacağı yönünde kaygılarım var.

Sizler ne dersiniz?
Old 25-11-2010, 13:56   #15
Referendaire

 
Varsayılan

Sayın meslektaşım,

Aslında çok önemli bir konuya değindiniz. Türk Hukuk Sitesi otomatik olarak sizin eklediğiniz cevabı mail olarak gönderdiğinde ben de Ekim 2010 tarihinde Güncel Hukuk Dergisinde yayınlanan “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Hakkı” başlıklı makalemi, söz verdiğim üzere, genişleterek sitemde yayınlamaya hazır hale getirme çabası içindeydim. Aşağıda sözü geçen yazıdan kısa bir alıntıyı sizin ve konu ile ilgilenen diğer meslektaşlarımızın dikkatine sunuyorum. Belki daha uyum yasası çıkmadan burada bu konu ile ilgili bir başlık açılırsa fikirlerimizi ortaya koyarak bu hakkı müvekkilleri adına kullanacak olan meslektaşlarımızın da görüşlerini almış ve belki de bu tartışmaya farklı bakış açılarıyla bir yön vermiş oluruz.

Saygılarımla.

(…)

Anayasa Mahkemesine Bireysel başvuru hakkı (alıntı)

Anayasanın 148. maddesine AYM’nin bireysel başvuruları da karara bağlayacağı hükmü eklenmiştir. Bu hakkın içeriği ise şu şekilde düzenlenmiştir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.
Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.”


Görüldüğü gibi bireysel başvuru hakkı olağanüstü bir kanun yolu olarak düzenlenmiş, sadece AİHS kapsamında olan ve aynı zamanda Anayasada düzenlenmiş haklar ile sınırlı tutulmuştur. Dolayısıyla bu düzenlemeden AİHS kapsamında olan ancak Anayasa ile güvence altına alınmayan haklar bakımından yine doğrudan AİHM’e başvuru yapılması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Madde olağan kanun yollarının tüketilmesinden bahsettiğinden, kendilerine karşı gidilebilecek iç hukuk yolu bulunmayan haklar bakımından durumun açıklığa kavuşturulması gerekecektir. Örneğin hem Anayasa ile ve hem de AİHS ile güvence altına alınmış haklardan birisi adil yargılanma hakkıdır. AİHS düzenlemesinde bu hakkın kapsamında makul sürede yargılanma hakkı da vardır. AİHM içtihatlarında bu hak ihlaline karşı Türk hukukunda bir iç hukuk yolu olmadığı defalarca ifade edilmiştir. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri süren birisi acaba doğrudan AİHM’e mi gidecektir yoksa AYM’ne mi başvuracaktır? Yine aynı soru farklı bir şekilde Anayasada kapsamı çok dar tutulmuş olan mülkiyet hakkı ile ilgili olarak da sorulabilir. Oysa AİHM raporlarından da açıkça ortaya çıktığı gibi halen AİHM önünde bulunan başvuruların ezici çoğunluğu bu hakların ihlali iddiası ile yapılan başvurulardır. Dolayısıyla, getirilen bireysel başvuru hakkının etkin bir şekilde uygulanabilmesi için, çıkarılacak uyum yasasının çok detaylı ve bu tür sorulara cevap verecek nitelikte olması gerekir.

Burada bir de paketteki geçici maddeye değinmek gerekir. Bu madde ile kanun koyucuya uyum yasası çıkarması bakımından iki yıllık bir süre tanınmıştır. Ancak madde metninden bu sürenin ne zaman başlayacağı anlaşılamamaktadır. Biz halkoylaması sonucu değişikliklerin yürürlüğe girdiği tarihin kastedildiğini düşünüyoruz. Olması gereken de budur. Aksi durumda bu sürenin hesaplanması imkanı yoktur.

Yukarıda da ifade edildiği gibi, pakette yer alan geçici maddeye göre bireysel başvuru hakkı ancak uyum yasasının yürürlüğe girmesinden sonra etkin olacaktır. Ancak, özellikle Anayasa 90. madde uygulaması ile ilgili karşılaşılan sorunlar da dikkate alındığında, Türk hukuk sistemine yabancı sayılabilecek bu yargı yolunun en ince detayına kadar tasarlanması, uygulamada ortaya çıkabilecek sorunları en aza indirgeyecek hükümler içermesi ve getiriliş amacına uygun bir uygulama ortaya çıkarması sağlanmalıdır.

Uyum yasasının AYM’nin yeniden yapılanması konusunda AİHM yapılanmasına paralel bir düzenleme içermesi gerektiğini ve uygulamada yeteri kadar raportör veya tetkik hakimi istihdam edilmesi ve en önemlisi de bu yargıçların AİHM uygulamaları ve içtihatları konusunda ciddi bir eğitime tabi tutulmaları gerektiğini düşünüyoruz. Aksi halde, daha önce olduğu gibi çıkan kararların AİHM’den dönmesi gibi bir durumla karşılaşılması ihtimali ortaya çıkacaktır. Bu günlerde (Kasım 2010) tartışılan Yargıtay’ın iş yükü ve burada sonuçlanacak davaların geleneksel bir şekilde aynen karar düzeltme mekanizmasında olduğu gibi bir de AYM’ne taşınabileceği ihtimali bile “hukuki bir ürpertiye” neden olacak boyuttadır. Yargıtay açıklamalarına göre halen bekleyen dosya sayısı 2 milyon civarındadır. Her ne kadar Anayasada bireysel başvuru hakkı olağanüstü bir kanun yolu olarak öngörülmüşse de, uygulamacıların bu yolu çok sıklıkla kullanacağı düşüncesindeyiz. Bu durumda ortaya çıkma ihtimali olan tablonun şimdiden öngörülerek buna karşı tedbirlerin alınması ve AYM’nin de Yargıtay’ın durumuna düşmesi engellenmelidir. Bu özellikle hak arayanlar açısından büyük önem taşımaktadır. Geciken adalet adalet değildir özdeyişini bugünlerde bütün yetkili makamlar dillendirmektedir.

AYM, incelediği davaların AİHm içtihatlarına uygun şekilde sonuçlanmasını sağlamalıdır. Aksi halde eskisinden daha vahim bir tablonun ortaya çıkması, AYM’nin, bu başvurular neticesinde çalışmasının yavaşlaması veya AİHM’in halen içinde bulunduğu iş yükü çıkmazına girmesi ve değişiklikle amaçlanan etkinin sağlanamaması gibi durumlarla karşılaşılabilir. Yine bu tür sorunlar sebebiyle ülkemizde zaten uzun olan yargılama sürelerine bir de AYM süreci eklenmesi ve bu defa AİHM’de dava süresinin uzunluğundan dolayı mahkum olma ve tazminat ödeme zorunluluğu doğması da ihtimal dahilindedir. Temennimiz kaş yaparken göz çıkarılmaması ve gerek kanun koyucunun, gerekse AYM’nin konuya ciddi şekilde eğilmesi ve beklenen faydanın sağlanması yönünde çaba sarf etmeleridir.
Old 25-11-2010, 23:02   #16
ebrus

 
Varsayılan

Değerli meslektaşım benim davamda idarenin bir kurumu ile bir şahsa karşı müvekkilimin şahsın kaçak binasında 1994 yılında geçirmiş olduğu elektrik çarpması sonucu sakatlanması nedeniyle 2004 yılında maddi ve manevi tazminat davası açtık ve dava 2008 yılında sonuçlandı. Bina sahibi şahsa karşı kabul edildi ancak idarenin kurumuna karşı ise tefrik kararı verdi ve ben de mahkemece belirlenen kusur oranına göre tazminat miktarı oranında İdari mahkemede kuruma karşı davayı açtım. Ancak dediğim gibi burada kaza tarihinden itibaren (1994) 1 ve 5 yıllık süre geçmiş olduğu için davamın reddine karar verdiler ve temyiz ettim. Asliye Hukuk Mahkemesindeki yagılama sırasında her ne kadar davalı taraf zamanaşımı itirazında bulunmuşsa da müvekkilin maluliyet orarına iliikin daha önce zararın tam olarak bilinmesine yönelik Adli Tıp Kurumundan herhangi bir rapor alınmamış olduğu için zamanaşımının müvekkil açısından başlamadığı gerekçesiyle Yargıtay İçtihatları doğrultusunda davayı kabul etti. Nitekim Danıştaya gönderdiğim temyiz dilekçesinde 'hak arama özgürlüğünün' daha esnek ve geniş yorumlanması gerektiğini, idarenin halen kaçak yapının var olmasına izin vermesi nedeniyle eylemsizliğinin devam ettiği gibi müvekkilin maluliyetinin de sürekli olarak arttığını ve bunun adli tıp raporunda da belirtildiğini gerekçe olarak yazdım. Ancak buna rağmen karar bozulmadı bana göre şekilsel anlamda incelemek hukuk yaratmak değildir ve Yargıtayın bu konudaki daha geniş yorumlayan kararlarına uyum sağlamaları gerekmektedir. Ama müvekkilin zamanında dava açamamasının asıl sebebi maalesef yoksulluk yani dava masraflarını dahi bulamaması ve bu nedenle verilen karar bana göre son derece adaletsiz.!! İdare, zarar gören vatandaş karşısında kendisini kalın zzırhlarla donatmış, burnundan kıl aldırmıyor. Süre aşımından red diyor ama benim müvekkilimin sakatlığı maalesef süre aşımına uğramıyor ve artarak devam ediyor!!! Sormak istediğim şu ki; müvekkilin bu durumu sizce AİHM tarafından nasıl yorumlanabilir!!? Herşeye rağmen müvekkil adına başvuru yapacağım. Ama bu konuda sizin değerli görüşünüzü almak isterim. Şimdiden teşekkürler. Saygılarımla.
Yanıt


Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk)
 
Konu Araçları Konu İçinde Arama
Konu İçinde Arama:

Detaylı Arama
Konuyu Değerlendirin
Konuyu Değerlendirin:

 
Forum Listesi

Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Yanıt Son Mesaj
AİHM başvuru ve devamı... nejan Meslektaşların Soruları 9 08-11-2006 23:51
AİHM ' den .... Av.Habibe YILMAZ KAYAR Hukuk Sohbetleri 1 20-09-2002 22:47
Aihm' Ne Başvuru apokl Hukuk Soruları Arşivi 1 27-02-2002 18:13


THS Sunucusu bu sayfayı 0,04019904 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.